JustPaste.it

AKİDE VE MENHEC MESELELERİNİ BEYAN EDEN İLMÎ SİLSİLE

 

ÜÇÜNCÜ HALKA: MÜŞRİKLERİN TEKFİRİ

 

 

Hamd alemlerin rabbi olan Allah'adır. Güzel akıbet muttakilerindir. Düşmanlık ise ancak zalimleredir. Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur. Tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed(s.a) onun kulu ve rasulü, ilklerin ve sondakilerin imamıdır. Bundan sonra:

 

Allah'ın yardımı ile bu halkada müşriklerin tekfiri konusunu işleyeceğiz. bu halkada iki mesele hakkında konuşacağız:

Birinci mesele: "Tekfirin dindeki yeri nedir?" sorusunu cevaplayacağız.

İkinci mesele: Müşriklerin tekfirinde duraksayan bir kimsenin küfre girmesine sebep olan dayanağın ne olduğundan bahsedeceğiz.

***

Bu konuları işlemeden önce ilim ehlinin kafiri tekfir etmeyenlerin küfrü hakkında söylemiş oldukları bazı sözlerini hatırlatalım.

 

Ebu Hasan el-Malti eş-Şafii (Allah ona rahmet etsin) şöyle der: Kıble ehlinin tamamı aralarında ihtilaf olmadan bir kafirin küfründe şüphe edenlerin kafir olacağinda birleşmişlerdir.

Kadı İyad (Allah ona rahmet etsin) şöyle der: Müslümanların dininden başka din edinen diğer din sahibi kimseleri tekfir etmeyenleri veya onların tekfirinde şüphe edenleri veyahut da onların dinlerini sahih görenleri tekfir ederiz. Hatta bu düşüncesi ile beraber İslam'ı izhar etse ve İslam dinine itikad etse ve İslam'dan başka bütün dinlerin batıl olduğuna inansa bile o kafirdir, zira bu itikadının hilafına olan şeyleri izhar etmiştir. (eş-Şifaa: 2/286)

İmam Nevevi şöyle der: İslam dininden başka din edinenleri -hrıstiyanlar gibi- tekfir etmeyen veya onların tekfirinde şüphe duyan veyahut da mezheplerini sahih gören kimse kafirdir. (ravdatu-l talibin:10/70)

el-Haccavi (Allah ona rahmet etsin) bu konuda şu ibareyi kullanır: Hrıstiyanlar gibi İslam dininden başka din edinenleri tekfir etmeyen veya onların tekfirinde şüphe duyan veyahut da mezheplerini sahih gören kimse kafirdir. (el-ikna’:2/298)

imam Buhuti de bu ibareyi kullanır: Kitap ehli gibi İslam dininden başka din edinenleri tekfir etmeyen veya onların tekfirinde şüphe duyan veyahut da mezheplerini sahih gören kimse kafirdir. (şerhu munteha-l iradat:3/395)

Şeyh Muhammed bin Abdu-l Vahhab şöyle demiştir: Müşrikleri tekfir etmeyen, onların küfründen şüphe eden ve ya onların mezheblerini doğrulayan kişi icmaen kafirdir. (ed-dureru-s seniyye:10/91)

***

Şimdi birinci meseleyi izah edelim. Soru: Tekfirin dindeki yeri nedir?

el-Cevab: Tekfir tamamen şer’i bir hükümdür. Aklın bunda bir yetkisi yoktur ve tekfir daha önceki halkada zikrettiğimiz dinin aslına taalluk eden mesele ve manalara girmez.

O zaman tekfir dinin aslından değil dinin vaciplerindendir.

Güzel. Peki fark ne?

Fark; dinin aslından olan şeylerde kişi cehalet ile mazur sayılmaz. Dinin aslını terkeden veya bazısını yerine getirmeyen kimseye hüccetin ikame edilmesi şart değildir.

Tekfir ise şer’i bir hüküm olduğundan onda cehalet ve tevil özür olabilir. Sonra tekfirin sadece bir mertebesi yoktur. Aksine onun birçok mertebeleri vardır. Onun en yüksek mertebesi dinde bilinmesi zaruri olan; Allah'ın kitabında muayyen olarak tekfir ettiği iblis, firavun ve yahudiler, hrıstiyanlar ve putlara tapanlar gibi İslam'dan başka din edinenlerin tekfiridir. En aşağı mertebesi ise küfür olan bir ameli işlediği halde - namazın terki vs. gibi - tekfirinde ihtilaf edilen kimselerin tekfiridir. Bu mertebeler arasında farklılıklar vardır. Allah'ın izni ile bunu önümüzdeki halkada ele alacağız.

Dedik ki; tekfir dinin vaciplerindendir ve şer’i bir hükümdür. Onun şer’i deliller dışında bir kaynağı yoktur ve akıl buna dahil olamaz. İlim ehli de bunu vurgulamış ve karara bağlamiştır. Senin için ilim ehlinin bu konuda bazı sözleri:

Kadı İyad (Allah ona rahmet etsin) şöyle der: Kendisinde tevakkuf edilen veya ihtilaf edilen küfür sözler ile küfür olmayan sözleri beyan eden fasıl. Bil ki bu faslın tahkiki ve bu konuda oluşan karışıklığı ortadan kaldırılmasın da kaynak şeriattır. Akıl için bu konuda bir ihtisas alanı yoktur. (eş-şifaa : 2/282)

Şeyhu-l İslam İbni Teymiyye şöyle der: Tekfir şer’i bir hükümdür. Tekfir ile malı mübah kılmak, kanı dökmek ve ateşte ebedi kalmaya hükmetmedilir. Onun için tekfirin kaynağı diğer şer’i ahkamın kaynağıdır. (bağıyyetu-l murted fi er-red ala-l mutefelsefe ve-l karamita: 345)

Yine şöyle der: Muhakkak ki küfür ve fısk şer’i birer hükümdür. Bunlar aklın bağımsız olarak hükme bağlayacağı ahkamlardan değildir. Kafir Allah ve rasulünün kafir dediği, fasık da Allah ve rasulünün fasık dediğidir. Tıpkı mümin ve Müslümana Allah ve rasulünün mümin ve Müslüman demesi gibi… Ve bu meselelerin tamamı şeriat ile sabittir. (minhacu-s sunne: 5/92).

Allah ona rahmet etsin başka bir yerde  şöyle der: İman ve küfür risalet ve şer’i delillerle sabit olan ahkamlardandır. mümin ile kafiri birbirinden ayıran bu ahkamlardır. Sadece akli delillerle bu ayrım sabit olamaz. (fetava:3/328)

İbni Vezir es-Sanani (Allah ona rahmet etsin) şöyle der: Küfre ve fıska delil olan şey ancak sem’i, kat’i bir delil olmalıdır. Bu şüphe götürmez. (el-avasım ve-l kavasım : 4/179).

***

Bunun üzerine şöyle deriz: Kafirlerden veya müşriklerden birinin şer’i hükmü hakkında cahil olan kimsenin hükmü; şirk koşanın hükmü gibi olmaz. Çünkü şirk koşan dinin aslından çıkar, tıpkı ikinci halkada zikrettiğimiz gibi. Burada ise böyle birinin hükmü şeriattan veya İslam'ın farzlarından bir farzında cahil olan kimsenin hükmü gibidir. Dolayısıyla bunda kendisine risalet hücceti ikame edilen kimse kafir olur. Kendisine risalet hüccetinin ulaşmadığı kimse ise kafir değildir. Dinin aslından olan tevhide cahil olan kimsenin durumu bunun tam aksinedir. Böyle biri kafirdir. Küfrü de cehalet küfrüdür.

İlim ehli dinin aslında cehalet ile şer’i vaciplerde cehalet arasında fark olduğunu kararlaştırmışlardır:

İmam Muhammed Nasr el-Mervezi, hadis ehlinden bir taifenin şu sözlerini nakleder: Allah'ı bilmek iman ve onu bilmemek küfürdür. Ve farzlarla amel etmek imandır. Fakat nuzûlünden önce farzları bilmemek küfür değildir. Yalnızca farzları inkar eden kimse  -Allah'ın farzları emretmesine rağmen yalanlamaktan dolayı- kafir olur. Şayet Allah'tan farzları bildiren bir haber gelmemiş olsaydı, o da kafir olmazdı. Ve bu haber geldikten sonra Müslümanlardan bu haberi işitmeyen kimse cehaletinden dolayı kafir olmaz. Ama Allah'ı bilmemek her halükarda haberden öncede sonrada küfürdür. 

 

Hüccetin ikamesi ve bu şartın tekfirden önce nasıl tahkik edileceğine gelince; bu  meselenin açık ve hafi olması hasebince ihtilaf gösterir. Tekfirde duraksayan kimse için hüccet, ilmin varlığı ile ikame edilir. Zira onun tekfirde durması yüz çevirmesinden dolayıdır. Cahil olmasından dolayı değil. Çünkü ancak İslam'a yeni girmiş ve ilmin kendisine ulaşamayacağı uzak bir yerde  yaşayan için cehalet özür olur.

Hüccetin ikamesi, bir amel veya sözün küfür olduğunu belirten  şer’i nass ile gerçekleşir. Bunun için Kur'an'ın genel manada ulaşması yeterli olmaz. Hüccetin ikamesi şüpheyi izale eden açık bir delille ve itiraz babında gösterilen delile cevap vermekle gerçekleşir.

Bu meseleyi daha iyi açıklamak için tekfirde duranların mertebeleri konusunda geniş açıklama gelecektir.

 ***

Şer’i hükümlerde cehalet ile dinin aslında cehalet arasındaki farka ve müşriklerin tekfirinde duraksayan kimsenin tekfirinin şeri ahkamdan olduğunu dinin aslından olmadığını gösteren deliller vardır. Bunlar:

1)- Muhakkak ki bütün peygamberler (a.s) kavimlerini ortağı olmayan Allah'a ibadet etmeye çağırarak davetlerine başlamışlardır. Şayet tekfir hükümlerinde cehalet küfür olsaydı o zaman bunun beyanını dinin aslını beyan ederken anlatmaları gerekirdi, bunu erteleyemezlerdi.

2)-Dinin vaciplerinden olan tekfirin şer’i hüküm olduğunu ve dinin aslından olmadığını gösteren delillerden biri de; sahabelerin mürted olmuş bir kavmin tekfirinde duraksamaları ve onları müslüman olarak isimlendirmeleridir. Tekfir etmedikleri bu kavmin küfrünü açıklayan ayet indikten sonra bu sahabeler tevbeye çağırılmamışlardır. Halbuki başka bir rivayette, sahabelerden birinin cehaleten şirk işlediği sabit olmuştur. Bununla beraber  sahabeler onu tekfir etmiştir. Ve  Nebi (s.a) bu sahabeye imanını yenilemesini emretmiştir. İşte bu, şirke cehaleten bulaşanla şeri ahkamda cahil olan kimse arasındaki farka delildir.

İbni Abbas şöyle der: Mekke ehlinden bir kavim Müslüman oldu. Bunlar Müslümanlıklarını gizliyorlardı. Müşrikler onları kendileri ile beraber  Bedir'e getirdiler. Onlardan bazıları yaralandı ve bazıları da öldü. Müslümanlar bunlar bizim dostlarımız Müslümanlardı dediler. Ve bu durum onların hoşuna gitmedi. Onlar için Allah'dan  mağfiret dilediler. Bundan dolayı bu ayet nazil oldu; "Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: 'Nerede idiniz?' Onlar: 'Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik' derler. (Melekler de:) 'Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?' derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o" 

İbni Abbas devamında şöyle dedi; "Geri kalan Müslümanlardan biri bana bu ayeti ve onların bu konuda bir özürlerinin olmadığını yazdı. Sonra dedi ki: Onlar çıktılar. Müşrikler onları yakaladı ve fitneye sürükledi. Bundan dolayı bu ayet indi: insanlardan bazıları Allah'a iman ettim der... 

Şeyh Muhammed bin Abdu-l Vahhab şöyle der: Allah bu ayeti indirdi. ve onda bu müşriklerin durumunu ve onların İslam'ı nutuk etmelerine rağmen ateşte olduklarını açıkladı.

Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a) şöyle rivayet eder: Bizler bazı hususları müzakere ediyorduk. O zaman ben cahiliyeden yeni çıkmıştım. Lat ve Uzza'ya yemin ettim. Rasulullah'ın ashabı bana "ne kötü birşey söyledin, Rasulullah'a (s.a) git ve ona bu durumu anlat. Biz senin küfre girdiğini düşünüyoruz" dediler. Ben de Rasulullah ile karşılaştım ve ona bundan bahsettim oda bana şunu söyledi: "Üç defa Allah'dan başka ilah yoktur de ve üç defa şeytandan Allah'a sığın ve soluna üç defa tükür. Bir daha böyle yapma.’’

İbni Vezir es-Sanani (Allah ona rahmet etsin)  bu hadise not düşerek şöyle demiştir. ‘’Bu İslam'ı(nın) yenilenmesi için yapılan bir emirdir.’’

İbni Arabi el Maliki (Allah ona rahmet etsin) şöyle der: Kim İslam'da iken yemininde lat ve uzzaya onları tazim etmek için yemin ederse hakikatte kafir olmuş olur.

Şeyh Süleyman bin Abdullah şöyle demiştir: Sa’d'ın bu hadisini bir taife ele almış ve 'Allah'dan başkası adına yemin eden biri şirk küfrünü işlemiş olur' demişlerdir. Çünkü Nebi (s.a) ona İslamını la ilahe illallah diyerek yenilemesini emretmiştir. Şayet bu dinden çıkarmayan bir küfür ameli olsaydı o zaman bunu emretmezdi. Cumhur ise şöyle demiştir, ’’Bu dinden çıkaran bir küfür ameli değildir. Bu küçük şirktir.’’

Sa’d (r.a) cahiliyeden yeni çıktığı halde özür sahibi sayılmadı.

 

3)- Dinin vaciplerinden ve  şer’i bir hüküm olan tekfir ile kendisinde özrün olmayacağı dinin aslı arasındaki farka delalet eden delillerden biri de sahabelerden bazılarının mürtedlerin tekfirinde ihtilaf etmeleridir. Allahu teala bu mürtedlerin küfrünü açıklayınca bunların tekfirinde duran sahabelere İslamlarını yenilemelerini emretmemiştir.

Allahu teala şöyle buyuruyor: Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın. Onlar, kendilerinin küfre sapmaları gibi sizin de küfre sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı. (Nisa 88-89)

Bu ayetin nuzül sebebi; Nebi (s.a) Uhud'a çıktığında onunla beraber olan bazı insanlar geri döndü. Bundan dolayı Nebi'nin (s.a) ashabı bunlar hakkında ikiye bölündü. Bazıları bunları öldürelim dedi. Bazıları da hayır öldürmeyelim dediler.

Mücahid'in (Allah ona rahmet etsin) şöyle dediği sabit olmuştur.’’Bir grup muhacir olduklarını iddia ederek Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiler. Sonra ise irtidat ettiler. Bunlar Rasulullah'dan (s.a) Mekke'ye gitmek ve oradaki mallarını getirip ticaret yapmak için izin istemişlerdi. Bunun üzerine sahabelerden bazıları bunlara münafık bazıları ise mümin dedi. Allahu teala bunların nifaklarını açıkladı ve onlarla savaşılmasını emretti. Bu mana ile Abdu-r Rahman bin Avf ve İbni Abbas rivayet etmiştir. Ve tabiinden bazıları tarafından mürsel olduğu sabit olmuştur. Bunlar İkrime, es-Suddi, Katade ve Muhammed bin Kaab el-Karzi (Allah hepsine rahmet etsin) dir.

İmam Taberi bu ayetin İslam'dan irtidat eden bir grup hakkında nazil olduğu görüşünü tercih etmiştir. O, selefin bu ayetin nuzül sebebi hakkındaki sözlerini zikrettikten sonra şöyle der: Bu sözler içinde en sahih olan görüş, bu ayetin nuzül sebebinin sahabenin İslam'dan sonra irtidat eden Mekke ehlinden bir kavim hakkında ihtilaf ettikleri görüşüdür.

 

İmam Ebu Zamanin (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir: Bunlar Medine'de iken Mekke'ye giden sonra Mekke'den çıkıp Yemame'ye tüccar olarak giden münafıklardan bir gruptur. Bunlar İslam'dan irtidat edip kalplerindeki şirki izhar etmişlerdi. Müslümanlar onlarla karşılaştığında onlar hakkında iki farklı görüşe bölündüler. Bazıları bunların kanı helaldir, bunlar müşrik mürteddirler derken; diğer bir grup ise bunların kanı helal değildir, bunlar fitneye maruz kalan bir kavimdir. Bundan dolayı Allahu teala, ’’Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye?’’ buyurdu.

4) Bu konuda varid olan delillerden biri de -ulemadan bazılarının da tercih ettiği gibi- Ömer bin Hattab'ın (r.a) işin başında zekatı vermeyenlerin tekfirinde duraksamasıdır. Ebu Bekir (r.a) ona zekatı vermeyenlerin küfrünü izah ettiğinde ona muvafakat etmiştir. Buna rağmen ömer (r.a) onları tekfir etmediğinden dolayı tevbeye çağrılmamıştır.

Ömer'in (r.a), Ebu Bekir'e (r.a) mürtedler hakkında, "Sen Peygamber (s.a) 'ben, insanlar la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu dediklerinde mallarını ve canlarını benden korurlar ancak İslam'ın hakkı müstesna.' dediği halde nasıl insanlarla savaşırsın." dediği sabit olmuştur.

Seleften bazıları da işin başında 'Kur'an mahluktur' diyenlerin tekfirinde duraksamıştır. Hatta onlardan bazıları Cehmiyye'nin küfründe duraksamıştır. Fakat buna rağmen kafir olmamışlardır. Onlar için delil açık olunca onları tekfir etmişlerdir. Fakat daha önce bunların tekfirinde duraksadıkları için İslamlarını yenilememişlerdir.

Yakup bin İbrahim ed-Deruki şöyle der: Ahmed bin Hanbel'e Kur'an mahluktur diyenler hakkında sordum o şöyle cevab verdi; "Ben onları ta ki bu ayetleri ('sana gelen ilimden sonra onların hevalarına tabi olursan' ve 'sana gelen ilimden sonra' ve 'onu ilmi ile indirdi') okuyana kadar tekfir etmiyordum.

İbni Ömer el-Mevsuli (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir: İbni Medeni bana, "Seni, onları -yani Cehmiyyeyi- tekfir etmekten men eden nedir?" diye sorardı. Sonra devamında şöyle demiştir: Ben başta onları tekfir etmekten imtina ediyordum ta ki İbni Medeni'nin bana dediklerinden sonraya kadar. Mihneye uğradığında ona bir mektup yazarak Cehmiyye'nin tekfiri hakkında bana söylediklerini hatırlattım.   

***

Bununla birinci meseleyi bitirmiş olduk. Şimdi ikinci meseleyi açıklayalım:

Müşriklerin tekfirinde duraksayan kimsenin küfre girmesinin sebebi ve dayanağı nedir?

Cevab: Bunun sebebi, şer’i ahkamı yalanlamak ve reddetmektir.

Bu na’kısda (dinden çıkaran amel) ilim ehlinin yazdıklarına bakıldığında kafirin küfründe duraksayan kimsenin küfrüne sebep olan dayanağın; şer’i ahkamın tekzibi ve reddi olduğu ve bunun dinin aslını bozma cihetinden olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. İlim ehlinin ekserisi bu dayanağı zikrederken küfrün, ancak icma ile sabit olmuş mütevatir hükümlerin inkar edilmesiyle veya dinde malum olan birşeyi inkar etmekle olacağı görüşüne tabi olmuştur.

Şeyhu-l İslam İbni Teymiyye şöyle der:’’Küfür, ancak dinde bilinmesi zaruri olan veya icma ile sabit olan mutevatir hükümleri inkar etmekle olur.’’

Size, kafirin tekfirinde duraksayan birinin küfrüne dayanak olan sebeb hakkında yazan bazı alimlerin sözlerini veriyoruz:

Kadı İyad yahudi ve hrıstiyanların ve İslam dininden çıkanların tekfirinde duraksayan kimsenin tekfiri hakkında el-Bakılani'den nakille şöyle bir açıklama yapmıştır; ’’ .. çünkü yahudi ve hristiyanların küfrü; tevkifi ve icma ile sabit olmuştur. Kim bunda duraksarsa nassı yalanlamış veya şüphe etmiş olur. Tekzip ve yalanlama ise ancak kafir birinden sadır olur.’’

İbni Vezir es-Sanani (Allah ona rahmet etsin) puta tapan birinin tekfirinde şüphe duyanın tekfiri hakkında şunları söyler; ’’bunun illeti (yani puta tapanı tekfir etmeyenin tekfir edilmesinin sebebi) onun dinde bilinmesi zaruri olan bir şey olmasındandır.’’

İmam Muhammed bin Abdu-l Vahhab (Allah ona rahmet etsin) iki şehadeti getiren birini -şayet Allah'dan başkasına kulluk etse bile- tekfir etmek caiz değildir sözünü söyleyenin kafir olmasının sebebini şöyle açıklar: Bu sözü söyleyen Allah'ı, onun Rasulünü ve Müslümanların icmasını yalanlamıştır.

Necdi ulemadan bazıları şöyle demiştir:Müşrikleri tekfir etmeyen Kur'an'ı tasdiklememiştir. Çünkü Kur'an müşrikleri tekfir etmiş, onları tekfir etmeyi ve onlara düşmanlık beslemeyi emretmiştir.

***

Bu kadarı ile iktifa ediyoruz. İnşaAllah  Bir sonraki halkada tekrar görüşmek üzere. Allahu tealadan yardım, tevfik ve hakka isabeti isteriz. Salat ve selam Allah'ın kulu ve rasulü olan Muhammed'e (s.a), ailesine ve onun sahabesine olsun.