JustPaste.it

69102f16b44042f048496c9ac70239c3.jpg

27 Şubat çağrısı: Kültür, inşa ve ödev

Forum Haberleri —

 

  • 27 Şubat çağrısıyla başlayıp 12 Mayıs’taki irade deklarasyonuyla devam ederek bugüne ulaşan ve her birimizin yarınlarını kuşatan aktüel konjonktürün tüm yükünü İmralı’ya havale etmek ne adil ne de doğru olur.
  • Toplumsal yaşamın inşasında etkin rol üstlenmek artık her birey ve topluluğun ortak sorumluluğundadır. İnsan, özgün ve anlamlı bir varlık olarak maddi ve manevi bütünlüğe ihtiyaç duyuyorsa güçlü bir toplumsallığın da ihtiyacı çoğulculuktur.

 

3f7c87c5fdeae967160c88c16f44eb2f.png

MİHEME PORGEBOL

 

“Bugün, gelecek günlerden yalnızca biri.

Ama gelecek günlerde olacaklar bugün yaptığına bağlıdır.”

E. Hemingway, Çanlar Kimin İçin Çalıyor

 

Varlığın en anlamlı biçimi olarak yaşam, kendini örgütlemek zorundadır. Canlı varlık, tüm yaşamsal tecrübelerini sistematik biçimde her seferinde üzerine bir şeyler katıp yeniden işleterek edinmiş ve ancak bu yolla şimdinin sahasındaki yerini kurabilmiştir. Yaşam, devinmek ve her devinimi üretime dönüştürmek zorundadır. Yaşamın her koşulda yolunu bulabilmesi bu ilkeye bağlıdır. Bu ilke, en basit mikroorganizmalar için de en gelişkin yaşam formları için de değişmez niteliktedir. Denebilir ki, canlı yaşamının temel yasası budur; devinmeye dayalı üretim. Maddi ve manevi bir varlık olarak insanın ortaya koyduğu tüm değerler de devinmeye dayalı üretim ilkesine bağlı olarak gelişmiştir. Diğer canlı varlıklarla benzer bir sistematikle maddi varlığını tesis eden insan türü, onu diğerlerinden ayıran manevi varlığını yaratırken de bu ilkeyi esas almıştır. Bütün arkeolojik ve antropolojik bulgu ve buluntular, insanın kendi özgünlüğünü inşa ederken sürekli olarak bir yeniden ve sürekli üretim halinde olduğuna işaret eder. Bunun yanında insan, yeniden ve sürekli üretim halini varlığını büyütmek ve çoğaltmak temelinde örgütlemiş, böylece toplumu inşa etme zemini bulabilmiştir. Kültür bu sayede kurulabilmiştir.

 

Bu bağlamda yeni yaşam perspektifinin kültür tanımını hatırlamakta fayda var. Benimsediğimiz bu perspektifte kültür, insanı doğaya karşı savaş halinde kurgulayıp kültürü de insanın bu savaştaki zaferlerinin toplamı şeklinde ele alan yaygın tanımların aksine, insan toplumunun tarihsel süreç içinde oluşturduğu tüm yapısallıklar ve anlamlılıklar bütünü olarak tanımlar. Bu tanım, ne kültürü insanın çıkarına odaklanmış maddi üretimlere hapseder ne de düşünsel ve duygulanımsal tecrübeleri dışlar. Dolayısıyla kültürün, insanın maddi ve manevi bütünlüğünün tüm alanlarındaki etkin rolü görünür kılınır. Buna göre kültür, bireysel ve toplumsal varlığımızın kurucu değeri, varlığımızın da teminatıdır. Bütün yaşamımızı kuşatır. Ürettiğimiz aletlerden kurduğumuz kentlere kadar tüm maddi üretimlerimizin yanında sanat, hukuk, din, zihniyet, ahlak ve benzeri manevi değerlerimizi üreten disiplinler de kültürün konusudur.

 

Toplumsal varlığın zemini olarak kültür kümülatif yapıdadır. “Hiçbir şey yoktan var olamaz ve var olan hiçbir şey yok olamaz” şeklindeki temel evrensel ilkeye bağımlı olarak gerçekleşir. Kültür, insanın inşa kabiliyetinin sonucudur. Ve türümüzün tarihi, bize bu kabiliyetin hiçbir koşulda vazgeçilemez olduğunu sayısız örnekle göstermiştir. Neolitik çıkış, tufan miti, köle isyanları, Aydınlanma, sosyalist diriliş, DAİŞ barbarlığına karşı halkların zaferi ve benzeri birçok örnek, insanın inşa kabiliyetinin hayatiyetini farklı bağlamlarda aktaran çeşitli örnekler olarak sunulabilir.

 

27 Şubat’taki Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla coğrafyamızda yeni bir sürece girildi. Başta Kürt halkı olmak üzere öteki kimliklerin inkâr ve imhasına odaklı yüzyıllık güvenlikçi devlet politikalarının iflası, nihayet bu politikaların zihniyet temsilcileri ve uygulayıcıları tarafından kabul edilmiş oldu. Her dönemi başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilenlerin kazanımlarıyla dolduran özgürlük mücadelesi de böylece yeni bir aşamaya taşınmış oldu. Gerçek ve gerçekçi bir enternasyonalizm çerçevesinde birey ve toplumun mutlak özgürlüğü şeklindeki nihai hedefiyle devinen ve üreten özgürlük mücadelesi, imha politikalarına karşı galebe çalarak yolun artık toplumun her kesimi ve her birey için göründüğünü ortaya koyuyor. Toplumsal yaşamın inşasında etkin rol üstlenmek artık her birey ve topluluğun ortak sorumluluğundadır. Zira nasıl ki insan, özgün ve anlamlı bir varlık olarak maddi ve manevi bütünlüğe ihtiyaç duyuyorsa; değerli ve güçlü bir toplumsallığın da ihtiyacı çoğulculuktur. Demokratik ulus perspektifinin üzerinde geliştiği zemin de budur.

 

Sonuç olarak, imha ve inkâra karşı maddi varlık tesis olmuş, sıra mutlak özgürlük yolunda bireysel ve toplumsal değerleri buluşturmaktır. Daha net ifadeyle, ortak yaşamın manevi koşullarının tesisi için tüm disiplinleriyle kültür alanının devinimi kaçınılmaz ve zorunlu hâle gelmiştir.

 

Özgürlük mücadelesi ne tek bir öncü veya yapının omuzlarına bırakılabilir ne de belirli bir coğrafyayla sınırlandırılabilir. Dolayısıyla 27 Şubat çağrısıyla başlayıp 12 Mayıs’taki irade deklarasyonuyla devam ederek bugüne ulaşan ve her birimizin yarınlarını kuşatan aktüel konjonktürün tüm yükünü İmralı’ya havale etmek ne adil ne de doğru olur. Kaldı ki, küresel ölçekte sayısız alanda sayısız demokratik ve sivil kurumsallıklar geliştirmiş olan özgürlük mücadelesinin onlarca yıldır biriktirdiği tecrübelerin ortak yaşam inşasındaki önemi yadsınamaz.

 

İçeriye yansıdığı kadarıyla Zizek ve Badiou gibi entelektüellerin sürece duyduğu ilgi ve katkıda bulunma isteklerine dair beyanları, bu önemin belirgin göstergesi olduğu kadar, kurumsal yapılar için de hareket zeminleri açısından örnekler sunar. Yapılabileceklerin neler olabileceği hakkında fikir verir.

 

Yine yakın zamanda zindanlardan haberini alacağımız, edebiyat alanındaki çıkış da mutlak özgürlük hedefi bağlamında kültür alanının üstlenmesi gereken sorumluluk biçimlerine örnek olarak gösterilebilir. Bu çıkış, demokratik ulusun temel yaklaşım ve ilkelerini edebiyatla biçim ve içerik anlamında buluşturmayı amaçlayıp, özgürlükçü bir edebî estetik kavrayışın imkânlarını yoklayacak.

 

Bu çerçevede, tarihî ve hayati bir fırsat olarak özgürlük öncüsü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından yaratılan yeni süreç, herkese reddedilemez görev, sorumluluk ve ödevler yüklemekte. En çok da toplumun manevi değerlerinin inşasında en büyük pay sahipleri olan sanatçı, entelektüel, akademisyen, yazar ve gazetecilere. İnsanlığın ahlaki ve politik karakteri de bunu tasdik eder.

 

Geriye yalnızca hareket etmek kalıyor; yeni insanın manevi değerlerini kurumsallaştırarak toplumla buluşturacak bir hareket.