JustPaste.it

AKİDE VE MENHEC MESELELERİNİ BEYAN EDEN İLMÎ SİLSİLE

 

İKİNCİ HALKA: DİNİN ASLI

 

Hamd alemlerin rabbi olan Allah'adır. Güzel akıbet muttakilerindir. Düşmanlık ise ancak zalimleredir. Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur. Tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed(s.a) onun kulu ve rasulü, ilklerin ve sondakilerin imamıdır. Bundan sonra:

 

Bu halkada dinin aslı konusunu ele alacağız… Zira bu mevzu önem arzetmektedir. Çünkü bir kimsenin imanı ancak dinin aslı ile sahih olur.

***

 

Dinin aslı nedir?

Dinin aslı Allahı ikrar etmek, sadece ona ibadet etmek, onun dışındaki ilahlara ibadet etmeyi terk etmek ve ona şirk koşan kimselerden beri olmaktır. İşte bu dört şey dinin aslıdır.

İbni Teymiyye şöyle der: İbrahim ve Musa (as) dinin aslını ikamet etmiştir ki, bu, Allah'ı ikrar etmek, sadece ona ibadet etmek ve Allah'ı inkar edenlere düşmanlık göstermektir. (Fetava:16/203).

Allah'a şirk koşan kimseden beri olmak lafzını İbni Teymiyye bu sözüyle tabir etmiştir: Allah'ı inkar edenlere düşmanlık göstermek. İki cümlenin -yani müşriklere düşmanlık beslemek ve onlardan beri olmak- manası aynıdır.

İbni Teymiyye başka bir yerde şöyle der: Dinin aslı: sevginin, nefretin, dostluğun, düşmanlığın ve ibadetin Allah için olmasıdır. (Minhacus- Sunne: 5/255)

Tüm bunlara binaen şöyle deriz: Şayet bir kimse dinin aslından olan üç şeyi gerçekleştirir dördüncüsünü gerçekleştirmez ise -Allah dışında ibadet edilenlerin terki veya Allah'a şirk koşanlardan beri olmak gibi- o zaman bu kimsenin İslam'ı sahih olur mu?

Cevab: Hayır.

Peki böyle biri nasıl isimlendirilir? Müşrik kafir olarak isimlendirilir.

İşte bu dinin aslının mertebesidir. Bu mertebeye ulaşmayan teklife muhatap bir kimse cahil dahi olsa bu onun için özür değildir. İster bu kimseye hüccet ulaşsın, ulaşmasın veya başka bir tabirle ona rasül gelsin veya gelmesin durum değişmez.

 

Müfessirlerin imamı ibni Cerir et-Taberani (Allah ona rahmet etsin) dinin aslı hakkında bazı şeyler dedikten sonra şöyle der: Teklifle mükellef olan bir kimsenin bu konuda cehaleti özür değildir. Bu, kendisine Allahu tealadan kendisine rasul gelsin veya gelmesin kendisinden başka birini görsün veya görmesin aynıdır. (Tefsir fi mealimu-d din: 126-132). Kendisinden başkasını görmesin lafzının manası: Yani kendisinden başka bir insanı görmeyen manasındadır. Tıpkı uzak bir adada olup kendisinden başka insan görmeyen kimse durumu gibi.

Bizde deriz ki:’’ Ona bir rasul geldiğinde o zaman rasule ve onun getirdiklerine mücmel manada iman etmek dinin aslına girer. O zaman bisetinden bugüne Muhammed'e (s.a) ve onun getirdiklerine mücmel manada iman etmek dinin aslına girer. Çünkü dinin aslı iki şehadettir (la ilahe illallah muhammeden rasulullah).

 ***

Şeyhu-l İslam İbni Teymiyye şöyle der: Dinin aslı; Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve rasulü olduğuna şehadet getirmektir. (Fetava: 1/10)

Güzel... Peki Allah'ı ikrar etmek sözünün manası nedir?

Allah'ın varlığına iman, onun kemal sıfatlarla sıfatlandığına, noksan ve ayıplardan münezzeh olduğuna ve yaratma ve emirde tek olduğuna iman etmektir. Allahu teala şöyle buyuruyor: Haberiniz olsun yaratma ve emretme yanlızca onundur (Araf:54).

Emir; ya kevni dir, yani Allahu teala bir şeye ol der o da oluverir. Ya da şer’i emirdir ki bununla kastedilen Allah'ın helal ve haram kılmada tek oluşudur. Şeyhul İslam İbni Teymiyye şöyle der: Şüphesiz dinin aslı sadece Allah'ın haram kıldıkları ve Allah'ın şeriat kıldığı dindir. Muhakkak ki Allah Enam ve Araf surelerinde Allah'ın haram kıldıklarını haram kılmayan ve Allah'ın izin vermediği şeyleri dinden kendilerine bir şeriat kılan müşrikleri ayıplamıştır.

***

Ve bir daha ... Dinin aslı nedir?

Dinin aslı Allahı ikrar etmek, yalnız ona ibadet etmek, onun dışındaki ma’budları terketmek ve Allah'a şirk koşanlardan beri olmaktır.

Yukarıda Allah'ı ikrar etmenin ne manaya geldiğini şerh ettik. Güzel... Peki sadece Allah'a ibadet etmek, Allah'dan başka mabudları terketmek ve şirk ehlinden beri olmak ne manaya gelir? Bunun manası: Allah'ı birlemek, tevhidi sevmek, onu güzelleştirmek ve muvahhidlerle dost olmak, bununla beraber şirkden iğrenmek, ondan ictinab etmek ve müşriklere düşmanlık beslemektir.

İbni Kayyım şöyle der: Bil ki eğer fıtratta yerleşik olduğu halde tevhidin güzelliği ve şirkin çirkinliği akıl için malum olmasaydı o zaman akılla hiçbir mesele idrak edilemezdi. Çünkü bu mesele ispata gerek duyulmayacak kadar açık bir meseledir. Üstelik Allah bunu akla ve fıtrata yerleştirmiştir.

Tevhid ehline dost olmak, müminlere dostluk beslemek manasındadır. Şirk ehline hasım olmak ise müşriklerden beri olmak manasındadır.

Bu durumda dostluk ve düşmanlığın dinin aslına dahil olduğu ortaya çıkmış olur. Fakat burada açıklanması gereken bir mevzu var o da kafirlere düşmanlık beslemek ile düşmanlığı izhar (açığa vurmak) etmek arasındaki farktır. İlki -yani düşmanlığın var oluşu- dinin aslındandır. İkincisi ise -yani düşmanlığı izhar etmek- dinin vaciplerindendir, aslından değil.

Şeyh Abdu-l Latif ibni Abdu-r Rahman Ali şeyh şöyle demiştir: Düşmanlığı izhar etme meselesi düşmanlığın var oluşu meselesi dışındadır. İlkinde kişi korku ve acziyetten dolayı mazur olur. Allahu teala şöyle buyuruyor: "Ancak onlardan korkmanız müstesna". İkincisine gelince bunun olması zorunludur. Çünkü bu, tağutu inkar etmeye girer. Bunun ile Allah ve Rasulünü sevmek arasında kulli bir bağ söz konusudur. Müminin bu bağı çözmesi mümkün değildir.’’

Daha önce dediğimiz gibi dinin aslında hiç kimse cehaletinden dolayı özür olmaz. Dinin aslına sahip olmayan kimsenin İslam'ı da sahih olmaz. Ve küfür ismi ondan kalkmaz.

Dinin aslına mükellef olan, akıl sahibi erkek ve kadınlar için neden cehalet özür olmaz?

Çünkü dinin aslı misak ile sabit olmuş ve akıl ve fıtratın gereğidir.

Şeyhul İslam ibni Teymiyye şöyle demiştir: Dinin aslı Allah'a ibadet ve Allah'ın dışındaki ilahlardan yüz çevirmektir. İşte bu insanların üzerine yaratılmış oldukları fıtrattır.

İbni kayyım şöyle der: Eğer şirkin çirkinliği biliniyorsa ve akıl için de bu malum olan birşeyse ve rasuller de şirkin kötülüğünü kavimlerine haber verdikleri halde akıl hala şirkin kötülüğünü bilemiyorsa o zaman akıl için hangi şey sahih olur?

Buradan anlıyoruz ki dinin aslında -dinin aslını getirmeyen kimsenin küfrüne hükmetmek için- hüccetin ikamesi şart değildir. Yani dinin aslını gerçekleştirmeyen kimsenin küfrüne hükmederiz. İster bu kimseye hüccet ikame edilsin ister edilmesin durum değişmez.

Tekrar vurgulayarak diyoruz ki: Dinin aslına taalluk eden meselelerde hiç kimsenin cehaleti özür sayılmaz. Çünkü bu fıtrat ve akıllarda malum olan bir şeydir. Buna rağmen kimin dinin aslında eksikliği varsa o müşriktir. Fakat böyle biri için dünya ve ahiret azabı ancak hüccetin ulaşmasından sonradır.

İbni Kayyım şöyle der: Cehalet küfrüne gelince, kendisine  hüccetin ikame edilmediği ve hüccete ulaşabilmesi mümkün olmayan bir kimseye Allahu teala ancak hüccetin ona ulaşmasından sonra azap eder.

***

Soru: Dinin aslından çıkaran amel nedir?

Cevab: Şirk.

Dinin aslını tarif ederken şöyle demiştik: Dinin aslı Allah'ı ikrar etmek, yalnız ona ibadet etmek, onun dışındaki ma’budları terketmek ve Allah'a şirk koşanlardan beri olmaktır. O zaman Allah'a şirk koşmak dinin aslından çıkaran bir ameldir.

Şirkin şer’i manası Allah'a rububiyetinde, uluhiyetinde veya isim ve sıfatlarında şerik veya ortak koşmaktır.

  • Rububiyet şirkinin misali: Allah ile beraber başka bir yaratıcının, rızık verenin, işleri tedebbür edenin veya hükmedenin-teşri (şeriat/kanun) koyanın varlığına inanmaktır.
  • Uluhiyyet şirkinin misali: Allah'dan başkasına secde etmek, dua etmek, adak adamak veya Allah'dan başkası için kurban kesmektir.
  • İsim ve sıfatlarda şirkin misali: Allahın isim ve sıfatlarını inkar etmektir. Örnek: Allah'ın ilim, işitme ve görme gibi sıfatlarını nefyetmek veyahut da Allahu tealayı yaratılmışlara benzetmektir.

Bu şirklerin tamamında müşriklerden hiç kimse cehaletinden dolayı mazur sayılmaz. Çünkü bunlar kişiyi dinin aslından çıkarır. Allahu teala Kur'an'da tabi olanların, mukallidlerin ve bununla beraber cahil olmalarına rağmen ehli kitaptan olan ümmilerin ve Rasulullah'ın (s.a) bisetinden önceki Arap müşriklerin küfrüne hükmetmiştir .

Allame ibni Kayyım şöyle der: Kim müşrik olarak ölürse ateştedir. Bu risalet gelmeden önce de olsa böyledir. Çünkü müşrikler İbrahim'in (a.s) Hanif dinini değiştirmişler ve yerine şirki koymuşlardır. Ve bunu yanlarında Allah'dan gelen bir hüccet olmadığı halde yapmışlardır. Halbuki şirkin çirkinliği ve şirk işleyenin ateşle tehdit edilmesi -ilkinden sonuncusuna kadar- bütün rasullerin dininde malum olan birşeydir. Ve Allah'ın şirk ehlini cezalandırdığı haberleri kavimler arasında asırdan asıra bilinen birşey olmuştur. Her zaman Allah'ın açık hücceti müşriklere ulaşmıştır. Böyle olmasa bile Allah'ın kullarını kendisiyle yaratmış olduğu rububiyyet tevhidi kulun uluhhiyyet tevhidini bilmesini gerekli kılmaktadır. Her ne kadar Allahu teala -fıtratın bu özelliğine rağmen– tek başına bu fıtratla azab etmiyorsa da, her fıtrat ve akıl için Allah ile beraber başka bir ilahın var olması saçmadır. Ve Rasullerin yeryüzünde tevhide davetleri insanlar için bilinen bir şey olmaya devam etmektedir. Bundan dolayı müşrik, rasullerin bu davetine muhalefet ederek azabı hakeder.  

Peygamber'in (s.a) bi’setinden sonra kendisini İslam'a nispet müşriklerin cehaletine gelince, bunların durumu daha şiddetlidir. Çünkü bunların cehaleti genelde peygamberin (s.a) risaletinden yüz çevirmektir. Ve i’rad (yüz çevirme) haddi zatında küfürken bununla beraber şirk de işliyorsa böyle birinin durumu nasıl olur?!

İmam Şevkani şöyle demiştir: Kim şirke -cahil olsa bile- bulaşırsa özür sahibi olmaz. Çünkü hüccet bütün insanlara Rasulullah'ın (s.a) gönderilmesi ile ikame edilmiştir. Kim kendi rızası ile bundan cahil kalmışsa bu onun kitap ve sünnetten yüz çevirmesinden dolayıdır. Çünkü bu kitap ve sünnette açıkça  beyan edilmiştir. Tıpkı Allah-u tealanın Kur'an'da şöyle buyurduğu gibi, "biz kitabı sana herşeyin açıklayıcısı , müslümanlara bir hidayet, bir rahmet olması için indirdik." (Nahl : 89). Sünnette de bunun örneği; Ebu Zerr (r.a) şöyle söylemiştir, " Peygamber (s.a) vefat etti fakat o bize yer ve gök arasında kanatları ile uçan kuşlar da dahil her konu hakkında bir malumat vermiştir ve yine şöyle demiştir: Kim cahilse bu onun yüz çevirmesinden dolayıdır ve hiç kimse yüz çevirmeden dolayı mazeret sahibi olamaz…."

 

Bu ve buna benzer dinin aslında cehaletin özür olmayacağına dair deliller çoktur. Bu delillerden biri Allahu tealanın şu ayetidir: Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Bununla beraber kendilerini doğru yolda saymaktadırlar. (Araf: 30).

İmam Taberi bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: Sapıklığı hak eden fırkanın  Allah'ın dininden sapması ve hedeften şaşması onların cahilce, şeytanı Allah'ın dışında yardımcı tutmalarından dolayıdır. Bununla beraber kendilerini hak ve doğru yolda olduklarını zannetmektedirler. Bu; bir kimsenin işlemiş olduğu masiyet veya akidesindeki sapıklıktan dolayı Allah tarafından azap edilmeyeceğini, ancak  böyle bir kimseye doğru olan açıkladıktan sonra hala inat ediyorsa azap edileceğini iddia edenlerin bu konuda hatalı olduklarını en açık bir şekilde beyan eden bir ayettir. Çünkü bu görüş doğru olsaydı o zaman kendisini doğru yolda gördüğü halde sapık fırkadan olanlarla, doğru yolda olan fırka arasında fark olmazdı. Halbuki Allahu teala bu ayette bu iki fırkayı hem isimde hem de hükümde birbirinden ayırmıştır.’’ (Taberi : 12/388)

 

Şirkte cehaletin özür olmayacağına dair delillerden biride Allahu tealanın şu ayetidir: De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar, dünya hayatında amelleri boşa gitmiş olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar. (Kehf: 103-104)

İmam Taberi bu ayetin tefsirinde şöyle der: Bu ayet bir kimsenin ancak Allah'ın vahdaniyetini öğrendikten sonra küfre girmeyi kast etmesiyle kafir olacağını iddia edenlerin bu görüşlerinde hatalı olduklarına delildir. Allahu teala bu ayette vasıflandırdığı kişilerin yaptıkları amellerin güzel olduğunu zannetmiş olsalar bile dünyada işlemiş oldukları amellerin boşa gittiğini haber vermiş ve onların buna rağmen Rablerinin ayetlerini inkar edenlerden olduklarını bildirmiştir. Şayet yukarıdaki iddiayı dillendirenlerin iddiaları doğru olsaydı o zaman amellerini güzel görüp iyi işler yaptıklarını zannettikleri halde amelleri boşa gitmiş bu kavmin bu amellerinden dolayı ecir kazanmaları gerekirdi. Fakat ayet bunun tersini bildirmekte ve Allahu teala onların kafir olduklarını ve amellerinin boşa gittiğini haber vermektedir. (Taberi: 18/128).

 ***

Güzel; peki bir şahsa küfür veya şirk hükmünü versek ortaya nasıl bir sonuç çıkar?

Cahil dahi olsa bu hükümden dolayı ortaya çıkan sonuç; Allah'a tevbe edene kadar aramızdaki dostluk bağını koparmak, böyle biri ile nikahlanmamak ve kestiğini yememektir. Buna ilaveten öldüğünde ona istiğfar dilememek ve  Allah'ın Müslümanlar arasında vacip kıldığı bütün hukuklardan ve ahkamlardan bır payının olmamasıdır.

Fakat onun dünya ve ahirette azab görmesine gelince, ulemadan nakledilen sahih görüşe göre bu risalet hüccetinin ikamesi ile bağlantılıdır. Bunun delili Allahu tealanın şu ayetleridir;

Biz bir rasul göndermedikçe azap edici değiliz (İsra:15)

Ondan önce gerçekten Biz onları azapla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle derlerdi: "Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil (rezil) ve rüsva olmadan önce senin âyetlerine tâbî olsaydık." (Taha: 134).

 ***

Şunu tekrar vurgulamak isteriz ki bu ümmetten olup büyük şirk işleyen kimse müşrik kafirdir. Şayet Müslüman olduğunu iddia etse ve şehadet getirse bile

Allahu teala şöyle buyuruyor, "Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: 'Gerçekten eğer sen şirk koşarsan, amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun' diye vahyolundu. " (Zümer :65).

Allahu teala enbiyalardan bahsettikten sonra şöyle buyuruyor, ’’İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi). (En'am: 88)

Bu ayetler İslam'ın şirk ile boşa gideceğine ve bu ümmetten olan birinin -şehadet getirse  ve İslam'ın diğer şiarlarını ifa etse bile - eğer şirk koşarsa kafir olacağına işaret eden en kavi ayetlerdir.

***

Bu konuyu iki meseleyi izah ederek tamamlayacağız:

İlki; şayet bir insan Allah'a ibadet eder, ona şirk koşmaz ve onun rasulüne iman ederek dinin aslını ikame ederse fakat dinin aslına ait terimleri bilmez ise, yani sen ona 'Dinin aslı nedir?' diye sorsan o da duraksasa ve bir cevap veremez ise ne olur? 

Bu, ona zarar vermez. Çünkü o dinin aslını zaten ikame ediyor. Dinin aslına dair bazı terimleri bilmemek ona zarar vermez. Bu söylemiş olduğumuza delil buhari' nin lafzıyla Sahihaynda Muaz bin Cebelden rivayet edilen şu hadistir: Muaz (r.a) şöyle der, ’’Rasulullah’ın sallahu aleyhi vesellem bindiği merkebin terkisinde bulunuyordum. Bana dedi ki: ‘Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?‘ Dedim ki: 'Hayır’ Buyurdular ki:‘Allah’ın kulları üzerindeki hakkı: Yalnız O’na ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.’’  Muaz'ın (r.a) Allah'ın kulları üzerindeki hakkın ne olduğunu bilmemesi onu şirke ve küfre sokmamıştır. Çünkü o, bu hakkın şer’i istilahını bilmese bile, o bu hakkı gerçekleştirmektedir.

 

İkinci mesele; dinin aslından olduğunu belirtmiş olduğumuz müşriklere düşmanlık ve müminlere dostluk göstermek bazı ilim talebeleri için bunun dinin aslından olduğu gizli kalmış olabilir. Bazı talebeler bunu dinin aslından değil de vaciplerinden olduğunu zannediyor veya bunda duraksıyor olabilir. Bu onların -onlar müşriklerden beri olmayı ve müminleri dost edinmeyi gerçekleştirdikleri müddetçe- dinin aslından çıktıklarını göstermez.

Süleyman bin abdu-l Vahhab şöyle der, "Müslüman, Allah'ın ona müşriklere düşmanlık beslemeyi ve onları dost edinmemeyi farz kıldığını ve müminleri sevmeyi ve onları dost edinmeyi vacip kıldığını bilir. Çünkü Allahu teala bunun imanın şartlarından olduğunu bildirmiş ve babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi besleyenlerden imanı nefyettiğini haber vermiştir.

Bunun (yani dostluk ve düşmanlığın) la ilahe illallah ın manası ve lazımından olmasına gelince; Allah bizi bunda araştırma yapmaya mükellef kılmamıştır. Allah'ın bizi mükellef kıldığı şey Allah'ın bunu bilmemizi bize farz kıldığı ve onunla amel etmemiz gerektiğidir. Fakat kim bununla beraber bunun la ilahe illallah'ın manası veya lazımı olduğunu kavrarsa bu güzeldir, hayrı ziyadeleştirmektir. Kim de bunu kavramamışsa, onu kavramaya mükellef tutulamaz. Özellikle bu konuda tartışmaya girmek ve cedelleşmek şerre ve ihtilafa yol açar. Ve bu, imanın vaciplerini yerine getiren, Allah yolunda cihad eden, müşriklere düşmanlık besleyip müminlere dost olan iman ehli arasında fırkalaşmaya sebep olur.’’ ( e-d dureru-s seniyye: 8/166).

 

  1. Şimdilik bununla iktifa ediyoruz. Allah'dan bize öğrettiklerinden faydalanmayı, kelimemizi hak üzere birleştirmesini ve bizi hidayete çağıranlardan eylemesini isteriz.

 

Davamızın sonu Allah'a hamd etmektir.