
Şarmaşık filminden bir kare
Sarmaşık’ın gölgesinde Kürt
Toplum/Yaşam Haberleri —
8 Aralık 2025 Pazartesi - 17:00
- Türkiye’de iktidarın hala görünürlük üzerinden işleyen bir bastırma rejimi kurduğunu gösteriyor: Kimlikler konuştuğu ölçüde değil, susturulabildikleri ölçüde tanımlanıyor. Sarmaşık’taki gemi gibi.

EYLEM ÖZBUĞANLI
Belki yaşımla pek örtüşmez ama korkunç bir unutma sorunum var. İzlediklerimi, okuduklarımı hatta bazen yaşadıklarımı dahi etkileyen bir sorun bu. Son zamanlarla üzerine çokça düşünüyorum ve bu soruna müdahale etme kararı aldım. Nasıl başlamalıyım derken; izlediklerime ve okuduklarıma, -en ufağına dahi- dönmeye karar verdim. Halihazırda yaşanana henüz bir çare bulamadım ama.
İşe Sarmaşık ile başladım, Tolga Karaçelik’in 2015 yapımı filmi.
Film yüzeyde bir gemi mürettebatının hayatta kalma mücadelesini ele alıyor ama bu işin yalnızca görünen kısmı. -Şu sıralar kafam çok dağınık; okurken, yazmaya çalışırken izlerken bir şeyler uyanır içinde bir yerlerde, moda deyimle; tetiklenirim. Şimdiki zamanda yaşananların da bu şekilde tekrar edeceğine inanıyorum.- İşin özü, filmin bu kaba tasavvurun da ötesinde bir anlatı yapısına sahip olduğunu düşünüyorum. Yaşanan ve devam etmekte olana; hem toplumsal hem siyasal olarak güçlü bir alegori kuruyor Sarmaşık.
Adı var, kendisi yok
Gemi ne işlev görüyor diye düşünüyorum. Oysa işlevi gayet açık. Bir minyatür devlet temsili, kapalı ve hiyerarşik bir sistem... Kaptan, Tiran... Mürettebat ise biz. Tüm toplumsal kesimler yani. Gemi, “kendi” düzenini korumaya çalışıyor ama nafile, içinde giderek artan bir gerilim mevcut; iktidar çözülüyor. Beraberinde toplumsal çürümenin de görünür hale gelmesini sağlıyor. Kaçınılmazdır, yaşadıklarımız-yaşananlar gibi. Kaptanın otoritesini kaybetmesi, devletin kriz anlarında ortaya çıkan meşruiyet boşluğunu temsil ediyor. Bu arada filmde bir de “Kürt” karakteri var. Bu karakter sürekli olarak anılıyor fakat hiçbir zaman görünmüyor. Adı var, kendisi yok. Diğerlerinin de sözlerinde var. Herkes ona dem vuruyor. Kendisinin yalnızca gölgesi var; yüzü yok, sözü yok.
Meşruiyet boşluğu, evet. Bu meşruiyet boşluğu, iktidarın çözülmesiyle ortaya çıkan otorite eksikliğine işaret ediyor. Bu boşlukla sarmalanan toplum, her kesimiyle, kendi korku ve önyargılarını yeniden üretir. Kürt bu toplu korkunun odağı haline gelir, filmdeki gibi. Film, tiranın otoritesini sürdürmek için öteki yaratma mekanizmasına nasıl bağımlı olduğunu gösterir. Bu durum, Türkiye’deki Kürt’ün tarihsel olarak maruz kaldığı ötekileştirme biçimlerinin sinemasal bir yansıması olarak okunabilir. Görünmeyen Kürt sadece bir karakter değil, devletin ürettiği, mutedilin de somutlaşmış halidir.
“İktidarın ürettiği sessizlik”
Karaçelik, ayrıca bir noktada semboller üzerinden ilerleyen politik bir çözümlemeye de olanak veriyor filminde: Görünmeyenin varlığına, yani Kürde. Ki bu durum, Foucault’nun “iktidarın ürettiği sessizlik” kavramıyla ilişkilendirilebilir. Konuşamayan özne, sadece kendi bastırılmışlığıyla değil tiranın varlık koşullarıyla da tanımlanır. Foucault, iktidarı yalnızca baskı aracı olarak değil, aynı zamanda bilgi üreten, kimlikleri tanımlayan ve bazı özneleri görünmez kılan bir mekanizma olarak da tanımlıyor. Ona göre modern iktidar, “konuşulabilir” olanla “konuşulamaz” olan arasındaki sınırı belirler. Bu sınırın dışında kalan özne, “görünür olmayan” ama sürekli olarak temsil edilen bir figür haline gelir. Film bu açıdan, görünmezliğin nasıl politik bir araç haline geldiğini sergiliyor. Özne, iktidar tarafından tanınmadığı ölçüde varlığını yalnızca yokluğuyla sürdürür. Kürt, kapalı sistemde yalnızca söylentiler ve önyargılar üzerinden var olur. Onun hakkında üretilen bilgi -suçluluk, tehlike, huzursuzluk, terör vd.-, iktidarın meşruiyetini yeniden üretir. Böylece bastırılan özne, sistemin sürekliliğinin sessiz garantisi haline gelir. Filmdeki bu alegori, güncel Türkiye siyasetinde de yankı buluyor.
Buraya kadar kurduğum düşünsel yapıyı toplumsal gerçekliğimiz ile bağlamak zor görünebilir ama Türkiye’de görünürlük iktidar tarafından belirlenen bir hakka dönüşmüştür -zor ile-. Doğal bir durum değil yani.
Tüm bunları bir araya getirip herkesin bildiği, yaygın bir Kürt hikayesine bakalım. 2025 yılı, yaz ayıydı. AİHM, Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunda hak ihlali olduğuna karar verdi. Ancak karar, Türkiye yargısı tarafından uygulanmadı, uygulanmamaya da devam ediyor. Karara itiraz edildi, sokaktan, evlerden, meclisten… ama yerel mahkemeler tahliye taleplerini reddetti. Bu durum tekrar Foucault’ya döndürüyor bizi, Demirtaş hem görünür; -adı, davaları, kararlarıyla kamusal alanda mevcut- hem de görünmez; özgürlük ve temsil düzeyinde hâlâ susturulmaya, bastırılmaya çalışılan bir durumda. Yasal güvencesizliğin en büyük mağdurlarından biri. İşte bu örnek, Sarmaşık’taki görünmez Kürt’ün güncel siyasal izdüşümüdür.
Görünmeyenin sessizliği
Benzer biçimde, Kürt Halk Önderi ile görüşme planları ve “yeni çözüm süreci” tartışmaları, görünürlüğün iktidar tarafından nasıl kontrollü biçimde üretildiğini de gösterir. Kürt Halk Önderi Öcalan zaman zaman devlet ve Kürt siyasi hareketi arasındaki müzakere aktörü olarak gündeme getiriliyor ancak bu görünürlük, iktidarın denetimi dışına taşmayan, sınırlı bir temsil biçimi haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Oysa Kürt Halk Önderi yalnızca müzakere konusu yapılabilecek bir figür değildir. Temsil ve çözüm denkleminde en başat role sahiptir. Yani iktidarın bir “doz” ayarı belirleyip, sınırlandırma girişimlerine hiç gerek yok. Dolayısıyla devlet, bir yandan Kürt’ün varlığını inkâr etmeyerek uluslararası alanda “diyalogtaymış” imajı kuruyor, diğer yandan iç politikada temsilin sınırlarını çizerek iktidar–öteki dengesini kendi lehine sürdürmeye çalışıyor. Bu kesişim, Türkiye’de iktidarın hala görünürlük üzerinden işleyen bir bastırma rejimi kurduğunu gösteriyor: Kimlikler konuştuğu ölçüde değil, susturulabildikleri ölçüde tanımlanıyor. Sonuçta, Sarmaşık’taki gemi gibi Türkiye de görünmeyen öznelerin yarattığı sessizliği içinde taşıyor. Ve belki de en derin kriz iktidarın değil, bu sessizliğe alışmış bir toplumun krizidir. Tam da sarmaşıktaki gibi. Gemide herkes konuşur ama söz yankılanmaz, sadece konuşulur ve görünmeyenin sessizliği de “tehlikeli” biçimde büyüdükçe büyür.
Bu arada Sarmaşık, doğrudan Kürt meselesi üzerine bir film değil. Bu nedenle filmi böyle bir başlık altında izleme niyetiyle yola çıkılmamasını öneririm. Karaçelik’i de bu “dar” sınıra sıkıştırmamak gerekir. Ancak Karaçelik ve filmi, müstakil bir ağırlığı olan Kürt’ün meselesinin Türkiye’de toplumunun yapısal dinamiklerinden ayrı düşünülemeyeceğini sinemasal biçimde ortaya koyuyor. Gemi, bu yapısal sıkışmanın kapalı bir mikro-kozmosu. Kürt, yalnızca bastırılmış bir kimlik değil, toplumun bütününün kendi çelişkileriyle yüzleşememesinin de sonucu olarak kendini gösteriyor