JustPaste.it

7c886ade6e23e8c49ffd5e7853a698e1.jpg

Dogmatizmin çıkmazı

Forum Haberleri —

15 Kasım 2025 Cumartesi - 09:00

 

  • Sosyalizmin geleceği, dogmatik solun temsil ettiği kapalı, aforozcu, dogmatik çizgide değil; açık, eleştirel, çoğulcu ve yaratıcı bir perspektifte yatar. Tarihi dondurmaya çalışanlar kendilerine mezar kazmaktadır. Mezarlıkta yaşayanların geleceği yoktur. Sosyalizm yaşayacaksa, canlı, dinamik ve cesur olmalıdır.

DEM Parti’nin düzenlediği “Sosyalizm Yeniden İnşa Konferansı"nın ardından, dogmatik sol çevrelerden gelen tepkiler, maalesef günümüz sol hareketinin en sorunlu yanlarından birini sergiliyor: İçerik yerine slogan, analiz yerine damgalama, tartışma yerine aforoz.

 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Konferans’a yöneltilen eleştiriler hiçbir argüman sunmuyor. Sadece sonuç bildirgesinin kaba taslak okunması olabilir. Konferans’ta ne konuşuldu? Hangi tezler savunuldu? Hangi somut öneriler yapıldı? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Sadece bir dizi damgalama var: “Sınıflardan kopuk”, “devrim karşıtı”, “uzlaşmacı”. Bu tutum, entelektüel dürüstlükle bağdaşmaz. Bir Konferans’a, bir düşünce çizgisine eleştiri getiriyorsanız, bunu somut argümanlarla yapmalısınız. “Küreği veren fatihasını da okusun” gibi ifadeler tartışmayı baştan bitirme, farklı perspektifleri meşru görmeme tavrıdır. Burada asıl soru şu: Sosyalizm, tartışmayı ve düşünsel çoğulculuğu reddeden donmuş bir dogma mı, yoksa sürekli kendini yenileyen, çağın sorunlarıyla hesaplaşan canlı bir düşünce mi olacak?

 

Sınıfın dogmatizmi, dogmatizmin sınıfı

Dogmatik solun temel iddialarından biri, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın düşüncelerinin “sınıflar gerçeğinden kopuk” olduğu. Bu iddia ciddi sorunlar barındırıyor. Her şeyden önce, sınıf indirgemeciliği ile sınıf analizi aynı şey değildir. 20. yüzyıl sosyalizminin en büyük sorunlarından biri, tüm toplumsal çelişkileri sınıf çelişkisine indirgemesiydi. Bu yaklaşım kadın ezilmişliğini “ikincil çelişki” sayarak görmezden geldi, ekolojik yıkımı “üretici güçlerin gelişmesi” adına meşrulaştırdı, ulusal ve etnik sorunları “işçi sınıfı birliği” söylemiyle erteledi. Kürt Halk Önderi Öcalan ve Demokratik Konfederalizm çizgisi ise sınıf analizini reddetmiyor, onu zenginleştiriyor. Sınıf mücadelesini toplumsal cinsiyet, ekoloji, ulusal mesele ile kesişimsel bir perspektifte ele alıyor. Bu, sınıftan kopuş değil, sınıf analizinin derinleştirilmesidir. 

 

Dogmatik sol, Öcalan çizgisinin “devrim fikrini reddettiğini” söylüyor. Ama hangi devrim fikri? 20. yüzyıl sosyalizminin egemen devrim anlayışı şöyleydi: Önce devlet iktidarını ele geçir, sonra burjuvaziyi kamulaştırma yoluyla tasfiye et, ardından tek parti diktatörlüğü kur, en sonunda sosyalizmi yukarıdan inşa et. Peki bu modelin sonucu ne oldu? Sovyetler Birliği çöktü, Doğu Bloku dağıldı, Çin kapitalizme geçiş yaptı, Kuzey Kore totaliter bir hanedanlığa dönüştü, Küba ekonomik çıkmazda. Burada sormak gerekir: Bu modeli sorgulamak “devrim karşıtlığı” mıdır, yoksa devrimci düşüncenin tarihsel deneyimlerden ders çıkarması mıdır?

 

Demokratik Konfederalizm farklı bir devrim anlayışı öneriyor. Devlet iktidarını ele geçirmek yerine toplumu örgütlemek, yukarıdan dayatma yerine aşağıdan inşa, tek parti hegemonyası yerine çoğulcu demokratik yapılar, merkezi devlet yerine özerk komünler federasyonu söz konusu. Rojava deneyimi bu anlayışın pratiğidir. Milyonlarca insanın demokratik özyönetimle yaşadığı, kadınların eşbaşkanlık sisteminde eşit temsil edildiği, farklı etnik ve dini grupların birlikte karar aldığı bir sistem kurulmuştur orada. IŞİD’e karşı verilen mücadele sırasında kadın savaşçılar dünyaya ilham verdi. Komün sistemleri, kooperatifler, demokratik meclisler hayata geçti. Bunu “devrim karşıtı” görmek için gerçekten çok özel bir körlük gerekir. Ya da belki de sorun şu: Eğer devrim, klasik anlamda merkezi bir partinin devlet iktidarını ele geçirmesi değilse, eğer halkın kendi kendini yönetmesiyse, o zaman eski kadroların, eski örgütlenme biçimlerinin, eski hegemonya iddialarının anlamı kalmaz. Belki de asıl rahatsızlık buradan kaynaklanıyor.

 

Sol’a sınıf bulmak kaldı

Dogmatik solun “sınıf-uzlaşmacı” ithamı, klasik bir damgalama taktiğidir. Ama gerçekte ne anlama geliyor? Kim “uzlaşmacı”? Kadın hareketini mücadeleye dahil etmek mi uzlaşmacılık? Ekoloji hareketini önemsemek mi? Ezilen ve dışlanan kimlik haklarını savunmak mı? Demokratik hakları talep etmek mi? Ulusal ezilmişliğe karşı çıkmak mı? Eğer bunlar “uzlaşmacılık” ise, o zaman bu dogmatik çizgi tam bir iflas içindedir. Gerçek uzlaşmacılık başka şeydir: İktidar partilerinin kuyrukçuluğunu yapmak, uluslararası emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmek, işçi sınıfının çıkarlarını burjuvazinin menfaatlerine tabi kılmak!... Demokratik hakları savunmak, farklı ezilme biçimlerine karşı mücadele etmek uzlaşmacılık değil, tutarlı devrimciliktir.

 

19 ve 20. yüzyıl solunun en büyük trajedilerinden biri, kadın mücadelesini “burjuva feminizmi” diye dışlaması, ekolojik krizi görmezden gelmesi, ulusal sorunları “milliyetçilik” diye damgalamasıydı. Bu tutum ne yaptı? Sosyalist hareketi daraltıp izole etti, geniş toplumsal kesimleri uzaklaştırdı, mücadeleyi sadece belirli bir kesime hapsettti. Bugün hala aynı hataları tekrarlamak, tarihten hiçbir ders çıkarmamak demektir. Bir işçi kadın, fabrikada hem sınıfsal sömürü hem de cinsel taciz yaşıyorsa, onun mücadelesi sadece sınıfsal olamaz. 

 

Dogmatik sol çevreler Konferans’a “Sosyalizmi Gömmek” yakıştırması yapıyor. Ama sosyalizmi gerçekten kim gömdü? Tarihe bakalım: Sosyalizmi gömen, işçi konseylerini dağıtan, Kronştad isyanını bastıran Bolşevikler miydi? Sosyalizmi gömen, muhalif komünistleri kurşuna dizen, büyük terörü başlatan Stalin miydi? Sosyalizmi gömen, Macaristan ve Çekoslovakya’ya tank süren, Prag Baharı’nı kana bulayan Brejnev miydi? Sosyalizmi gömen, kapitalizme geçiş yapan, milyarder üreten Çin Komünist Partisi miydi? Yoksa sosyalizmi gömen, dogmatik kalıplara sıkışmış, değişmeyi reddeden, 21. yüzyılın sorunlarına 20. yüzyılın tarihi geçmiş formülleriyle cevap arayan zihniyet mi?

 

Sosyalizm eğer yaşayacaksa, tarihten ders çıkarmalı. Sovyet deneyiminin başarılarını ve başarısızlıklarını objektif değerlendirmeli, otoriter sapmalara karşı demokratik güvenceleri güçlendirmeli, parti diktatörlüğü yerine toplumsal özyönetimi önceliklendirmeli. Çağın sorunlarıyla hesaplaşmalı: Ekolojik krizle mücadele etmeli, ve bu “burjuva safsatası” değil, insanlığın varlık meselesidir. İklim krizi karşısında “üretici güçleri geliştireceğiz” demek intihar etmektir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini merkezine almalı, çünkü dünyanın yarısı kadın ve onların özgürleşmesi olmadan gerçek bir özgürleşme olamaz. Farklı kimlik ve inançlara saygılı çoğulcu bir yaklaşım benimsemeli, çünkü tektipleştirme özgürleşme değil baskıdır. Teknolojik dönüşümü anlayıp stratejisine dahil etmeli, çünkü dijital çağın sorunlarına 19. yüzyıl formülleriyle çözüm üretilemez.

 

Sosyalizmin sınıfı mı, toplumun sosyalizmi mi?

Dogmatizmden kurtulmalı. Her soruna “sınıf mücadelesi” deyip geçmemeli, çünkü hayat formüllerden daha karmaşıktır. Farklı sol perspektifleri aforoz etmemeli, çünkü çoğulculuk zenginliktir. Tartışmaya ve eleştiriye açık olmalı, çünkü eleştiri olmadan gelişme olmaz. Teorik esneklik ve pratik yaratıcılık göstermeli, çünkü tarih kalıpları ezmiştir. Sosyalizm bir din değildir, kutsal metinleri olan bir inanç sistemi değildir. Sosyalizm, insanlığın özgürleşme projesidir ve bu proje sürekli yenilenmek, gelişmek, dönüşmek zorundadır.

 

Dogmatik solun Konferans’a yönelik tepkileri, sol hareketin bir kısmının içine düştüğü çıkmazın mükemmel bir örneğidir: Donmuş formüller, tarihi çarpıtmalar, içerikten yoksun damgalamalar, tartışmayı reddeden dogmatizm. Böyle bir sol, ne günümüzün sorunlarına çözüm üretebilir, ne de geniş halk kitlelerini etkileyebilir. Bu zihniyet, kendini marjine eder ve tarihsel bir müze eşyasına dönüşür. Üniversite kampüslerinde “beyaz” küçük çevreler oluşturur, kendi içinde tartışır, kendi dilini konuşur, dışarıdaki dünyadan giderek kopar. Sonra da “halk neden bizi anlamıyor” diye şikayet eder.

 

Sosyalizmin geleceği, dogmatik solun temsil ettiği kapalı, aforozcu, dogmatik çizgide değil; açık, eleştirel, çoğulcu ve yaratıcı bir perspektifte yatar. Tarihi dondurmaya çalışanlar kendilerine mezar kazmaktadır. Mezarlıkta yaşayanların geleceği yoktur. Sosyalizm yaşayacaksa, canlı, dinamik ve cesur olmalıdır. Sokaktaki gençle, fabrikadaki işçiyle, tarlasındaki köylüyle, evindeki kadınla konuşabilmelidir. Onların dilini konuşabilmeli, onların sorunlarını anlayabilmeli, onların umutlarına tercüman olabilmelidir. Aksi takdirde, sosyalizm sadece nostaljik bir hatıra, eski fotoğraflarda kalmış bir ideal olarak kalacaktır.