JustPaste.it

THKP-C/MLSPB 3. KONFERANS KARARLARI 1987

 

İÇİNDEKİLER……………………

MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ

3. OLAĞANÜSTÜ KONFERANS KARARLARI……………

ÖNSÖZ………….

KONFERANSIMIZIN AMAÇ VE YÖNTEMİNİ ÖZETLERSEK………..

MLSPB’NİN KURULUŞ ORTAMI…………….

MLSPB’ NİN AMAÇ VE BİÇİMİ…………

THKP-C ‘YE HATALI YAKLAŞIMLAR……….

LİDERLİK ESPRİSİ KAVRANMAMIŞTIR………

PARTİ-CEPHE’NİN SINIFLAR MÜCADELESİNDE ÖNEMLİ BİR HATASI……..

KEMALİZM…….

KURULUŞTAN GÜNÜMÜZE HATA-ZAAF VE EKSİKLİKLERİ İLE MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ……………

GENEL TEORİ AÇISINDAN…………

DEĞİŞİK BİR AÇIDAN ANLATIMLA………

1975-80 TÜRKİYE’SİNDE…………..

MLSPB PARTİ’Mİ ÖRGÜTMÜ?...........

PARTİNİN KURULUŞ EVRESİNDE……..

ÜÇ MÜCADELE CEPHESİ AÇISINDAN İDEOLOJİK MÜCADELE VE YAYIN ORGANI SORUNU…….

POLİTİK MÜCADELE CEPHESİNDE……..

EKONOMİK- DEMOKRATİK CEPHESİNDE……….

LEGAL ÖRGÜT-İLLEGAL ÖRGÜT………..

POLİTİK- ASKERİ LİDERLİĞİN BİRLİĞİ VE KADRO POLİTİKASI……..

MLSPB DEVRİMCİ KURTULUŞ İLİŞKİLERİNİN PARTİ-CEPHE ANLAYIŞI DOĞRULTUSUNDA DEĞERLENDİRİLMESİ…………

DEMOKRATİK MERKEZİYETÇİLİK KONUSUNDA………..

YURTDIŞI ÖRGÜTLENMESİNİN ÖNEMİ VE ÖRGÜTLENME İLKELERİ VE ÇALIŞMA PERSPEKTİFLERİ…….

MEVCUT DURUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ EMPERYALİZM VE ORTADOĞU AÇISINDAN……….

HAKİM SINIFLAR-FAŞİST CUNTA VE KİTLELERİN DURUMU AÇISINDAN TÜRKİYE…………

HAREKETİMİZ AÇISINDAN …………..

SOL’A YÖNELİK……….

MLSPB MERKEZ KOMİTESİ POLİTİKALARI……..

MEVCUT DURUM VE GÖREVLERİMİZ………

KISACA SINIFLARIN GENEL DURUMU……..

EMEKÇİ KİTLELER AÇISINDAN………

TOPLUMDA İDEOLOJİK ETKİLEŞİMLER…….

ÖNÜMÜZDEKİ GÖREVLER……..

ÖRGÜTLENME PLANINDA………

ÖRGÜTLENME MODELİ………

MEVCUT PRATİĞİMİZ AÇISINDAN……..

İDEOLOJİK MÜCADELE PLATFORMUNDA….

EKONOMİK-DEMOKRATİK CEPHE……

POLİTİK MÜCADELE PLATFORMUNDA…….

DIŞIMIZDAKİ SOL’A KARŞI TAVRIMIZ…….

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ PROGRAMI……

DÜNYADA DURUM……..

ORTADOĞU’DA DURUM……..

TÜRKİYE’DE DURUM…..

SONUÇ OLARAK…..

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİN STRATEJİSİ……….

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİN DİNAMİKLERİ………

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİN HEDEF VE GÖREVLERİ……..

ANTİ- EMPERYALİST ANTİ- OLİGARŞİK HALK DEVRİMİ…….

 

MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ

3.OLAĞANÜSTÜ KONFERANS KARARLARI

 

ÖNSÖZ

Ülkemizde 1960 sonrası proletaryanın keskinleşen mücadelesi ve atılım yapan Türkiye Sosyalist Hareketi iki kez ağır yenilgi yaşadı. Türkiye Sosyalist Hareketi ilkinde yenilgiye karşın, daha sonra da kimi örgütlenmelerce reddedilerek değişik biçimler verilmek istenmişse de, “kimlik” sahibi olurken büyük yanlışlıklar sonucu olduğu için çok daha ağır olan ikinci yenilgide büyük ölçüde “kimlik bunalımına” düştü.

Yenilgiyle birlikte bırakalım bireyler düzeyinde devrimcileri, örgütlenmelerin büyük çoğunluğu, dün hararetle savundukları ideolojik-politik-stratejik çizgilerini kökten reddetmeye başladı. Bir politik örgütlenmenin sürekli pratiğini değerlendirmesi, özellikle ağır darbeler ve/veya yenilgiler sonrası geçmiş pratiğini bir bütün olarak otopsi masasına yatırması, ideolojik-politik ve stratejik çizgiye kadar da uzansa yanlışlıkların terk edilmesi doğru bir espridir. Ne var ki bugün, bu espri devrimci içerik ve yöntemden yoksun, bilimsellikten uzak, yenilgi psikolojisiyle ve aynı zamanda günah keçisi arama anlayışıyla yapılmaktadır.

1975-80 sürecinin teorik kördüğümün kaçınılmaz sonucu siyasal kişiliklerle “kimliklerin” bütünleştirilmemesinden, kof örgütsel yapıların karşı-devrimin azgın saldırıları karşısında bırakalım kitleleri örgütlemeyi, etkilemeyi, kendi tabanlarını bile denetleyememesi ve ardı ardına aldıkları darbelerle dağınıklık yaşamasıyla merkezi yapıların büyük ölçüde zaafa uğraması ve bir bütün olarak bunlara karşı gelişen tepkiler sonucu, geçmiş değerlendirmesi ve eleştiri adına eski-yeni her şey reddedilmekte ve böylece cunta sonrası derin bir arayış süreci içerisine girilmiştir.

Son birkaç yıldır kitlelerde özünde kendiliğindenci kıpırdanmalar olmasına ve bunun da etkisiyle sol hareketlerde belli canlanmalar görülmekle birlikte, eylem biçimlerine kadar yansıyan yenilginin yansımaları kendisini bütün yakıcılığıyla hissettirmektedir.

Bugün Türkiye solunda, ideolojik-politik planda ülke gerçeklerinden uzak ama Marksizm-Leninizm teorisiyle cilalanmış sınıf dışı anlayışlar fırınlanırken bizim gibi sömürge ülkelerin tek doğru devrimci çizgisi halk savaşı lanetlenmeye ve unutturulmaya çalışılmaktadır. Ve öyle ki proletarya adına, proletaryanın biliminin gözden geçirilmek istenmesinin örnekleri görülmektedir. Örgütsel planda ise, dağınıklık özünde örgütsüzlüğe methiye oluşturan ve 1975-80 sürecinin örgüt enflasyonuna karşı örgütsüzlüğe tepkiyi de içeren, ama bu yönüyle o süreçteki bir takım örgütlenme perspektiflerindeki aynı yanlış anlayışlara da düşerek paradoks oluşturan anlayışlarla devam etmektedir. Birçok örgütsel yapı henüz merkezi toparlanma sağlayamamış durumdadır. Ve dün örgütlenmeler içerisinde yer alan birçok devrimci militan, bugün süreçte çeşitli biçimlerde etkilenmiş olarak ve çevrelerine toparladıkları insanlarla bir arayış içerisinde, amatör ve çevre özelliğinde çalışmalar sürdürmektedir.

Oysa emperyalizm yerli oligarşinin her geçen gün açmazlara girdiği, başta proletarya olmak üzere toplumsal dinamiklerin içten içe kaynadığı, sınıf çelişkilerinin keskinleştiği günümüz Türkiye’sinde, acil, görev, teorik bulanıklığa, örgütsel dağınıklığa son vererek, her koşulda siyasal mücadeleyi kesintisiz sürdürebilecek………….Örgütünün ayakları üzerine dikilmesi için ilk adım atmak ve ardından hızla silahlı mücadeleyi örgütlemektir.

Bu adım, teorik-pratik-örgütsel sürecinin otopsi masasına yatırıldığı bu günlerde sona eren “olağanüstü 3.konferansımızdır”. Türkiye solunun bir parçası olan örgütlenmemiz, özellikle 1981 sonrası yoğun bir çalkantı içine girdi. 1975-80 sürecinde ideolojik-politik, örgütsel zaafları 1980 sonrasında darbelerle orantılı kendini bütün çıplaklığı ve yakıcılığıyla gösterdi. ideolojik mücadele alanındaki yanlış yaklaşımlar ve anlayışlar sonucu, genel olarak ideolojik-politik seviyenin düşüklüğü ve bir örgütlenme için belirli boyutlar üzerine çıktığı özellikle ideolojik mücadele cephesinde zaaflı bir ortamda örgütlenmeyi içten içe kemiren ancak örgütlenmenin güçlü günlerinde kendini hissettirmesine karşın o günlerin pratiği önünde ciddi engeller çıkartmayan ve bu nedenle gerçek anlamda görülmeyen ve üzerine yeterince gidilmeyen anlayış farklılıkları ve zaaflar, zor günlerde daha da yoğunlaşarak, zenginleşerek düşmanın darbeleriyle zayıf düşen yapıyı işlemez, dolayısıyla düşmana daha açık hale getirirken zorlukları aşmanın önünde engeller oluşturdu.

Öte yandan kitle çizgisindeki yanlışlık ve bunun sonucu dar kadro hareketi öz niteliğini aşamamış örgütlenme, yukarıdaki zafiyet temelinde ve hatta onun bir parçası yetersiz kadro anlayışı, alınan darbelerin yarattığı gedikler kapamanın engeli olurken, karşı-devrimin baskılarıyla kitlelerden kopuk, daha da yoğunlaştı ve böylece düşmanın güçlü olduğu alanlarda hızlı bir çözülüş yaşandı.

Bu süreçte örgütün gidişine dur demek, dağınıklığı gidermek ve silahlı muhalefeti örgütlemek bilinci ile toparlanma faaliyetleri sürdürülmüş olmakla birlikte gerek düşman darbelerinden, gerekse içimizden çıkan bir takım küçük burjuva kafa yapılarının manipülasyonları sonucu bu çabaları her defasında istenilen sonuca ulaşmadı. Örgütlenmeye çeki düzen vermek ve programlı bir mücadele örgütlemek amacıyla ilk çaba; hem 1981 darbesi sonrası planlamakla birlikte gerek bir kısım küçük burjuvaların entrikaları gerekse kısa süre sonra düşmandan alınan darbe, hem planlamayı bozdu, hem de önemli bir güç kaybına yol açtı. Sancılı ve bir kısım insanların saflarımız dışına çıkartılmasıyla sonuçlanan bir süreç sonunda 1982’de bir toplantı gerçekleştirildi.

Bu toplantıda geçmiş ve gelecek hakkında çok kısa değerlendirmeler yapılarak, ilişkilerin toparlanmasının hemen sonrasında yeni bir toplantı düzenlenmesi kararı alındı. Ancak yapının içinde bulunduğu sonucu kısa sürede ağır bir darbe yedik geride oldukça az sayıda kadro ile cılız ve dağınık bir potansiyel kaldı. Potansiyelin toparlanması, yeni ilişkilerin kurulmasıyla geçen iki yıllık süreç sonunda yeni bir toplantı kararı alınmasına karşın iki yoldaşımızın şehit olmasıyla sonuçlanan yeni bir darbe yedik. Buna karşın toplantıyı örgütleme çalışması devam etti. Ne var ki bu kez toplantının gerçekleşmesini dokuz ay geciktiren; toplantı sırasında bu dokuz aylık süreçteki olumsuzlukların öz eleştirisini yapmalarına karşın toplantının son aşamasında aynı gerekçelerle toplantıyı terk eden üç küçük burjuvazinin hizip faaliyetlerine elverişli ortamda spekülatif faaliyet geliştirmeleri, güven ve otoriteyi büyük ölçüde zaafa uğrattı. Sınırlı potansiyeli bulanık bir ortamda parçaladı. Ancak toplantı çoğunluk gurubunun devam eden toparlanma faaliyetleri sonucu hareketimiz saflarında konferans düzenleme komitesi kuruldu. ve olağanüstü 3.konferans’ın toparlanması kararı alındı. Konferansın amacı mevcut koşullarda ve devrimin acil ihtiyaçlarından kopuk olamazdı. Bu ise yukarıda vurguladığımız toparlanma ve örgütlenmeyi ayağa kaldırmaktır.

Proletarya nihai amacına ancak ve ancak yüksek bir örgütlenmeyle ulaşabilir. bu da yaşanan döneme ve ülke gerçeklerine değişik formlar olsa bile öz niteliği ve işleyiş kuralları değişmeyen, mücadelenin gelişim ve ihtiyaçlarına göre eskiyen örgütleri dağıtıp yerine yenilerini koyan, her koşulda mücadeleyi kesintisiz sürdürebilen, 24 saat içinde taktik değiştirebilen, ideolojik-politik olarak yeterli önderliğe sahip çelik gibi disiplinli, başlangıcında dar sayıda kadrodan oluşan ama giderek emekçi kitleleri kucaklayan Leninist sınıf partisidir. Kuşkusuz her oluşum gibi parti de, zamanla ve savaşım içerinde çelikleşip güçlenecektir. Ne var ki başlangıçta sağlam temeller atılmazsa, sağlam ve güçlü bir partiye ulaşmak olanaksızdır. Ve ancak 1975-80 sürecinin coşkulu, inançlı ama sığ ve ham devrimciliğinin tekrarı tehlikesi peşimizi bırakmaz.

Proletarya partisinin gelişimi, bilinçlenmesi devrim programından ve devrim stratejisinden kopuk değildir. Yeni-sömürge ülkelerde doğru devrimci strateji, Politikleşmiş Askeri Devrim Stratejisi’dir. Bu çizginin ihtiyaç duyduğu parti, politik-askeri örgütlenmedir. Parti daha başlangıçtan itibaren bizzat savaşın içindedir, kitleleri gerilla savaşı temelinde örgütler ve örgütlendiği kitleyi savaşın içine sokar, iktidara son darbeyi vuracak halk ordusunu adım adım inşa eder. Parti öncü savaşının olmazsa olmaz koşulu, politik-askeri liderliğin birliği ilkesine göre biçimlenir.

Ayrıca parti, başlangıçta profesyonel devrimcilerden oluşan dar kadro partisi olmakla birlikte kitle partisi olmanın ve devrimcileşen kitleleri kucaklayacak ve ilerde içerisinden halk ordusunu çıkaracak örgüt biçimlerinin tohumları da başlangıçta atılmazsa, yine bir yönüyle1975-80 sürecinin tekrarına açık kapı bırakılır. Burada anlatmak istediğimiz, önce her kurumuyla ve geniş örgütlülük oluşturalım sonra savaşalım, ya da böyle bir örgütlülük olmadan parti yaratılamaz şeklinde 75-80 sürecinin yaygın yanlış anlayışlarından biriydi, ve ne yazık ki karşı-devrim saldırıları karşısında bu anlayışlarla (ki bunun ikinci kısmi geçmişte bizim içinde geçerliydi) cılızda olsa merkezi yapımızı korumakla birlikte aynı yazgıyı paylaştık. PASS’a göre örgütlenme ile savaşım karşı karşıya getirilmez.

Bu çizgiye göre kitleleri örgütlemenin temel yöntemi Silahlı Propagandadır. Ancak silahlı propagandanında bir araç olduğu unutulmazken, silahlı propaganda temelinde çok yönlü savaşım sürdürmeden örgütlenmeyeceği, parti çelikleşip kitleselleşmeyeceği de unutulmaması gereken diğer bir noktadır. Yukarıda vurgulamak istediğimiz isyan ateşini Türkiye’nin kentlerde gerilla savaşından, kitle gösterilerine, direnişlerden barikat savaşlarına kadar bir çok savaşım biçimiyle körüklenen, dağlarda ise gerilla müfrezeleriyle güçlendirilip, halk ordusuyla alevlendireceği bir partinin, emekçi kitlelerin yaratıcı ve yıkıcı gücünün tek merkezde, tek bir organda, politik iktidara yöneltecek bir partinin daha ilk adımda sağlam politikalar ve perspektifler istediğidir. Bu güne kadar öyle bir partiden uzak kaldıysak ve üstelik bugün dünkü savaşımın ürünüysek, yarın böylesi bir parti için dünün içerilmiş şekliyle bugünü değerlendirmemiz gerekir.

Bir partinin yaşadığı sürecin bilançosunun, temsil ettiği sınıflara karşı çıkartmak sorumluluğu yanı sıra, bugünün dağınıklığını, arayışını-kimlik bunalımını ve savaşının ihtiyaçlarını anlamak ve bunlara cevap verebilmek için geçmişi ele almak zorunludur. Ayrıca Engels’in bir mektubunda yazdığı gibi; “proletarya, tüm öteki partiler gibi, en başta kendi yanlışlıklarının sonuçları dolayısıyla akıllanır.” gerçeği, dünü ele almanın bir boyutu ve zorunluluğudur. Kendi yanlışlıklarımız karşısında akıllanmak ve sınıfa karşı sorumluluk nesnelliği, bir dönemin ele alınmasında el titremesine, yürek sızlamasına esir olmamayı gerektirir. Her şeyi reddetmek yada her şeyi körü körüne savunmak; birincisi, sınıfa karşı sorumsuzluktur, ikincisi, yenilgiyi ve ona yol açan 75-80 sürecini sınıflar savaşımının kazancına dönüştürememeyi beraberinde getirir. Ama unutulmaması gereken asil önemli nokta, yaşanmış bir sürece tarih yazıcıları gibi yaklaşmak değil, politik olarak yaklaşmak zorunluluğudur.

Bizler bu yaşanmış sürece bakmanın amacı, o sürecin sentezi olan bugünkü anlayışlarımız ve perspektiflerimizle, dönüp tekrar ayni süreci gözden geçirerek bugünkü bakış açılarımızı rafine etmek ve zenginleştirmek, tarih tekerrürlerinden oluşmayıp, sarmal bir gelişim olduğuna göre mekanizme düşmemektir. amaç geçmişte yapılması gerektiği halde yapılmayanları, yapılmaması gerektiği halde yapılanları değişik bir süreçte aynen tipa tip yapmak için tespit etmek değil, bu hata, zaaf ve eksikliklerin kaynaklarını bulmak ve bu kaynakların farklı koşullarda değişik biçimlerde de olsa dışa vurumun önüne geçmeye çalışmaktır. Bu nedenle, asıl üzerinde durulması gereken, bizleri bugüne getiren pratiğin gerisindeki anlayışlardı, bakış açılarıydı, politikalardı.

1960’ların sonunda temel taşlarıyla ortaya konuna pasifizmin, revizyonizmin zincirlerini kıran halk savaşını örgütlemenin temel perspektiflerini ortaya koyan doğru devrimci çizgi, somut pratiğin gelişimi ile oranlı açılımlara ihtiyaç durmaktaydı. Ama her şeyden önce yeter düzeyde anlaşılması, kavranması zorunluydu. Teori, yeterli düzeyde kavranmadığı ölçüde bırakalım onu onun aracılığıyla pratiği geliştirmeyi, kullanmak isteyenin başına bela olur ve bir teorinin başına gelebilecek en büyük talihsizlikte işte tam da budur. 1975-80 süreci PASS’ın talihsizlik sürecidir.

Bu süreçte teori, bırakalım geliştirmeyi acemi ellerde giderek özünden uzaklaştırıldı. Çizgi sağ-sol yorumlarda güdükleştirildi. Sonuçta kaçınılmaz sonuçla yüz yüze gelince birçok yapılanma yenilginin faturasını PASS’ın bizzat kendine ödetme eğilimine girerken, dünün köşeye sinmiş birçok dönek haini fırsattan istifade sindikleri köşeden kafalarını çıkararak çizgiye karşı içlerindeki zehri kusmaya başladılar. Ne var ki birçok sami’mi devrimci unsurda teorinin geçmişte onu kullanmak isteyen tüm yapılarca güdükleştirildiğinin farkına yeterince varmadan, geçmişin teorinin sığlığında tepkinin ürünüyle, yenilgide çizginin payı olduğuna inanıyor. Bu nedenle çizgiyi tam olarak ret etmeseler de ona kuşkuyla bakıyor. Kuşkusuz yenilgide çizgilerin payı büyük, ama yenilgiyi yaratan doğru devrimci çizginin, yani PASS’ın bizzati kendisi değil, o’nun acemi’cilerce kullanılarak içinin boşaltılmasıdır. Eleştirilmesi gereken yön çizginin güdükleştirilmesidir. Yoksa çizginin kendisi değil. Yapılması gereken çizginin güdükleştirilmesine son vermek, ona gerçek değerini kazandırmaktır. Ve konferansımız işte tam bunu yapmıştır.

KONFERANSIMIZIN AMAÇ VE YÖNTEMİNİ ÖZETLERSEK

a- Hareketimiz saflarında son yıllarda görülen başı bozukluklara son vermek, gerek ideolojik-pratik gerekse de örgütsel dağınıklığı, hatta, zaaf ve eksikliklerimizin kaynağına inerek ortadan kaldırmak ve hareketimiz saflarında düzenlilik ve netlik sağlamaktır.

b- Hareketimizin geçmişinin değerlendirmesini, bugünkü somut durumdan yola çıkarak değerlendirmek, böylece önümüzdeki dönemde daha güçlü ve bilinçli olarak sınıf savaşımındaki yerini almasını sağlamaktır.

c- THKP-C’nin global bir değerlendirmesi yaparak gücümüz oranında eksikliklerini gidermek ve halk savaşının biricik devrimci stratejisi olan PASS’ın iradesi, kadro, kitle çizgisi ve anlayışına nitelik kazandırmak, böylece geleceğin devrimci mücadelesini ideolojik-politik-örgütsel planda daha sağlam temeller üzerine oturtmak.

d- Türkiye devrimci mücadelesinin öncüsü bir örgüte yakışır bir düzenliliğe, ahenge kavuşmak, kitleler ve diğer sol karşısında net bir biçimde programlarımızı ve görevlerimizi tespit etmek,

e- Hareketimize demokratik devrim programı kazandırmak konferansımızın amaçlarındandır. Uzun süre bir dağınıklık ortamı üzerinde yükselen olağanüstü 3.Konferansta örgütümüzün iradesinin tümü temsil edilmeye çalışılmıştır. Konferansımızda demokratik merkeziyetçiliğin tüm kuralları işlemiştir. Konferansın bütün üyeleri birer oy hakkına sahip olmuş ve konferans öncesi tespit edilen gündem doğrultusunda tartışmalar düzenlenmiştir. Konferans başkanlık divanının yeterli gördüğü yerde oylamaya geçilmiş ve kararlar alınmıştır. Yöntem olarak, diyalektik, materyalist yöntem izlenmiş, somuttan soyuta, soyuttan somuta gidilerek, eksiklik, hata ve zaaflarımızın tespiti, köklerinin ortaya çıkarılmasının ve giderilmesinin yolları üzerinde durulmuştur.

Konferansımızın amacını ve yöntemini kısaca açıkladık ve bunu başarıyla sonuçlandırdığımıza inanıyoruz. Kuşkusuz eksik yönlerimiz kalmıştır, farkında olduğumuz eksiklik, konferansımızın uzun yıllar sonra toplanması ve yüklü bir gündeme sahip olmasından dolayı, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin genelinin ve bunun bir parçası olarak diğer sol hareketlerin değerlendirmesinin yapılmasının, buna kendi gelişimimiz ekseninde çok kısa değindiğimiz için kararlarımız içinde yer vermedik. Ancak, böylesi bir değerlendirme yapılmalıdır ve ilerde ya kararlarımız içerisinde yada ayrıca ele alış yapmaya çalışacağız. Ayrıca, kararlarımızın çeşitli bölümlerini bir anda veya her birini ayrı ayrı somut pratiğin gelişmesine ve ihtiyaçlarına göre açacağız. Bu süreç içerisinde eksikliklerimizin farkına varabileceğimizin inancındayız.

M L S P B-MK

MLSPB’NİN KURULUŞ ORTAMI

1972 Kızıldere sonrası her yenilgini doğal sonucu olarak görüldüğü gibi, pasifizm, yılgınlık, sağ sapma yaşanıyordu. bu yılgınlığın geride kalan Parti-Cephe sempatizanları düzeyinde değil de, kadrolar düzeyinde yaşanması hareketin tekrar merkezi yapısını oluşturmasını engelliyor ve sürece sessizlik hakim oluyordu. var olan yurt dışı örgütlenmesinin içine girdiği durum, ceza evindeki kadrolara bel bağlaması, cezaevindeki kadroların tavrının ise beklemek ve sessiz kalmak yönünde olması ileri adımlar atılmasını engelliyordu. bu durum mevcut ortamın aşılamamasını tasvir eder.

1973 sonrası yaşanan nisbi demokratik ortamın getirdiği yeni kısmi legalist ortamında afla çıkan kadrolarla birlikte Parti-Cephe’nin ideolojik-politik-stratejik düşünceleri yoğun olarak tartışılmaya başlandı. Bu tartışma ortamının ağırlık aktörleri sağ pasifist düşüncenin temsilcileriydiler. Bunlar Parti-Cephe’yi açık veya örtülü olarak reddettiler. Tartışmanın bir yanında da Parti-Cephe’nin ideolojik-politik-stratejik görüşlerine sahip çıkarak, mücadeleyi tekrar başlatma düşüncesini savunan, çoğunluğunu 1973 sonrası devrimcileşen en yeni kuşak oluşturdu. Bu kuşak mücadele deneyimine sahip olmamasından dolayı merkezi örgüt oluşturma temelinde sürece yeterli müdahale yeteneğinden yoksundu.

 

MLSPB’NİN KURULUŞ AMAÇ VE BİÇİMİ

 

Yukarıda belirtilen ortamda yakalanması gereken devrimci halka, Parti-Cephe mücadelesinin SP temel alınarak sürdürülmesi MLSPB tarafından devrimci normlarla yakalanmıştır. (Bu anlamda MLSPB’nin kuruluşu ve mücadeleye atılışı politik bir espri olarak doğrudur.) Bu çıkış içinde o süreçte etkin olan sağ pasifizme tepkiyi de taşıdı. Kuruluş aşamasında Parti-Cephe’nin ideolojik-politik-stratejik görüşlerinin yeterli düzeyde irdelenip değerlendirilmesi kurucuların politik seviyelerinden dolayı sağlıklı yapılmamıştır. Süreç boyunca bu eksiklik aşılamadığından örgütün 75-80 sonrası süreçteki, yeni mücadele içindeki yerini belirleyen etmenler olarak günümüze kadar sürmüştür.

Ayrıca;1973 sonrası ortam 12 Mart darbesiyle sistemin tıkanıkları açılmak istenmesine rağmen üst yapıda ve alt yapıda kriz aşılamamış. (kısmi bazı başarılar olmasına rağmen) derinleşerek sürmüştür. Kuruluşumuza denk düşen bu ortam aynı zamanda kitle hareketlerinin barış dönemidir. Örgütümüz kuruluşunda belirttiğimiz nedenlerden dolayı sürecin gerisinde kalarak, öncü örgüt görevini yerine getirememiştir. Bu eksiklik hareketimizi yenilgiye götüren en önemli nedenlerden biri olmuştur.

Bu durumu kısaca irdeleyecek olursak; MLSPB’nin kurulduğu ortam THKP-C’nin ideolojik sistematiğinin hayata geçirilmesi açısından yeterince olumluydu. Şunu diyebiliriz ki, MLSPB’nin içinde yer aldığı, 1975-80 dönemi halk savaşının örgütlenmesi söz konusu olduğunda 1973’ten bu yana yakalanmış en önemli dönemdi. Her ne kadar hareketimizin kurucusu olan yoldaşlar, kuruluş aşamasında örgütün ilke ve amaçlarını tartıştıklarını belirtseler de; bu düşüncelerin yazılı hale dönüştürülmeyişi ve yazılı hale getirilerek netleştirilmiş düşünceler etrafında örgütsel çalışmaların yapılmayışı bir zaaf ve sağına, soluna kalın çekilmiş ideolojik-politik görüşlerle diğer Parti-Cephe kökenli guruplara gidilmeyişi önemli bir eksikliktir. Bu eksiklik ve zaaflar kaçınılmaz olarak süreçte kendiliğindenciliği ortaya çıkarmıştır.

THKP-C’YE HATALI YAKLAŞIMLAR

 

MLSPB, THKP-C’yi global bir biçimde değerlendirememiş, değerlendirmesi daha çok Kızıldere yenilgisinin üzerine yoğunlaşmıştır. O günkü süreçte solun THKP-C’yi değerlendirme platformu, yenilgi “stratejik mi? Taktik mi?” düzeyinde olduğundan, hareketimizde değerlendirmelerini bu çerçevede yapmış ve yenilgiyi;

A- THKP-C içinde sağ sapma çıkmasına,

B- Kadroların legal ortam içinde yetişmiş olmasına vs. bağlanmıştır. Bu sayede, Politik-Askeri Savaş esprisi ve THKP-C çizgisinin oluşum halinde durumu gözden kaçırılmış, bu noktadan kaynaklanan ve de teoriyi hem “yenilgi stratejiktir” diyenler irdelendiğinden ve her irdeleyen de sonuç olarak çizgiden saptığından, bu duruma tepki olarak teori var olan haliyle yeterli görülmüş, bir anlamda da dondurulmuştur.

 

LİDERLİK ESPRİSİ KAVRANAMAMIŞTIR

 

MLSPB tarafından liderlik kurumu, harekete geçiren ve yönetenler kurumu olmaktan çıkarılmış liderliğin görevi adeta yeni Kızıldereler yaratıp öldürülmeye hazır bir kuruma dönüştürülmüştür. liderligin THKP-C pratiğinde olması gerekenden büyük ve önemli işlevleri vardır. Oluşum halinde bir çizginin geliştirilebilmesi ve mücadelenin sürekliliğinin sağlanabilmesi için liderliğe düşen önemli görevler vardı.

Parti-Cephe’nin çıkış koşulları, başlatılan mücadelenin açık faşizme denk düşmesi, örgütlenmenin yeni ve savaş içinde kendisini gözlemleyememiş olması, Mahir yoldaşın deyimiyle, hareketin henüz “bataklığın izlerini” taşıyor olması, Parti-Cephe’nin hareket kabiliyetini sınırlıyordu. Pratik görevlerin yanı sıra, teorik, toplumsal ve örgütsel sorunların çözümünde dar bir kadronun üzerinde idi. Henüz çizginin gerektirdiği mücadele içerisinde yeterli derecede çelikleşmiş çelik çekirdek oluşturulmadan ağır kayıplar verildi. Diğer yandan dışarıda kalan MK üyelerinin sağ sapma içerisine girmesi üzerine, var olan dayanaklar çizgi gereği savaş içine seferber edilememiş, özellikle kadroların yetiştirilmesi engellenmiş, sağ revizyonist çizgi örgüte egemen kılınmıştır.

Bu olgu yeni doğmuş ve silahlı mücadeleye atılan bir örgütlenme için içerden vurulmuş ağır bir darbedir. Firar sonrası sağ sapmanın tasfiyesinde, bundan etkilenen kadroların harekete kazanılması doğrultusunda örgütlenme ve toparlanma faaliyeti sürdürülmüş, Genel Komite ve MK belirlenerek örgütlenmenin hiyerarşik yapısı inşa edilmiştir. işte buraya kadar sıraladığımız olgular ve örgütlenmenin, firar sonrası gücünü aşan politik faaliyet içine girmesi ve belirleyici olarak önderliğin korunma yoluna gidilmesi Parti-Cephe’nin yenilgisini ve yapının dağılmasına yol açmıştır. Geride kalan bir kısım kadronun yeniden sağ pasifizme yönelmesi örgüte atılan son darbedir.

Parti-Cephe’nin pratiği, açık faşizmin dayatmasının değil, ideolojik-politik-stratejik çizgisinin ürünüdür. PASS’ı devrim stratejisi olarak benimseyen bir hareket, asgari yeterlilikte politik örgütlenmesini gerçekleştirdiği zaman, politik faaliyet sürdürmek, yani temel mücadele biçimini yaşama geçirmek görevi ile yüz yüzedir. Bu anlamda örgütlenmesini tamamlayan Parti-Cephe devrimci anlayışlarının bir sonucu savaşı başlatmış ve savaşı sürdürmüştür.

Ancak, emperyalizmin 3. bunalım döneminin, geri bıraktırılmış ülkelerinin devrim stratejisi olan, PASS ve onun gerektirdiği politik-askeri liderliğin birliğini savunan, politik-askeri örgütlenmelerin mücadeleleri savaşın ilk anından itibaren, emperyalizmin ve yerli oligarşilerin boy hedefi olmakta ve onların güçlü saldırılarına maruz kaldığı için hareketin sürekliliğini ve dolayısıyla politik mücadelenin en üst ve etkili biçimi olan gerilla savaşının sürekliliğinin sağlanıp geliştirilmesi büyük zorluklar içermektedir. Ruşeyim halindeki bir örgüt için bu, üstesinden gelinmesi gereken önemli bir sorundur. Bu durumda savaşı sürdürmek ve bunun yanı sıra örgütün sürekliliğini sağlamak ve liderliğin kesin kes korunması arasındaki bağ iyi bir biçimde kurulmak zorundadır. Bu zorunluluk, THKP-C içinde geçerliydi. liderliğin ve örgütün sürekliliğinin savaşın sürekliliği için zorunlu bir ön koşul olmasına karşın THKP-C pratiğinde bu görülmemiştir.

1970’li yıllarda PASS’ı sürdürme stratejisinin yenilgi ve dünya çapında yeni yeni kavranmaya başlandığı göz önüne alınırsa bu çizginin geliştiricilerinden biri olan MAHİR ÇAYAN yoldaşın ve THKP-C liderliğinin enternasyonalist plandaki önemi de daha iyi görülebilir. Bu anlamda her ne şart altında olursa olsun son nefesine kadar savaşı sürdürme anlayışı, sürdürülen savaşın sürekliliğinin sağlanması özünde, savaşın uzun vadeli bir halk savaşı olduğu esprisinden kopuk bir şekilde ele alınırsa ( ki THKP-C tarafından böyle ele alınmıştır) ruşeyim halinde darbeler yemek ve yok olmak kaçınılmaz bir yazgı haline gelir.

Parti-Cephe şehir ve kır gerillasını, diyalektik bütünsellik içinde, BDS esprisi temelinde ele almış ve pratiği öz olarak buna uygun olmuştur. Kırsal kesimde parti, kır gerillası için ön hazırlıkları yapmış, ancak savaşımın sürekliliğini sağlayabilecek yolları bulup ortaya çıkaramadığından, bu çalışmaların verimini toplayacak kadar yaşamamıştır. Bunun verimini 1974 sonrası süreçte kimler tarafından nasıl alındığı ise herkesçe bilinmektedir.

 

PARTİ-CEPHE’NİN SINIFLAR MÜCADELESİNDE ÖNEMLİ BİR HATASI

KEMALİZM”

Parti-Cephe, gerek 1919’dan 1950’ye kadar ki süreçte Kemalizmi gerek 1950’den sonraki DP iktidarını, gerekse de 1960 ihtilalini proletaryanın sınıfsal bakış açısıyla değerlendirememiş bu konuda önemli hatalara düşmüştür.

Parti-Cephe’nin Kemalizmi yanlış değerlendirmesi bir kısım dönek hainlerinin çeşitli oportonist-revizyonist odakların ileri sürdüğü gibi “ bir takım güçlere bel bağlamaktan kaynaklanmamaktandır. Bu olay 1960’lı yıllarda YÖN ve TİP hareketlerinin yanlış Kemalizm değerlendirmelerinin P-C’yi oluşum sürecinde etkilemesinden kaynaklanmaktadır, değişik bir ifadeyle içinden çıktığı batağın P-C üzerindeki izleridir.

Parti-Cephe 1950’de politik iktidarın DP tarafından devralınmasını, nesnel olmayan “Kemalizm” değerlendirmesinin bir uzantısı olarak “karşı-devrim” olarak nitelemişti. Oysa 2.paylaşım savaşı sonrası iç ve dış konjoktörün dayatması ile “Filipin tipi demokrasiye” geçilmiş 1950 seçim sonuçlarıyla tüfek bir omuzdan diğerine geçmiştir. Parti-Cephe’nin yanlış “Kemalizm” değerlendirmesinin etken olduğu diğer bir yanlışı 1960 darbesini “Politik Devrim” olarak nitelemesidir. Oysa 1960 darbesi çok sayıda faktörün bileşkesi olarak özünde Türkiye toplumsal yapısının Yeni-Sömürgeciliğinin ihtiyaçlarına reorganizasyonun dayatmasının bir ürünüdür.

1950’li yılların sonuna gelindiğinde üretici güçlerin gelişimi yeni boyutlar kazanmış ve bunun sonucu olarak sınıflar arası ilişki ve çelişkiler değişim göstermiştir. Bu yıllarda gerek egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesi, gerekse giderek güçlenen proletarya ile küçük burjuva kesimin tepkileri sistemi bunalıma sokmuştur. Aynı zamanda “Sınıfsız Toplum” demogojik espri temelinde hazırlanan 1924 Anayasası, üretici güçlerdeki gelişmeleri yansıtmaktan ve yeni-sömürgeciliğin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaktı. İşte bu tıkanıklar 1960 darbesini doğurdu. Ve darbe alt yapıda ve üst yapıda yeni-sömürgeciliğin oturtulmasının ve geliştirilmesinin yolunu açtı.

1961 Anayasasında çok sınırlı da olsa göreceli bir takım ilerici hükümlerin bulunmasının nedenleri; Birincisi, esas olarak proletaryanın potansiyel gücünden ve o güne dek cılız da olsa çeşitli biçimlerde eylemcilik göstermesiyle, küçük burjuvazinin tepkilerinin ürünüdür. İkincisi, yeni-sömürgeciliğin gereği olarak 1950’li yıllara kadar alt yapı yatırımları sonucu Pazar genişletilmiş ve böylece tüketime yönelik üretim koşulları oluşurken, tüketim toplumu yaratmanın zorunluluğu artmıştır. Bu ise üst yapıda bir takım değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılmıştır.

THKP-C 1919 Anadolu hareketini ve 1923-50 sürecinde tek parti yönetimini gerçekçi değerlendirememiştir. P-C “Kemalizm”i bir ideoloji olarak ele almamakla birlikte yanlış sınıfsal içerikle değerlendirerek anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimde dolaysız ittifaklar içinde görmüştür.

Oysa; 1- Anadolu hareketi, asker-sivil-aydınlardan oluşan politik askeri kadrolar önderliğinde burjuva program etrafında burjuvazi-feodalite temeli üzerinde yükselmiş ve zafere erişmiştir. Bir başka anlatımla burjuva ideolojisi önderliğinde kapitalist karakterde bir harekettir.

2- Anadolu hareketi, emperyalist açık işgale karşı siyasal bağımsızlığı hedefleyerek, anti-emperyalist içerik taşımakla birlikte, sınıf karakterinin kaçınılmaz sonucu, emperyalizme karşı kararlı ve radikal tavır takınamayarak emperyalist ekonomik etkinliklere tavır alamamış, imtiyaz ve teşfikleri sürdürmüştür. Tek parti yönetimi süresince emperyalizm ile ekonomik ve siyasal ilişkiler özellikle 1930’lu yıllarda giderek yoğunlaşmış, 2.paylaşım savaşı sonucunda, Anadolu hareketine önderlik yapan aynı kadroların önderliğinde Türkiye emperyalizmin boyunduruğu altına tamamen sokulmuştur.

3- Üst yapıda feodal kurumlara ve ideolojiye tavır alınmakla birlikte, alt yapıda feodal etkinliklere tavır alınamamıştır.

4- Kurulan T.C devleti burjuva karakterde, insiyatif burjuvazide olmak üzere burjuvazi-feodalite ittifakının siyasal mekanizmasıdır.

5- “Kemalizm” feodal siyasal mekanizmayı yıkması, feodal ideolojiye karşı tavır takınması ve göreceli olarak kapitalizmi geliştirici yönleriyle “ilerici” özellikler gösterirken “Güneş Dil Teorisi”, “Türk Tarih Tezi” ve Kürt ulusu üzerinde Jenosit’e kadar uzanan asimilasyon politikası ile şövenist ve gerici özelliklere sahiptir.

6- “Kemalizm” bir ideoloji değildir. Yerli burjuvazi bir dönem 1930’lu yıllarda “Kemalizm”i bir ideoloji olarak geliştirmeye çalışmış olmakla birlikte kapitalizmin ulaştığı evre ve bu anlamda yerli burjuvazinin gelişim dinamiği buna olanak tanımaktan uzak kalmıştır. “Kemalizm” kendi içinde oturmuş bir sistematiğe sahip olmayan, herkesin istediği şekilde yorumladığı ve sistemin tıkandığı noktalarda esasta yerli oligarşinin egemenliğini meşrulaştırmak için ve kitleleri bir ideoloji etrafında toparlamak amacıyla zorla bir ideoloji gibi sunulmaya çalışılmaktadır.

7- “Kemalizm” Türkiye solu içinde rağbet görmesi, 60 darbesinden sonra bu darbenin getirdiği “nisbi demokratik ortamı” sınıfsal bir analizden geçirmeyip yanlış değerlendirilmesinin sonucudur.Ve “Kemalizm’in ilerici” yönleri aşırı abartılmış ve hatta çeşitli çevrelerce “Sosyalist” bile ilan edilmiştir.

8- Yukarıda sıraladığımız niteliklerinden dolayı “Kemalizm”, anti-oligarşik, anti-emperyalist devrimde dolaysız ittifaklar içinde değerlendirilemez.

Ayrıca, Parti-Cephe’nin cezaevi örgütlülüğü oligarşinin mahkemelerini devrimin propagandasının yapıldığı kürsü olarak kullanmakla birlikte verilen siyasal savunma içerik olarak yanlış “Kemalizm” tahlilinin yoğun etkisinde kalmış ve kesintisiz 2.ve 3.’lerde netleşerek ortaya çıkarılan THKP-C görüşlerinden uzak düşmüştür. Bu savunmanın içeriği THKP-C görüşlerini savunan bizler tarafından kabul edilemez.

THKP-C ulusal sorunda gerekli açılımı yapamamıştır. Bu eksiklik süreç içerisinde hareketimiz tarafından giderilmiştir.

ML, örgütlerinin olmazsa olmaz ilkelerinden biri UKKTH ve ulusal sorunun çözümü için gereken çalışmanın yapılması konferansımızca karara bağlanmıştır.

 

KURULUŞTAN GÜNÜMÜZE HATA-ZAAF VE EKSİKLİKLERİ İLE

MLSPB

Proletaryanın önderliğinde emekçi sınıfları kurtarmaya çalışan devrimci bir hareketin bu mücadeleyi başarıya ulaştırabilmesi ancak bu devrimci hareketin kendi pratiğini ve bu pratiği yönlendiren teorisini krıtize etmesine bağlıdır. Şayet devrimci hareket Marksizmin en büyük silahlarından biri olan eleştiriyi kendi mücadelesine uygulayamazsa yürüttüğü savaşımın niteliğini kavrayamamış demektir. Bu koşullarda da devrimi örgütleyebilmenin imkanları ortadan kalkar.

Devrimci hareketimiz, devrimci Marksizmin bu siyasal perspektifini daha önce hiçbir zaman kendi pratiğine uygulayamamıştır. Bu yüzden devrimci pratiğimiz mücadeleyi yeniden hatalarından arınmış bir biçimde yeniden örgütlemekte geç kalmış ve zaaflı davranmıştır. Teorinin sınıf savaşımındaki yeri ve önemi yeterince kavranamadığından değerlendirmelerimiz salt pratiğin değerlendirilmesi biçiminde olmuş ve eksik kalmıştır.

Halbuki devrimci Marksizm teorinin yönlendiremediği pratiğe bazen şans tanımaz ve bütün devrimci ustaların deyimi ile “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.”

Genel Teori Açısından

THKP-C’nin en önemli tespitlerinden biri olan suni denge esprisi 1975-80 döneminde sol hareketler tarafından bulandırılmış ve anlaşılması güç hale sokulmuştur. Bu konu THKP-C tarafından özü itibarıyla ortaya konmuş olmakla birlikte kadroların ve THKP-C savunucusu ya da sempatizanı kitlelerin sınıf savaşımını boyutlandırabilmesi açısından iyi kavranması gereken bir teorik konudur.

SUNİ-DENGE, bilimsel içeriği itibarıyla emperyalizmin 3.Bunalım dönemine özgü ve yeni-sömürgeler için geçerli bir espridir.

Üretici güçlerin gelişimi, kapitalist evreye ulaşmanın belli bir aşamasında bir iradeye bağlı olmaksızın siyasal demokrasi ve kurumlaşmaları beraberinde getirir. Üretici güçlerin kendi güçleriyle geliştiği kapitalist toplumlarda üst yapıdaki bu gelişme ve değişme toplumda burjuva içerikle bütünsellik oluşturur. Yeni-sömürge ülkelerdeki üretici güçlerin gelişiminde dış dinamikler etken olur. Ve ekonomik yapı dış dinamiklerin ihtiyaçlarına göre şekillenmek durumunda kalır. Üretici güçlerin gelişiminin bir evresinde bu evrenin ortaya çıkardığı sınıflar ve bunlar arasındaki üst yapıda demokrasiye denk düşmesine karşın çarpık gelişmeden dolayı çarpık şekillenmiş ekonomik durum tahammül gösteremez. Bu gelişmenin varlığı, toplumsal muhalefetin sürekliliğinin maddi temeli olmasına karşın, ekonomik gelişmenin odaklarını da kullanarak her geçen gün yoğunlaşan, merkezileşen siyasal zorunda maddi temeli olmaktadır. Ancak yerli oligarşiler bu siyasal yer ile toplumsal muhalefeti pasifize ederek güçler dengesini kendi lehlerine muhafaza etmeye çalışırlar. Bu siyasal zor, toplumsal süreçlerde mevcut toplumsal muhalefetin durumuna oranla göreli ve kısmi olarak örtülmeye de çalışılmaktadır. Bu durum kitlelerde oligarşinin propaganda araçlarıyla da güçlendirdiği “güçlü devlet, yıkılmaz devlet” yanılmasına yol açabilmektedir,

Değişik Bir Açıdan Anlatımla

Kapitalizmin kendi iç dinamiği ile geliştiği ülkelerde proletaryanın ve geniş emekçi kitlelerin gerçek çıkarları mevcut toplumsal yapı ile çelişkili olmakla birlikte ekonomi sürekli kriz içinde olsa da; burjuva anlamda demokratik kurumlaşma emekçi kitlelerin yaşam koşullarının yeni-sömürgelere oranla daha iyi olması vb. nedenlerle, kitleler mevcut durumdan umutlarını tamamen kesmezler ve hoşnutsuzlukları sınırlıdır. Yani bir anlamda kitlelerin mevcut toplumsal yapı ile bütünleşmeleri söz konusudur.

Oysa yeni-sömürgelerde yoğun sömürü ve baskı ile iç içe yaşayan kitleler düzenden umutsuz ve düzene karşı hoşnutsuzdur. Ancak alt yapı-üst yapı arasındaki yukarıda belirtilen çelişkinin ürünü merkezileşmiş ve yoğunlaşmış siyasal şiddet bu temeldeki kitle pasifikasyonu ve bunların yanı sıra “güçlü, yıkılmaz devlet” demogojisi kitleleri pasifize eder.

İşte kısaca belirtilen bu espri, yani yoğunlaşmış, merkezileşmiş siyasal şiddet ve bu temelde kitle pasifikasyonu suni-denge esprisidir.Her ülkenin tarihsel evrimi, kültürel özellikleri, toplumsal dinamiklerinin özellikleri, suni-dengenin yan dayanaklarıdır. Güçlendirici yada zayıflatıcı olgularıdır.

SUNİ-DENGE’nin etkilendiği bir başka olgu da “Geçmiş dönemlere kıyasla, izafi olarak feodalizmin etkin olduğu eski sömürgecilik dönemine kıyasla, belli ölçülerde iç pazarın genişlemesine paralel olarak toplumsal üretim ve nisbi refahın artmasıdır.”.

Suni-denge esprisi, çeşitli şekillerde kitlelerin esasta kendiliğinden tepkilerini dışa vurması ile çelişmez. Bunu ters yorumlamak, toplumsal dinamiklerin ve insanin doğasına aykırıdır. Yeni-sömürge ülkelerde kitleler tepkilerini çeşitli şekillerde ve boyutlarda dışa vurur. Çünkü, gelişmemiş ve derinleşmemiş olsa sürekli bir milli kriz vardır. Yani yönetenler doğru dürüst yönetemez, yönetilenler de sürekli biçimde yönetimden hoşnutsuzdur. Ancak bu hoşnutsuzluk bilinçli ve bir bütün olarak devleti hedefleyen bir biçime bürünmüş değildir.

1975-80 TÜRKİYE’SİNDE

1- Emperyalizmin uluslararası alanda politik ve ekonomik bunalım içinde olması,

2- Bu yılların başında, başta P-C olmak üzere çeşitli örgütlerce sürdürülen silahlı mücadele,

3- Yerli oligarşinin 12 Mart’ta, ekonomik-politik krizini çözemeyerek daha sonraya aktarımı ve bu krizin her geçen gün yoğunlaşıp derinleşmesi,

4- 1975 sonrası ülkede sürdürülen silahlı mücadele ve denetim bu dönemde kitlelerin karşısına sivil silahlı faşist güçleri sürmesi, suni-dengeyi kitleler lehine zayıflatmıştır. Ancak MLSPB teorik yetersizlik ve teorik doğmatizm sonucu dünyadaki ve ülkedeki gelişmelerin doğru bir analizini yapamamış, suni-dengenin her geçen gün zayıflaması ile kitlelerin yoğun politize olmasına karşın, bu gerçekten uzak, suni-dengeyi kırmak için yoğun bir pratik geliştirmiş, dolayısıyla kitlelerle organik bağlar kuracak, politize olmuş kitleleri etrafında toplayacak örgütlenmeleri oluşturamamış ve kitlesellik kazanamamıştır.

Milli kriz esprisi Parti-Cephe yazınında yeterli açıklıkta mevcuttur. Ancak daha geniş bir açılımı mücadelenin ihtiyaçlarına göre yapılmalıdır. P-C yazınında savaşımın stratejik ve taktik aşamalar diyalektik bir bütünsellik içinde konmasına karşın, MLSPB bunu anlamakta güçlük çekmiş mekanizme düşmüştür.

Üretici güçlerin gelişim düzeyi ve toplumsal yapının ulaştığı boyut anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimde proletaryanın fonksiyonunu artırmıştır. Bu ise her ne kadar savaş sürecine kırsal alan temel olsa da kentlerin önemini artırmıştır. Savaş baştan sona kentlerde sürdürülecektir. Öyle ki savaşın başlangıç aşamasında kentler temeldir. Ancak aynı süreçte temel alan kırsal yörede çalışmalar sürdürülmelidir.

Bu anlamda savaş kır-şehir diyalektiğinde, Birleşik Devrimci Savaş (BDS) anlayışı ile sürdürülecektir. BDS esprisinin geregi olarak, proletarya devrimin temel güçleri arasındaki fakat işçi-köylü ittifakı temelinde, köylülük temel güçtür. MLSPB-BDS esprisini kabul etmekle birlikte, yukarıda belirttiğimiz gibi teoride dogmatizme, savaşın aşamaları konusunda mekanizme düşmesi sonucu, BDS esprisinden uzak bir pratik geliştirmiştir. Mücadelenin gelişimi ve kitlelerin politizasyonuna karşın MLSPB kır gerilla çalışmasını yapmamıştır. dolayısıyla kentlerde hapsolup yenilmiştir.

 

MLSPB PARTİ Mİ? ÖRGÜT MÜ?

Anti-emperyalist, anti-oligarşik devrim mücadelesi yürütecek oluşum işçi sınıfının siyasal partisidir. Proletarya Partisi devrim mücadelesinin sıcak pratiği içinde yetişmiş, dünya ve ülke bazında devrimci Marksist bilinci özümsemiş, profesyonel niteliklere sahip elemanlardan oluşur. Devrimci mücadele açısından örgüt mü? Parti mi? Diye ikilem veya açmaz olamaz. Kaldi ki, örgütten kavram ve içerik olarak parti esprisi ile çelişmez, örgüt sözcüğü geniş ve dar olmak üzere genellikle iki anlamda kullanılır. Dar anlamda, bu sözcük hiç değilse asgari ölçüde bir uyuşuma sahip bir insan topluluğunun kurduğu çekirdeği ifade eder. Geniş anlamda ise, sözcük bu tür çekirdeklerin bütünü içinde toplamını kasteder. Parti bir örgüttür, (sözcüğünün dar anlamda) bir örgüt olması gerekir. Ama aynı zamanda parti, sözcüğünün geniş anlamında; bir dizi çeşitli örgütten oluşmak durumundadır. Bu nedenle bir birliğin parti olup olmadığını belirleyen;

a- Onun devrim için sistematiği olan bir ideolojik-politik hatta sahip olması,

b- Bu hattı pratiğe geçirecek asgari sayıda kadroya sahip olması,

c- Örgütü oluşturan kadroların belli kurallar bütününe göre yönetilmesidir.

 

Partinin Kuruluş Evresinde;

a- Üyelerinin sınıfsal kökenlerine bakılmaz, kendini devrim davasına profesyonelce adayan ve partinin ideolojik-politik hattını benimseyen herkes parti üyesi olabilir.

b- Partinin gücü kuruluş evresinde nicel olarak az olabilir. Önemli olan gücün nitelik durumudur. Mücadele sürecinde üyelerin ağırlıklı olarak emekçi kitlelerden özellikle kent ve kır proletaryasından oluşmasına özel bir önem verilir.

1970 Aralığında kurulan Partimiz THKP/C’nin 1972’de yenilmesinden sonra,1975’ de kurulan örgütümüz MLSPB, THKP-C’nin savunucusu olarak ortaya çıkmıştır. Örgüt dokusu olarak ideolojik-politik hatta, bu hattı hayata geçirecek kuvvetlere ve kadroların birliğini düzenleyen kurallar bütününe sahipti. bu yapısıyla proletaryanın en üst siyasal örgütü, yani parti olmasına rağmen kurucu yoldaşlarımızın anlayış olarak önlerine değişik P-C çevreleriyle birlikte bir partinin oluşturulmasını ve bundan sonra ancak devrimin kurumlarının oluşturulacağı esprisini koyduklarından THKP-C’nin sağ pasifistlerce reddinin açık veya üstü kapalı olarak dürdürüldüğü bu aşamada teorik yetersizliklerinden dolayı sürece parti olarak müdahale edememiştir.

Devrim kaçkınları tarafından ortaya atılan oportünist “Partileşme Süreci”anlayışının yanlış perspektifle tartışılması sonucunda kendi niteliğini ortaya koymada da eksik kalınmasına neden olmuştur. oysa; Partileşme süreci partinin iradi olarak kurumasına tekabül eder. Bundan sonra ki süreç partinin çelikleşmesi (kadrolar düzeyinde) sınıfla buluşması (kitleler açısından), maddi güç olması (iktidarı almak açısından) dır.

1980 Darbesinden sonra, partimiz MLSPB (yukarıdaki kararlar ışığında) yenilgisinin değerlendirmesini yapmayıp sağlıklı bir ricatı hayata geçirmediğinden zorunlu bir geri çekiliş ve bozgun yaşamış merkezi yapısı dağılmıştır. Bugünkü iradenin oluşturulması, güçlerin savaşın gereklerine göre düzenlenmesidir.

Bugünkü MLSPB örgütlenmesi THKP ismini alabilecek olgunlukta değildir. Geçmişten çıkardığımız dersleri ve teoriyi özümlemek durumundayız. Bu savaşım içinde savaşılarak geçilecektir.

THKP-C’ nin Türkiye devriminde özel bir konumu vardır. THKP-C’nin savaşımını sürdürmek ve mevcut ortamın pasifizmin, yılgınlığın, dağınıklığın üstüne çıkarak mücadele bayrağını yükseltmek göreviyle sorumlu olan bizler, aynı zamanda THKP-C’yi mitleştirerek bu anlamda da, doğma ve mekanik yorumlayarak hataya düşenlerin karşısında, THKP-C ideolojik-politik hattını savunucuları olarak çıkarken, tüm nesnel ve öznel durumları değerlendirmek zorunluluğu ve sorumluluğu ile hareket ederek, bugün THKP-C adını almayı önümüzdeki sürecin birincil görevi olarak görsek de, bundan sonraki Kongreye kadar bu adı kullanmamayı bağladık.

ÜÇ MÜCADELE CEPHESİ AÇISINDAN İDEOLOJİK MÜCADELE VE

YAYIN ORGANI SORUNU

ML örgütler veya partiler, kapitalizmin maddi ve manevi sızmalarına karşı kendilerini koruyacak yapıda olmalıdırlar. Leninist örgütlenmede ideolojik mücadelenin merkezi işlevi vardır. Ve mücadelenin candamarlarından birini oluşturur.

İdeolojik mücadele, örgütün sınıflar mücadelesinde önderlik etmesini sağladığı gibi, aynı zamanda örgüt çalışmalarının politik amaca uygun yönelimini ve kadroların teorik donanımını gerçekleştirdiğinden devrimci çalışmanın önemli bir eksenidir.

İdeolojik mücadelenin bir yönünü siyasi gerçekleri açıklamak oluşturduğundan ideolojik mücadele politik mücadele ile ayrılmaz bir bütün oluşturur.

İdeolojik mücadele burjuvazi, emperyalizme, revizyonizme karşı savaşımıyla sınırlandırılamayacağı gibi bunun yanı sıra kadroların eğitimi ile de sınırlandırılamaz.

İdeolojik mücadele, burjuvazi kültürüne karşı proleter kültürün kitlelere kavratılmasını, proleter yaşam biçiminin örgütün tümüne hakim olmasını. yukarıdan aşağıya merkezi olarak kadroların eğitilmesinin örgüt içi özgür tartışmayı, oportünizme-revizyonizme, örgüt içi sapmalara karşı amansız savaşımı örgütlenmesini oluşturur.

İdeolojik mücadelenin bazı zorunlu araçları vardır. Bunlar bu mücadele cephesinde proletaryanın çizgisinin güçlenmesini ve yaygınlaşmasını sağlar. İdeolojik mücadelenin aracı olarak, merkezi yayın organı oluşturulmalı ve örgüt gücü ve kaynakları oranında ayrıca, dergi, broşür, ve bildirilerle kitlelere ulaşmalıdır. Bunlarla SGAK temel aracı olan Silahlı Propagandayı desteklemelidir. Merkezi yayın organı, illegal ve legal dergi vb. örgütlenmelidir.

MLSPB ideolojik mücadeleyi kapsam ve derinlik olarak hiçbir zaman anlayamamıştır. Hatta sınıf mücadelesinin bu cephelerinde hiçbir ciddi faaliyet örgütleyememiştir. Tam tersine bu mücadele cephesinde tamamen yetersiz kalmış ve hiçbir mücadele aracını hayata geçirememiştir. Bizim gibi ulusal krizin sürekli olarak varolduğu, bu anlamda da kitleleri devrim saflarına çekmenin temel aracının SP olduğu ülkelerde devrimci mücadele sadece SP’dan ibaret olarak ele alınamaz. Devrimci mücadelenin gereklilikleri ideolojik mücadele şahsında da yerine getirilmelidir. MLSPB’nin ideolojik mücadele cephesinde THKP-C’nin değişik momentlerde ileri sürdüğü bazı esprileri dogmatik bir şekilde yorumlamış, bunun sonucu olarak ideolojik mücadelenin devrim açısından taşıdığı önemi değerlendirememiştir.

İdeolojik mücadelenin araçları olan, yayın organı, broşür, kitap vs. ile kitleler ve sol hareketler içerisinde, ideolojik faaliyetler örgütlendirememiştir.

MLSPB’nin ideolojik mücadeleye ilişkin yaklaşımı özünde ideolojiyi ve onun devrimci mücadele açısından fonksiyonlarını küçümseyen sol yaklaşım olmuştur. (Teorik olarak ideolojik mücadelenin önemini ret etmese bile, pratik süreçte görünümü budur.)

Örgüt merkezi yayın organında örgüt politikalarına ters düşen yaklaşımlara yer verilmeyecektir. Ancak MK bazı konuları tartışmaya açarsa farklı düşünceler merkezi yayın organında yer alacaktır. Örgüt politikalarına muhalif görüşlerin örgüt kadroları arasında tartışılmasında başka araçlar kullanılacaktır.

 

Politik Mücadele Cephesinde

İktidara karşı örgütlenen politik mücadele, emperyalizmin 3.bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerinin bir sonucu olarak yeni-sömürge ülkemizde politik mücadelenin en üst ve etkili aracı Silahlı Propaganda temel, diğer politik mücadele biçimleri tali olarak ele alınır.Suni Dengeyi kırmanın, milli krizi derinleştirmenin, kitleleri iktidara karşı örgütlemenin temel ve tali araçları PASS çerçevesinde yukarıdaki gibi şekillenir.

Bu yüzden; SP ferdi değil, kitlenin mücadele biçimidir.

SP askeri değil, politik mücadele biçimidir.

SP kitleleri örgütlemenin ve güçlendirmenin (SGAK çerçevesinde) temel aracıdır. Merkezi örgüt tarafından yürütülür. Bu anlamda ülke genelinde merkezi olarak organize edilir. Örgütümüz teorik olarak organize edilir, örgütümüz teorik olarak bu tespiti mücadelesinde diyalektik-materyalist çerçevede geliştirip derinleştirememiş ve bu tespit üzerindeki teorik tartışmalarda dahi çok güdük bir halde yürütülen diğer sol örgütlerin tartışmaları çerçevesinde sınırlı kalmış dolayısıyla örgüt tarafından kavranmadığı gibi örgüt kadrolarına, kitlelere kavratılamamıştır.

Bunun sonucu olarak MLSPB’nin pratik mücadelesi politik mücadelenin temel-tali bütünselliğinin olmadığı bir görünüm arzederek SP askeri eylemi düzeyinde bir araç olarak görülmüştür. Bu da örgütün kitleler gözünde “sol” bir örgüt olarak görülmesine yol açmıştır. Ve örgüt PASS ölçütü olmaktan giderek uzaklaşmıştır. 1975-80 döneminde kitlelerin devrimcileşmesi göz önüne alındığında, burumun vahim sonuçlar yarattığı görülür. Taktik plan program çerçevesinde (somut durumun tahlilinden çıkan plan ve programlar)SP’nin işlevi gerçek anlamda yerine getirilmesi söz konusu olmadığı gibi buna bağlı olarak tali mücadele biçimleri de yanlış olarak hayata geçirilmiş, bu durum giderek örgütün kitlelerden uzaklaşmasına yol açmıştır.

İşte bunlardan dolayı kitlelere ajite etmek, onları örgütleyip silahlandırma ve PASS doğrultusunda seferber etme işlevi, SP ve diğer tali mücadele biçimleri tarafından yerine getirilmemiştir.

MLSPB, her ne kadar mücadele biçimleri arasındaki diyalektik bütünselliğini mücadelenin bütünselliği içinde sağlayamamışsa da pratik temelde başarılı SP faaliyetleri örgütlemiş ve faaliyetleriyle kitleleri etkileyebilmiştir.

Politik mücadelenin en üst ve en etkili biçimini SP olmakla birlikte, politik mücadelenin şiddete dayanan tek aracı SP değildir. Bunun yanı sıra, politik mücadelenin araçları içerisinde silahlı ve silahsız aksiyonlarıda vardır. Global biçimde politik mücadele bu biçimiyle ele alınmamıştır. bu biçimler, politik içerikli grev, miting, nümayiş, gösteri,vs.’dir. önemli bir nokta olarak eklenmesi ve açılması gerekir ki, SP ve diğer mücadele biçimleri ancak diyalektik bir bütünsellik içerisinde ele alınabilirse savaşın sürekli yükselmesine, gerilla savaşının örgütlenmesine., giderek iktidara yürümesine yol açabilir. Devrimcilerin amacı zaten budur. Eksiklerimiz, örgütümüzün yürüttüğü mücadele ile sürekli bir ileri aşamaya hizmet etmemiş, tersine yerinde saydırmıştır.

 

Ekonomik-Demokratik Cephesinde

Ekonomik-demokratik mücadele cephesindeki yönlendiriciliği ile politik-askeri örgüt, kitlelerin mevcut ortamdaki taleplerini kitle örgütlülükleri sağlayarak savunmalı, kitlelerin hak alma mücadelesinde seferber edilmelidir. Ülkemizin, özgül koşullarından, ekonomik-demokratik mücadeleyle politik-askeri örgüt kitlelerin devrim ertesine ertelenemeyecek sorunları çerçevesinde onları bu hak alma mücadelesine seferber ederken, önem verdiği bir olgu, onları mevcut düzen çerçevesinde daha fazla ekonomik-demokratik haklara kavuşturmak olsa da aynı zamanda ekonomik-politiğin çarpık kapitalist ilişkiler çerçevesinde belirlendiği bizim gibi bir ülkede, oligarşik diktatörlüğün en küçük ekonomik-demokratik talepleri bile kanla bastırmaya çalışmasını unutmaz. Bu anlamda;

a- Kitle örgütleri içerisinde yarı-legal -illegal birimler oluşturur.

b- Bütün demokratik örgütlerde, bu örgütlerin oluşturduğu çerçevelerin ekonomik-demokratik ve akademik talepleri uğruna mücadele temeldir. Bununla birlikte bu mücadelelerin kitlelerin eğitildiği ve silahlı ve silahsız savaşa adapte edildiği mevziler olarak görülür. Diğer yandan şüphesiz bu mevzilerde politik-askeri örgüte militan devşirir. Ancak kesinlikle bu mevziler politik-askeri örgütün tek başına kadro depoları olarak görülmezler.

Sendikalar, kooperatiflar, dernekler vs. yasal demokratik kuruluşlar içerisinde, başka siyasal yapılarla birlikte bu platforma ilişkin olarak programlar etrafında birlikte hareket edilir. bu yasal kuruluşlar içinde merkezi örgüte bağlı illegal, yar-legal çekirdekler oluşturulmalıdır. Ayrıca bu yasal kuruluşlar daha radikal olmaya zorlanmalı ve bu örgütlenmelerin ideolojik-politik görüşlerimize bağlanması çalışmaları sürdürülmelidir. Yasal kuruluşlar kapatıldığı zaman ve örgütün illegal sendikaları faaliyetlerini sürdürmelidir.

Yer altı sendikal çalışması mevcut pasifizmin sendikal anlayışına, programına, hedefine ve oligarşinin taktiklerine karşı alternatif örgüt biçimidir. Bu faaliyet, durum ve koşullar gereği burjuvazinin tüm legal şartlarını zorlayan, yasaları delen her türlü legal hareketin bizzat içindedir. Fakat faşizm şartlarında kitlelerin direkt iktidarla yüz yüze geldiği anlarda o ana dek sürdürülen mücadelesinin, iktidara teslim olmaması ve kitlelerin yükselen mücadelesinin devamı ancak, örgüt irade ve ilkeleriyle donanmış bir yapılanma sayesinde mümkündür. Ve devrimci hareket böylesi bir çalışmayla en koyu diktatörlükler altında bile sıcak tutma ve onların içinde, onların desteğiyle sürekli var olma şansına sahip olur.

Legal Örgüt-İllegal Örgüt

Ülkemizin koşulları ve ihtilalin gerekleri düşünüldüğünde, devrimci hareketin esas ve belirleyici olarak gizli örgütlenmesi gerekir. Devrimci mücadelenin yarı-legal ve illegal örgütlenme, koşulları açısından mümkün olduğu zaman, hareketimiz bu elverişli koşullardan yararlanmalıdır. Yani mücadelenin bu biçimlerini kitleleri örgütlemek ve mücadeleyi geliştirmek için hayata mutlaka geçirmelidir.

Yarı-legal ve legal mücadele biçimlerini hayata geçirmek söz konusu olsa bile, örgüt bundan hareketle, ama yapısını kesinlikle legalleşme sürecine sokmamalıdır. Tam tersi bir illegal ihtilal örgütü olarak parti, yasal imkanların olduğu dönemlerde bile esasta gizli kalmalı ve faaliyetlerini gizil yürütmelidir. Bu yapılmazsa, partinin bir düzen partisi haline gelmesi kaçınılmazdır. illegalite anlayışımız kesinlikle kitlelere dayanma esprisi üzerinde şekillenmelidir. Gizlilik, kitlelerin desteği olmadan ve gizli faaliyeti yürüten kadrolar kitleler arasında erimeden gerçekleştirilemez. Bu yüzden kitlelere dayanmadan örgütün ve kadroların gizliliğinin uzun süre sağlanması mümkün olmaz.

Örgüt içi illegalite, kadroların, örgütün ideolojik-politik-örgütsel sorunları ile ilgilenmesini engeller bir tarza ele alınamaz. Aynı zamanda ajitasyon ve propaganda çalışmalarını da engeller bir biçimde uygulanamaz.

Marksizm’de düşünceler açık, ilişkiler gizlidir.

MLSPB, illegal örgütlenmeyi temel almasına karşın, yukarıda belirtilen konularda çeşitli zaaflara düşmüştür.

POLTİK-ASKERİ LİDERLİĞİN BİRLİĞİ VE KADRO POLİTİKASI

Gerilla savaşına, devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak yürütülmesine, yani politik kitle mücadelesi olarak ele almasına PASS denir. PASS çizgisinin teorik kaynakları, hareket çizgisi, somut durumun somut tahlilindedir. yani, genel olarak emperyalizmin 3.bunalım döneminin ayırt edici niteliklerinde özel olarak da bu çelişki ve özelliklerin Türkiye şartlarında yansımasında yatmaktadır. Devrim stratejisini bu şekilde saptayan bir örgütün, örgütsel ilkesi de, bu Leninist çizginin örgütsel ilkesi olan, politik-askeri liderligin birligi ilkesidir.”(Mahir Çayan)

Yani PASS çizgisinin örgütsel ilkesi sadece örgütün askeri-politik olması ile, 2.Bunalım Dönemi’nin koşullarına uygun Halk Savaşından ayrılmasıyla değil, ondan aynı zamanda örgütün ilkesi olarak, politik-askeri liderliğin birliği (PALB) ilkesinin kabul edilmesiyle de ayrılır. Öncü Savaşı’nın özü budur. PALB ilkesi, Partinin Orduyu kontrol etmesi olarak anlaşılamaz. PALB’ı, Partinin yada örgütün politik-askeri olmasından yola çıkılarak kabul edilmiş örgüt ilkesi olmasıyla, yani, aynı örgütün içinde politik-askeri liderliği barındırmasıyla ayrılır.

Emperyalizmin 3.Bunalım Dönemi’nde yeni boyutlar kazanan askeri-politik liderliğin birliği ilkesi değil, Halk Savaşının biçimidir. şöyle ki; yeni-sömürge ülkelerde, Suni-Denge esprisinden dolayı, Halk Savaşı, Öncü Savaşı aşamasından geçecektir. Halk Savaşının bu aşamasında politik çalışma, kitle ajitasyon ve propagandasının kitle örgütlenmesinin temel mücadele biçimi gerilla savaşıdır. yani, Silahlı Propaganda’dır. siyasi gerçekleri açıklama kampanyasında SP’nin temel yöntem olması, politik örgütlenmeyle askeri örgütlenmenin ayrı ayrı olmasını değil, iç içe geçmesini zorunlu kılar, örgütlenmenin politik ve askeri olarak birbirinden ayrılması, Suni-Dengenin kırılmasıyla orantılı olacaktır. Ancak Öncü Savaşı aşamasıda politik örgütlenmeyle askeri örgütlenme kaynaşmış, böylece parti, politik-askeri karakter kazanmıştır.

Örgütlenmenin kazandığı bu boyut, kadro politikasına da yansır. Politik ve askeri formasyonlara da sahip olmak zorundadır. Yani her parti kadrosu bir gerilladır.

Dolayısıyla bünyesinde politik ve askeri özellikleri birleştirmek zorundadır. PALB ilkesine göre şekillenmiş örgütlenmenin özelliklerini sıralarsak:

a- Politik yön esas, askeri yön politik yöne bağımlıdır.

b- PALB ilkesi örgütlenme ilkesidir. Önderlik kurumu ile sınırlanamaz.

c- PALB ilkesi ile işbölümü, karşı kaşıya getirilemez, Parti başarılı ve yaratıcı bir şekilde bu iki olguyu bir arada pratiğe geçirmelidir.

d- PALB ilkesi, örgütün liderliğinin korunmasıyla çelişir tarzda ele alınamaz.

Politik-askeri örgüt liderliğin şu özelliklerini unutmaz:

1- Liderlik kolay yetişmez ve liderliğin korunması örgütlenmenin sürekliliği ile hemen hemen eş anlamlıdır.

2- Liderlik somut koşulların somut tahlilinden hareketle en uygun taktikleri ve buna uygun örgüt biçimlerini pratiğe kazandıran ve örgüt kolektivizm temelinde yönlendiren kurumdur.

3- Liderlik Parti’nin beynidir, geleceği görendir. Bu nitelikleriyle bölük-pörçük bilgileri toparlayan, onlardan komple taktikler oluşturabilen, olaylara şüpheyle bakabilen ve en geniş perspektiflerle değerlendiren politik-askeri kurmaylardır.

4- Liderlik bizzat savaşın içinde yer alır. Ancak, tek tek eylemleri örgütlemekle yetinen, her zaman her koşulda içinde yer almaya çalışan kurum değil. ülke çapında örgütlü güçleri eyleme seferber edebilen, onları tek bir hedefe koordine edebilen, zor koşullarda insiyatifini kaybetmeyen, döneme uygun taktikleri bulup çıkartarak güçlerini ezdirmeyen, esir düşme ve yok edilme esprisine paralel ardıllarını yetiştiren, kitle ve kadroları eğiten, bu anlamda da savaşı geliştirebilecek plan ve programlar hazırlayan kurumdur.

e- PALB ilkesine göre biçimlenmiş politik-askeri kadroları,

1- Asgari yeterlilikte M-L teoriye bilen, olaylara diyalektik-materyalist bakış açısıyla bakabilen, ülke ve dünya gerçeklerinden haberdar, gelişmelere karşı duyarlı, disiplinli, fedakar, kitlelerle bağ kurabilen memur zihniyeti ile beklemeyip durumdan görevler çıkartabilen, siyasal cesaret ve insiyatif sahibi olabilen, bütün özellikleriyle askeri özellikleri bütünleştirebilen, asgari formasyona sahip kişidir.

2- Askeri formasyona sahip olması çok sayıda her türlü eyleme girmesi şeklinde ele alınamaz. Askeri formasyon, mevcut politikanın en elverişli askeri taktiklerle yaşama geçirilmesini örgütlemek ve gerektiğinde bizatihi bu eylemler içinde yer almaktır. Ayrıca, politik-askeri örgütün her kadrosu parti bayrağı altında örgütlenmiş kitlelerin politik yol göstericisi olduğu gibi, aynı zamanda onların PASS doğrultusunda savaşa sokulmasıyla sorumludur. Bu anlamda parti kadrolarının bir özelliği tek tek eylemlerde başarı kazanmak olduğu kadar aynı zamanda kitleleri savaşa sokabilmesi ve onları askeri olarak da yönlendirebilmesidir.

3- PALB ilkesi, kadro politikası kapsamında doğru yorumlanması tek yanlılığa düşmemektir. Yani kadro seçimi ve terfiinde politik-askeri yönlerin bütünselliği gözden kaçırılmamalıdır. Askeri yönü gelişkin olmasına karşın, politik yönü yetersizse veya politik yönü gelişkin olmasına karşın askeri yönü gelişmemişse, bu aday kadrolar eksiklikleri giderilmeden terfii ettirilemez.

4- MLSPB, geçmişte, PALB ilkesini Parti-Cephe’yi teorik ve pratik olarak global bir biçimde değerlendirmesinin sonucu değil, Kızıldere eyleminin değerlendirilmesi ile algılamış, bu anlamda PALB ilkesinin altındaki siyasal gerçeği kavramış, onu daha çok mekanik bir biçimde, bir elde silah, bir elde kitap kızıldereye giden liderlik olarak görmüştür. PALB ilkesiyle işbölümü karşı karşıya getirilmiş, her iki olgu başarılı bir şekilde yaşama sokulmamış, dolayısıyla uzmanlaşma sağlanamamıştır.

Liderlik açısından; Yukarıda sıraladığımız esprilerin hemen hemen hiç biri yerine getirilememiş, örgütün kurmayları olunacağı yerde, her türlü günlük pratiğin peşinden koşan devrimin rütbesiz erleri olmuşlardır.

Bu özelliklerinden dolayı liderlik kendisini politik olarak geliştirememiş, dolayısıyla da örgütlenmenin baş aşağı gidişine seyirci kalmıştır. liderlik kendini geliştiremediği gibi beraberinde kadrolarını da geliştirememiş ve bu durum kadrolarına karşı güvensizliği peşinden getirmiştir. liderlik PALB ilkesini mekanik yorumladığından kendisini en iyi ve yeterli gördüğünden ardıllarının yetişmesinin önünde engel teşkil etmiş, savaşın zor koşullarında da kadrolar bağımsız insiyatif koyamayarak örgütü yönlendirememiş, kendilerini bu liderliğe tabi görerek sekteye uğratmıştır.

Liderlik kadro seçimi ve terfiinde de tek yanlılığa düşmüş, politik yön ile askeri yön arasındaki diyalektik bütünsellik sağlanamamıştır. Kadroların her iki yönünün dengeli bir biçimde gelişimi ve bu yönde kadroların eğitimi geliştirilemediği için kadrolar eksik ve yetersiz kalmıştır.

MLSPB, Merkezi olarak örgütün her bünyesinde pratiğe geçirilen gerçek anlamda bir kadro politikasına sahip olmamıştır. Teorik olarak kadro politikası olmasına karşın, bu örgüt kadrolarına mal edilememiştir. Dolayısıyla; değişik alanlarda ve bölgelerde değişik kıstaslar uygulanmış ve bölgelerdeki sorumlular kendi anlayışlarına göre hareket etmişlerdir. Sağlıklı politika olmamasından, ideolojik faaliyetlerdeki eksikliklerde, kadrolar politik ve askeri olarak yukarıdan aşağıya eğitilememiş, kadroların eğitimi kendilerine bırakılmıştır. Eğitim eksikliği ve kadrolara duyulan güvensizlik sonucu, kadrolara gerçek anlamda sorumluluk verilmesinin önünde engel teşkil etmiş, böylece kadrolar siyasal cesaretten yoksun kalmışlar, zor koşullarda ise, yeterli insiyatif koyamadıkları için örgütün olumsuz gidişine dur diyememişlerdir.

Yukarıdan aşağıya merkezi eğitimin olmaması, farklı anlayışlar sonucu farklı şekillenmelerin oluşumu ortak bir politik kişilik tutturulmasının önünde engel olmuş bu ise, örgüt saflarında kişisellik ve bölgecilik mantıklarını geliştirmiştir. Örgüt bunlar kaşısında aktif müdahalede bulunamadığı için bunların yok edilmesi mümkün olmamıştır.

Merkezi eğitimin olmamasından dolayı, kadın yoldaşların büyük çoğunluğu edingen kalırken, erkek yoldaşlar, içinden çıktıkları toplumun bu konudaki olumsuz izlerini tam atamamışlar ve kadın yoldaşlarla ilişkilerinde zaafa düşmüşler, Marksist tavır sergileyememişlerdir. Kadın yoldaşların politik-askeri faaliyetler içerisinde aktif olarak yer almasının örnekleri olmakla birlikte örgüt genelinde bu konuda zaafa düşülmüştür.

Halbuki; kadın sorunu toplumun çözüm bekleyen en önemli sorunlarından biridir. Bu yüzden kadınların kurtuluş savaşımına katılımı, bunların özlük-öznel durumlarından dolayı sosyalizm sonrasına bırakılamayacağından; gerek sosyalist toplumun “geleceği” belirleyicisi örgüt için gerekse de kendi niteliği gereği kadınların kurtuluş mücadelesine katılımı için örgüt, politikaları ve yöntemleri belirlemek durumundadır.

Örgütlenmemizdeki kadın yoldaşların durumu kadınların yaşadığı sorunlardan bağımsız olarak ele alınamayacağı gibi, örgüt içi ilişkilerde de erkek egemen anlayışı bir çok açıdan örgütte varlığını sürdürmüştür. bunların aşılması için bugünden savaşımının verilmesi gerektiğinden örgüt politikalarının tespit edilmesinden öte kadın sorunları kapsamında çeşitli kadın örgütlenmelerinin kurulmasına çalışılmalıdır.

MLSPB’nin 80 sonrası hızla baş aşağı gitmesinde ve yenilmesinde esas neden kuruluşundan itibaren, sağlıklı önderlik yaratılamaması ve sağlıklı bir kadro politikasının hayata geçirememesidir.

MLSPB DEVRİMCİ KURTULUŞ İLİŞKİLERİNİN

PARTİ-CEPHE ANLAYIŞI DOĞRULTUSUNDA DEĞERLENDİRİLMESİ

1- Parti, proletaryanın politik-askeri örgütüdür. Politik-askeri kadrolarıyla yukarıdan aşağıya demokratik-merkeziyetçilik esprisi altında kitlelerin politik, ekonomik, demokratik, ideolojik mücadelesinin öncüsü ve kitlelerin SP etrafında örgütlendirilip, bilinçlendirilip ve savaşa sokulmasının motorudur. MLSPB, bu işlev ve fonksiyonlarını gücü oranında yerine getirir.

2- Cephe, Partiye bağımlı, Parti çizgisi doğrultusunda mücadele eden devrimin silahlı savaş örgütüdür. Parti’nin asgari programını hayata geçirir. Kadroları politik seviyelerinden dolayı henüz parti kadrosu olmayan, ancak asgari formasyona sahip olmamalarına rağmen SP ve diğer mücadele biçimlerinin hayata geçirilmesinde aktif olarak yer alabilen, geleceğin parti kadroları olabilecek unsurlardır.

3- MLSPB/DK örgütlenmesini o günkü PASS kavrayışı temelinde oluşturmuş ve yapısı bu kavrayışın eksik ve hataları çerçevesinde eksik ve zaaflı bir yapı olarak kalmıştır. Bugün THKP-C’nin görüşlerine uygun ve kitleleri devrim saflarına çekmenin bir örgütlenmesi olmadığı tespit edilmiş, bu yüzden bu örgüt modeli reddedilmiştir. Bunun yerine görev ve fonksiyonları Cephe’nin görev ve fonksiyonlarına sahip (Silahlı Devrim Cephesi) oluşturulmuştur. Eski DK içinde yer alanlar konum ve seviyelerine oranla süzgeçten geçirilerek bu yapı içerisinde mevzilendirileceklerdir.

4- Halk Savaşının gelişimi içinde kitlelerin örgütlenmesi ve savaşa adapte edilmesiyle orantılı olarak, Halk Ordusu, bu Cephe örgütlenmesinin bağrından doğacaktır. Bu yüzden Cephe, bir anlamda Halk Ordusu’nun çekirdeğidir.

Demokratik Merkeziyetçilik Konusunda

Leninist örgütlenmenin temel ilişkisi olan Demokratik Merkeziyetçilik ilkesi, parti programının ve taktiklerinin kabulü temelinde, yukarıdan aşağıya örgütlenip özümletilmesi ve azınlığın çoğunluğa, altın üste tabiliği ile tam bir bilinç ve vicdan özgürlügü çerçevesinde uyumlu olarak çalışılmasının güvencesini sağlar.

Leninist örgütlenmenin, temel örgütlenme ilkesi olan D-M ilkesi, MLSPB tarafından işletilmesinde zaafa düşülerek, demokratik işleyişi göz ardı edilmiş, katı bir merkeziyetçilik işletilmiştir. (objektif olarak durum böyledir) Bu da hareketin yukardan aşağıya ve aşağıdan yukarıya denetlenmesini engellememiş, dolayısıyla kadrolar örgüt sorunlarından uzak kalmışlardır.

Örgüt eleştiri-özeleştiri-birlik işlerliğinde sağlıklı anlayış ve tavırlar geliştirilememiş ve bu nedenle, özellikle aşağıdan yukarıya denetleme mekanizması oluşturulamamıştır.

Yurtdışı Örgütlenmesinin Önemi Ve Örgütlenme İlkeleri Ve

Çalışma Perspektifleri

Yurt dışındaki örgütlenmenin amacı, proletarya ve emekçi halkların enternasyonalist ve dayanışmasını sağlamak ve oluşturmaktır. Gerek ülkemiz Devrimci Hareketleriyle destek ve dayanışma içinde olacak diğer ülkeler proletaryası ve emekçi halklarının örgütleriyle ilişkiler kurmak, gerekse de devrimci hareketimizin diğer ülkeler proletaryası ve emekçi halklarının mücadelesine destek vermek için bir araç olan YD örgütlenmesini gerçekleştirmek gerekmektedir.

Bu yüzden;

a- Sosyalist ülkelerle,

b- Anti-emperyalist tavır içinde olan ülkelerle,

c- Anti-emperyalist halk hareketleri ve onların örgütleri ile,

d- Batı Avrupa’daki demokratik kurum, kuruluş ve örgütlerle şu temelde ilişki kurulmalıdır;

1- Eşit haklar temelinde, karşılıklı saygıya ve güvene dayalı olmalı,

2- İdeolojik-politik düzeyde olmalı,

3- Enternasyonalist dayanışmayı amaçlamalı,

4- Karşılıklı maddi ve manevi pragmatist olmayan destek ve dayanışmayı sağlayacak düzeyde olmalıdır.

Emperyalist paylaşım savaşından sonra, emperyalist ülkelerin yıkılan ekonomilerini ucuz işgücü kullanarak inşa etme çerçevesinde çeşitli sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerden işçileri, bu ülkeler ekonomileri büyük boyutlarda istihdam etmiştir. Kapitalizm, işçi çalıştırma mantığı içerisinde yoğun sömürü altında olan bu işçiler, geri bıraktırılmış toplumların kültürel ve sınıf bilinçlerinin geriliğinden dolayı büyük zorluklar içerisinde çalışmak zorunda kalmışlardır. Türkiye ve Kürdistan’da yaklaşık üç milyon işçi bugün Avrupa’nın çeşitli kapitalist ve emperyalist ülkelerinde bu koşullarda çalışmak durumunda kalmışlardır.

Bu çalışma koşullarının zorlukları özellikle günümüzde daha da yoğunlaşmıştır. Çünkü 2.Emperyalist paylaşım savaşı sonrası başlatılan ekonomik kalkınma 1970’lere gelindiğinde tamamlanmış ve hiç gelmeyecek kriz, kapitalist ekonomisinin yakasına yapışarak günümüze kadar derinleşerek gelmiştir. İşçiler açısından, bu yoksulluk ve işsizliği gündeme getirilmiştir. Bu işçilerin problemlerini ana hatlarıyla belirtirsek;

a- Başlangıçta sınıf bilinci olmaması dolayısıyla metropol proletaryasından daha yoğun sömürüye tabi tutulması, tekellerin acımasız insiyatifinde bulunması,

b- İkinci insan muamelesi görmesi

c- Kültürel gelişmelerinin emperyalist yoz kültürle olması yüzünden yabancılaşma ve apolitize edilmenin yarattığı sorunlar,

d- Politik yönetime katılmanın önüne çıkan engeller olarak sıralayabiliriz.

Devamla günümüzde de hüküm süren sorunları kısaca belirtirsek;

a- İşsizliğin yoğunlaşması üzerine cüzi miktarlarda primlerle geri dönüşe zorlanması,

b- Serbest dolaşım haklarının engellenmesi,

c- Türk düşmanlığının körüklenmesi,

d- Vize almada sorunların çıkarılması, vb.dir.

Diğer bir önemli nokta ise, Avrupa’daki göçmen işçilerin Türk Faşist Hükümetiyle olan sorunlarıdır. Bunlar ise;

a- İşçilerin geri dönüşlerinde Avrupa’da kazanılmış olan Sigorta ve Prim haklarının işletilmesinde çıkarılan zorluklar,

b- İşçileri çeşitli Avrupa hükümetleriyle kendi çıkarları doğrultusunda Pazarlık yapması (örneğin, Alman Hükümetiyle yapılan anlaşma çerçevesinde askeri araçlar sağlamak için serbest dolaşım hakkının pazarlık konusu yapılması vb.)

c- Gidiş-gelişlerde sınır kapılarında çeşitli sorunlarla karşılaşan işçilerin, sorunlarına olan kayıtsızlık sonucu kötü muamele, rüşvet, haracın meşru hale gelmesi vs. gibi, sorunlar nedeniyle yaşamlarının birer parçası durumuna getirilmesi vs. olarak bahsedebiliriz.

Bu yüzden, örgütümüz gerek işçilerin mevcut sorunları temelinde., gerekse devrim perspektifi temelinde, bu alandaki mücadeleyi, alanın somut durumundan dolayı barışçıl mücadele metodlarıyla gerçekleştirmeyi bir zorunluluk olarak görmektedir;

1- Ekonomik-demokratik mücadele araçlarının yaratılmış,

2- Emperyalist kültürün etkilerinin kırılması için ideolojik ve kültürel mücadele araçlarının bulunup hayata geçirilmesi, bunun için yayın organı politikasına bağlı olarak çeşitli yayınların çıkarılması ve kültürel faaliyetlerin örgütlendirilmesi,

3- Yurt dışındaki Türk ve Kürt emekçilerinin Türkiye’deki iktidar mücadelesi için seferber edilmesi, politika, ajitasyon ve propaganda çalışmalarının yapılması, uygun örgüt biçimlerinin ve mücadele araçlarının yaratılması,

4- Örgüte aktarımın sağlanması, tüm bunlara bağlı olarak maddi ve manevi desteğin sağlanması.

Örgütümüz açısından:

Hareketimiz geçmişte gerek Avrupa’da Türk ve Kürt işçilerin arasında, gerekse de uluslar arası dayanışma platformunda planlı, programlı ve devrimci perspektiflerle yola çıkan bir çalışma örgütleyememiştir. Avrupa’daki işçi kitlesinin sorunları göz ardı edilmesi ve tali bir alan olmasından hareketle kendiliğindenci ve sekter bir tutum izlenmiştir. diger yandan, anti-emperyalist mücadele cephesinde yer alan çeşitli örgütlerle ilişkilere daha çok egitim (askeri-teknik) vs. olanaklar çerçevesinde bakılmış, yada bunun tam tersi Marksist olmadıkları için ilişki kurmaktan kaçınılmıştır.

Kısacası bu ilişkilerde enternasyonalist dayanışma ve anti-emperyalist mücadele aynı teorik-ideolojik kaynaklı hareketlerin dayanışması gibi dar bir çerçeve içine düşülmüş ve oluşturulmaya çalışılmıştır. Yada bu ilişkilere karşılıklı çıkara dayanan pragmatik ilişkiler hakim olmuştur. bu durum kaynağını daha çok enternasyonalist dayanışma ve anti-emperyalist platform anlayışlarındaki eksik ve hatalı anlayışlardan alınmıştır.

MEVCUT DURUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ EMPERYALİZM

VE ORTADOĞU AÇISINDAN

1974-80 arasındaki tarihsel sürece göz attığımızda, kurtuluş mücadelesinin dalga dalga yayıldığını, devrimle taçlandırıldığını, devrimci mücadelenin ivmesinin yükseldiğini görürüz. Dünya halklarının baş düşmanı ABD emperyalizminin Vietnam’da yemiş olduğu tokat, emperyalist sömürgecileri ürkütürken, ezilen halkları ise mücadelelerinde yol gösterici oluyordu.

Dünya ölçüsündeki bu gelişmeler, finans oligarşilerin geri bıraktırılmış ülkelere yapmış oldukları yatırımları durdurmaya ve var olanı da en az zararla kurtarmaya itiyor, sermayenin, geri bıraktırılmış ülkelerden metropol ülkelere yönelmesine yol açıyordu. Emperyalizm, dünya halklarının mücadelesi karşısında tam bir gerileme aşamasına girmiş bulunuyordu. Emperyalizmin jandarmalığını üstlenen ABD emperyalizmi, bu gerileyişten çıkan ekonomik-politik açıdan en çok darbe yiyen ülke oluyordu.

Bu konjoktürel durum içinde devrimci yükselişin en yoğun olduğu bölgeler, Latin-Amerika ve Ortadoğu idi. 1970-80 arasındaki süreç Ortadoğu açısından oldukça yoğun politik yılların göstergesidir. Faşist diktatör İran Şah’ına karşı ayaklanan İran halkı, Mollalar önderliğinde politik iktidarı ele geçiriyorlardı.

Bu gelişme bölgedeki politik dengeleri sarsıyor, yeni bir sürecin başlangıcını açıyordu. Filistin halkının ulusal Mücadelesi’nin yanında İslami temellerde yeni bir anti-emperyalist, anti-ABD’ci bir gelişim yeni fenomenlerle güçleniyordu. Eisenhower Doktrini ile birlikte petro-dolar’lı gerici körfez rejimlerinin mali desteğiyle birlikte beslediği iki jandarmasından(İsrail, İran) birinin kaybı keza aynı yıllarda Sovyetlerin, Afganistan’a girişi, böylece körfezde konumunu güçlendirmesi de, ABD Emperyalizmi için tehlike çanlarının çalmasına, ekonomik öneminin yanı sıra bölgenin stratejik öneminin daha da artmasına neden oluyordu. İsrail’in bölgede tek başına yürüteceği jandarmalık göreviyle, bölgenin emperyalizmin çıkarları açısından gerçek bir denetim altında olamayacağı açıktır. her şeyden önce Siyonist İsrail’in, bölge ülkeleriyle tarihsel açıdan uyuşmaz konumda oluşundan dolayı tecrit edilmiştir. bu anlamda bölgede politik açıdan söz sahibi olabilme özelligi yoktur.

ABD Emperyalizmi kendisi için giderek tam bir çıkmaza dönüşen bu ortamın politik açıdan kendi lehine düzenleyebilmek için hedef olarak kendine İran’ı seçiyor, ancak kısmi olarak girişilen operasyon tam bir fiyaskoyla sonuçlandığı gibi, ABD emperyalizmini daha karışık bir cenderenin içine itiyordu. Artık bölgede gerici körfez ülkelerinden ağırlıkla aldığı destekle varlığını hissettiriyordu.

Diğer yandan Filistin Halk’ının mücadelesinin yükselmesi, Siyonist İsrail açısından da büyük tehlikeler oluşturuyor. Filistinlilerin askeri güçlerinin yanı sıra dünya kamuoyuna yaptıkları diplomatik girişimleri ile de, Siyonist İsrail’in siyasal tercihine de ağırlık veriyorlardı. ABD Emperyalizmi bölgedeki tem militarist gücünün azalmasına göz yumamazdı.

Siyonist İsrail’in politik meşruluğunu sağlamak ve aynı zamanda İran’ın düşüşü ile boşalan jandarmalık görevini de Mısır’a vermek istiyordu. Nasır Hareketi’nden bu yana Arap ülkelerinin üzerinde prestiji bulunan, hem de güç açısından önemli bir ülke olan Mısır’ı kullanarak bir taşta iki kuş politikasına yöneliyordu. Camp Davit antlaşmasıyla bu politikasına pratikte hayatiyet kazandırmasına rağmen, Mısır’ın diğer Arap ülkelerinden tecrit edilmesi sonucu, ABD Emperyalizmi arzuladığı sonuca ulaşamıyordu.

Yukarıda belirttiğimiz gibi,74-80 süreci dünya konjonktüründe emperyalizmin dünya halkları karşısında gerilediği yılların sürecidir. 1980’li yıllara girildiğinde emperyalizm ekonomik planda yeni düzenlemelere giderken, politik anlamda da dünya halklarına karşı saldırıya geçmiştir.

Ortadoğu’da yükselen mücadelenin odak noktası haline gelen Lübnan, ABD Emperyalizmi Siyonist İsrail tarafından denetim altına alınması gereken bir bölge konumundaydı. Bu amaçla harekete geçen Siyonist İsrail, Filistin Halkı’nın mücadelesini bastırmak ve bu gücü silahsızlandırmak istiyordu. İlk etapta görevi açısından başarı sağlayan Siyonist İsrail, mücadelenin yeniden yükselebileceğinin bilincinde olduğundan çekilirken kendisine SAYDA Bölgesi’nin altında bir güvenlik kuşağı oluşturuyor, ABD Emperyalizmine dayanan Hıristiyan burjuvazisini de iktidara getirmeye çalışıyordu. Ancak Hıristiyan burjuvazisi ve askeri gücü ülkeyi tek başına denetim altına alabilecek durumda olmadığından, politik-askeri olarak etkili olan güçlerle uzlaşmaya gitmek istemiş, bu güçlerin direnişi sonucu, ABD, İtalya, Fransa, İngiltere’yi müdahaleye çağırmış, buna rağmen ulusal ve etnik güçlerin kararlı mücadelesi sonucu, deyim yerindeyse apar-topar çekilmek zorunda kalmışlardır.

Ayrıca ABD Emperyalizmi bölgedeki çıkarları açısından zararlı gördüğü İran’daki Molla rejimini yıpratmak, ekonomisinin istikrar kurmasını engellemek ve böylece kitleleri iktidar karşı ayaklandırmak amacıyla, Irak’ı İran’a karşı kışkırtıyordu. Irak rejiminin de işine gelen bu durum statükonun üzerinde önemli etkiler yapacağından nerede ve nasıl sonuçlanacağının kestirilmesi zor olduğu savaş gündeme geliyor ve ABD Emperyalizmi de bölge denetimi açısından uzun vadede fonksiyonunu korumuş oluyordu.

Günümüzde ise, bölgede politik dengeler açısından önemli değişiklikler olmamakla birlikte, 1982’de Siyonist İsrail’in Lübnan’a girişiyle etkisi kırılan ve bölgeyi terk etmek zorunda kalan işlerliğin birliği dağılan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün yeniden toparlanması, Birlik Kongresi, Mısır’ın bölgede giderek artan etkisini yeni gelişmeler olarak belirtebiliriz.

Türkiye’nin bölgedeki durumuna göz attığımızda, devrimci ve ulusal mücadeleleri bastırmak anlamında geçmiş Şah Rejimi gibi jandarmalık misyonu üstlenecek durumda değildir. Gerek bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkileri açısından, gerekse de politik anlamda otorite sahibi olmadığından bu misyon olanaksız durumdadır. Sınırlı bir kesit içinde bölgeye yönelik olarak emperyalizmin kuvvetlerine üs sağlamak, lojistik destekler vererek bir sıçrama tahtası konumundadır.

Bu misyonun bile açık bir şekilde ortaya konulması yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı imkansızdır. Temel fonksiyonlarından ise, sosyalist ülkelere karşı bölgede emperyalizmin ileri bir gözcü karakolu durumundadır. Bölgedeki güçlerin kısaca değerlendirilmesi açısından, Filistin mücadelesi önemli bir kesit içinde sosyalizmin itici gücü olarak fonksiyon oynamasına rağmen, yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi, 1982 sonrası bu fonksiyonunu yitirmiş durumdadır. Diğer yönüyle de, bölgede ciddi müttefik ilişkileri olmadığından mücadelenin liderlikleri daha çok pragmatist ilişkiler içerisine girmiş olması da, bunda önemli bir rol oynamıştır.

Kürt ulusal hareketleri içinde, anti-emperyalist karakterli Talabani ile Türkiye-Kürdistan’ındaki PKK Hareketi, bölgedeki itici bir rol oynayabilirler. Bölgenin sınıf ilişkileri bakımından sosyalizmin itici gücü olmak fonksiyonuna ve mücadelenin devrimci gücü açısından en yakın olan Türkiye Devrimci Hareketi’dir.

HAKİM SINIFLAR-FAŞİST CUNTA VE KİTLELERİN DURUMU AÇISINDAN TÜRKİYE

12 Mart Açık Faşizminden çıkan Türkiye ekonomik ve politik sorunları çözememiş, aksine daha da yüklü problemlerle yeni bir sürece girmiştir. Her ne kadar demokrasicilik oyununun perdesi CHP-MSP Koalisyonu ile açılmış olsa da sistemin doğal krizi çözümlenememiş. Bunlara 73’deki petrol krizi de eklenince döviz girdisindeki açık ve dış borçlar giderek yükselmiş, kitlelerin yoksullaşması hızlanmıştır.

Bu sürecin sonunda kurulan 1.Milliyetçi Cephe Hükümeti ile ekonomi tamamen IMF reçetelerine göre yönetilmeye başlamış, devalüasyonlarla birlikte temel gıda ürünlerine yapılan zamlarla ekonomi rahatlatılmaya çalışılırken ekonomik-politik baskılar yoğunlaşmış, bu ise kitlelerde hareketlenmeye, devrimci hareketin ivmesinin yükselmesiyle politize olmalarına, sendikal mücadelenin yükselmesine yol açmıştır.

1978 yılına gelindiğinde kitlelerin önünde umut olarak, transferli CHP Hükümeti görülüyor, ekonomiyi güçlendirme adına istikrar paketleriyle(!) hem IMF uzmanlarının isteklerini hem de oligarşi içindeki tekelci sermayenin isteklerine cevap vermeye çalışıyordu. Ancak, hem iktidar partisi olarak, homojen bir yapıya sahip olmayışı, hem de kitlelerin artık kendilerini daha da yoksullaştıran tüm istikrar paketlerine yükseldiği tepki nedeniyle bunları uygulayamıyordu. Tekelci-burjuvazi bu duruma açıkça tavır alarak, CHP Hükümetinin IMF kararlarını gönülsüz uygulamakla suçluyordu.

ABD Emperyalizmi ise, yeni işbölümü planlarına uygun olarak artık ithal-ikameci modelin terkini, yerine ihracata yönelik sanayileşme modeline uygun ekonominin düzenlenmesini istiyor, işbirlikçi yerli tekelci-burjuvazi de dünya bankası aracılığıyla sunulan emperyalizmin bu dayatmasının gereklerini canı gönülden uygulaması için AP Hükümetini işbaşına getirdi.

Ülkemizde 24 Ocak Kararları olarak bilinen ihracata yönelik sanayileşmenin reçetesini maddelersek;

1- İthal-ikamesine dayalı gelişme modeli aşırı korunmuş, verimsiz sanayi yaratılmasına neden olmuştur. Ekonomi uluslar arası rekabete açılmalıdır. Fiyatlar düşürülmeli, başarısız sanayi birimleri ayıklanmalı,

2- Kamu kesiminin çapı daraltılıp piyasaya müdahalesi engellenmeli,

3- Bu sektörler kendi kendilerini finans eder hale getirilmeli, ürettiği hizmet malların fiyatları arttırılmalıdır.

4- Fiyat kontrolleri kaldırılmalı. Faz hadleri attırılmalı, ülke içi fiyatlarla dünya ticaret hadleri uyumlu hale getirilmeli,

5- Reel ücretler düşürülmeli, böylece karların artırımı sağlanmalı, dolayısıyla yatırımın artırılmasına yol açılmalı, üretimin giderlerinin düşürülmesi ile de enflasyon frenlenmeli,

6- Para ve maliye politikalarının esası para arzının taleple dengeli olarak geliştirilmeli, dengeli olarak sağlanmalıdır.

AP Hükümeti emperyalizmin ve yerli tekelci-burjuvazinin bu istemlerini yerine getirmek için harekete geçmiş, ABD dolarının 47 TL’den 70 TL’ye çıkarmış, KİT’lerde %300-%400’e varan zamlar yapmış, temel gıda ürünlerine uygulanan devlet sübvasyonları da kaldırılmıştır. Ancak doğaldır ki, tıkanan sistemin açılması bunların uygulanmasıyla emekçi yığınlar, 1975 sonrası giderek artan devrimci mücadelenin içinde bizzat yer almaya başlamışlar, ülkeyi grev dalgaları sarmış, kitlesel gösteriler gederek silahlı kitle gösterilerine dönüşmeye başlamış, tariş’te olduğu gibi zaman zaman açık bir şekilde oligarşinin kolluk güçleriyle savaşmaya dönüştürmüştür.

Oligarşinin ekonomik kararları uygulayabilmek, devrimci mücadeleyi sindirmek için, Maraş, Çorum, da olduğu gibi kitlesel katliamlara yönelik provokasyonlar düzenliyor, böylece ordu kısmi olarak devreye sokulurken diğer yandan da sınıf savaşımının içini boşaltmak amacıyla anarşi, terör, sağ-sol çatışması propagandasını işliyor, toplumsal huzur naraları atıyordu.

1980’lere gelindiğinde yukarıdan aşağıya tam bir krizin içindeydi. Oligarşi parlamenter sistemin bütün olanaklarını zorlamış ve sözü en güçlü 3. parti’ye, yani Ordu’ya bırakmıştır.

Kardeş kavgasına son vermek”, “Can güvenliğini sağlamak”, “En kısa sürede demokrasiye geçmek” demogojileri ile Ordu yönetimi ele almıştır. Oligarşi hedefine ulaşmış ve Ordu’ya da hedefini gösteriyordu. Emperyalizmin yeni işbölümüne uygun olarak hazırlanan reçeteleri hayata geçirmek, toplumsal muhalefetin ezilmesi, devrimci güçlerin yok edilmesi ve emperyalist efendileri ile at oynatacakları dikensiz gül bahçesi yaratılması.

Askeri Faşist Diktatörlük görevlerini yerine getirmek için harekete geçmiş, bütün sendika ve derneklerin kapatıldığını tüm güçlerin yasadışı ilan edildiğini açıklıyordu.

Can güvenliği sağlamak” demogojisi altında devrimci hareketlere yönelik kanlı bir imha hareketi başlatılarak oligarşinin sözünü ettiği toplumsal huzur sağlanmaya çalışılıyordu.

Sıra ekonominin IMF reçetelerine göre şekillendirilmesindeydi. Cunta, 24 Ocak Kararlarının uygulanmasına devam ediyor, ücretleri donduruyor, işçi haklarını oluşturuyor, oluşturduğu YHK ile kıdem tazminatlarını kısıtlıyor, ikramiyeleri sınırlıyor, izinleri azaltıp çalışma günlerini çoğaltıyordu. Anarşi yuvası olarak görülen üniversiteleri de askeri kışla disiplini ile yönetmek için YÖK oluşturulurken memur kesimi de toplumun tek tipleştirilmesinde nasibini alıyor, dernek kurma, sendikalaşma, grev yapmalar yasaklanıyordu. Toplum üzerinde yoğun bir baskı ve pasifikasyon politikası yürütülürken diğer yandan da yoğun bir apolitikleştirme kampanyası sürdürülüyordu.

Devrimci Hareketlerin büyük oranda susturulduğu, Suni-Dengenin oligarşinin lehine tesis edildiği bu dönemde Cunta hazırladığı Anayasayla, faşizmin yukarıdan aşağıya kurumlaştırılmasını, baskı altında kitlelere onaylatılırken aynı zamanda faşist diktatör Kenan evren’de cumhurbaşkanlığına seçiliyordu. 1983 yılına gelindiğinde, iktidar oligarşinin ve emperyalistlerin düzenini sağlamış ve Cunta’nın ekonomisinden sorumlu Turgut Özal’ın başkanlığındaki ANAP’a devrediliyordu. Bu olgu, diktatörlüğün istemiyle çelişmesine rağmen kitlelerin üç yıllık Cunta baskısından bir an evvel kurtulma düşüncesiyle “denize düşen yılana sarılır” deyişine uygun oylarını ANAP’a vermişlerdir. Oysa sistem bir bütün, partiler de onların araçlarıdır. Ekonomik bunalımın, işsizliğin, enflasyonun doludizgin gittiği gibi çıkartılan yeni yasalarda, devlet tam bir polis devletine dönüştürülüyor, baskı, şiddet daha da güçleniyordu. Bu kapitalist sistem için kaçınılmaz bir sonuçtur.

Toplumun en aktif güçleri olan devrimci hareketler büyük oranda kendi hatalarının sonucu olarak Cunta’nın büyük oranda başarı kazanmasına yol açmış, böylece toplumsal muhalefet de susturulmuştu. Cunta sonrası sömürünün azgınlaşması, yoksullaşmanın had safhaya ulaşması, işsizlik vb. olgular, toplumda içten içe bir kıpırdamayı başlatmış, tüm hatların gasp edilmesine rağmen, işçi sınıfı kazanımlar için bir dizi grevlere başvurmuş, tüm yasal engellere karşı günümüzde hemen hemen her iş koluna yansıyan grevler örgütlendirilmiştir.

Keza üniversitelerde öğrenci gençlik YÖK’ün tek tip öğrenci dernekleri yasasına karşı demokratik mücadelelerini yükseltmektedirler. Toplumun bütün kesitleri bir kıpırdanış içinde olmasına karşın, kendiliğinden yükselen bir muhalefet durumundadır. İhtilalci çizgi ile yönlendiremediğinden oligarşinin icazetli legal sınırları içinde boğulmayla karşı karşıyadır.

 

Hareketimiz Açısından

Açık Faşist Diktatörlük işbaşına geldiğinde emperyalizm ve oligarşi devletin bütün militarist gücünü devrimci hareketin üzerine saldırtarak toplumdan izole etmeye çalıştı. Amaç varolan ekonomik krizin yeni yapılanmayla aşarken, halkın kaynaklarını soymak, 24 Ocak Ekonomik Kararlarını hayata geçirirken emperyalizm ve oligarşi için “huzuru” sağlamak, bu anlamda da halkın direnişini ve örgütlülüğünü dağıtmaktı.

Karşı-devrimin bütün güçleriyle, devrimci hareketlere saldırdığı bu yıllarda devrimin gelişebilmesi ancak kırsal alanda gerilla mücadelesinin örgütlendirilmesiyle mümkün olabilirdi. Devrimci Hareketimizin kırsal alandaki örgütsüzlüğü bu anlayışı hayata geçirebilmenin önünde bir engeldi. Faşist Cunta sonrasında da hareketimiz kır gerillasına yönelik politika ve taktikler tespit edemediğinden esas olarak mücadelesini kentlerde sürdürmek zorunda kaldı. (kırsal alanda tamamen örgütsüz durumdaydı.)

Kentler düşmanın bütün güçleriyle saldırıya geçtiği dönemlerde devrimci güçlerin gelişmesi açısından tehlikeli özelliklere sahiptir. Bu nedenledir ki; uzun süreli Halk Savaşı anlayışında devrimin temel gelişme alanı olarak kentleri görme, bu perspektife uygun olarak diyebiliriz ki, Hareketimiz kentlerde çok gelişkin bir çalışma da yürütseydi, devrimi geliştirme esprisi gerçekleşemezdi. yeni koşulların yeni taktiklere ihtiyaç duyacağı aşikardır. Hareketimiz Cunta sonrası kendisini, düşmanı, kitlelerin politik tutumunu reel olarak değerlendiremediğinden örgütü geliştirme açısından yeterli düzeyde kuvvet olmasına rağmen taktik tespitinde yetersiz kalmıştır.

Özellikle 1981 Haziran darbesinden sonra, taktik olarak geri çekilme gündeme alınmalıydı. Bu geri çekilme:

a- Kuvvetlerin düşman tarafından ezilmesini,

b-Hareketimizin kitlelerle olan bağlarının kopmasını engelleyeceği gibi,

c- Örgüt güçleri belli bir plana bağlı olarak savaş hattında daha güçlü olmasını ve devrimci gelişmeyi sürekli geliştirecek tarzda hazırlanmasına,

d- Hazırlık sürecinde kitleler arasındaki ilişkilerin (kentlerde ve kırlarda) gerillanın siyasal tabanını oluşturmak açısından örgütlenmesini sağlayacaktı.

Bu nedenledir ki, geri çekilme “ricat” hem devrimci hareketimizin güçlerini koruyacak, hem de korunan güçlerin hazırlığıyla birlikte yeni sürece uygun olarak PASS’ı hayata geçirmeyi gerçekleştirebilecekti. Örgütümüzün, Faşist Cunta’dan ideolojik-politik-taktiksel sorunlarını aşamayışının ağırlıklı olarak örgütün siyasal bakış açısından, kültüründen kaynaklanmıştır. liderligin kendini devrimci anlamda aşamayışının sonucu olarak kadroların bu süreçte siyasal olarak aktif olamayışları ortaya çıkmıştır.

1980 darbesinden sonra geri kalan unsurlar eski sol anlayışlarının bir devamı olarak sağlıklı bir değerlendirme yoluna gitmeyerek, ivedi olan bu olguyu sadece darbenin değerlendirilmesine indirgeyerek, örgüt esprisini, Konferans esprisini kavrayamadıklarından alelacele düzenlemelerle mücadeleyi sürdürmeye çalışmışlardır. Örgütün ve sürecin ihtiyaç duyacağı mücadele perspektiflerinden uzak olan bu anlayış, 6 Haziran 1981’e kadar sürdürülmüş, örgütün maddi gücü tüketilmiştir. Bu dönemden sonra sağ anlayış savunulmasa da, örgütümüz pratikte sağa düşmüş ve sürece hakim olamamıştır. Yine bu dönem karakteristik olarak örgüt içi çalkantılara sahne olmuş, ancak., sürece devrimci anlayışların egemen kılınması sonucu ÜÇÜNCÜ OLAĞANÜSTÜ KONFERANS oluşturulabilmiştir.

Yine önemle belirtmek isteriz ki, yaşanan geçmiş süreçte imansızlıklardan kaynaklanarak da olsa, stratejik hedefimizin dışında kalan orta-burjuva hedeflere yönelinmiştir. Partimiz, stratejik hedeflerimizin dışında olan bu yönelimlerin özeleştirisini yaparken, bu tür eylemlerin karşısında olacağını da kamuoyuna duyurur.

Sol’a Yönelik

P-C Kızıldere darbesiyle örgütsel yapısını kaybetmiş olmakla birlikte geniş kitleleri sarsmış, yoğun bir potansiyel oluşturmuştur. Bu potansiyel 1974 sonrası gerek geçmişte çeşitli düzeylerde P-C ile ilişkisi olmuş birey ve çevrelerde gerekse de kendi içinden çıkardığı çeşitli çevre ve gruplarca oluşturulan bir çok örgütlenmeye bölünmüştür. Bu siyasal örgütlenmeler P-C çizgisinin potansiyeli üzerine oturduğu gibi farklı yorumlamalarla bu çizgiyi hayata geçirmeye çalışmıştır.

1975-83 sürecinde örgütlenmemiz, P-C çizgisini doğruya en yakın yorumlamış olmakla birlikte daha önce yaptığımız değerlendirmelerde olduğu gibi çizgiyi yorumlamada ve yaşanan süreci kavramada zaafa düştüğü için, ne mücadelesi ele ne de herhangi bir programla bu örgütlenmeleri tek merkez etrafında toparlayamamıştır. Aynı durum diğer örgütlenmeler içinde geçerlidir.

Tek bir potansiyelin çeşitli farklılıklarından dolayı parçalanmışlığı, hemen her örgütlenmenin değişik oranda da olsa devrimin çıkarlarıyla grubun çıkarlarını karşı karşıya getirerek, grupçu ve sekter politikaları düşmana karşı güçlü ve merkezi bir örgütlenmenin inşasının oluşmasına engel olmuştur, böylece düşmanın ekmeğine yağ sürülmüştür.

Günümüzde bu örgütlenmelerin tamamı düşmandan yediği ağır darbeler sonucu değişik oranda dağınıklık yaşamaktadır. Ve Parti-Cephe potansiyeli yine aynı parçalanmışlığın içindedir. Bu parçalanmışlığa son vermek, kuşkusuz sürdürülen çok yönlü mücadeleyle olacaktır. İnanıyoruz ki, geçmişten çıkardığımız dersler ışığında sürdüreceğimiz savaş, dağınıklığın giderilmesinde büyük rol oynayacaktır. Ne var ki, tek başına savaşımın örgütleyiciliği ile bu işi başarmanın yanı sıra örgütlenme olarak Parti-Cephe kökenli diğer örgütlere yaklaşımı ve böylece dağınıklığın giderilmesi yönünde grupçu anlayışlardan uzak enerji sarf etmemiz gerekir. Bunun için bir program etrafında birlik için bu örgütlere çağrı yapmalıyız.

Her birlik mücadele içinde ve belirli temelde olur. Hiç şüphe yok ki, temel PASS’dir. Ancak bu örgütleri birbirinden ayıran olguların PASS’ni farklı yorumlamak olduğu göz önüne alınırsa 1975-80 süreci ve içinde yaşadığımız sürecin PASS ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmesi, birliğin zeminini oluşturacaktır. Bu nedenle bu örgütlenmelere Konferansta aldığımız kararların açılımı ile gitmeli, bu temelde tartışma örgütlenerek ortak bir politika ortaya çıkarmaya çalışılmalı ve bunun sonucu Birlik Kongresinde tek bir örgütlenme içinde birleşilmelidir.

Birlik tartışmaları önerisi örgütlerin merkezlerine götürülmeli, ayrıca kendi yayın organlarımızda bu program geniş kitlelere çağrılarak duyurulmalıdır.

Örgüt merkezilerine birlik önerisiyle gitmekle birlikte belirlenen zeminde tartışma, merkezler arasında sınırlı kalmamalı, bu tartışma içine giren her örgütlenme, kadro ve aday kadroları bu tartışmanın içine çekilecek şekilde örgütlenmelidir. Bunun araçları ve çeşitli ilkeleri ise örgüt merkezleri arasında belirlenmelidir.

Bu faaliyet, sürecinde her örgütlenme bağımsız olarak çok yönlü mücadelesini sürdürmeli, yani birlik tartışmaları örgütlerin savaşım sürdürmesinin engeli olmamalıdır. Kuşkusuz bu süreçte sürdürülen savaşım içinde birlik tartışmalarının dışında işbirlikleri yapılmalıdır.

 

M L S P B

MERKEZ KOMİTESİ POLİTİKALARI

 

Mevcut Durum Ve Görevlerimiz

Bütün ülkelerini burjuvazileri çıkarlarını savunmak ve egemenliklerini elden bırakmamak için ister istemez birbirinden ayrı iki hükümet sistemi, iki yönetim uygularlar. Bu yöntemler bazen birbirlerini izler, bazen de çeşitli kombinasyonlar halinde iç içe geçmiş bir durum gösterirler. Bunlardan birincisi, şiddet yöntemi, işçi hareketine her türlü ödünde bulunmayı reddederler, bütün köhne kurumları destekleyen, reformlara kesinlikle karşı çıkan yöntemdir. İkinci yöntem ise, “liberalizm” yöntemidir. Politik paktlar, reformlar, ödünler vb. doğrultusunda alınan önlemlerdir.” (LENİN)

Bizim gibi ülkelerde de bu durum geçerlidir. Devletin faşist özelliği degişse’de politik iktidarlar, ekonomik-politik-toplumsal gelişmelere oranla iki yöntemden birini veya çeşitli biçimlerde her ikisinin bileşkesini kullanırlar. bunun bir çok örneği görülmüştür.bunun en yakın örnekleri, son yıllardaki politikalardır. cunta koşulları katı sopa süreci olurken, cunta sonrası sopa ağırlıklı olarak ikisinin bileşimi bir politika uygulamaktadır. Son birkaç yıldır kombinasyonda hafif kaymalar görülmesi, uzun yıllardır, baskı altında kalan ağır sömürü ve sefaletle yüz yüze bulunan emekçi kitlelerin, potansiyel muhalefetinin yükselmesinden ve hoşnutsuzluklarını çeşitli biçimde dışa vurmasındandır.

Önümüzdeki süreç emekçi kitlelerin yaşam koşullarının daha da ağırlaşacağı bir süreçtir. Yerli oligarşi, kendi içinde tekelci burjuvazi,1980 sonrası toplumsal ve ekonomik yapıda lehine düzenlemeler yapmakla birlikte, toplumsal yapıya ilişkin dönüşümlerde daha verimli olmasına karşın ekonomik yapıda, her ne kadar yapısal dönüşümler sağlamış olsada, bunalım, istedigi şekilde çözümlenememiştir. Ekonominin önemli sorunlarından ödemeler dengesi açığı ve yüksek enflasyon tırmanışa geçmiştir.

Bugün tekelci burjuvazi lehine ekonomik büyüme hızı, dünya ölçeğinde ilk sıralarda yer almakla birlikte, yatırımlar, ekonomik, toplumsal yapıya oranla büyük çoğunlukla ölü yatırımlardır. Trilyonları bulan iç borçlanmalar üzerine yükselen böylesi bir genişleme, ileriye yapısal sorunlar bırakırken enflasyonu körüklemektedir.

Dış Ticaret hadleri ise, ihracat aleyhine giderek daha fazla açılmaktadır. Bir yandan ihracat oranının düşmesi, diğer yandan metropollerin ticaret açıkları artan rekabet sonucu korumacı eğilimlerin güçlenmesi yeni-sömürge ülkeler dış ticaretlerini derinden etkiler. Metropollerdeki ticaret savaşının kızışması, ki bunun göstergeleri mevcut, Türkiye’yi genel olarak bir yöne eğilme zorunda bırakırken, yerli tekellerin çelişkilerini şiddetlendirecektir. Ayrıca dünya ticaretindeki bu durum ve bir parçası dolar değerindeki kaymalar ülke ekonomisini derinden etkileyecektir.

Diğer yandan 40 milyon dolara yaklaşan dış borç ve en büyük dilimlerinin önümüzdeki iki yıl içerisinde ödenmesi zorunluluğu ödemeler dengesindeki büyüme eğilimi ile birlikte düşünüldüğünde, ekonomik ve toplumsal yapıyı büyük sarsıntılara sokmaya gebe. Dış borçları ödeme zorunluluğu, yani borçlanmalar ve çeşitli biçimlerde döviz girdisi sağlamak için emperyalizme yeni tavizleri beraberinde getirecektir. Aynı zamanda iç tüketimin düşürülmesini, ücretlerin düşük tutulmasını kamçılayacaktır. Ve böylece emekçi kitlelerin yaşam koşullarındaki bozulma artarken toplumsal farklılaşmalar, büyük sınıf çelişkileri daha da keskinleşecektir.

Bu gelişmeler, oligarşi içi ve oligarşiyle orta kesim arasındaki çelişkilerin keskinleşmesini bunun toplumsal ve politik yaşama yansımasına yol açarken, zaten her türlü toplumsal hakkı gasp edilmiş emekçi kitleler, uzun yılların baskılarına karşı oluşan hoşnutsuzluklarla birlikte geçmişe oranla daha fazla hareketlenecektir.

Bu durumda hükümet baskıyı biraz artırmakla birlikte, baskıyı daha çok tek tek birimlere yönelterek geneli yıpratmaya. Sindirmeye yönelecektir. Bu genele yönelik baskı olmayacağı anlamına gelmez. Hiç kuşkusuz bu olacaktır. Anlatılmak istenen, kitle hareketlerine karşı terör uygulayamayacağı, genel olarak demokratik kıpırdanışlara karşı üç-dört yıl öncesi gibi politika izleyemeyeceğidir.

Gerek geniş kitlelerdeki baskıya karşı, başkaldırı birikimi ve bunu dışa vurumu, gerek mülk sahibi sınıflar arası çelişki ve burjuva muhalefetteki artış, hükümeti baskı uygulamaktan frenleyecektir. Burjuvazi geniş kitlelerin hareketlenmesi karşısında içinde bulunduğu çelişkiler ve açmazlar sonucu, demokratik muhalefetlere bazen siyasal tavizler vererek boyun eğmek zorundadır.

Kısaca Sınıfların Genel Durumu

Özellikle 80 sonrası oligarşi içi güçler dengesinde nisbi değişmeler olmuştur. Tekelci burjuvazinin ekonomik-siyasi ve toplumsal yaşamdaki etkinliği daha da güçlenmiştir-Böylece tekelci burjuvaziyle diğer kesimler arasındaki çelişki şiddetlenirken, bu süreçte tekeller arası çelişkilerde yoğunlaştı- Tekelci burjuvazinin finans kesimi ve/veya banka sahibi tekellerle diğer tekeller arası çelişki keza ticari alanda ihracatçılar ile diğer kesimler arası çelişki yoğunluk kazanmıştır. -Bununla birlikte finans kesimin bir kısmı geriye dönmeyen krediler nedeniyle güç durumdadır. Ve devlet tarafından yer yer başvurulan “kurtarma operasyonları” ile ayakta durabilmektedir.- Kısaca tekelci burjuvazi içi çelişkiler bir bütün olarak yoğunlaşmış ve aralarında kurt kanunu geçerlidir.

Diğer yandan, tarımla tarımsal alan dışı kesimler arasındaki çelişkiler sürekli tarım aleyhine açılmaktadır. Tekelci burjuvazinin tarımsal alana el atmasının dışında da tekelleşme başlamıştır. Bu gelişmeler tarım ile tarım dışı kesimler arasındaki çelişkiyi daha da şiddetlendirirken, kırsal alandaki çözülüş ve iç çelişkiler yoğunlaşmaktadır.

Orta burjuvazi ise; ekonomik ve toplumsal yaşamda tekelciliğin etkinliğinin artmasıyla, hızla çöküş yaşamaktadır. Ve tekelci burjuvaziye bağlılığı artmıştır.

Kısaca, mülk sahibi sınıflar arasındaki çelişkiler yoğunlaşmıştır, ve bu durum politik arenaya yansımaktadır. Burjuva muhalefet bu çelişkilerden de yola çıkarak emekçi kitleleri örgütlemeye ve ona yön vermeye çalışarak politik iktidara yönelecek, hükümeti güç durumda bırakacaktır.

Emekçi Kitleler Açısından;

Son yıllar işçi sınıfının çelişkilerinin daha fazla keskinleştiği yıllardır. Sınıf nicel ve nitel olarak gelişmiştir. Sınıfın mülksüzleşmesi büyük ölçüde tamamlanmıştır, yani köyden kopmuştur. 17 milyona ulaşan nicel gücüyle toplumun en önemli dinamiğidir. Diğer yandan sınıfın toplumsal hakları gasp edilmiştir. Grev, toplu sözleşme, sendikalaşma hakları kağıt üzerinde kalacak ölçüde bırakılırken, ağır çalışma koşulları ve baskı altında tutulmak amacıyla çağdışı yaptırımlarla yüz yüzedir. Yaşam koşulları sürekli bozulmakta, iş-gücü değeri sürekli gerilemektedir. bugün gerçek hizmetle 1960 gerisine düşmüştür.

İşçi sınıfı gerek 80 sonrası karşı-devrimin en ağır baskı ve terörüne maruz kalmış toplumsal tabaka olmasında, sınıf çıkarlarının daha çok farkına varmaktadır. Ayrıca 75-80 sürecinin devrimci mücadelesi ve bizzat sınıfın bu yılların sonucundaki hareketliliğinin bir ürünü, şu an ki, mevcut durumuyla birlikte, sınıf bilinci, sınıf içinde yaygınlık kazanmıştır.

Proletaryanın genel olarak burjuva anlamda eğitim düzeyi yükselmiştir. Bugün sınıf içinde orta öğrenim oranı yüksektir. Unutulmamalı ki, 75-80 sürecinin devrimci kabarışını yaşamış gençliğin özellikle de meslek okulu öğrencilerinin büyük bir kısmı, bugün sınıfın bir parçasıdır. Hem de maddi koşullarıyla birlikte. Sınıfın bilinç düzeyi, çelişkilerinin şiddeti ve örgütlenme yeteneği on yıl öncesine oranla oldukça yüksektir.

Kırsal alanlarda ise, toprakta çözülüş yoğunlaşmıştır. Düşük taban fiyat politikaları, ağır tüccar sömürüsü, yüksek kredi faizleri ve yüksek üretim girdileri, köylülüğü çöküşe götürmüştür. Keza tarımdaki kapitalist gelişme ve tekelleşme, köylülüğü topraktan koparmakta, kır proletaryasının ve yoksul köylülüğün sayısını hızla artırmaktadır. Köylülüğün yaşam düzeyi çok bozulmuştur, ağır bir sefaletle yüz yüzedir. -ve çelişkiler şiddetlidir.- Özellikle çöküşün şiddetli olduğu ve ağır tüccar sömürüsüyle yüz yüze olan küçük toprak mülkiyetinin yaygın olduğu bölgelerin sol düşüncelere yönelmesi söz konusudur.

Küçük burjuvazi is, son yıllardaki politikalarında derinden etkilenmiştir. Küçük üreticiler hızlı bir mülksüzleşme süreci yaşamaktadır. Çelişkileri giderek şiddetlenmekte ve işsizler ordusunu genişletmektedir. ancak bu kesim genel olarak muhafazakardır. ve ANAP ve DYP gibi partileri desteklemektedir.

Burada değinilmesi gereken bir başka toplumsal tabaka ise gençliktir. Yeni-sömürge ülkelerde genel olarak üniversite gençliği toplumun dinamik devrimci düşüncelere açık ve hareketlilik içerisindeki kesimlerindendir. Ülkemiz sosyalist hareketin gelişmesinde de önemli bir yeri vardır.

Öğrenci gençlik, 80 sonrası karşı-devrimin ağır baskı, terör ve yasaklamalarıyla yüz yüze kalmıştır. Eğitim sistemi tamamen kalitesizleşirken öğrenciler sık bir cendereye alınmış, dersler dışında ülke ve toplumsal sorunlarla ilgilenmeye olanak tanımayacak şekilde düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Öğrenci gençlik, okul ve yurtlarda askeri disiplinle yüz yüzeyken yoğun ekonomik problemlerle yaşamaktadır. Bugün gençliğin huzursuzluğu yoğundur ve giderek aktifleşen bir hareketlilik içindedir. Ayrıca sosyalist düşünceler gençlik içinde hızla yaygınlaşmaktadır.

Kısaca, önümüzdeki yıllar, hareketli yıllar olacaktır. Bu hareketliliğin içerisinde yer almazsak, işçi sınıfı ve köylülüğün hoşnutsuzluğunu sınıf bilinciyle yükselterek örgütleyemezsek, işçi sınıfı ve köylülüğün ekonomik-demokratik taleplerini dile getiren ve onları politik iktidara yönelten iradi bir müdahale örgütleyemezsek, bugün sınıf ve köylülük içerisinde sağlam tohumlar atamazsak, olayların ve gelişmelerin gerisinde kalırız. Ayrıca burjuva muhalefetin, revizyonist ve reformist odakların hareket kabiliyetlerinden dolayı kitle muhalefetini örgütlemesi ve ona yön vermeye çalışması karşısında uyanık ve dikkatli olmak zorundayız.

Toplumda İdeolojik Etkileşimler

12 Eylül öncesi giderek derinleşen ekonomik-politik-toplumsal bunalım ve yükselen devrimci mücadele karşısında geniş kitleler hızla devrimcileşmeye başladı. Ancak, faşist cuntanın baskı ve sindirme politikaları, kitlelerde kabaran muhalefeti bastırırken korku egemen kılınarak beyinler silinmeye çalışıldı. Toplumda enjekte edilmek istenen yoz ideolojilerle kitleler politika dışı tutulmak istendi.

1- Topluma yönelik ideolojik bombardıman da İslami düşünceler körüklendi. İslami düşüncelerin şoven ideoloji ile tamamlanarak “Türk-İslam sentezi” adı altında resmi devlet politikaları arasında girdi.

Gerek devrimci savaşımın ezilmesi ve cunta koşullarında varlık gösterememesi, gerek toplumun İslami düşüncelere açık koşulları, yaşam koşullarının ağırlığından kaynaklanan kaderciliğin etkisiyle birlikte bu gerici ideoloji kitleler içinde maddi temel buldu. Bugün İslami ideoloji, toplumda küçümsenmeyecek oranda taban bulmuş durumdadır. Bu durum kitleleri devrim saflarında örgütlemenin, onların sınıf bilincini yükseltmenin engelleyici bir faktörüdür. Ne var ki, kapitalizmin sömürü yıllarının ve sömürünün, kitleleri bilinçli eylemi sonucu emperyalist zincirin kırılması ve kapitalizmin yıkılmasıyla ortadan kalkacağının ajitasyon ve propagandasını onların dini araçları ile çatışmadan yapmak olanaklıdır.

2- Sömürünün yoğunlaşması, geçim koşullarının zorlanması yoksullaşmanın hızlanmış bireyciliği körüklerken aynı zamanda büyüyen işsizler ordusu ve işsizlikten dolayı iş bulma zorlukları ve özellikle ağır sanayi kesimleri dışında yeni kalifiye eleman gerektirmeyen sanayi ve ticari kurumlarda her işten atılma kaygısı, dayanışma ruhunu zayıflatmıştır. Diğer yandan çalışan nüfus arasında bu denli büyük işsizlik ve zor yaşam koşulları içerisinde iş sahibi olmak geleneksel kültürün etkisi ile kaderciliği geliştirmiştir.

Bugün ülkemizde “gemisini kurtaran kaptan” sözü geçerli akçe olurken, gerek işsizler ordusu, gerekse çalışan nüfusun özellikle büyük kentlerde çalışanların küçümsenmeyecek bir büyüklüğü, ikincil bir iş yapma durumunda kalmasından, işportacılık vb. işlerde uğraşması, lümpen-proleteryayı güçlendirmiş ve bu kesime özgün kültür yaygınlaşma eğilimi içerisindedir. Günümüz Türkiye’sinde en temel ahlaki değerler bile zaafa uğramıştır ve fuhuş yaygınlaşmıştır.

3- Baskı, terör ve yaşam koşullarındaki zorluk zaten düşük olan okuma alışkanlığını zaafa düşürmüştür. Küçük-burjuva dünya görüşü yaygınlık kazanırken ülke ve dünya gerçekleriyle ilgilenmeye yaşam savaşında zaman bulamayan emekçi kesim, gazete, kitap vs. almaya, kültürel etkinliklere katılmaya mali olarak dahi yettirememektedir. Bugün toplumun büyük kesimi kültürel gıdalarını tekelci yoz kültürle etkili beyin yıkama aracı TV’den ve yaygın ucuz ama yozlukları içeren video kasetlerde almaktadır. Kitleleri burjuva bireyciliği ile donatmak ve yoz kültürle şekillendirmek üzere programlanmış TV’nin tahribatları küçümsenmeyecek boyutlardadır. Günümüz Türkiye’sinde gazete tirajlarına bir göz attığımız zaman “renkli basın” olarak nitelenen ve içeriksiz haberlerle kitlelerin cinsel duygularına erotik bir şekilde hitap eden gazetelerin daha fazla tiraj yaptığını görürüz.

4- 75-80 sürecinde devrimci örgütlenmelerin zorla gazete satma, zorla para toplama, kimlik kontrolü vb. dayatmacı yaklaşımları genel olarak ve özel olarak sivil faşistlere karşı savaşımda hedeflerde düşülen zaaflar ve genel savaşımındaki oransız yeri kitle katliamlarına varan faşist terör ama bunlara karşı cunta sonrası devrimci savaşın hızla ezilmesi, düşman karşısında etkili muhalefet örgütleyememesi, cuntanın geçmiş sürecin olumsuzluklarını geniş bir şekilde demogojik kullanması kitleler üzerinde belirli oranda etkili olmuştur. keza devrimcilerin genel olarak poliste ve birçok cezaevinde olumlu tavır gösterememesi ve oligarşinin bunları propaganda aracı olarak kullanması, bir yönüyle kitlelerin devrimcilere karşı güvenini zaafa uğratmıştır.

5- Cuntanın baskıları, silahlı mücadelenin yenilmesi demokrat ve devrimci kamuoyunu derinden etkiledi. Demokrat kamuoyu cuntayı geçmişin bir takım “Yaramazlıklar”ınında etkisiyle gelen bir olgu gibi görürken, bugün her kıpırdanışın karşısında varolan “demokrasinin” de kaybolacağı kaygısı ile hareket etmektedir. Devrimci kamuoyunun önemli bir kesimi kişisel kurtuluşun peşinde koşarken, büyük bir kesimi de dün savundukları çizgilere karşı silahlı mücadelesine karşı kuşkulu duruma düştü. Diğer yandan icazetli revizyonizm, yeni Amerikalar keşfederek silahlı mücadeleye karşı seferberlik ilan etmiştir. bir kısım revizyonist-oportinüst odaklar ise, silahlı mücadele potansiyelinin ve kuşkulu tarafları etrafında toparlamak için geçmişe sahip çıkarak, esasta silahlı mücadele çizgisinin içini boşaltarak, bulanıklık ve kuşkuculuğu körüklemektedir.

6- 75-80 sürecinin teorik sığlığının tepkiyi de içeren teoriye yönelim olmakla birlikte, bu olgu, entelektüel oportünist. revizyonist odakların geçici de olsa güçlenmesine yol açarken, baskı döneminin teorik gıda kaynaklarının niteliklerinden ayrı bir zafiyet taşımaktadır, ve sağlıktan uzak nitelikler göstermektedir. Faşist cunta dönemi, Marksist-Leninist eserlere yönelik yasaklamalar olmakla birlikte, çok sayıda yeni araştırmalar ve çevrilire yayınlandı. bununla birlikte yayınlanan kitapların bir çoğu Marksoloğlar tarafından kaleme alınmış, ya kendine özgü teoriler geliştiren, yada ikinci, üçüncü dereceden yorumları içeren kitaplardır. kuşkusuz teorik araştırmalarda böylesi kaynaklardan yararlanılır. Ne var ki, gerek yasaklamalar sonucu temel klasiklerle güçlendirilmiş bir temel olmadan, bu tür kitaplardan alınan gıda bir çok yanlış eğilim ve anlayışlara yol açmaktadır, özellikle yenilgi yıllarının dağınıklığında ve zayıf örgütsel ilişkiler içerisinde bu espri önemli tahribatlar açabilmektedir. Bugün özellikle yeni nesilde de teoriye ilgi ve entellektüelite olmasına karşın, yeterli temelden yoksunluk, düzeltilmesi sancılı yanlış eğilim ve anlayışları biçimlendirmiştir.

7- Hareketimiz saflarında uzun yıllar dağınıklık yaşanmasında, gerek örgütsel ilişkilerde ve spekülatif bir süreç yaşanmış olmasından, küçük-burjuva zaafların ve gerek devrimci çalışmanın, gerek örgütlü çalışmanın temel değerlerinde zaaflar görülmektedir.

 

ÖNÜMÜZDEKİ GÖREVLER

 

Örgütlenme Planında

Karşı-devrimin azgın saldırıları karşısında aldığı darbeler sonucu uzun yıllar dağınıklık yaşayan ve etkili bir siyasal mücadele yürütemeyen örgütlenmemiz, OLOGANÜSTÜ 3.KONFERANS’la toparlanmanın bir adımını atmıştır. Ancak atılan ilk adımın arkasının gelmesi ve belirlenen politikaların sosyal-pratik içinde yaşam bulabilmesi için önümüzde disiplinli, kararlı ve sabırlı bir çalışma isteyen birçok ciddi ve önemli görevler vardır.

Bunlardan en temeli uzmanlaşmaya olanak sağlayacak biçimde işbölümü esasına göre merkezileşmeyi sağlayacak ve gerek yukarıdan aşağıya gerekse aşağıdan yukarıya denetim mekanizmalarına sahip ve gelişmelere göre miladını dolduran örgüt biçimlerini dağıtarak yerine ihtiyaca göre yenilerini koyacak esnekliğe sahip örgütlenme modeline göre partiyi biçimlendirmektir.

Düşmanımız olağanüstü yetkilerle donanmış, bin bir dalda uzmanlaşmayı sağlamış, merkezi bir sayasal yapılanmaya sahiptir. Böylesi bir mekanizmayı yıkarak yerine işçi-köylü diktatoryasını kurabilmek ve onun kadrolarını şimdiden yetiştirebilmek için geniş kitleleri sıkı bağlarla birbirine bağlayan uzmanlaşmaya elverişli işbölümüne dayanan kolektivizmi örgütleyen iktidarı almanın çok boyutlu sorunlarını uyum içinde çözümleyerek bütün güçleri bir noktaya, halk ordusunun inşasına ve böylece politik iktidarı almaya yönelterek, gerek bir bütün olarak gerek her bir alanda merkeziliği sağlayarak bir örgütlenme planına sahip olmak zorundayız.

Bugün güçlerimizin cılızlığında ve de hızla sınıfsal savaşımına ivme kazandırma zorunluluğundan hareketle uzun vadeli bir örgütlenme alanına sahip olmakla birlikte anlık örgütlenmeler, örgütler oluşturmak ve bu şekilde biçimlendirmek bağışlanması güç bir hatadır. ve gelecek felaketlere açık kapı bırakmaktır. Savaşımız uzun süreli bir savaştır. Ve her oluşum gibi partimizin de gelişip güçleneceği göz ardı edilmemelidir. bugün uzun vadeli bir örgütlenme planına göre hareket etmezsek, sosyal-pratiğin gelişmeleri karşısında acze düşmek ve sınıflar savaşımının tahammül göstermediği hantallık kaçınılmazdır. Ancak başlangıçta attığımız adımlar yeni örgüt biçimleri yaratmaya elverişli esnekliğe sahip olmazsa yeni ihtiyaçlar karşısında elverişli mekanizmalar yaratmak bir yana eksiklerin esiri olarak savaşı sürdürmek zorunda kalabiliriz.

Örgütlenme anlayışı ve örgütlenme modelleri devrimin karakterinden ve savaşın stratejisinden bağımsız değildir. Her örgütlenme faaliyeti dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu koşullarda sınıf temelinde ve ittifaklarından temel-tali mücadele alanlarında ve çalışma biçiminden kopuk değildir. Bunlardan kopukluk veya devrim stratejisiyle uyumsuz bir örgütlenme anlayışı ve örgüt biçimi tökezlemeler, darbelerin, ağır yenilgilerin bir ön koşuludur.

Ülkemizin devrim stratejisi Halk Savaşı Stratejisidir. Yani günümüzün ilişki ve çelişkilerini ve günümüzde Halk Savaşının kendine özgü stratejik ve taktik aşamalarını daha iyi ifade ettiği şekliyle PASS’dir. Dolayısıyla örgütlenme anlayışımız ve örgüt biçimlerimiz buna uygun olmak zorundadır. Bu stratejinin parti anlayışı ise, savaşın ilk etabını öncü savaşı oluşturmasından politik-askeri örgüttür.

Ancak her Halk Savaşı, Halk Ordusunu zorunlu koşar. Politik iktidar, halk ordusu inşa edilmeden alınamaz. Bununla birlikte halk ordusu, geniş kitlelerin örgütlenmesi ve savaşın gelişmesine oranla inşa olur. Ne var ki, politik-askeri örgüt savaşın başından itibaren faaliyetlerinde ve biçimlenişlerinde halk ordusunun inşasına yönelmezse ve keza daha başlangıçtan halk ordusunun tohumu atılmazsa, iktidarı almanın güvencesi, halk ordusunun inşası olanaksız, en iyi şekliyle yoğun sancılı olur.

Diğer yandan, savaşımız Birleşik Devrimci Savaş’tır. Bu nedenle, parti hem kentlerde. Hem kırsal alanlarda kitleler arasında kök salmak. Savaşı kırlar temel olmak üzere, kent-kır diyalektik bütünselliği içerisinde sürdürmek zorundadır.

Günümüzde-ülkemizde dahil olduğu birçok yeni-sömürge ülkelerin büyük çoğunluğunda kapitalist üretim büyük ölçüde gelişmiştir. Proletarya nicel ve nitel olarak gelişmiştir. Kentler büyük nüfus potansiyeline sahiptir. Ve toplumsal yaşamın şah damarıdır. Kentlerde sınıf savaşımı örgütlenmedikçe başlangıçta kırlarda muhalefet örgütlemenin zorlukları bir yana, kırsal alanda sağlam ve güçlü örgütlülük gerçekleştirilse ve amansız bir savaş sürdürülse bile, ekonomik ve toplumsal yaşam felce uğratılamaz. Savaş, kesin ve mutlak bir zafer ile taçlandırılamaz.

Ayrıca kır gerillası, alt yapı örgütlenmeden sürdürülemeyeceği gerçeğinden ve buna karşılık toplumun politize kemsinin kentlerde yoğunluğundan, yaygın siyasal ajitasyon ve propaganda olanaklarının kentlerdeki zenginliğinden ve sınırlı bir güçle gerilla savaşı temelinde politik mücadele sürdürmenin olanaklılığından, gerilla kentlerde başlatılır. Ne var ki, düşman kentlerde gelişmiş iletişim araçlarıyla, askeri teknik araç ve gereçlerle ve bunun gibi donanmış büyük militarist güç barındırmaktadır. Ve kentler düşmanın sağlam kaleleridir. Aynı zamanda kentler devrimci güçler açısından silahlı halk ordusunun inşasına elverişli olmayan alanlardır.

Diğer yandan ağır sömürüyle ve yoksul yaşam koşullarıyla yüz yüze büyük köylü kitlelerinin ve tarım proletaryasının barındığı kırsal alanlar düşmanın zayıf noktalarıdır. Emperyalist boyunduruk altındaki ülkelerde devrimin güvencesi halk ordusudur. Ve halk ordusu, ancak ve ancak kırsal alanlarda köylü kitlelerin örgütlenmesiyle inşa edilir. Parti kırsal alanlarda kök salmazsa, bütün mücadelesini halk ordusunu adım adım inşa etmenin sorunlarına göre biçimlendirilemez ve yönetilmezse, kentlerdeki gelişim ne denli büyük olursa olsun, yenilgiler belki gecikir ama kaçınılmazdır.

Unutulmamalıdır ki, kentlerdeki başlangıç ilk adımdır. Ve öncü savaşı aşaması salt kent gerillasını içermemektedir. İkinci taktik aşamasının, kır gerillasının yaratılması olduğu gerçeği yanı sıra, gerek öncü savaşı aşaması, gerek daha sonraki düzenli orduya geçiş aşamasının temel amacı, iktidarı almanın garantisi halk ordusunun inşasıdır. Bu nedenledir ki, kentlerde ki savaş başlatılırken, aynı zamanda kır çalışmasına yönelmek, savaşın bu taktik aşamasında yüzümüz daha kırlara dönük olmak, örgütlenmemizi ve faaliyetlerimizi buna göre düzenlemek zorundayız.

Geçmiş mücadele sürecinde olduğu gibi, taktik aşamaları bıçak gibi birbirinden ayırarak mekanizme düşersek, partiyi kırlara taşımak yerine tam aksine kırsal alanlara adım atarak, köylü kitleler arasında örgütlenmeye gereken önemi vermezsek yenilginin acı tadını, bir kez daha damaklarımızda hissederiz.

Örgütlenmemizi biçimlendirirken, perspektifimiz bu olmalı, gelişen ilişkileri buna göre düzenlemeliyiz. Kitleleri örgütlemedeki şiarımız ise, kentlerde her fabrika, kırlarda her köy bizim kalemiz olmalıdır. Bu şiarın gereği olarak bugün;

a- Kentlerde proletarya arasında çalışmaya ağırlık verilecektir. Özellikle günümüz Türkiye’sinde sınıfın toplumsal ve politik durumu göz önüne alındığında, sınıf içerisinde çalışmanın önemi daha iyi anlaşılır. Bugün sınıf içinde sağlam tohumlar atmazsak partiyi süreç içerisinde güçlendiremeyiz. Ve bugün ki en önemli görevimiz partiyi kentlerde sağlam bir şekilde ayakları üzerine oturtmaktır.

b- Bugünden kır çalışmalarına güç ayıracak ve Anadolu’daki, gerek mevcut ilişkiler, gerek yeni kurulacak ilişkiler, köy çalışmaları göz önünde tutularak mevzilendirilecektir. Kırsal alanlardaki, kentlerdeki komiteler güçlerini köy çalışmalarına ağırlık verecek şekilde konumlandıracaklardır. Ayrıca bu komiteler köylere yönelik ajitasyon ve propaganda çalışmalarına ağırlık verecek, bulundukları alanlardaki her köyün ekonomik toplumsal yapısını inceleyerek, köylülerin çelişkilerini, politik yapısı, vb. tespit ederek örgüt merkezine rapor edeceklerdir.

c- Anadolu’daki komiteler bulundukları alanlardaki kırsal yörelerin topografik yapısını ayrıntılı olarak çıkaracaklardır.

d- Kır çalışmaları için pilot bölgeler belirlenmiştir. Ve bu çalışma alanlarındaki mevcut ilişkileri geliştirmek, hızla örgütsel yapıyı inşa etmek ve yeni ilişkiler kurmak için özel çaba sarf edilecektir.

e- Kentlerde kır bağlantısı olan meslek dallarına önem verilecektir. Örneğin, inşaat işçileri, öğretmen okulları, sağlık okulları vb.

f- Kentlerdeki örgüt insanlarından kırsal yörelerle bağları olanlar bu bağları güçlendirecekler. Ayrıca bu insanlardan kırsal alanlara yerleşme koşulları olanlar kent çalışması içerisinde zorunlu değillerse kırsal alana örgütlenme faaliyetlerine gönderileceklerdir.

g- Kır gerillası için şimdiden bir grup insan (daha sonraları da daha fazla) özel olarak askeri ve teknik eğitimden geçirilecekti.

I- Örgütlenme Modeli

Çalışmalarımız, ülke ve yurt dışı olmak üzere ikiye ayrılır. Her çalışma kendi hiyerarşik düzeni içerisinde mevzilendirilmiştir.

Ülke çalışmaları, ülke çapında bölgeler arasına göre biçimlenip merkezileştirilecektir. Buna göre, ilişkilerin gelişimine oranla çeşitli illeri kapsayan bölgelere ayrılacaktır. Ve bölge komiteleri kurulacaktır.

Bölge komitesi, bölgedeki tüm çalışmadan sorumludur. Ve bunlara bağlı ilk komiteleri bulundukları ilin, ilçe ve köylere kadar uzanan tüm çalışmalarından sorumludur. Ülke düzeyindeki çalışmalarından sorumludur. Ülke düzeyindeki çalışmalar, büyük kentlerde işçiler arasında (fabrikalar, sendikalar) çalışma, mahalli bölgeler ve gençlik içinde olmak üzere esasta üç alanda sürdürülecektir. Çalışma alanlarındaki gelişmelere kadar her bir alanda çalışma sürdürmek üzere parti hücreleri oluşturulacaktır. Parti hücreleri altında cephe hücreleri ve bu hücreler altında da, örgütlü çalışma içerisinde olduğu bilenen ve en geniş anlamıyla örgüt çatısı altında olan, yani partiye dolaysız bağımlı olan, ancak henüz cephe hücresi olmamış insanlardan sempatizan hücreleri oluşturulur. Kuşkusuz bunların dışında örgütlü çalışma içerisinde olmayan insanlarla okuma grupları, tartışma grupları vb. oluşturulur.

Parti hücreleri, özel durumlar dışında, çalışma alanlarından farklı alanlarda örgütsel faaliyet sürdüremez. Örneğin: işçiler içinde çalışma sürdüren bir parti hücresi, fabrika ve sendikalar dışında çalışma alanlarının faaliyetlerine özel görev verilmedikçe, karışmaz. Keza gençlik çalışması yapan hücreleri temel olarak üniversite gençliği ve orta öğrenim gençliği içerisinde faaliyet sürdürür. Bunun dışındaki alanların çalışmalarına özel durumlar dışında karışmaz. Aynı durum bölge çalışmaları içinde geçerlidir. Eğer bu alan çalışmaları arasında her hangi bir nedenle bağlantı kurmak, vb. gibi gerekirse bu, il komitesi aracılığıyla gerçekleştirilir.

Bu çalışma alanlarının dışında örgütsel gelişmelerle oranlı hızlı yeni çalışma alanları örneğin: memurlar vb. oluşturulur. Böylesi alanlar, özel çalışma alanı belirlenecek duruma gelmediği sürece, bu alanlardaki ilişki ve faaliyetleri, olan en yakın çalışma alanı sürdürür.

Çalışma alanlarındaki gelişmelere göre, yeni parti hücreleri kurulur, çalışma alanı kendi içinde ve il düzeyinde il komitesi tarafından bu hücrelere paylaştırılır. İstanbul için, mahalli çalışma alanını da kent çeşitli bölümlere ayrılarak, bu bölümlerin her birinde çalışma yapmak üzere parti hücreleri kurulur. Keza işçi ve öğrenci çalışmaları, fabrika, sendika, okul ve bunun gibi esasına göre parçalanabilir.

Özellikle işçiler arasında yaygın parti ve cephe hücreleri kurma, bunu mutlaka başarmalıyız. Bu çalışma alanının tamamını il düzeyinde yönlendiren ve il komitesine baglı üst komite oluşturulur. Bu durum “fabrika kalemiz olmalıdır!” esprisinden hareketle fabrikalarda ve sendikalarda parti ve cephe kurma kaçınılmaz ve zorunludur. Ayrıca mahalli çalışma alanlarının her bir bölümünde çalışma sürdüren hücreleri, kendi çalışma bölgelerini alt bölgelere ayırır. Bu alt bölgelerdeki çalışmalar, hücre üyesi bir partilinin denetimine verilir. Parti hücresi bu alt bölgelerde kendi hücrelerinden birinin sorumluluğunda aday veya ileri cephe üyelerinden oluşan bir komite oluşturulur. Bu komite alt bölgenin tüm çalışmalarından sorumludur. Ve bağlı bulunduğu parti hücresini, oluşturduğu cephe hücrelerini de yönlendirir. Ayrıca komite, parti politikalarıyla çelişmeden kendi insiyatifi sınırları içerisindeki tüm konularda karar alır. Yani alınan ilişkilerin kararlarını sadece parti hücresi üyesi değil, bir bütün olarak bu hücre verir.

Bu noktada bir alt bölgede, içinde partilinin bulunduğu cephe hücresinin çalışmalarından sorumlu olması ve insiyatif sınırları içinde çalışmaya ilişkin kararlar alması bizleri korkutmamalıdır. Böylesi bir çalışma partinin insiyatifini sınırlamaz. Tam aksine kolektif bir anlayış ve insiyatif geliştirir. Önemli olan, politikaların aktarımı ve kavratılmasıdır. Ki bunu partili yapacaktır. Ayrıca partili gelişkin olmasından dolayı doğru önermelerle ve insiyatifle manevi otorite kurar. Kaldı ki, komite partilinin tüm çabalarına karşın örgütün politikalarıyla çelişir karar alırsa, partili bu kararı durdurur. Bu yetkisi vardır. Durdurulan, cephe hücresinin bağlı bulunduğu parti hücresi tarafından kararlaştırılır. Bu işleyiş, tüm parti komiteleri için geçerlidir. Yani, herhangi bir parti komitesi, sorumlusu içinde bulunduğu komite. Parti politikalarıyla çelişen bir kararı durdurma ve bir üst komiteye gönderme yetkisine sahiptir.

Bu çalışma zeminlerinin dışında örgütsel çalışmanın ihtiyaçlarına göre özel hücreler kurulabilir. Bu özel komiteler, direkt il komitesine bağlıdır. Bu komitelere bağlı alt cephe hücreleri kurulabilir.

Kırsal yörelerde ise çalışma zeminleri, kentin yapısına ve ilişkilerin gelişimine göre ayrıştırılır. Buralarda da il komiteleri kurulur. İl komiteleri altında çalışma alanlarına göre hücreler kurulur. Ayrıca, il komitelerine bağlı ilçe komiteleri kurulur. Bu kentlerde çalışmanın odağını köy çalışmaları oluşturur. Özellikle, ilk zamanlarda il ve ilçe komiteleri, çalışmalarını köy çalışmaları üzerine odaklaştırır. Köylerde bir köy komitesi kurulur. kuşkusuz bir köyde, biri üst komite olmak üzere, birden çok komite kurulabilir. Ancak kırsal alanda gelişmeyle orantılı, kır gerillası yükseltileceğinden, kır gerillasının başlatıldığı bölgelerde, il, ilçe ve köylerde örgütlenen insanlar mümkün olduğunca gerilla müfrezelerine sokulmalıdır.

Kır. gerillası başlatıldığı zaman gerilla müfrezesi seyyar olacağından müfrezeler il sınırlarını taşan hareket içinde olur. Bu nedenle müfrezeler bölge komitelerine bağlı faaliyet sürdürmelidir. Savaşın gelişmesine oranla, bölge komitesi, tüm bölgedeki müfreze veya müfrezelerden sorumlu, kendisine bağlı bir alt komite oluşturur. Bu komite, ayrıca bölgedeki köy komiteleriyle sıkı bağlantı içinde olmalıdır. Çünkü müfrezelerin faaliyetlerinde ve müfrezelerin istihbaratı dahil ihtiyaçların da köy komitelerine büyük iş düşecektir. Özel olarak maddeler halinde şematize edecek olursak:

a- Merkez Komite

b- M.K’ya bağlı Yurt.Dışı üst komitesi, bölge komiteleri, yazı kurulu, özel komiteler.

c- Bölge komiteleri altında il komiteleri, kırsal alanlarda kır gerillası başladığında müfrezelerin gelişimi ve kabiliyetlerine göre gerilla müfrezeleri.

d- İl komiteleri altında her bir çalışma zemininde faaliyet gösteren ve özel komiteler. Ayrıca ilçe komiteleri.

e- Parti hücreleri altında cephe hücreleri.

f- Cephe hücreleri altında sempatizan hücreleri.

1- Bu örgütlenme modeli hiç kuşkusuz şablon değildir. Bir yönelimdir. Mücadelenin zenginliği ve yaratıcılığı içerisinde çeşitli esneklikler gösterebilir. Ayrıca bu model, parti örgütlenmesi açısından uzun evrimli olsa da. Öncü savaşı aşamasına göre temel biçimleniştir. Savaşın ileri aşamalarında halk savaşının temel örgütlenmeleri, parti-cephe-ordu esprisinden hareketle cephe ve ordu örgütlenmesinin, hiyerarşisinin oluşumuyla partinin biçimlenişinde bir takım değişiklikler olur. Özellikle, Kır gerillası’ ndaki’ gelişmeye oranla bu değişiklikler kırsal alanda kendisini gösterir.

Keza içinde bulunduğunuz anda; hareketin mevcut durumundan dolayı, ilk etapta söz konusu komitelerin tamamı oluşturulamaz. Ne var ki, gelişmelere göre biçimleniş bu şekildedir. ve bu günde mevcut bu esaslar içindedir.

2- Çalışmalarımız özel durumlar dışında komiteler şeklinde sürdürülecektir. Örgütlü çalışmalarda merkeziyetçilik ve onun bir parçası olan ademi merkeziyetçilik temel esprilerimizdendir. Bu nedenle, her komite bağlı bulunduğu üst komiteden gelen politikaları çizilen sınırlar içerisinde kendi insiyatifiyle yaşama geçirir. Üst komiteler alt komitelerin çalışmalarına, parti politikalarıyla çelişmediği sürece öneri ve teklifde bulunma dışında gereksiz müdahalelerde bulunmamalıdır. Kuşkusuz bugünden gerekliliğin sınırları konusunda bir reçete hazırlamak zordur.

Bu sınırlar, çalışmalar içerisinde açık ve net çıkacaktır. Ancak üst komiteler, gönderdikleri direktif ve politikaları yaşama geçirmede özel durumlar yoksa alt komitelere araç, yöntem, zamanlama vb. gibi açısından müdahalede bulunmamalıdır. merkeziyetçilik ile ademi merkeziyetçilik arasındaki bağlantıyı kurmada göstereceğimiz başarı çalışmalarımızın verimini artırırken, yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı denetim sağlayacak ve aynı zamanda kadroların eğitim koşullarını olgunlaştıracaktır.

3- M.K’ya bağlı komiteler, M.K tarafından, il komiteleri, bölge komitelerinin iş birliği ile örgütleme sekreterliği tarafından, keza özel hücreler, örgütleme sekreterliği tarafından çalışma alanlarına ilişkin, parti hücreleri ise, il komiteleri tarafından inşa edilir. İl komiteleri tarafından inşa edilen parti hücrelerinin, örgütlenme sekreterliği tarafından onaylanması gerekir.

4- Özel durumlar ve örgütlenmenin ilk gelişim süreci dışında, komiteler arası ilişkiler bire bir şekilde sürecektir. Bazı durumlarda, bir üst komite üyesi, bir alt komite içinde yer alabilir. Ancak birden fazla komite bileşimi içine girmez. Bu üyeye bağlı birden fazla sayıda komite varsa diğerleriyle birer ilişki sürdürülür.

5- Hiç kimse kendi sorumluluğu altında olmayan çalışmalara, o alandaki üst komitenin onayı olmadan, fiilen müdahale edemez. Örneğin: Bir bölge komitesi üyesi, aynı komiteye bağlı olmayan bir iç komitesi çalışmalarına fiilen müdahale etmez. Keza hiç kimse hiyerarşik mekanizma dışında bir başka alanla örgütsel çalışma kapsamına giren koşullarda ilişki kurmaz.

6- Her komiteden bir kişi, komitenin mali sorunlarıyla ilgilenir. Örgütlenmenin oturması ve gelişmesine oranla her komitenin zincirleme yukarıya bağlı olmak üzere mali fona sahip olması hedeflenmelidir. Her komite, belirlenen fon sınırları dışında, politikamız doğrultusunda elde ettiği mali geliri bir üst komiteye göndermek zorundadır.

7- Her komiteden bir kişi istihbarat sorumlusu olmalıdır. Bunların görevi bulunduğu komiteye gelen istihbaratları düzenlemek.

ek ve hiyerarşik zincirle bir üst komiteye göndermektir. Özel bazı konulardaki bilgi toplama görevi bu kişiler tarafından yerine getirilecektir. Özel konular genel olarak düşmana yöneliktir, yoksa yoldaşlara yönelik değil.

8- Özellikle alt komiteler, kendi çalışma alanlarında ilgili gelişmeleri basında vb. izlemeli, bu konuda çeşitli kaynaklardan bilgi edinmek, özel raporlar, yazılar hazırlamalıdır. Ayrıca çalışmaların ihtiyaçlarına göre hücreler bir alanda uzmanlaştırılmalıdır.

Mevcut Pratiğimiz Açısından

1-İlişkilerimiz ve adımımızı attığımız her alanda ilkin merkezi bir komite kurmalıyız. Bu bölge komitesi olmalı. Ancak girilen alanda bölge komitesi oluşturulması durumu yoksa İl Komitesi kurulur ve bu il komitesi aynı zamanda geçici olarak bölge komitesi fonksiyonlarını da görür. Bölge çapında merkezi komite oluşturulduktan sonra, temel çalışma zeminlerine göre alt komiteler kurulmalıdır. Eğer bulunan alanda, çalışma zeminlerine göre komiteler kurulacak düzeyde ilişkiler yoksa veya ilişkiler böylesi komiteler düzeyinde dağılmamışsa, kurulan komite veya komiteler geçici olarak birden fazla çalışma zemini üzerinde faaliyet gösterir. Ne var ki, her çalışma zemininde ayrı komiteler oluşturmak koşulu olur olmaz çalışmalar ayrılmalıdır.

Bugün ilişkilerin olduğu alanlarda veya yeni girilen alanlarda merkezi komite de dahil, çeşitli komitelerin partililerden oluşturma koşulu yoksa ilk etapta bu komiteleri cephelilerden, hatta örgütlü çalışma içine girebilecek sempatizanlardan oluşturulmalı ve ilk fırsatta buraya partililer olmazsa ileri cepheliler atanmalıdır. Komiteler cephelilerden veya sempatizanlardan da olsa en yakın alanda çalışan bir partili aracılığıyla bu alanın üst komitesine bağlanmalıdır.

2- Gerek mevcut durumumuz, gerekse savaşın içinde bulunduğu aşamadan dolayı temel politika kadro çalışmasıdır. Bunun en geniş kitle içinde dar kadro çalışması olarak formüle edebiliriz. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta bu formülasyonu geçmişteki gibi yanlış ve mekanik yorumlamamaktır.

Kadro çalışması kitle çalışmasından kopuk olmaz. İnsanlar bir yere kapatılarak ve orada teorik-ideolojik eğitimle kadro yapılmaz. Bırakalım kadro yapmayı teori bile kavratılamaz. Keza kitle çalışmasından kopuk bir pratik içerisinde de kadro eğitimi olmaz. Kadrolar kitle hareketi içerisinde ve sınıflar savaşımının çok yönlü teorik ve pratik eğitiminde yetiştirilebilir. Kaldı ki, kitlelerden kopuk kadro çalışması, bırakalım kitleleri geniş olarak seferber etmeyi yeni kadro devşirmeye dahi olanak tanımaz. Ayrıca kitle çalışması içinde bulunduğu toplulukta sevilen, sayılan ve sözü geçen sivrilmiş insanları örgütlemeye daha yoğun çaba sarfetmeli ve bunların kadro eğitimine büyük önem verilmelidir. Böylesi kişileri örgütlemek, kadro olarak yetiştirmek o topluluğun büyük kısmını örgütlemeyi hiç olmazsa seferber etmeyi beraberinde getirecektir.

3- Mevcut ilişkilerin tamamının elekten geçirilerek örgütsel statü ve konumları belirlenecek, bunun sonuçlarına göre elekten geçenler çalışma zeminlerine göre komiteleştirilecek, hem bu komiteler eğitilecek, hem de bu zeminlerde faaliyet sürdürülecektir. elemeler sonucu cephe hücreleri ve sempatizan hücreleri kurulacaktır. Bu hücreler partililerden ve/veya aday üyelerden oluşan hücrelere bağlanacaktır. Böylece partili ve adaylar cephelileri, cepheliler sempatizanları eğitecek ve çalışmalarını yönlendirecektir. Duruma göre gerektiğinde partililer ve adaylar direkt sempatizan grupları eğitip yönlendirebilir.

İdeolojik Mücadele Platformunda:

Gerek Türkiye toplumunun, gerek sosyalist hareketlerin, gerekse hareketimizin içinde bulunduğu durumdan dolayı, Konferansımızın da karar altına aldığı gibi önümüzdeki süreçte ideolojik mücadele platformunda örgüt içi ve örgüt dışı mücadeleye önem verilecektir.

1- Parti bünyesinde bir yazı kurulu oluşturulmuştur. Yazı kurulu bir MK üyesi denetiminde geçici olarak 3 kişiden oluşmaktadır. Bu sayı ileride değişebilir. Yazı kurulu MK politikaları doğrultusunda sosyal-pratiğin gelişmesine hizmet edecek yazılar yazacağı gibi, diğer yoldaşlarımız tarafından kaleme alınan yazıları denetleyecek, gerektiğinde düzenlemeler yapacak (düzenlemenin kapsamına göre yazıyı kaleme alan yoldaşla diyalog kurulur) Parti adına yayınlanıp yayınlanmayacağına karar verecektir. Ancak, gerek Konferans kararlarının çalışması gerekse Devrim Stratejisinin temel konularına ilişkin yazılar MK onayından sonra Parti adına yayınlanabilir. Yazı Kurulu gerektiğinde MK onayı ile komite dışındaki yoldaşlardan yazı kadroları saptayabilir. Bu kadrolar bulundukları alandaki çalışmalarla birlikte yazı kurulunun istemleri doğrultusunda (kuşkusuz kendi başına da) yazı kaleme alacaktır. Ayrıca yazı kurulu illegal merkezi yayın organı örgütlemekle sorumludur.

2- İllegal merkezi yayın organı çıkartılması karar altına alınmıştır. Bu organ … tarihine kadar çıkartılmalıdır. Bu süreçte ayrı broşürler çıkartılır. İllegal merkezi yayın organında, parti politikalarıyla çelişen yazılar yayınlanmaz. Yayınlanmış bir yazıyı MK tekzip ettiği takdirde bu konuda MK yazıyı aynen ve hızla yayınlatır.

3- Parti içindeki görüş farklılıklarını yansıtmak bunların parti içi tartışmasını örgütlemek için şimdilik ayrı bir yayın organı çıkartılmayacaktır. Parti politikasına yönelik eleştiriler, yazarın isteğine bağlı olarak kendi yazdığı yazı MK tarafından partili kadrolara ulaştırılacaktır.

4- Yayın organlarında veya ayrı broşürler şeklinde yayınlanmak üzere aşağıdaki çalışmalara ağırlık verilecektir:

a- Konferans kararları düzenlenerek kamuoyuna dağıtılacaktır.

b- Genel olarak bir kadronun taşıması gereken özellikler konusunda bir yazı çıkarılacaktır.

c- Konferans kararları konu konu veya bağlantılarına göre bir kısmı bir arada açılımı yapılacaktır.

d- Halk Savaşının sorunlarına ilişkin ve Silahlı Mücadeleye yönelik yazıların çıkarılması,

e- İşçi sınıfının, genel olarak ve bölge bölge köylülüğün sorunları incelenecektir.

f- Çalışmalar içerisinde saflarımız içerisindeki yanlış eğilim ve yaklaşımlar üzerine eğitime yönelik yazılar çıkarılacaktır.

5- Başta yazı kurulu olmak üzere, silahlı mücadele çizgisini savunan hareketlerin yayın faaliyeti yakından izlenecektir.

Ekonomik-Demokratik Cephe

1- Ülkemiz Sol’unda ve bugün saflarımızda hala görülebilen bir yanlış anlayış var. Bu her sorunu devrimi ertelemek ve ekonomik-demokratik mücadele cephesinde taleplerde bulunmak ve de sloganlarımızın istem şeklinde olmasına tepki. Bizim gibi ülkelerde devlet biçimi faşizmdir ve burjuva anlamda demokratik hak ve özgürlükler yok denecek düzeydedir. Ve bunlar da sınıf ve çelişkilerine göre her an, bir gecede kaldırılabilir. Keza kazanımların garantisi yoktur ve ülkemizde sınıflar savaşımı silahlı savaş şeklinde olduğundan ülke, her gün tırmanan savaş içerisindedir. Ayrıca köklü kazanımlar devrim sorunudur.

Bütün bunlara karşı ekonomik-demokratik taleplerde bulunmalı, bunları kazanmak için savaşım vermeliyiz. Düşmanı sıkıştırmak, ekonomik-demokratik mücadeleyi politik mücadeleye kaynaştırmak ve ona dönüştürerek iktidar savaşımını geliştirir ve tırmandırırken, aynı zamanda bu mücadeleler aracılığıyla kitlelerle bağ kurar. Kurulan bağı geliştirir ve böylece ve kitleleri iktidara yönelik savaşım içine çekeriz.

Her şeyi devrime erteleyen ajitasyon ve propaganda ile kitleleri örgütlemek, etkilemek, onları iktidar savaşına çekmek zordur. ve aslında bir sapmadır. Kitlelerin ekonomik-demokratik somut talepleriyle ilgilenmek, bu konuda mücadele etmek ve buna uygun sloganlar atmak, sınıf savaşımının zorunluluklarındandır.

Kısaca savaşım içinde bulunduğu aşamada, kitlelerde sınıf esas olmak üzere toplumun her kesimi ekonomik-demokratik taleplerini dile getiren, bunları çeşitli oranlarda da olsa elde etmeye çalışan grevlerden sokak gösterilerine kadar çeşitli biçimlerde mücadele ederek. Kırsal alanlarda köylülerin somut talepleri uğruna mitingler, gösteriler, işgaller örgütlerken, onların her türlü sorunlarına eğilmeli, yaşamları içine bizzat girilmelidir.

Bizler ekonomik-demokratik cephede çeşitli mücadeleler örgütlerken, çeşitli taleplerde bulunurken., ne oligarşiyi meşrulaştırmış oluruz ne de ondan bir şey dilemiş oluruz. Sınıflar ilişkisinde hiçbir sömürücü sınıf, sömürülen sınıflara bağışta bulunamaz. Bir takım talepler, egemen sınıflar tarafından tanınıyorsa bu, ya kitlelerin eylemine boyun eğişin bir ürünüdür, ya da sistemin uzun vadede çıkarları açısından egemen sınıfların zorunlu kabulüdür.

Bazı koşullarda mücadeleye ilişkin sloganlarımız istem biçimindeyse, burjuvaziden medet ummak şeklinde yorumlanamaz. Bu, geniş kitlelerin haklı talebini dile getirerek burjuvazinin düzenindeki haksızlıkları teşhir ederken aynı zamanda yükseltilen bir mücadelenin hedefi amacını dile getiriştir.

2- Günümüz toplumunun emekten yana tüm kesimlerin ekonomik-demokratik talepleri gasp edilmiş durumdadır. Ayrıca fabrikalardan okullara kadar bir çok alanda kitleleri baskı altında tutmak amacıyla zorla namaza kaldırmak, saç-sakal, hatta etek kontrolü gibi çağ dışı, insan onuruna yönelik yaptırımlar söz konusudur. Yasal sınırlamalara ve keyfi yaptırımlara karşı geniş ajitasyon, propaganda yapılmalı, güç ve olanaklara göre adım adım, başta keyfi yaptırımlar olmak üzere yasaları fiilen delme perspektifiyle hareket edilmelidir.

3-Tüm anti-demokratik kurum ve uygulamalara karşı etkin mücadeleler örgütlemeye çalışılmalı, bu mücadeleler içerisinde yer almalıyız. Ayrıca bugüne kadar devam edegelen af kampanyasına devam etmeliyiz.

4- Her türlü ekonomik-demokratik örgütlenme içerisinde çalışma sürdürülmelidir. Sarı-sendikalara, faşist yöneticilere yönelik teşhir kampanyası örgütlenmelidir. Bugün devam eden gençliğin dernekleşme faaliyetleri içerisine girilmeli, bu konuda ülke çapında federasyon perspektifiyle hareket etmelidir. Kırsal yörelerde ise, kooperatif çalışmalarına girmeye çalışılırken, bölgenin özelliklerine göre çeşitli demokratik örgütlenmeler kurma yoluna gidilmelidir.

5- Gerek merkezi olarak, gerek her çalışma alanındaki komiteler ve kadrolar, başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerini sorunları hızla tespit edilmeli, alternatif çözümler çıkartılmalıdır ve bunlara göre ayrıntılı politikalar belirlenmelidir.

6- Kentlerde ve kırsal alanlarda kadrolar, aday kadrolar, cepheliler ve sempatizanlar mümkün olduğunca, işçi-köylü ve gençliğin yaşamı içerisine girilmeli, onların günlük yaşamı içinde olmalı ve emekçi kitlelerin yaşamlarını örgütlemeye çalışılmalıdır. Özellikle kırsal alanlardaki partililer, cepheliler ve sempatizanlar uygun biçim ve araçlarla köylülerin üretim faaliyetlerine girmeye çalışmalıdır.

7- İlk çıkış sürecinde kendi içinde yeterlilik ve haklılık taşımakla birlikte gelinen aşamada, ekonomik-demokratik platformda eylem biçimlerindeki pasiflik kırılmalıdır. alkış, gül bırakma vb. kitle psikolojisi ve güçler dengesi göz önünde tutularak daha militan bir çizgi izlenmelidir.

8- Kitle eylemlerinde politikamız, bir çatışma durumunda provokasyon yaratmadan kitleyi çatıştırmaktır. Kitle hareketlerine yönelik militarist güçlerin saldırıları karşısında kitle, taşla, sopa ile, gerektiğinde yumrukla çatıştırılmalıdır. Böylece ekonomik-demokratik bir gösteri politik niteliğe dönüşür. Bu konuda geçmiş yanlış anlayış terk edilmelidir. Geçmişte, kitlenin çatışması yerine, kitle içindeki kadrolar çatışıyordu. Oysa kadrolar, kuşkusuz kitleye önderlik etmeli ama onlarla çatışma yerine, onların yerine çatışmamalıdır. Ayrıca, polis silaha sarılmadığı sürece, silaha sarılınmamalıdır.

Politik Mücadele Platformunda

1- Savaşımızın içinde bulunduğu aşamada, politik mücadelenin temel biçimi Silahlı Propagandadır. Silahlı Propaganda, siyasal gerçekleri teşhir ederken, düşmanın moralini bozar. Kitlelere düşmanın özünü göstererek, Suni Dengeyi zaafa uğratır. Ve böylece aynı zamanda iktidarı almanın güvencesi silahlı bir gücün, düzenli ordunun inşasına yöneliktir. Yani, kitleleri silahlı devrim cephesine çekmenin aracıdır. Ve onun hizmetindedir. Dolayısıyla hedefleri ve yönelimi buna uygun olmak zorundadır. Bu nedenle silahlı propaganda temelinde politik faaliyetlerimizi ön planda tutmanın gereken esprisi, kitlelerin silahlı mücadele saflarına çekecek eylemlerin ve faaliyetlerin örgütlenmesidir. Bunun için:

Birincisi; Devlete, devletin militarist kuruluşlarına ve emperyalizmin sivil-askeri kurumlarına yoğunlaştırılmalıdır.

İkincisi: Geçmişte olduğu gibi, protesto ve misillemelerde bulunan bir örgüt görünümü ve özelliklerini aşmak zorundayız. Kuşkusuz düşmanın katliamları ve kitlelere yönelik suçları cezasız kalmamalı. Ne var ki, bunu iktidar savaşımının bir parçası olarak ve ona hizmet edecek biçimde ele almak zorundayız.

Üçüncüsü: Gerillanın amacı geniş kitleleri savaşa sokmak ve savaştırmak olduğuna göre, sonuçta kitlelerle birlikte savaşmak yerine, kitlelerin yerine savaşan örgüt durumuna düşmemek gerekir. Bu nedenle kırsal alanlar başta olmak üzere, kitlelerle gerçekleştirilebilecek çeşitli politik eylemleri salt kadrolar gerçekleştirilmemelidir. Kuşkusuz bu kadrolarla yapılması gereken bir eylemin kalabalık insan sayısıyla giderek gerçekleştirilmesi şeklinde yorumlanamaz. Ama, örneğin düşmanın gözaltına aldığı bir devrimciyi, bir yurtseveri o alanda yüz’leri, taşla, sopayla karakola saldırtarak kurtarmak olanaklıyken, beş-on kadro ile basıp almak tercih edilmemelidir. Yine yoksulluğun yoğun olduğu bir alanda o bölgedeki devlete, tüccara, ağaya vs. ait bir ambarın kadroların tarafından basılarak kitleye dağıtılması yerine, eğer o alanda kitleleri seferber ederek partili veya cephelilerin önderliğinde söz konusu ambarı basmak olanaklı ise, ikincisi tercih edilmelidir vb. Kuşkusuz bu espri,mücadelenin örgütlenmesinin gelişimine göre başvurulacak yöntemlerdir. Ve çeşitli biçimlerde gerçekleşir. Ama önemli olan, politik eylemlerimizde ve faaliyetlerimizde ki bakış açımızdır. Bakış açımız böyle olduğu zaman, bunun can kazanması zamana ve mekana göre zengin biçimler alır.

2- Emperyalist ve yerli oligarşinin siyasal mekanizmasının niteliği faşisttir. Faşizm, ülkemizin yeni-sömürge olmasıyla birlikte yukarıdan aşağıya ikame edilmiştir. Bununla birlikte egemen sınıflar, resmi siyasal zorun yanı sıra sivil siyasal zor örgütlemek, emekçi kitleler arasındaki şoven ve gerici ideolojilerle taban oluşturmak, resmi devlet terörünü meşrulaştırmak için demogojik malzeme oluşturmak, sınıf savaşımını demogojik propagandalarla “kan davası” şeklinde kitleler nezdinde dejenere etmek gibi nedenlerle sivil faşist örgütlenmelere gider. Bunlara karşı savaşımı, anti-emperyalist, anti-oligarşik savaşın bir parçası olduğu gibi, bu çeteler çatışmalarımıza engel olduğu sürece ezilip aşılmalıdır.

Ancak bu noktada unutulmaması gereken konu, faşizmin sürekliliği ve bir devrim sorunu olduğudur. Ve de anti-faşist savaşımın, sivil faşist çetelere karşı savaşımla sınırlanamayacağıdır. 75-80 sürecinde, bezde dahil, Türkiye Sol’unun genelinin içine düştüğü hatayı tekrarlayarak, sivil faşistlerle mücadeleyi neredeyse tekelleştirmek, bu mücadelenin iktidar savaşının bir parçası olduğunu, bunun için de sivil faşist hareketlere, anti-emperyalist, anti-oligarşik hedeflerin uyum ve bağlantısının kurulmasının zorunluluğu ve yine geçmişte olduğu gibi, sivil faşistlere karşı savaşımda, hedeflerde düşülen yanlışlıklara düşmeyerek yılanın başını ezmek esprisiyle hareket etmek gerektiğini unutmamak gerek.

 

3- SP temel mücadele biçimi olmakla birlikte, tek mücadele biçimi değildir. Ve bu duruma düştüğü zaman üzerine düşün devrimci fonksiyonlarını gerçekleştiremez. Her şeyden önce eylemlerimizin hedefinin içeriği ve amacı, çeşitli biçimlerde kitlelere ulaştırılmalı, ve eylemlerimiz değişik yöntemlerle desteklenmelidir.

4- Politik iktidar savaşımı olayların önünde olmayı gerektirir. Olayların gerisinde kalan bir parti, kendiliğindenciliğin ilkelliğinden kurtulamaz. Bunun için faaliyetlerimizde planlı, programlı olmak, düşmanın planlarını, kitlelerin yönelimlerini sürekli gözlemlemek zorundayız. Kitlelerin kendiliğinden kabarışına yön vermeye çalışırken, aynı zamanda ve daha da önemlisi, kitlelerin dinginliğini kıracak kampanyalar örgütlemek zorundayız.

5- Düşmanın yönelimleri bulunup, çıkartılarak bunları bozmaya çalışırken, aynı zamanda henüz uygulamaya sokulmamış politikalara karşı, bunlar daha tasarı halindeyken SP temelinde çeşitli mücadele biçimleriyle yeni muhalefet oluşturulmalı, boğulmaya çalışılmamalıdır. Politik cepheden, ekonomik-demokratik cepheye kadar her alanda karşı çıktığımız politika ve kurumlara karşı alternatifler getirmeliyiz. Her şeye karşı çıkmak ama alternatif olarak, salt devrimi göstermek, siyasal teşhir olmaz. Sorun, getirdiğimiz alternatiflerin mevcut düzende tamamen, ya da kısmen gerçekleşme şansının olmaması değildir. ister gerçekleşme şansı olmasın, ister kısmen gerçekleştirme şansı olsun, karşı çıktığımız her şeye niçin karşı çıktığımızı anlatarak, demokratik devrimin programının özünde alternatifler getirerek, kitlelere gerçek taleplerinin ne olduğu gösterilirken, aynı zamanda düşman politikaları teşhir edilmiş olur.

Bugün sivil faşist odaklar henüz saldırgan davranmıyorlarsa da, ilerde teröre başlayacaklardır. Bizler sivil faşistlerin politikalarına bakarak hareket etmemeli, buna aldanmamalıyız. Sivil faşist odakların faaliyetleri ve gelişmeleri izlenmeli, bilgi birikimi oluşturulmalı, ancak şimdilik çalışmalarımızın önünde fiili engeller çıkarmadıkları sürece saldırmamalıyız.

Günümüz Türkiye’sinin bir başka gerçeği ise, yukarıda değinildiği üzere, İslami ideoloji önemli bir kitle tabanına sahip ve İslami ideoloji temelinde bir çok örgütlenmenin bulunmasıdır. Bu hareketler, anti-emperyalist sloganlar atmakla ve politik iktidara yönelik faaliyet sürdürmekle birlikte, islami düşünceler temelinde burjuva hareketleridir. Desteklerini orta-burjuvaziden ve tarım kesiminden alırlar.

Bugün bunların bir kesimi devrimcilere karşı ılımlı yaklaşmaktadır. Ne var ki, gelecekte bunlarla kaşı karşıya kalacağımız açık bir gerçektir. Bu nedenle bu an bu kesimle açık bir çatışmaya girmemekle birlikte, işbirliği de yapmamalıyız. Bazı sol hareketler, bunlarla işbirliğini savunmakta, hatta bu konuda girişimlerde bulunmaktadır. Bu gibi gruplar eleştirilmeli, gerekiyorsa teşhir edilmelidir. Gerici odaklarla işbirliği yaptıkları birimlerde bu gruplarla ortak hareket edilmemelidir.

Dışımızdaki Sol’a Karşı Tavrımız

Geçmişten günümüze Türkiye Sol Hareketlerinin olumsuz bir özelliği, ölümle sonuçlanmaya kadar varan çatışmalardır. Her ne kadar oportünizm, revizyonizm son tahlilde burjuvaya hizmet etmekle birlikte, bugün bu örgütlenmeler emekten yanadır. Bunlara karşı mücadelenin esası ideolojik platformdadır. Bunun değişik bir alana sıçraması, karalama düzeyinde sürdürülmesi, sınıfa değil, oligarşiye hizmet eder. Bunun için sol içi çatışmalara girmekten ve çatışan gruplar arası taraf olmaktan titizlikle kaçınılacaktır. Ayrıca silahlı mücadeleyi savunan, özellikle Parti-Cephe kökenli hareketlerle yakın ilişkiler geliştirilmeli, bu konuda gerektiğinde merkezi düzeyde programlı ve ilkeli işbirliği yapılmalı ve Konferansımızda da belirttiğimiz gibi, PASS’ni savunan hareketlerle somut talepler üzerinde birlik faaliyetleri sürdürülmelidir. Silahlı mücadele çizgisi dışındaki hareketlerle ise, birim alanlarda, o alana ilişkin mücadele platformunda işbirliği yapılmalıdır.

MLSPB

Merkez Komite

 

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ PROGRAMI

Giriş:

İnsanlık tarihi ilk toplumsal işbölümüyle sınıfsal ayrışmalarının ön koşullarını oluşturduğunu gösterir. Başlangıçta sınıf ayrımlarına sahip olmayan toplum, üretici güçlerin gelişmesine paralel, sınıfsal ayrışma gösterir. Artık insanın insanı, toplumun küçük bir kesimi geriye kalan çoğunluğu sömürdüğü sınıflı toplumlar tarihinin temel konusudur. Ta ki, proletaryanın iktidarı ele geçirmesine kadar.

Üretici güçlerdeki gelişmeler ve sınıfsal savaşımı sonucu bir kısım sınıflar tarihin karanlıklarında kalırken, yenileri tarih sahnesinde yer almışlardır. Üretici güçlerin gelişim düzeyi, kapitalist evreye ulaştığında, toplum iki modern sınıf, burjuvazi ve proletarya üzerinde yükseldi. Bu iki sınıf arasındaki savaşımda gelecek proletaryanındır. Proletaryanın kaçınılmaz zaferi, insanin insan tarafından sömürüsüne son verirken, sınıf ayrımlarının ortadan kalkmasının ön koşulunu oluşturacaktır.

Türkiye proletaryası, yerli egemen sınıflara karşı şanlı mücadeleler vermiş olmakla birlikte, gerek Türkiye toplumunun gelişim dinamiklerinin evrimi, gerekse de örgütsüz ve uzun yıllar komünist önderlikten yoksun olması sonucu, Türkiye toplumsal yapının şekillenmesinde sınıf olarak önemli etkinlikler gösterememiştir. Uzun yıllar sonra THKP-C ile komünist önderliğine kavuşmuş, ancak Kızıldere darbesiyle THKP-C’nin örgütsel yapısının dağılmasıyla komünist önderlikten yoksun kalmıştır. Bu durum MLSPB’nin sınıf savaşında yer almasına kadar devam etmiştir.

THKP-C’nin mirasçısı ve devamı olan MLSPB, bugün THKP-C ismini henüz almamış olmakla birlikte, Türkiye proletaryasının partisidir…

MLSPB, proletarya diktatörlüğü aracılığıyla komünist toplum inşasını amaçlar. Ancak MLSPB Türkiye’de burjuva-demokratik devrimin tamamlanmamış ve Türkiye’nin yeni-sömürge bir ülke olması gerçeğinden hareketle nihai hedefe varmak için DHD’ni zorunlu bir aşama kabul eder.

MLSPB, dağınık komünist güçleri merkezi örgütlülük altında toparlamayı ve tüm anti-emperyalist, anti-faşist toplumsal tabakalarla işbirliğini demokratik devrim gereği sayar. Bu nedenle MLSPB tüm komünist, devrimci, demokrat ve yurtseverleri saflarına çağırır.

Dünyada Durum

Feodalizmin bağrında yeşeren kapitalizm, rekabetçi dönemde üretici güçleri muazzam boyutlarda geliştirmesine karşın sermayenin temerküzü ve yoğunlaşması sonucu, tekelci aşamaya ulaştığında üretici güçlerin gelişiminin önüne dikildi. Ve asalaklaştı. Kendi iç yasaların kaçınılmaz sonucu olan kapitalizmin bunalımı, rekabetçi dönemde devrevi özellikteyken, tekelci aşamada süreklilik kazandı. Böylece, proletarya devriminin objektif koşulları oluşurken kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının sonucu tek ülkede proletarya devriminin zaferi olanaklı hale geldi. Artık çağ, proletarya devrim çağıydı.

yeni çağı başlatan ve çağa damgasını vuran Büyük Ekim Devrimi oldu. Ekim Devrimi, emperyalizmin Pazar alanını daraltırken o güne kadar “kısa ömürlü Paris Komünü dışında” soyut olan sosyalizm, somut bir güç olarak kapitalizmin karşısına dikiliyor, ve proletarya devrimi ile sömürgeler sorununun kaynaştığı Sovyet Rusya’yı dünya devriminin odağı haline getiriyordu.

Ekim Devrimi ile yakılan kurtuluş ateşi, Hitler faşizminin başlattığı, Sovyet Devrimi’ni de boğmayı amaçlayan 2. Yeniden Paylaşım Savaşı sonucunda Kızıl Ordu’nun desteğiyle kurulan Doğu-Avrupa’da ki Demokratik Cumhuriyetler ve Çin, Vietnam ve K.Kore Devrimlerinin zaferiyle güçlenip yaygınlaşıyordu.

Emperyalizm, savaş sonrası içinde bulunduğumuz genel bunalımın 3. evresine girdiginde Pazar alanlarının 1/3’ünü kaybetmiştir. Buna karşı sosyalizm, tüm dünyada büyük prestij kazanmış, sosyalist sistem, ekonomik-teknik ve askeri olarak muazzam gelişme göstermiş, sömürgelerde ulusal bilinç kabarmış, yeni yeni isyan bayrakları yükselmiştir.

Öte yandan ABD, emperyalizmin jandarmalığını İngiltere’den devraldı. Bilim ve teknikte önemli gelişmeler oldu. Silahlanma Nükleer boyutlara ulaştı. Tekeller uluslar arası nitelik kazandı ve özel tekeller devlet tekelleriyle iç içe geçti.

Bu gelişmeler, emperyalizmin krizini daha da şiddetlendirirken, emperyalist ilişki ve çelişkilerde bilimsel değişmelere yol açtı.

Emperyalist entegrasyon, silahların nükleer boyutlara ulaşması ve en önemlisi proletarya önderliğindeki ulusal kurtuluş savaşlarının da içinde yer aldığı sosyalist sistemin dev gücü, emperyalistler arası yeniden paylaşım savaşını olanaksızlaştırmıştır. Her geçen gün silah sanayine artan yatırım ve korkunç boyutlara ulaşan silahlanma ve bunun da etkisiyle daha da şiddetlenen emperyalistler arası çelişkinin silahlı çözüm yolunun tıkanması, emperyalizmi açmaza sokmuştur. Emperyalizm dünyanın çeşitli bölgelerinde mazlum halkları (gerektiğinde kendisi de içinde yer alarak) birbirine karşı kışkırtarak, bölgesel savaşlarla geciktirmeye çalışmaktadır.

İç politikada ise, mali oligarşi, güçlenen komünist partilerini etkisizleştirmek ve sistemi ayakta tutabilmek için “sosyal-refah devleti” demogojisiyle işçi aristokrasisini daha da güçlendirmiştir. Ayrıca sosyal-demokrat partiler, sistemin güvenilir kaleleri haline dönüşmüş, mali oligarşiler sosyal-demokrat iktidarlarla güvenli yol almışlardır. Gelişen kitle iletişim araçları ve eğitim politikasıyla topluma ideolojik ve kültürel yozluk egemen kılınmıştır. Bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde insanın kendisine ve topluma yabancılaşması yoğunlaşmış, bireysellik yüksek boyutlara ulaşmış, bunalımlı insanlar topluluğu yaratılmış durumda. Öte yandan rotasını şaşırmış komünist partilerin bir kısmı tarafından sistemleştirilen “Avrupa-Komünizmi” mali oligarşilerce körüklenmekte ve hızla sistemi sübabı olmaktadır.

Pazar alanlarının daralması, bilim ve teknikteki gelişmeler sonucu artan üretim ve mazlum halklarda kabaran ulusal bilinç ise, sömürgecilikte bir takım değişikliklere yol açmıştır. Buna göre, esasında burjuvazi olmak üzere yerel egemen sınıflarla işbirliğine giden emperyalizm, açık işgal yerine gizli işgale emperyalizmin çıkarlarına göre yeniden biçimlendirilen yerli ordularla işgale başvurmuş, bu ülkelerde yukarıdan aşağı çarpık ve bağımlı bir şekilde kapitalizm geliştirilerek Pazar içi üretim yaygınlaştırılmıştır. Tekelcilik bu ülkelerde de egemen hale getirilmiş, yerli işbirlikçi burjuvazi, emperyalizmin desteği ile, tekelci karakter kazanmıştır. Yeni-sömürgelerde yukarıdan aşağı geliştirilen kapitalizme koşut üst yapıda sınırlı burjuva-demokratik dönüşümler gerçekleşmiştir. Ancak bunlar, kısmi ve görelidir. Siyasal yapıların esas karakteri, dışa bağımlılığın doğal uzantısı istikrarsızlığın sonucu, iç ve dış konjonktüre göre açık ya da gizli icra edilen faşizmdir.

Ne var ki, emperyalizmin bunalımını atlatmak için sarıldığı her çare geçici çözümler olsa da, emperyalizmi daha derin bunalımlara sokmaktır. Sömürgelerde kapitalizmin geliştirilmesi, bu ülkelerde proletaryanın gelişip güçlenmesini ve sınıf bilincinin yükselmesini beraberinde getirirken, emperyalizmin gizli işgalle yüzünü gizlemesi, bölgesel savaşları körüklemesi, cuntalar tezgahlaması, sınıfsal ve ulusal bilinci yok edememiştir.

Küba, Vietnam Devrimi’nin tamamlanması, Laos ve Komboçya’nın kurtuluşu, Angola ve Mozambik’de kazanılan zaferler, ABD’nin “arka bahçesi” Orta-Amerika’da, Nikarağua kıvılcımı ve günümüzde Salvador ve Filipinler gibi ve bir çok yeni sömürgede yükselen mücadeleler bu gerçeği ve emperyalizmin çırpınışlarının, onu tarihin karanlıklarından kurtaramayacağını göstermektedir.

Bugün dünyanın yarıya kakını, emperyalist zincirin dışına çıkmış ve demokratik-devrimlerini zaferle taçlandırmış, dünün bir çok sömürge ve yeni-sömürgesinde sosyalist inşanın ilk adımları atılmış durumdadır. Ne var ki, sosyalist sistemin her geçen gün yeni katılımlarla güçlenmesine karşı, sistem içinde çıkan sapmalar ve sosyalist ülkeler arası çelişkiler, bu gelişmenin ivmesini düşürmektedir. Dün, dünya devriminin odağı olan Sovyetler Birliği, bugün bu durumdan uzak, modern-revizyonizmin başını çekerken, Çin’de, kapitalist restorasyon çanları çalmaktadır. Sistem içindeki bu gelişmeler her geçen gün keskinleşen sınıflar savaşımını ve proletarya enternasyonalizmini büyük oranda zaafa uğratırken, emperyalizmin saldırganlığına hizmet etmektedir.

Ortadoğu’da Durum

2.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası en güçlü devlet, emperyalizmin jandarmalığına soyunun ABD emperyalizmi, Eisenhower doktrini ile, Ortadoğu’ya el atıyordu.

Savaş sonrası Orta-Doğu’daki en önemli gelişme, Siyonist İsrail’in kuruluşu idi. 1948 yılında Filistin topraklarının bir kısmı üzerinde kurulan Siyonist İsrail Devleti, 1967’de batı yakası ve Gazze’yi de işgal ederek, Orta-Doğu’da, başta ABD emperyalizmi olarak, emperyalizmin jandarmalığını üstleniyordu.

Siyonist İsrail’in kuruluşu, Birleşmiş Milletlerde yer edinerek, uluslar arası politik sahnede yer tutması, Orta-Doğu’da yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına neden oluyordu. 1955’lere kadar İngiliz ve Fransa emperyalizminin ağırlıklı olarak denetimi altında olan bölge, yavaş yavaş ABD emperyalizminin denetimine geçiyordu. 1955 tarihli Bağdat Paktı’nın (Türkiye, İran, Pakistan, İngiltere) üyesi, Irak’daki ihtilal bu Pakt’ın yıkılmasına neden olduğu kadar, İngiliz emperyalizminin bölgedeki hakimiyeti de son buluyordu. Bölgede denetimi ele alan ABD emperyalizmi, bu kez bölge denetimi için CENTO Paktı’nı kuruyor (Türkiye, İran, Pakistan ,ABD) ancak, 20 yıl sonra, yani 1979’da İran İslam Devrimi ile, bu Pakt’ın sonu ilan edilmiş oluyordu.

1979 yılındaki İran İslam Devrimi, ABD emperyalizminin bölgedeki politikasına ağır darbe indirdiği gibi, (1978 Mısır-İsrail arasında imzalanan Camp-David antlaşmasının iflası) global stratejisine de darbe indiriyordu. Çünkü, monarşik diktatör Şah’ın yönetimindeki İran Devleti, ABD’nin bölgedeki en önemli jandarmalarından biriydi. ve Stratejik bir öneme haiz Körfezin denetimiyle ilgili bir misyon oynuyordu. İran’daki İslam Devrimi, emperyalizm açısından Körfezin tehlikeye girmesinden ayrı olarak, bölgede anti-emperyalist mücadele, İslami olarak tekrar alevleniyordu. ve bölgede İslami Hareket büyük bir etki yaratarak, aynı zamanda diğer Arap rejimlerini tehlikeye sokuyordu.

Özetle söylersek; İran İslam Devrimi bölgedeki dengeleri alt-üst ettiği gibi, uluslar arası alandaki politikaları da etkilemiştir.

Orta-Doğu’daki bu gelişmelerden hoşnut olmayan başta ABD emperyalizmi olmak üzere, emperyalist ülkeler bölgede sarsılan prestijlerini ve çıkarlarını yeniden inşa edebilmek için eskiden beri devam eden İran-Irak arasındaki Şatül-Arap bölgesinin paylaşımı ve İran’daki boşluğu fırsat bilen gerici Saddam rejimi, halkların birbirine karşı silahlandırılması ve savaşla çözülmeye çalışan “yüce!!” istemler diyetinin halka ödetilmesine dönüştürülmüş, diğer yanıyla, İran’daki halkların bu kalkışımını, gerici molla rejimi, rotasından saptırmak, kontrol ve denetim altında bulundurmak için savaşın bir cephesinde olmaktan kaçınmamıştır. Bu savaşım, dolaylı ve direkt emperyalist ülkelerin denetimindeki dünya halklarının gözlerinin önünde sürdürülmektedir.

Bu yıllarda gittikçe yükselen Filistin mücadelesi de emperyalizmi ve Siyonist İsrail’i de rahatsız ediyordu. Lübnan’da üslenen Filistin güçlerine karşı Siyonist İsrail, 1982 yılında Devrimci yükselişi bastırmak için, Lübnan’ın bir kısmını işgal ediyordu. Kısmi anlamda başarılı olan Siyonist İsrail, Filistin güçlerini bölgeden sürüyor, ancak mücadelenin durmayacağının farkında olduğundan da çıkarları doğrultusunda, Lübnan’da hıristiyan burjuvazisiyle onun Falanjist militarist gücüne dayanan bir Lübnan Devleti kurmaya çalışıyordu. Bu girişimindeki başarı oranını kestiremediği için de, çekilirken SAYDA’nın altında bir güvenlik kuşağı oluşturuyordu.

Hıristiyan burjuvazinin uzlaşmacı politikasıyla diğer DÜRZİ, Şİİ ve SUNNİ Müslümanlarla oluşturmaya çalıştığı devlet yapısı da zaafa uğrayınca, başta ABD emperyalizmi olmak üzere Fransa, İngiliz ve İtalyan emperyalistlerini mücadeleye çağırdı.

Böylece Orta-Doğu’nun doğu ve batı yakasındaki siyasi ve askeri gelişmeler birleşiyor, bölge tam bir savaş arenasına dönüyordu. Bunu yaratan, 80 sonrası ABD emperyalizminin bölgeyi tamamen elde tutabilmek, başarılmazsa bölge ülkelerinin daha da atomize edilerek daha küçük birimler haline dönüştürülerek, bunları denetim altına alarak, bölgenin denetimini tekrar ele geçirme politikasının bir ürünüydü. Bu politikasında günümüzde hala başarıya ulaşamayan ABD emperyalizmi, bölgedeki askeri gücünü artırmaya yönelik olarak, lojistik destek ve bir sıçrama tahtası olarak Türkiye’yi de kullanmaya başladı. Orta-Doğu’ya yönelik olarak bunun dışında başka fonksiyon oynamayan Türkiye, şimdilik bu görevle sınırlandırılmış bulunmaktadır. Bölgede Filistin mücadelesi, anti-emperyalist, anti-siyonist bir güç oluşturmuş olsa da, 1982’de İsrail’e karşı yenilgisinden sonra kendi mücadele zemininden kopartılarak, güçleri parçalanarak, mücadele etkinliği zayıflamıştır.

Bu anlamda bölgede sosyalizm açısından Türkiye Devrimci Hareketine global sorumluluklar yüklenmiş bulunduğundan, emperyalizmin global saldırılarına karşı Türkiye Devrimci Hareketi de, bölgesel olarak global taktikler üretmek zorundadır.

Türkiye’de Durum

Burjuva programı etrafında, asker-sivil-aydın kadroların önderliğinde ve feodalite-burjuvazi ittifakı toplumsal temeli üzerinde yükselen kurtuluş savaşını zaferle emperyalist açık işgale son verirken, feodal Osmanlı İmparatorluğu yıkılarak, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Emperyalist açık işgale son vermekle birlikte, Kurtuluş Savaşı’nın sınıf niteliğinin kaçınılmaz sonucu, emperyalizmin ekonomik etkinliklerine radikal ve kararlı bir tavır takınılmadı. Yabancı sermaye faaliyetlerine, yabancı sermayeye o güne kadar tanınmış imtiyazlara izin verildi, gümrük politikası uzun yıllar emperyalizmin dayatmalarına göre biçimlendi.

Aynı şekilde feodal-siyasal mekanizmanın parçalanmasına ve feodal ideolojiye karşı ekonomik ve toplumsal yaşamda, feodal etkinliklere radikal tavır takınılmadı, oluşturulan burjuva siyasal mekanizma ve toplumsal düzen burjuvazi-feodalite ittifakı üzerine yükseldi.

1920’ler Türkiye’sinde kapitalist dinamikler ruşeym halindeydi, sermaye birikimi yetersiz, yerli burjuvazi cılızdı ve ağırlıkla ticari nitelikteydi, Pazar henüz bütünleşmemişti. Öyle ki, ülkenin bir çok yöresinde kapalı feodal ekonomiler mevcuttu.

Kemalist iktidar alt yapı yatırımlarıyla pazarı bütünleştirmeye çalışırken, yabancı sermayeye sırt çevirmeden yukardan aşağıya kapitalizmi geliştirmeyi hedefledi. Bu amaçla sanayide ve tarımda makineleşmeye geniş teşvik ve destek sağladı, kara geçtiğinde özel sermayeye devretmek üzere, özel sermayenin ortak edildiği devlet eliyle sanayileşme politikası izledi.

1940’lı yıllara gelindiğinde, gerek Sovyet ekonomik yardımlarının, gerek 1930’lu yıllarda emperyalistler arası çelişkilerin şiddetlenmesinin de etkisiyle yerel sanayi nisbi gelişme gösterdi. Ayrıca 2.Paylaşım Savaşı yıllarında vurgunculuk ve karaborsayı körükleyen ekonomi-politikalar sermaye birikimini hızlandırdı. Bununla birlikte sanayi tüketime yönelikti ve büyük ölçekte devlet elindeydi, ekonomik ve toplumsal yaşamda ise, feodalizm tasfiye edilmemiş ve hatta önemli bir etkendi.

Kapitalizmin gelişmesi ve beraberinde tamamen yok edilmese de feodalizmin tasfiyesi, Türkiye’nin yeni-sömürge olmasından sonradır.

Kemalist iktidarın sınıf karakteri, emperyalist yabancı sermayeye karşı izlenen politikalar ve emperyalizm ile ekonomik ticari ilişkilerdeki artış emperyalizm ile politik-askeri yakınlaşmayı beraberinde getirdi. Marshall ve Truman doktrinleri çerçevesinde, ABD emperyalizmiyle imzalanan ikili antlaşmalarla 1930’lu yılların 2.yarısında başlayan süreç 1940’lı yılların 2.yarısında tamamlandı. Ve Türkiye emperyalizmin bir uydusu oldu.

Aynı dönem, emperyalist ilişki ve çelişkileri ile sömürü ve istismarın yeni biçimlenmeler kazandığı yıllardı. Türkiye’nin emperyalizmin uydusu olması ile birlikte alt ve üst yapı sömürgeciliğe göre şekil almaya başladı.

Bugüne kadar ki süreç içerisinde yabancı sermayeye geniş güvence ve özendiricilik kazandıran yeni düzenlemeler gerçekleştirildi ve yabancı sermaye çeşitli biçimlerde hızla ülkeye aktı. Türkiye uluslar arası emperyalist, mali-askeri-kültürel kuruluşlara üye oldu ve böylece ekonomik ve toplumsal yaşamda bu kuruluşlar insiyatif sahibi oldu.

Öte yandan, pazarın genişlemesi için alt yapı yatırımları hızlandı. Tarımda ekilebilir yeni alanlar açılırken, emperyalizmin ihtiyaçlarına ve sanayiye yönelik üretim yoğunlaştı. Makine kullanımı ve sanayi girdileri hızlandı. Aynı zamanda özellikle 50’li yılların 2.yarısından sonra montaj sanayi hızla gelişti.

1960’lı yıllar, yukarıdan aşağı geliştirilen kapitalizmin yeni boyutlar kazandığı “planlı ekonomi” ile tüketim sanayinin geliştiği, işbirlikçi burjuvazinin o güne kadar ki süreçte emperyalizm ile kaynaşarak tekelleştiği ve kapitalizmin tekelci karakter aldığı yıllar oldu. Tekelcilik, süreç içerisinde gerek tarım sanayi ilişkilerinden, gerek devlet tekelciliği ile birlikte kooperatif tipi örgütlenmelerle bu alanda da egemenlik kurdu.

Gelinen aşamada, feodalizm yukarıdan aşağıya büyük ölçüde tasfiye edilmiş ve tekelci kapitalist üretim ilişkileri egemen olmuştur. Dolayısıyla emek-sermaye çelişkisi toplumsal süreçte tayin edici idi.

Kapitalizm gelişmiş olmakla birlikte, bu gelişim kendi iç dinamikleriyle doğal evrimine, dış dinamiklerin müdahalesiyle olduğu için çarpık ve dışa bağımlıdır. Sanayi çeşitli biçimlerdeki yabancı sermaye ortaklığı üzerinde yükselmektedir ve hammadde, yarı-mamül madde gibi temel üretim giderlerini dışarıdan karşılamak zorundadır. Aynı zamanda ülkede yaratılan zenginlikler büyük ölçüde ve çeşitli biçimlerde emperyalist metropollere aktarıldığı için yerel sermaye birikim hızı düşmektedir. Ve yerel sermaye birikimi yeniden üretim için yetersiz kalmaktadır.

Bu olguların doğal sonucu sık sık yaşanan döviz dar boğazı ve ödemeler dengesi açığı, faturasını emekçi halkın ödediği ve aynı zamanda uluslar arası emperyalist finans kuruluşlarının ekonomik yaşamda insiyatifini artıran ve bugün 40 milyar dolara ulaşan dış borçlanmalarla giderilmek istenmektedir.

Diğer yandan sistemin yapısal zaafları enflasyonu yüksek boyutlara ulaştırmakta işsizliğin her geçen gün artmasına yol açmaktadır. Böylece ekonomik açmazlar derinleşirken, toplumsal yapı çalkantı arz etmektedir.

Ülkede kapitalizmin gelişmesinin kaçınılmaz sonucu sınıf ilişkileri ve çelişkilerdeki degişimdir. Cumhuriyet devletinin toplumsal temelinin bir ayağını oluşturan burjuvazi, süreçte gelişmekte ittifakı bozacak nitelikten uzaktı. Ancak Türkiye’nin yeni-sömürge olmasıyla birlikte emperyalizm, yerel burjuvazinin en gelişkinlerinde yerel dayanak buldu. Bu işbirligi emperyalizm için gerek yerli burjuvazinin niteliğinden, gerekse emperyalist politikanın ihtiyaçları açısından yetersizdi. Emperyalizm tarımsal alanda da işbirlikçiye ihtiyaç duymaktadır. Bu ise, büyük toprak sahipleri, büyük tarım kapitalistleri ve bu alanda büyük tüccarlardır. Süreç içinde işbirlikçi burjuvazi, uluslararası tekellerle kaynaşarak bir anlamda onların uzantısı durumuna gelirken ve tekelci karakter kazanırken, ulusal burjuvazi toplumsal yaşamdaki etkinliklerini her geçen gün artan bir ivmeyle kaybederek, işbirlikçi tekelci burjuvaziye bağımlı hale geldi. Aynı süreçte, feodalitenin büyük ölçüde tasfiye edilmesine ve ekonomik toplumsal yaşamdaki etkinliklerinin zaafa uğratılmasına karşın, gerek toprak ağalarının, gerek büyük toprak sahiplerinin etkinlikleri yok edilememişlerdir. Kısaca tekelci burjuvazi toplumsal karakterinin kaçınılmaz sonucu, egemen tek güç degildir.

Böylece kendi içerisinde çelişkili ve dönem dönem çeşitli çatışmaların yaşandığı ve her geçen gün etkinliği artan tekelci burjuvazi, büyük toprak sahipleri ve tüccarların zorunlu ittifakından oluşan bir oligarşi, toplumsal yapıda egemen belirleyici güçtür. Alt yapıda-üst yapıda bu oligarşinin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde belirlenmiştir. Ve düzenlemeler buna göre olmaktadır.

Sanayi ve tarımdaki kapitalist gelişmenin kaçınılmaz bir diğer sonucu, sanayi ve kır proletaryasının nicel ve nitel gelişimidir. Proletarya, en temel toplumsal dinamiklerden biri ve bugüne kadar şanlı mücadeleler vermiş olmasına karşın, ağır baskı ve yoğun sömürü altındadır. Bugün yaşam ve çalışma koşullarının, ekonomik-demokratik hak ve özgürlüklerin çağın gerisindedir, grev ve sendikal haklar yok denilecek düzeyde yasal sınırlanmalarla sınırlanmıştır. Ve devrimci içerikli mesleki örgütlenmeler yasaklanarak işbirlikçi sarı sendikalar aracılığıyla proletarya denetim altında tutulmaya çalışılmaktadır. Sanayi proletaryasının ekonomik, toplumsal hakların sınırlılığına karşın, kır proletaryası bunlardan ve örgütlülükten tamamen yoksundur.

Kırsal alanda ise, sınıfsal farklılaşmalar hızlanırken çelişkiler keskinleşmiştir. Toprak mülkiyetinin merkezleşmesi küçük ve orta köylülüğü çözerek mülksüzleştirdi. Yoksul ve küçük köylülük, taban fiyat politikaları yoğun tüccar sömürüsü giderek maliyeti yükselen tarımsal üretim giderleri ve tekelci kapitalizmin bir bütün olarak kırsal alandaki yansımaları sonucu, büyük toprak sahipleri ve tüccarlara bağımlı hale geldi. Bu çözülüşün sonucu köylülük kır ve kent mevsimlik işçiye dönüşürken kırdan kente yoğun bir artış gerçekleşti. Buna karşılık çarpık gelişen sanayi bu artışı istihdamdan uzaktır. Böylece işsizler ordusu ve lümpen proletarya gelişti. Aynı zamanda kırdan kente akış, çarpık kentleşmesi ile birlikte, yoğun gecekondulaşmayla birlikte büyük konut problemine yol açtı. Ama aynı zamanda bu alandaki spekülatörlüğü geliştirdi.

Ülkenin iktisadi evriminin sonucu, küçük üretim yaygındır. Kapitalist gelişimi ve işbirlikçi tekelcilik, küçük burjuvaziyi de derinden etkilemiştir. Özellikle 80’li yıllardaki gelişmeler küçük üretimi parçaladı. Küçük burjuvazinin bir kesimi mülksüzleşerek proletaryaya veya işsizler ordusuna katılırken varlığını koruyabilenler tekelci hegomanya altında her geçen gün daha kötü ezilmektedir. Ne var ki işbirlikçi kapitalizm gelişim dinamikleri küçük üretimin ve küçük burjuvazinin yaygınlık göstermesini önüne geçemez ve bu toplumsal kesim, emperyalizm ve yerli işbirlikçileriyle şiddetli çelişki içindedirler ve çıkarları demokratik devrimden yanadır.

Türkiye’de sınıf ilişki ve çelişkilerindeki gelişmeler üst yapıya da yansımak zorundaydı. Ve Türkiye’nin yeni sömürgeleşmesiyle birlikte üst yapı kurumları emperyalist üretim ilişkilerine göre yeni boyutlar kazanmıştır.

Cumhuriyet devletinin kurulduğu süreçte, toplumsal dinamiklerin karakteri yani kapitalist dinamiklerin cılızlığına rağmen siyasal mekanizmanın burjuva karakteri arasındaki çelişkinin ürünü tek parti diktatörlüğü olmuştur. Sınıf farklılıklarının keskinleşmemesi, cılız burjuvazinin feodaliteyle ittifakı ve kapitalizmi yukarıdan aşağıya geliştirme politikası mülk sahipleri sınıfları tek partide birleştirirken, bu parti geniş emekçi kitleleri ve gelişim halindeki proletaryayı denetim altında tutmak için “sınıfsız toplum” demogojisi ile onları da temsil ettiğini öne sürer. Tek partili toplumsal düzeni yaratan çelişki ve yukarıdan aşağı kapitalimi geliştirmenin doğal sonucu, siyasal mekanizma demokrasiden uzaktır. Geniş kitlelerin ağır baskı altında tutulması, buna uygun yasal düzenlemelerin gerçekleşmesi egemenler için kaçınılmazdı. Öte yandan bir orjinalite olarak rüşeym halindeki burjuvazi T.C’nin kurulduğu dönemde yanı başındaki proletarya devriminden etkilenişi burjuvazinin proletaryanın potansiyel gücünden büyük bir ürküntü duymasına ve kitlelerin en küçük bir hareketliliği karşısında paniğe düşmesine ve bunların sonucu baskıyı daha da yoğunlaştırarak kurumlaşmaya çalışmasına yol açmıştır.

1940’lı yıllarda sınıf farklılaşmalarının giderek keskinleşmesi, sermaye birikiminin görece hızlanması, gürbüzleşen burjuvazinin devlet müdahaleciliğine ihtiyacının azalması, egemen sınıflar arası çelişkilerin şiddetlenmesi, geniş halk kitlelerinin giderek hoşnutsuzluğu bunların uzantısı CHP’nin yıpranması ve uluslar arası değişen konjoktür, tek parti yönetiminden çok parti yönetimine sözde demokrasiye geçişi zorunlu kılmıştır. Ancak bu Filipin tipi demokrasidir. Toplumsal dinamiklerin bağımsız örgütlenmesine olanak yoktur. ve anti-demokratik yasa ve kurumlaşmalar varlığını korur. Demokrasinin özü esasında aynı sınıfların egemen sınıfların çıkarlarına göre şekillenmiş çok partili bir düzendir.

Türkiye’nin çok partili düzene geçtiği süreç Türkiye’nin emperyalist boyunduruk altına girdiği ve bu süreçte şekillenmeye başlayan yeni-sömürgeciliğin gerektirdiği kurumlaşmalarında başladığı bir süreçtir.

Yeni-sömürge ülkelerde kapitalizmin gelişimi başta proletarya olmak üzere toplumsal dinamikleri geliştirir, sınıf çelişkileri şiddetlenir, sınıfsal ve ulusal bilinç yükselir, öte yandan kapitalizm dışa bağımlıdır, istikrarsızdır, yoğun sömürüye dayanır. Bu çelişki, oligarşinin toplumsal düzenini ayakta tutabilmesi, yoğun ve merkezi baskıyla çözümlenir. Bu ise faşizmdir. Bu ülkelerde faşizm, toplumsal yaşamın geniş kesitlerinde adım adım kurumlaşır. Bu arada gerek toplumsal dinamiklerin üst yapıya yansımasının gerek kitlelerin yoğun baskı karşısında hoşnutsuzluk ve tepkilerinin nötralize edilmesi için, gerekse de oligarşi içi çelişkilerin bir sonucu olarak kısmi ve göreli demokratik hak ve özgürlükler yaşam bulur. Ancak bu durum siyasal mekanizmanın temel niteliğini değiştirecek boyutta değildir ve çelişkilerin şiddetlendiği istikrarsızlığın kısaca sistemin kendi içinde tıkandığı dönemlerde, bazı hak ve özgürlükler bir gecede bir kenara fırlatılıp atılır. 12 Mart ve 12 Eylül de olduğu gibi.

Ülkemizde siyasal mekanizma yeni sömürgeciliğin gereklerine göre bu evrimi göstermiştir. Devlet yeniden biçimlenmiştir. Cumhuriyetin kurulmasından sonra günümüze dek devletin yeniden baştan sona biçimlenişinin sonrası ve DP iktidarı döneminde yeni sömürgeciliğin ihtiyaç duyduğu kurumlaşmalar başlamış olmakla birlikte 1960’lı yıllar kurumlaşmaların kesin dönüşüm yaptığı yıllar olmuştur.

1950’li yılların ikinci yarısından sonra gelişme gösteren sanayiye karşılık izlenen politikalar ve egemen sınıflar arasındaki güçler dengesi tarım ve ticaret kesimi lehineydi. Aynı zamanda gelişen proletarya ile birlikte küçük burjuvazinin hoşnutsuzlukları dışa vurmaktaydı. Öte yandan ekonomi krize girmişti ve sistem tıkanmıştı. Bir diğer espri ise, “sınıfsız toplum” demogojisi ile hazırlanmış, 1924 Anayasası gelişen dinamikleri yansıtmaktan uzak olduğu gibi yeni sömürgeciliğin ihtiyaçlarına cevap vermiyordu. Anayasa değişen güçler dengesini yansıtacak şekilde ve yeni sömürgeciliğin ihtiyaç duyduğu kurumlaşmaları içerecek şekilde yeniden düzenlenmek durumundaydı. (Burada belirtelim ki 60 darbesi emperyalizmin ve oligarşinin bir işaretiyle onların komutası altında başlayan bir hareket değildir. Kuşkusuz gelişimden onlarda haberdardı, ancak bir tiyatro sahnelenmiyordu. Emperyalizmle yerli oligarşi arasında, oligarşinin kendi içinde, oligarşiyle ordu, parti vb. arasındaki ilişkiler mekanik olmaktan uzaktır. Toplumsal olaylara bu şekilde yaklaşmak marksizme vulgarize etmektir. İlişkileri ve çelişkileri tek düzeyden ele almaktır.)

1960 anayasası yeni sömürgeciliğin ihtiyaçlarına cevap veren, önünü açan ve özünde oligarşi içinde değişen güçler dengesini yansıtan bir anayasadır.

Ancak o süreçte gelişen proletaryanın ve küçük burjuvazinin tepkileri oligarşi içi çatışmalarında etkisiyle, anayasaya kısmen yansımıştır.

Gerek bu yansımanın, gerekse tüketim toplumu yaratmak politikasının bir ürünü olarak, siyasi yapının özünü değiştirmeyecek şekilde görece özgürlükler anayasada yer almıştır.

Oysa böylesi bir yansıma işbirlikçi burjuvazi ve içinde yer aldığı oligarşinin egemenliği ile çelişmektedir. 1960 başında kitle hareketliliğinin ve iç çelişkilerinin sonucu bu yansımaya boyun eğen ve kabullenmek zorunda kalan işbirlikçi burjuvazi, kısa bir süre sonra sorunlu ittifakları ile birlikte buna karşı çıkmaya ve Anayasanın değiştirilmesini istemeye başlamıştır.

Diğer yandan aynı süreç, toplumsal dinamiklerin hareketlendiği, işçi sınıfı, köylülük ve gençliğin eylemlilik içine girdiği yıllardır. Bu süreçte işçi sınıfı devrimci özde mesleki örgütlenmeler oluştururken, grev, direniş, boykot ve kırsal alanda toprak işgalleri yaygınlaşır. Sınıf bilinci yükselir ve işçi sınıfı dilimi geniş kitlelere mal olurken, Türkiye Sol’unda geleneksel pasifizm, revizyonizmin etkileri kırılır. Sınıf savaşımı yeni boyutlar kazanır ve proletarya komünist önderliğe kavuşur.

Yükselen sınıf savaşımı oligarşinin iç çelişkileri ve emperyalizmin krizinin yansımasıyla daha da şiddetlenen ekonomik kiriz, 1970’li yılların başına gelindiğinde bir bütün olarak sistemi tıkanıklığa sokar. Tıkanıklığı açmak, toplumsal muhalefeti bastırmak ve tekeci burjuvazi lehine alt yapı ve üst yapıda düzenlemelerde bulunmak için faşizm, ordunun 12 Mart Muhtırasıyla kitlelerin mücadelesiyle elde ettikleri göreceli demokratik hak ve özgürlükleri kaldırır atar.

Ancak, başta THKP-C olmak üzere, devrimci örgütlenmelerce sürdürülen silahlı mücadele faşizmin oyunlarını bozar. Yükselen mücadele karşısında tekelci burjuvazi oligarşi içi çelişkilerin çözümünü erteler ve oligarşi kenetleşir. Bu ortamda tekelci burjuvazi, faşizmin kurumlaşmasında adım atsa da, devrimci mücadele ve kitlelerin potansiyel muhalefeti karşısında geriler ve kısa sürede faşizmin açık icrasından gizli icrasına geçilir.

Oligarşi, gelişen toplumsal muhalefete paralel, 1960’li yılların ikinci yarısında militarist-faşist kurumlaşma oluşturdu. 1970’li yıllar, sivil faşist örgütlenmenin güçlendirildigi, kitle muhalefeti ve devrimci muhalefetin devlet gücü yanı sıra bu güçler bastırılmaya çalışıldığı yıllardır. Böylece oligarşi siyasal zora yeni boyutlar kazandırdı. Siyasal mekanizmanın cılız ve göreli de olsa, toplumsal dinamikleri yansıtmak zorunda kalışı, 1960 ve 70’de tekelci burjuvazinin istemlerini tam karşılayamaması, oligarşinin siyasal zoruna yeni boyut katmıştır. Aynı zamanda sivil faşist örgütlenmeyle geniş emekçi kitleler şoven ideolojiyle uyutularak, oligarşi lehine kitle gücü oluşturulmak istendi. Bir diğer boyut ise, kitleler nezdinde sınıf savaşımının çarpıtılarak istenmesi ve devlet terörünün haklı gösterilmesi için, propaganda aracı yapılmasıdır.

Diğer yandan 12 Mart Açık faşizmiyle sınıf savaşımı ve silahlı devrimci mücadele yenilgi yaşayarak kesintiye uğrasa da toplumda derin etkiler bıraktı. Bu potansiyel 1974’deh sonra örgütlenmeye başladı. Devrimci mücadele, emperyalizmin ekonomik-politik-askeri plandaki derin krizinin ve bunun ülkemize yansımasının oluşturduğu elverişli zeminde yaygınlaştı ve boyutlandı. Kitle hareketleri had safhaya ulaştı. Oligarşi içi çelişkiler şiddetlendi. Ekonomik yaşam felce uğradı. (Kısaca toplum tam bir alt-üst oluş yaşarken devlet hemen hemen işlemez hale geldi.) Ekonomik yaşam uluslar arası iş bölümü gereği yeni bir konuma sokmak, ikameciliğin yerine ihracata yönelik yeni bir modele göre imal etmek, emperyalizm ve oligarşi için zorunluluk kazandı.

Bu olguların gayri meşru çocuğu 12 Eylül doğdu. 12 Eylül açık faşizmiyle tüm demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılırken, toplumsal dinamikler tek taraflı, oligarşinin dinamiklerini yansıtan 82 Anayasasıyla devlet yeni baştan biçimlendirildi. Buna göre en temel hak ve özgürlükler yok sayılacak düzeye düşürülürken devlet dokunulmaz ilan edilmiş, yönetim daha da merkezileşerek güçlendirilmiştir.

Devlet terörü koyulaşıp faşizm daha da kurumlaşırken, sivil faşist örgütlenme aracılığıyla gerçekleştirilmek istenen espriler bugün biçim değiştirerek “Türk-İslam sentezi” adI altında şoven ve İslami ideolojilerin karışımı bir ideoloji ve buna uygun örgütlenmelerle gerçekleştirilmek istenmektedir. Ancak en azından bir dönem siyasal zor devlet aracılığıyla gerçekleştirilirken sınıf savaşının alacağı boyutlara göre, bu yeni biçim eksenini de içerecek vaziyette terörize olacaktır.

Sonuç Olarak;

Ülkemizde yukarıdan aşağıya kapitalizm gelişmiş olmakla birlikte yapısal karakteri sonucu ülke altyapısında üst yapısına kadar çalkantı içindedir. Sistem, emekçi kitleleri yoğun siyasal zor ile baskı altında tutarak varlığını korumaktadır. Egemen güçler bir yandan iç çelişkilerinden acze düşerken yoğun baskı ve sömürü ile (üstü çizilmiş) diğer yandan kitlelerle olan ilişkilerinde yönetmekten acze düşerken, yoğun baskı ve sömürü ile yüz yüze gelen kitleler, her geçen gün artan hoşnutsuzlukla düzenden ve yarınlardan umutlarını kesmiş, ancak bir bütün olarak devlete karşı tepkileri nötralize edilmiştir.

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİN STRATEJİSİ

MLSPB, nihai amacı komünist topluma varmak için toplumsal gelişmenin bu aşamasında mevcut siyasal yapının aşağıdan yukarı parçalanarak politik iktidarı ele geçirmeyi ve bu iktidar aracılığıyla daha ileri bir üretim tarzının örgütlenmesini amaçlar.

Stratejik hedef; Anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir. Emperyalizm ve yerli oligarşinin resmi ve sivil tüm toplumsal, siyasal, ekonomik, askeri kurumları stratejik hedefler içerisindedir.

Stratejik çizgi; Uzun süreli Halk Savaşı emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi ilişki ve çelişkilerini yansıtan daha değişik bir ifadeyle Politik Askeri Savaş Stratejisi (PASS) dir.

PASS gerilla savaşı temelinde diğer tüm savaş biçimlerinin diyalektik bütün içinde sürdürülmesidir. Buna göre, düzenli ordular aşamasına kadar gerilla savaşı temel savaşım yöntemidir. Ve politik savaşımın diğer biçimleriyle ekonomik-demokratik ve ideolojik savaşım biçimleri gerilla savaşının gelişmesine hizmet eder.

Halk Savaşı, emperyalizmin 3.Bunalım Dönemi özelliklerinden, yani yeni-sömürge ülkelerdeki gizli işgal ve Suni-denge esprilerinden hareketle geniş kitlelerin silahlı propaganda temelinde sürdürülen kitle ajitasyonu ve kitle propagandası aracılığıyla örgütlendiği Öncü Savaşı aşamasından geçecektir.

Temel savaş alanı kırlardır. Ancak gerek emperyalizmin 3.Bunalım Dönemi özelliklerinden, gerekse ülkemizde üretici güçlerin gelişim düzeyinden hareketle, savaş, başından sonuna kır-şehir diyalektiği içinde Birleşik Devrimci Savaş şeklinde sürecektir.

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİN DİNAMİKLERİ:

Önder Güç: Proletaryadır. Proletaryanın önderliğinin temeli ideolojiktir.

Temel Güç: Temel savaş alanının kırlar olmasından hareketle, işçi-köylü ittifakı temelinde köylülüktür. (Kır proletaryası, kır yarı-proletaryası, yoksul köylüler, orta-köylüler.)

Küçük burjuvazi, başta Ortadoğu olmak üzere, sömürge ve yarı-sömürgelerdeki Marksist ve ilerici hareketler, sosyalist sistem dolaysız, Orta-burjuvazi, dünya demokrat kamuoyu dolaylı ihtiyatlarıdır.

DEMOKRATİK HALK DEVRİMİNİN HEDEF VE GÖREVLERİ

A- İktidarın Demokratikleşmesi

1- Emperyalizmin ve yerli oligarşinin siyasal mekanizmasının parçalanarak demokratik hak ve özgürlükleri garanti altına alan bir anayasa temelinde işçi-köylü iktidarının inşası,

2- Ordu, polis, MİT, Kont-gerilla gibi emperyalizm ve oligarşinin resmi ve sivil militarist kurumlarının dağıtılması.

3- Bürokrasi reformunun gerçekleştirilmesi, devlet kurumlarındaki tüm faşist güçlerin tasfiyesi,

4- Halk Ordusu’nun, koşullara oranlı milis esasına göre yeniden örgütlenmesi,

5- Dağıtılan polis teşkilatı yerine devrim muhafızlarının örgütlenmesi,

6- Devlet yöneticilerinin, yerel idari örgüt yöneticilerinin ve tüm kamu kuruluşları yöneticilerinin seçimle görevlendirilmesi ve seçmenleri tarafından her an görevden alınır kılınması,

7- Halkın ülke yönetimine katılımını sağlamak ve yaratıcı gücünü geliştirmek için her alanda ve her düzeyde örgütlenmesini garanti altına almak ve teşvik etmek,

8- Sanat ve edebiyat etkinliklerini teşvik etmek, bu alandaki anti-demokratik uygulamalara son vermek,

9- İşkencenin en büyük suç sayılarak tüm işkencecilerin yargılanmasına, idamın kaldırılması, işkence, faşist düşünce ve eylemlerden suçlu olanlar dışındaki tutuklu ve hükümlüler için şartsız genel af çıkarılması,

10- Memurlar dahil tüm ücretli çalışanların özgürce sendikalaşmasını ve grev hakkını garanti altına almak, lokavtı yasaklamak.

B- Ekonomik Ve Toplumsal Alanda

1- Emperyalizm ve oligarşiye ait tüm üretim araçlarının karşılıksız kamulaştırılması ve uygun olan kamu kesimlerine aktarılması.

2- Halkın çıkarların etkilemeden tüm bankacılık ve finans kesiminin kamulaştırılması.

3- Dış ticaretin kamulaştırılması,

4- Enerji maden kaynaklarının ve işletmelerinin kamulaştırılması,

5-Yoksul ve orta-köylülüğün, esnaf ve zanaatkarların, bankalara, kredi işlemleri gören her türden kurumlara olan tüm borçlarının iptal edilmesi, orta-burjuvazinin kredi borçlarının makul ölçülerde ertelenmesi,

6- Vergi adaletsizliğine son vererek, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi kitleler lehine vergi reformu yapılması,

7- Bütün işyerlerinde 40 saatlik ve beş günlük iş haftasının uygulanması,

8- Çalışanların sosyal ve sigorta haklarının güvence altına alınması, işsizlik sigortasının oluşturulması,

9- Sanayi proletaryasına tanınan tüm hakların tarım proletaryası ve mevsimlik işçilere de sağlanması,

10- Toprak ve tarım reformunun yapılması, yoksul ve orta-köylülük üzerindeki tekelci baskılara ve üreticiler aleyhine taban fiyat uygulamalarına son verilmesi,

11- Toplumumuzda her zaman baskı altında tutulan kadınlar üzerindeki baskılara son verilmesi, kadınların toplumsal alanın her alanında erkeklerle eşit düzeye gelmesi ve etkinliklerinin artması için gerekli maddi ve psikolojik koşulların oluşturulması, çalışan kadınlara doğum öncesi ve doğum sonrası iki ay ücretli, ayrıca isteğe bağlı olarak ücretsiz izin sağlanması,

12- Tüm kamu ve özel işyerlerinde kreşler kurulmasının sağlanması,

13- Geniş okuma-yazma seferberliği açılması, özel okulların kamulaştırılarak paralı eğitime son verilmesi, ilk ve orta öğrenimin zorunlu kılınarak, ilk ve orta öğrenimdeki tüm eğitim masraflarının devlet tarafından karşılanması, yüksek öğrenim görenlere makul ölçülerde devlet tarafından burs verilmesi, ve yurt sorunlarının çözülmesi, halkın her kademedeki okullarda eğitim görmesinin koşullarının oluşturulması, orta öğrenimin belli bir aşamasından itibaren yeteneğe göre branşlara ayrılmış ve üretimle bütünleşmiş eğitim sisteminin inşa edilmesi, orta öğrenimden itibaren öğrencilerin okul yönetimine katılması ve okul yöneticilerinin seçimle belirlenmesi,

14- Eğitim ve bilimsel kuruluşlara bilimsel, mali ve idari özerklik sağlanması, her türlü bilimsel inceleme ve araştırmanın teşvikle desteklenmesi.

15- Eğitimin her kademesinde faşist ve gerici fikirler yayan ders kitaplarının ve ek kitapların yasaklanması, kitle iletişim araçlarının uyuşturucu olarak kullanılmasına son verilerek, kültür ve yeteneklerin geliştirilmesinin araçları haline getirilmesi.

16- Öğrenci ve emekçi gençlik, akademik-demokratik hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınması, örgütlenme hakkının sağlanarak siyasal etkinlikler gösterebilmesinin koşullarının oluşturulması,

17- Genç ve çocuk işçilerin tüm ekonomik ve sendikal haklardan yararlanmalarını sağlamak ve çalışma yaş haddinin 16 ile sınırlanması,

18- Spor üzerindeki tekel, baskı ve denetimlerine son verilmesi, profesyonel sporun yasaklanarak, sporun kitleleri uyuşturma aracı olarak kullanılmasına son verilmesi, sporun, insan yeteneklerini geliştiren bir araç olarak kitle sporunun destek ve teşvik edilmesi,

19- Özel hekimliğin yasaklanarak sağlık hizmetlerinin tümünün devlet kontrolüne alınarak, yurdun her köşesine ücretsiz ve etkin olarak götürülmesi, koruyucu hekimliğin geliştirilmesi, ilaç sanayinin devletleştirilerek bu alandaki sömürüye son verilmesi, memurlar, tarım işçileri, tüm işsiz, yetim, dul, kimsesiz ve sakatların sosyal güvence altına alınması,

20- Plansız şehirleşmeye son verilmesi, küçük ve orta mülk sahiplerine zarar vermeden, şehircilik reformunun gerçekleştirilmesi, şehir ve kırsal yörede bunun ihtiyaçlarını karşılayacak etkin planlama yapılması. Kırsal yörelere yol, su elektrik, eğitim gibi temel ihtiyaç ve hizmetlerin hızla götürülmesi.

C- Ulusal Sorunda

Devrimci proletaryanın, ulusal soruna yaklaşımı, Ezilen bağımlı ulusların kendi kaderlerini tayin haklarını kayıtsız şartsız desteklemektedir. Türkiye “sınırları” içinde zorla tutulan, ezilen bağımlı Kürt ulusunun tarihsel gelişimi incelendiğinde, kendi kaderini kendilerinin tayin hakkının serbestçe tanınması proletarya enternasyonalizminin olmazsa olmaz esprisidir. Bu anlamda Kürt Ulusunun kendi bağımsızlığı ve kurtuluşunun savaşımında ezen ulus proletaryası, her zaman Kürt Ulusunun bağımsızlığını tanır. Ve onun ayrılma dahil tüm devrimci girişimini proletaryanın genel çıkarları babında ele alır. Ayrıca diğer azınlıklar üzerinde yoğunlaştırılan her türlü baskı, cebir ve zulme son verilmesini garanti altına alır.

D- Dış Politikada

1-Uluslar arası planda İMF, OECD, Dünya Bankası, NATO gibi emperyalist mali ve askeri paktlardan çekilerek, ayrıca tüm ikili anlaşmaların iptal edilmesi, tüm gizli anlaşmaların kamuoyuna açıklanması,

2- Bütün ülkelerle halkın çıkarlarını gözeten ve karşılıklı eşitlik temelinde ekonomik-ticari-diplomatik ilişkiler kurulacaktır. Komşu ülkelerle ilişkilerimizin dostluk ve halkların karşılıklı çıkarları temelinde yeniden gözden geçirilmesi.

3- Orta-Doğu’da, başta Filistin halkı olmak üzere, anti-emperyalist, anti-siyonist ülke ve örgütlerle ilişkiler geliştirilerek emperyalizme ve siyonizme karşı ittifaklar kurulması. Dünyanın her köşesindeki komünist, anti-emperyalist hareketlerin maddi ve manevi olarak desteklenmesi,

4- Kıbrıs halkının bağımsız demokratik devlet çağrısı yapılarak, Türk ve Rum halklarını kendi kaderlerini kendilerinin tayin temelinde tüm askeri üslerini kapatılarak yabancı birliklerin çekilmesini sağlamak.

 

 

THKP-C/MLSPB