JustPaste.it

AKİDE VE MENHEC MESELELERİNİ BEYAN EDEN İLMÎ SİLSİLE

 

DÖRDÜNCÜ HALKA: TEKFİRİN VE TEKFİRDE DURAKSAYANLARIN MERTEBELERİ

 

Hamd alemlerin rabbi olan Allah'adır. Güzel akıbet muttakilerindir. Düşmanlık ise ancak zalimleredir. Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur. Tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed(s.a) onun kulu ve rasulü, ilklerin ve sondakilerin imamıdır. Bundan sonra:

 

Bu halkada Allah'ın izni ile iki meseleden bahsedeceğiz:

İlki: Müşriklerin tekfiri meselesi tek bir mertebe midir yoksa başka mertebeleri var mıdır?

İkincisi: Müşriklerin tekfirinde duraksayan kimselerin mertebelerinden bahsedeceğiz.

Halkanın diğer dersleri:

1. Ders: BİRİNCİ HALKA

2. Ders: DİNİN ASLI

3. Ders: MÜŞRİKLERİN TEKFİRİ

*  *  *

Birinci mesele: Müşriklerin tekfiri meselesi tek bir mertebe midir yoksa başka mertebeleri var mıdır?

Cevab: İlim ehli tekfirin şer’i bir hüküm olduğunu ve tekfirin iki kurala binaen mertebelerinin olduğunu belirtmişlerdir. Bu kurallar:

1-) Tekfirin şeriatta sübutunun kesinliği-kuvvetli olması, yani; şer’i delilin falanca kişinin küfrüne dair net ve aşikar olması. Bu ise hükmü bilmekle bilinen şeydir.

2-) Şirk veya küfür işleyen muayyen kimse için tekfirin subutunun kesin olması. Bu ise halin bilinmesi olarak isimlendirilen şeydir. Bu ancak görme, işitme ve şahitlerin şahitliği ile olur.

Şeyhu-l İslam İbni Teymiyye şöyle der; "Tekfir şer’i bir hükümdür. Malın helal olmasına, kanın dökülmesine ve ateşte ebedi kalmayı gerektirir. Onun kaynağı diğer ahkamların kaynağı ile aynıdır. Bazen yakin ile idrak edilir, bazen zannı ğalib ile. Bazen de onda tereddüde düşülür. Ne zaman ki tereddüde düşülür o zaman tekfirde duraksamak en evla olandır. Tekfire teşebbüs etmek ancak cehaletin baskın olduğu mizaçlara galip gelir."

Bu, küfür ve şirkin bütün çeşitleri tek bir mertebe olduğunu zannedenin hilafınadır. Öyle ki, bunu bu şekilde kavramak alim ve cahili eşit kılar. Böyle bir sözün batıllığında şüphe yoktur. Ve böyle bir söz bu konuda ilim ehlinin karar kıldığına muhalefettir. Aslında bu, küfrün bazısının bazısından daha şiddetli olduğuna delalet eden naslara muhalefettir.

Allahu teala şöyle buyuruyor: O gün onlar , imandan çok küfre daha yakındılar.(Ali İmran:167)

Allahu teala şöyle buyuruyor: Haram ayları ertelemek ancak küfürde daha ileriye gitmektir.(Tevbe: 37)

Allahu teala şöyle buyuruyor: Muhakkak ki imanlarından sonra kafir olanlar sonrada küfürlerini artıranlar..(Ali İmran: 90)

Allahu teala şöyle buyuruyor: Araplar küfür ve nifakta daha şiddetlidirler (beterdirler) (Tevbe: 97)

***

İkinci mesele: Müşriklerin tekfirinde duraksayanların mertebeleri...

 

Muhakkak ki müşriklerin tekfirinde duraksayanların mertebeleri vardır. Delilin kuvvetli olması ve küfür veya şirkin net ve aşikar olması bunda etkilidir.

Muhammed bin Abdülvahhab şöyle der: İşte bunlar tağutlardır… Bunların hepsi kafirlerdir. İslam’dan dönmüşlerdir. Kim onlar hakkında mücadele ederse ya da onları inkar edenleri red ederse, zannederse ki onların bu yaptıkları batıl ancak onlar bununla küfre girmezler, işte bu şekildeki bir mücadeleci en düşük seviyede bir fasıktır. Şehadeti kabul edilmez. Arkasında namaz kılınmaz.

 

Şeyhin bu kelamını düşün! Nasıl da tağutlar hakkında duraksayan kimselerin hallerinden bahsederken bu hallerin en düşüğünün fısk olduğunu belirtiyor. Bu da müşriklerin tekfirinde duraksayanların ahvalleri ve mertebeleri olduğunu göstermektedir. Bu mertebelerde delilin kuvvetli oluşu, küfrün ve şirkin açık olması etkili olur. Burada şirkin şiddeti gözardı edilmelidir. Çünkü şirk bazı hallerde bazı diğer hallerden daha şiddetli-beter olabilir, fakat şiddeti fazla olan bir şirk amelinin açıklığı şidedeti az olan başka bir şirk amelinden daha az olabilir.

Örnek: Putlara tapanların şirki ile Cehmiyyenin şirki. Puta tapanların tekfirinde duraksayanların tekfirine hükmetmek Cehmiyyenin tekfirinde duraksayanları tekfirine hükmetmekten daha kuvvetlidir. Dolayısı ile Cehmiyyenin şirki puta tapanların şirkinden daha şiddetli/beter olmasına rağmen puta tapanların şirki daha net ve aşikardır.

İbni Kayyım şöyle der: Muhakkak ki Rabbin sıfatlarını ikrar eden bir müşrik, Rabbin kemal sıfatlarını inkar eden müşrikten daha hayırlıdır.

Allah ona rahmet etsin başka bir yerde şöyle der: Putlara veya güneşe veya aya veyahut da yıldızlara tapanların şirki, bunların tevhidinden daha hayırlıdır. Çünkü putalara vs. tapanların şirki uluhiyettedir. Bununla beraber bunlar alemleri yaratanı ve O'nun sıfatlarını, fiillerini, kudretini, meşiyetini ve Yaradan'ın külli ve cüz’i bütün her şeyi bildiğini ispat ederler. Diğerlerinin ise tevhidi Allah'ın rububiyyetini, uluhiyyetini ve diğer sıfatlarını ta’til (inkar) etmektir. İşte böyle bir tevhid, şirk çeşitlerinin en büyüğüne sebep olur. Bunun için bir kişinin ta’tili ne kadar büyükse şirki de o kadar büyük olur

 

Bütün bunlara binaen; müşriklerin ve kafirlerin tekfirinde duraksayanların mertebelerini; kafir ve müşriklerin küfürlerinin açıklığı ve şöhretine bina ederek ve bu konuda ilim ehlinin söylediklerine itimad ederek açıklayacağız.

***

Birinci mertebe: Dinde küfrü zaruri olarak bilinen toplulukların tekfirinde duraksayanlar

Bunlardan;

a-) iblis, firavun veya kendisi için veyahut da başka biri için uluhiyyet iddia edenleri tekfir etmeyenler:

İbni Teymiyye (Allah ona rahmet etsin) Firavunu tekfir etmeyenlerin tekfiri hakkında şöyle der; Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlar gibi toplulukların dinlerinde Firavunun yaratılmışlar içinde en kafiri olduğunu bilmek zaruridir.

b-) Kendilerini İslam'a nisbet etseler dahi putlara tapanları tekfir etmeyenler:

İbni Teymiyye putlara ibadeti doğru bulan kimse hakkında şöyle der: Bunları kim tekfir etmezse yahudi ve hristiyanlardan daha kafirdir. Zira yahudi ve hristiyanlar puta tapanları tekfir ederler.

İbni vezir es-senani (Allah ona tahmet etsin) şöyle der: Puta tapan birinin küfründe şüphe eden birinin tekfirinin ve onu tekfir etmeyenin tekfirinin vacip olacağında şüphe yoktur. Bunun illeti puta tapan birinin tekfirinin dinde bilinmesi zaruri olan birşey olmasındandır.

Bu mertebede tekfirde duraksayan birinin hükmü kafir olmasıdır. Ve bu mertebede kendisine risalet hücceti ulaşan kimse için cehalet özür olmaz.

 

İkinci mertebe: Yahudi ve Hrıstiyanların veya İslam dininden ayrılanların tekfirinde duraksayanlar

 

Kadı İyad (Allah ona rahmet etsin) şöyle der: Bizler Müslümanların dininden başka din edinen milletleri, onların tekfirinde duraksayanları, onların tekfirinde şüphe edenleri ve onların mezheplerini sahih görenleri tekfir ederiz.

İbni Teymiyye şöyle der: Resul'un (s.a) bisetinden sonra Yahudi ve Hristiyanların dinlerine girmeyi haram görmeyen hatta Yahudi ve Hristiyanları tekfir etmeyen ve onlara buğz etmeyen, Müslümanların ittifakı ile Müslüman değildir.

Bu mertebede de tekfirde duraksayan birinin hükmü kafir olmasıdır. Ve bu mertebede kendisine risalet hucceti ulaşan kimse için cehalet özür olmaz.

***

 

Üçüncü mertebe: Kendisini İslam'a nisbet etmekle beraber şirke giren veya küfür olduğunda icma olan küfür bir fiili işleyen birinin tekfirinde duraksayanlar;


1. kısım: Tevili olmayan kimse

 

Böyle birine düştüğü durumu açıklamak yeterlidir. Ya da bu kimseler hakkındaki şer’i hükmü açıklamak yeterli olur. Ve durumu açıklandığında ve şer’i hüküm -ki bu, işlenilen şirkin ve tekfirde duraksayanın durumunun net oluşuna bina edilir- açıklandıktan sonra tekfirde duraksarsa kafir olurFakat şirk ve küfür işleyenlerin hali açık ise ve bunlar hakkında ki şer’i hükümde açık ise o zaman açıklamaya gerek duyulmadan bunların tekfirinde duraksayanlar kafir olur.

İbni Teymiyye Batınilerden bir taife hakkında şöyle der: Bunlara karşı hüsnü zan besleyen ve onların durumlarını bilmediğini iddia eden kimseye onların durumu açıklanır. Buna rağmen onlardan uzaklaşmaz ve onları inkar etmezse o da onlardan sayılır.

Bak; nasıl da Şeyhul İslam bu taifenin tekfirinde duraksayanlar için bu taifenin durumunu bildirmenin yeterli olacağını belirtti.

 

Süleyman bin Abdullah (Allah ona rahmet etsin) zamanındaki bazı mürtedler hakkında şöyle demiştir: Şayet bunların küfründe şüphe duyuyorsa veya onların küfründe cahil ise o zaman bunların küfrü hakkında Allah'ın kitabı ve Rasul'ün sünnetindeki deliller ona açıklanır. Bundan sonra şüphe veya tereddüt ederse o zaman ulemanın icma ettiği kafire kafir demeyen kafir olur kaidesine binaen kafir olur.

Burada Şeyh Süleyman'ın tekfirde duraksayan kimsenin tekfirinden önce şer’i hükmün açıklanmasını şart koştuğunu mülahaza etmekteyiz.

 

İmam Ebu Hatim er-Razi (Allah rahmet etsin), Kur'an mahluktur diyenler hakkında şöyle der: Bu sözün manasını fehm eden ve manasında cahil olmayan bir kimse bu sözü söyleyenin küfründe şüphe ederse kafir olur. Cahil olana ise bildirilir, öğretilir. Ya onu tekfir etmek gerektiğini kabul eder, kabul etmediğinde ise küfrü elzem olur.

Burda İmam Ebu Hatim tekfirde duraksan kimseyi tekfir etmeden önce ona öğretmek gerektiğini şart koşmuştur.

 

Şeyhu-l İslam İbni Teymiyye Hululiler hakkında şöyle der; "Kim bunların görüşlerini bildiği halde onların küfründe şüphe ederse kafir olur. Tıpkı yahudi ve hrıstiyanların ve müşriklerin küfründe şüphe edenler gibi.’’ Burada İbni Teymiyye hem halin ve hem de şer’i hükmün bilinmesini beraber şart koşmuştur.

İbni Teymiyye Dürziler hakkında ise şöyle der: Bunların küfrü Müslümanların ihtilaf etmediği şeylerdendir. Aksine kim bunların küfründe şüphe ederse kafirdir.’’

Burada ise İbni Teymiyye halin ve şer’i hükmün açıklanmasını şart  koşmadan dürzilerin tekfirinde duraksayanların tekfir edileceğini söylemiştir. Bunun sebebi ise bu taifenin halinin ve bu taifenin küfre girdiğine dair delillerin açık olmasındandır.

 

 

2. kısım: Fasid bir usule sahip olan ve bundan dolayı tevile giden kimse

 

Böyle biri hakkındaki hükme etki eden şey; (tekfirinde duraksadığı) muayyen birinin veya taifenin küfrünün net ve aşikar olmasının seviyesine göredir.

Küfrün açık olma hali şiddetliyse o zaman böyle biri bu teviliyle inatçı bir kafir sayılır. Diğer hallerde ise onun fasık olması ve tekfiri arasında değişkenlik vardır.

 

İbni Teymiyye Batini taife hakkında şöyle demiştir: Bunların sözleri için "şeriata muvafık bir tevildir" diyen bir kimse aslında onların liderlerinden ve dinlerindendir. Eğer o zeki biri olsaydı söylediği bu sözü ile kendisini yalanladığını da bilirdi. Ve eğer buna batınen ve zahiren inanıyorsa o, Hrıstiyanlardan daha kafirdir. Bunları tekfir etmeyen ve bunların bu küfür görüşlerini tevil sayan, Hrıstiyanları da teslis inancından dolayı tekfir etmekten uzak durmalıdır.

Başka bir yerde İmam Ahmed bin Hanbel'in, Cehmiyyenin tekfir edilmesi hakkında; "Ondan bu konu hakkında iki görüş varid olmuştur. En sahihi ise onun Cehmiyyeyi tekfir etmeyenleri tekfir etmediğidir.’’ demiştir.

İmam Buhari (Allah rahmet etsin) şöyle demiştir: Yahudilerin, Hristiyanların ve Mecusilerin görüşlerine baktım. Fakat küfürde Cehmiyyeden daha sapığını görmedim. Ben onları tekfir etmeyenlerin, onların küfrünü bilmediklerinden dolayı cahil olduğunu düşünüyorum.

Zahir olan, İmam Buhari'nin bu sözüyle kendisinin de Cehmiyyenin tekfirinde duraksayan birini tekfir etmediğidir. Tıpkı Ahmed bin Hanbel'den rivayet olunduğu gibi.

 

Mardevi (Allah rahmet etsin) şöyle demiştir: İbni Hamid; usulünde, Haricilerin, Rafizilerin, Kaderiyyenin ve Mürciyyenin küfürlerini zikretmiş ve şöyle demiştir. "Bizim tekfir ettiklerimizi tekfir etmeyenler fasık sayılır ve uzaklaştırılır." Fakat böyle birinin küfrüne gelince, bunda iki görüş vardır: İbni Hamid'in ve onun dışında Mervezi, Ebi Talip ve Yakub'un ravilerinden, böyle birinin tekfir edilmeyeceği söylenmiştir.

 

İbni Teymiyye şöyle demiştir: Bizim selefimize gelince, onlar Mürcienin ve Ali'yi diğer sahabelerden üstün tutan mufaddala Şiilerin tekfir edilmeyeceğinde hemfikirdirler. Ahmed bin Hanbel'in de bunları tekfir etmediğine dair sözlerinde bir çelişki yoktur. Onun mezhebinden olup bütün bid’at fırkaları tekfir edenler onun sözüne ve mezhebine muhalefet etmiştir. Hatta bunlardan bazıları bu bid'at fırkaların ebedi olarak ateşte kalacaklarını söyler. Fakat bu, Ahmed'in mezhebine ve şeriata dair bir yanılgıdır.

 

3. kısım: Sahih bir usulu olup tevile giden kimse

Tıpkı sahabelerden bazılarının bazı mürtedlerin tekfirinde duraksamaları gibi. Öyle ki Allahu teala mürtedlerin tekfirinde  duraksayanların hatalarını açıklamasına rağmen onlar hakkında küfür ile hükmetmemiştir.

 

İbni Abbas şöyle der: Mekke ehlinden bir kavim Müslüman oldu. Bunlar Müslümanlıklarını gizliyorlardı. Müşrikler onları kendileri ile beraber Bedir'e getirdiler. Onlardan bazıları yaralandı ve bazıları da öldü. Müslümanlar bunlar bizim dostlarımız Müslümandılar dediler. Ve bu durum onların hoşuna gitmedi. Onlar için Allah'dan  mağfiret dilediler. Bundan dolayı bu ayet nazil oldu: ’’Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki:'Nerde idiniz?' Onlar:'Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik' derler. (Melekler de:) 'Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?' derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o!’’

İbni Abbas devamında şöyle dedi: Geri kalan Müslümanlardan biri bana bu ayeti ve onların bu konuda bir özürlerinin olmadığını yazdı. Sonra dedi ki; onlar çıktılar, müşrikler onları yakaladı ve fitneye sürüklediler. Bundan dolayı bu ayet indi: "... İnsanlardan bazıları Allah'a iman ettim der...’’

Şeyh Muhammed bin Abdu-l Vahhab şöyle der, "Allahu teala bu ayeti indirdi ve onda bu müşriklerin durumunu ve onların İslam'ı nutuk etmelerine rağmen ateşte olduklarını açıkladı."

Sahabelerin bazılarının bazı mürtedlerin tekfirinde ihtilaf ettikleri rivayet edilmiştir. Allahu teala bu mürtedlerin küfrünü açıklayınca bunların tekfirinde duran sahabelere İslamlarını yenilemelerini emretmemiştir.

 

Allahu teala şöyle buyuruyor: ’’Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın.’’ (Nisa, 88)

Bu ayetin nuzûl sebebi: Nebi (s.a) Uhud'a çıktığında onunla beraber olan bazı insanlar geri döndü. Bundan dolayı Nebi'nin (s.a) ashabı bunlar hakkında ikiye bölündü. Bazıları bunları öldürelim dedi. Bazıları da hayır öldürmeyelim dediler.

Mücahid'in (Allah ona rahmet etsin) şöyle dediği sabit olmuştur: Bir grup muhacir olduklarını iddia ederek Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiler. Sonra ise irtidat ettiler. Bunlar Rasulullah'dan (s.a) Mekke'ye gitmek ve oradaki mallarını getirip ticaret yapmak için izin istemişlerdi. Bunun üzerine sahabelerden bazıları bunlara münafık bazıları ise mümin dedi. Allahu teala bunların nifaklarını açıkladı ve onlarla savaşılmasını emretti.

İbni Abbas şöyle demiştir: Onlar böylece iki grup oldular ve Rasul de onların yanında idi. Buna rağmen bu iki gruptan hiçbirini bu şözlerinden dolayı nehyetmedi. ’’Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye?’’

İmam Taberi bu ayetin İslam'dan irtidat eden bir grup hakkında nazil olduğu görüşünü tercih etmiştir. O, selefin bu ayetin nuzûl sebebi hakkındaki sözlerini zikrettikten sonra şöyle der: Bu sözler içinde en sahih olan görüş, "sahabenin İslam'dan sonra irtidat eden Mekke ehlinden bir kavim hakkında ihtilaf etmeleridir" görüşüdür.

İmam Ebu Zamanin (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir: Bunlar Medine'de iken Mekke'ye giden, sonra Mekke'den çıkıp Yemame'ye tüccar olarak giden münafıklardan bir gruptur. Bunlar İslam'dan irtidat edip kalplerindeki şirki izhar etmişlerdi. Müslümanlar onlarla karşılaştığında onlar hakkında iki farklı görüşe bölündüler. Bazıları "bunların kanı helaldir, bunlar müşrik mürteddirler" derken; diğer bir grup ise "Bunların kanı helal değildir, bunlar fitneye maruz kalan bir kavimdir" dedi. Bundan dolayı Allahu teala: ’’Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye?’’ buyurdu.

 

Ulemadan bazıları da Ömer bin Hattab'ın (r.a) işin başında zekatı vermeyenlerin tekfirinde duraksadığını söylemişlerdir. Fakat Ebu Bekir (r.a) ona zekatı vermeyenlerin küfrünü izah ettiğinde ona muvafakat etmiştir. Buna rağmen Ömer (r.a), onları tekfir etmediğinden dolayı tevbeye çağrılmamıştır. Ömer'in (r.a) Ebu Bekir'e (r.a) mürtedler hakkında "Sen, Peygamber (s.a) 'Ben insanlar la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu dediklerinde mallarını ve canlarını benden korurlar ancak İslam'ın hakkı müstesna.' dediği halde nasıl insanlarla savaşırsın?" dediği sabit olmuştur.

 

Bu halde ortaya çıkacak hüküm:

Böyle bir durumda tekfirde duraksayan biri başlangıçta tekfir edilmez. Bilakis onun hatalı olduğuna hükmedilir. Bu hüküm, tekfirin şer’i ahkamdan oluşuna mebnidir. Zira içtihadında hatalı olan biri tıpkı şer’i bazı meselelerde hata eden gibidir. Ona deliller açıklandığında ve tevili sona erdiğinde hala tekfirde duraksıyorsa, o zaman kafir olur.

Şeyhu-l İslam İbni Teymiyye şöyle demiştir: Muhakkak ki zahir ve mütevatir olan vacipler ile zahir ve mütevatir olan haramlara iman; iman usullerinin ve dini kaidelerin en büyüğüdür. bunu inkar eden ittifak ile kafir olur. fakat bu usul ve kaidelerde ictihadın da hatalı olan biri hatası ile beraber ittifak ile kafir olmaz.

Şeyh Süleyman bin Sehman şöyle demiştir: Sonra şayet ulemadan biri cehmiyyenin mukallidi olan bu cahillerin tekfirinde veya kabirlere kulluk eden  mukallid cahillerin küfürlerinde duraksamayı uygun görse biz onu bu hatalı görüşünden dolayı  mazur sayarız. ve hatadan korunmuş olmadığı için onun kafir olduğunu söylemeyiz. bu konudaki icma katidir.’’

***

Dördüncü mertebe: Şirke ve küfre giren birinin tekfirinde duraksayan ve buna sebep olarak ise mübah olan şer’i bir gaye-tutum sergileyen kimseler

1-) Şirkin veya küfrün bir çeşidi olan, fakat İslam milletinden çıkarıp çıkarmadığı ihtilaflı olan bir küfür ameli -namazın terki gibi- işleyen  kimsenin tekfirinde duraksayan.

2-) Müslüman ulemanın tekfirine engel olmak gayesi ile, şer’i ilme intisab edenlerin tekfirinde duraksayanlar.

Bu iki halde tekfirde duraksayan kimsenin hükmü her halükarda ecir kazanan muctehidin hükmü gibidir. böyle biri isabet ettiğinde iki ecir, hata ettiğinde ise tek ecir elde eder .

İbni Teymiyye şöyle demiştir: Hata ettiklerinde Müslüman ulemanın tekfirine engel olmak şer’i gayenin-tutumun bir gereğidir.

***

Burada mühim bir soru vardır: Kabirlere kulluk edenlerin tekfirinde duraksayanlar bu mertebelerin hangisine dahildir?

Cevab: Kabire kulluk edenlerin tekfirinde duraksayanların mertebeleri işledikleri şirkin veya kabir sahibi hakkındaki itikadlarının açıklığı hasebince çeşitlilik gösterir. Şüphesiz bunlardan bazılarının işlediği şirk putlara ibadet edenlerinki ile aynıdır veya daha fazladır veyahut da daha azdır. Bazı filleri ise bidat mertebesindedir, şirk mertebesinde değil.

 

İbni Teymiyye şöyle demiştir: Bu babdaki mertebeler üçdür;

İlki, Allah'a değil de ölü veya gaib olan birine dua etmek. Dua ettiği şey ister enbiyadan veyahut da salihlerden olsun, şöyle der: Ey filan efendim bana yardım et, sana sığınırım, imdadıma yetiş veya düşmanıma karşı bana yardım et. İşte bu, Allahu tealaya şirk koşmaktır. Bunun daha büyüğü ise bazı cahil müşriklerin yaptığı gibi 'beni bağışla ve tevbemi kabul et’’ demesidir. Bunun daha büyüğü ise kabre secde etmesi, ona namaz kılması, ona doğru namaz kılmayı kıbleye doğru namaz kılmaktan daha faziletli görmesi ve hatta kabrin özel insanların kıblesi, Kabe'yi ise avamın kıblesi olarak görmesidir. Bundan daha büyüğü ise kabre yolculuk yapmayı hacca gitmek gibi gören ve defalarca oraya sefer yapmanın hac yerine geçeceğini düşünenlerindir. Bunların bazı ğulatları ise şöyle der, 'Bu kabri bir defa ziyaret etmek defalarca hacca gitmekten daha faziletlidir. İşte bu ve buna benzer şeyler kabirdekileri Allah'a şerik koşmaktır. İnsanların çoğu buna düşmektedir.

İkincisi, Nebilerden veya salihlerden ölü ve gaib olanlara 'Benim için Allah'a dua et veya Rabbine bizim için dua et veyahut da bizim için Allah'dan iste’’ diyenlerdir. Bunlar tıpkı Hristiyanların Meryem ve onun gibilerden istemeleri gibidir. Bilen biri için bunun caiz olamadığı şüphe götürmez ve bunun selefin yapmadığı bidatlerden olduğu açıktır. Ve ölüden istenmeyeceği, ondan kendisi için Allah'a dua etmesinin taleb etmenin caiz olmadığı bilinen birşeydir. Yine ölüye dünyası ve dininde isabet eden bir musibet için şikayetini bildirmesi caiz olmaz. Şayet bunu ölüye o hayatta iken yapsaydı, bu onu şirk seviyesine ulaştırmazdı. Fakat bunu hayatta olmayan birine yapması onu şirke ulaştırmaktadır.

Üçüncüsü, "Senden falanca ile veya filancanın senin yanındaki makamı ile isterim’’ diyenlerdir. Daha önce Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve diğerlerinden (Allah hepsine rahmet etsin) aktarıldığı üzere böyle bir dua nehyedilmiştir.

***

Şimdilik bu kadarı ile iktifa ediyoruz.  Allahu tealadan yardım, tevfik ve hakka isabeti isteriz. Salat ve selam Allah'ın kulu ve rasulü olan Muhammed'e, ailesine ve onun sahabesine olsun.

***

Halkanın diğer dersleri:

1. Ders: BİRİNCİ HALKA

2. Ders: DİNİN ASLI

3. Ders: MÜŞRİKLERİN TEKFİRİ