JustPaste.it

d2b4e7242fd212e5c902d2348e1b3b92.jpg

Devlet aklı ve 'Sfenks' mantığı

Şemsettin ÖZER yazdı —

8 Aralık 2025 Pazartesi - 08:30

 

  • Türk devleti, Rojava’yı bir özne olarak ve tüm kurumlarıyla tanımalı; işgal ettiği yerleri boşaltmalı; çete, yağmacı ve tecavüzcü grupları beslemekten vazgeçmelidir.

Türk devletinin Kürt meselesine yönelik tarihsel yaklaşımı, mitolojik Sfenks arketipini andıran bir siyasal mantık taşır. Devlet, her dönemde Kürtlere bir “bilmece” sundu; cevabı önceden belirlenmiş bu bilmecede direnç gösteren Kürtleri siyasal, kültürel ve fiziksel baskı aygıtlarıyla sindirmeye çalıştı. Bu durum, devlet aklının sürekliliği içinde değişmeyen bir paradigma olarak okunabilir. CHP’den AKP’ye uzanan farklı iktidarlar, yöntemsel değişikliklere rağmen aynı merkezi güvenlikçi hattı sürdürdü; devletin içindeki “Sfenks mantığı” hiç değişmedi. Bu nedenle Kürt halkı, karşısındaki celladı iyi tanıyor.

 

Söylem hegemonyası ve manipülasyon

Çözüm sürecinin “terörsüz Türkiye” söylemiyle çerçevelenmesi, devletin hegemonik söylem kurma kapasitesinin tipik bir örneğidir. Süreç boyunca İmralı notlarının manipüle edilip kamuoyuna çarpıtılarak sunulması ve müzakerenin teknik bir kontrol mekanizmasına indirgenmesi, yalnızca siyasal pragmatizmi değil, aynı zamanda derin bir ahlaki krizi de açığa çıkarıyor. Devlet, Kürt halkının kendi önderlerini tanımadığı varsayımıyla alicengiz oyununa yöneliyor. Oysa Kürt halkı, kendi önderliğini yalnızca tanımakla kalmıyor, her koşulda bağlılık gösteriyor. Bu nedenle Türk devleti, bir kez daha Sfenks tavrına başvurur, kendini dev aynasında görse bile Osmanlı’dan daha trajikomik sonuçlarla karşılaşma ihtimali yüksektir.

 

Türkiye, demokratik ve Ortadoğu’da saygın bir konum elde etmek istiyorsa önce Kürt önderlerine saygılı olmalı ve Kürt birliğinin önüne kurduğu entrikaları terk etmelidir. Kürtler için her parça —Başûr, Bakur, Rojava ve Rojhilat— kırmızı çizgidir; aynı şekilde Kürt önderleri de kırmızı çizgidir. Önder Abdullah Öcalan’dan Mazlum Ebdî’ye, Mesûd Barzanî’den Bafil Talabani’ye kadar tümü, Kürt halkı için stratejik değere sahiptir. Bu nedenle Türk devletinin aklıselim davranması zorunludur.

 

Tarihsel deneyimin bilgisi

Mesele açıktır: Eğer Türkiye yeniden Rojava’ya diş bilemeye ve Kürtleri savunmasız bırakmaya yönelirse Kürt halkı “Türk devleti soykırımı gündemleştirmek istiyor” diyecektir. Dolayısıyla Türk devleti, önce Rojava’yı bir özne olarak, tüm kurumlarıyla birlikte tanımalı; işgal ettiği yerleri boşaltmalı; çete, yağmacı ve tecavüzcü grupları beslemekten vazgeçmelidir. Ancak o zaman Kürtler devletin samimiyetine inanacaktır. En önemlisi, Türk devleti, Kürt halkıyla yeni bir ilişki kurmak istiyorsa önce Kürt önderlerine yönelik aşağılayıcı yaklaşımını terk etmelidir. Kürtlerin gönlünü kazanmanın yolu buradan geçer.

 

Özgürlük Hareketi, Kürtlere yalnızca politik perspektif kazandırmadı, aynı zamanda derin bir demokratik bilinç inşa ettti. Türk devleti, Kürt önderlerine yönelik klasik tutumundan vazgeçerse azanan yine kendisi olacaktır. Heidegger’in “Düşünmenin ne olduğunu ancak kendimiz düşündüğümüzde anlarız” sözü, Kürt halkının bu tarihsel Sfenks’i tanıma biçimini de açıklar. Kürt toplumunun politik bilinci, dışarıdan dayatılan çözümlerden değil, kendi tarihsel deneyiminden ve örgütlü mücadelesinden doğar. Bu nedenle özgürlük ve sömürgecilik hakkındaki bilgi, devletin tarifinden değil, halkın yaşadığı hakikatten süzülür.

 

Kemalist sol ve DAİŞ formatı

Siyasal analiz açısından dikkat çekici bir gerçeklik, Kemalist sol çevrelerin konu Kürtlere geldiğinde DAİŞ’e benzer bir zihinsel format sergilemesidir. Laiklik, modernizm ve ilericilik iddialarıyla hareket eden bu çevreler, Kürtlerin kolektif hak talepleri söz konusu olduğunda otoriter, dışlayıcı ve şiddet yanlısı bir çizgiye kayıyor. Bu durum, 'Türk solu'nun derin milliyetçi kodlarını ve Cumhuriyet ideolojisinin değişmeyen ulus-devlet reflekslerini görünür kılıyor.

 

Tasfiye ve “Ara Kanun” doktrini

Cumhurbaşkanı’nın hukuk danışmanının dile getirdiği “ara kanun” önerisi, Şêx Seîd dönemindeki Takrir-i Sükûn ve İstiklal Mahkemeleri’nin güncellenmiş hâlidir. Devletin hızla otoriterleşmesi, Kürt Özgürlük Hareketi'nin toplumsal ve kurumsal varlığını tasfiye etmeye dönük kapsamlı bir strateji üretiyor. Bu strateji, Kürt kurumlarının kapatılmasını, siyasal alanın daraltılmasını ve Kürt toplumunun teslim alınmasını amaçlıyor.

 

Yalanın hakikate karşı yarışı

Devletin aceleciliği, yalana dayalı stratejilerin zamanla yarışmasından kaynaklanıyor. Yalan, hakikatin gecikmeli de olsa ortaya çıkacağını bildiği için baskı ve manipülasyon mekanizmalarını “şimdi” üzerine kurar. Konjonktürün kendi lehine geliştiğini düşünen devlet aklı, Kürt siyasal birliğini dağıtmayı stratejik bir zorunluluk olarak görüyor. Oysa tarihsel deneyim göstermiştir ki hakikatin sabrı, yalanın aceleciliğini eninde sonunda aşındırıyor.