Komün, insan toplumsallığının en eski ve temel formu olarak tanımlanır. Özellikle ilkçağ klan toplumları, yani anacıl toplumlar, komünal bir yaşam biçimini temsil eder. Bu toplumsallık, yaklaşık 30 bin yıl boyunca gelişmiş ve varlığını sürdürmüştür.
Bu çalışma, Önder Abdullah Öcalan’ın komün kavramına ilişkin düşüncelerini ele almayı amaçlamaktadır. Önder Öcalan’ın komün anlayışı ve bu kavrama yüklediği toplumsal-siyasal anlamlar, demokratik modernite perspektifi çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağız.
KOMÜNÜN TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ
Komün, insan toplumsallığının en eski ve temel formu olarak tanımlanır. Özellikle ilkçağ klan toplumları, yani anacıl toplumlar, komünal bir yaşam biçimini temsil eder. Bu toplumsallık, yaklaşık 30 bin yıl boyunca gelişmiş ve varlığını sürdürmüştür. "Komün" kelimesinin Kürtçedeki "kom" (toplanmak) kelimesinden türemiş olması da, bu toplumsallığın Mezopotamya'daki kültürel yükselişle olan bağlantısını göstermektedir.
Neolitik döneme kadar insanlık, esasen klanlar halinde yaşamıştır. Bu klanlar, 15-20 kişiyi geçmeyen, anacıl, toplumsal duyarlılığı yüksek ve toplayıcılığa dayalı topluluklardı. Bitki toplayarak, küçük hayvanları avlayarak ve yumurta toplayarak geçimlerini sağlıyorlardı. Kadınların bitki tohumları etrafında toplumsallığı oluşturması, bu dönemde kadın merkezli bir toplumsallaşmanın varlığını ve Ana Tanrıça kültürünün egemenliğini göstermektedir. Sümer kültürüne yansıyan mitolojik anlatımlar ve bulunan heykelcikler (Venüsler), bu tanrıça kültürünü ve kadınların yaratıcı rolünü desteklemektedir. Örneğin, Sümerlerin baş tanrıçası "Ninhursag" kelimesinin "dağ bölgesinin kadın tanrıçası" anlamına gelen Proto-Kürtçe kökenli olduğu belirtilir.
KOMÜN VE TOPLUMSAL DOĞANIN ANTİ-SERMAYE KARAKTERİ
Toplumsal doğanın anti-sermaye karakterine dikkat çeker. Toplum, binlerce yıllık tarihinde sermaye birikiminin yozlaştırıcı etkilerinin farkında olmuştur; örneğin, hiçbir din faizciliği mahkûm etmekten geri durmamıştır. Kapitalizmin günümüzdeki devasa işsizlik ve yoksulluk sorunlarını, toplumun temel ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen kâr odaklı faaliyetlere bağlaması, sermayenin tarımı boşaltması gibi durumlar, komünal doğanın anti-sermaye duruşunu pekiştirir. Sermaye, eğer üretim kâr getirmeyecekse, toplumun açlık ve yoksulluktan kırılmasını umursamaz. Bu bağlamda, ekolojik düzenlemelerin dahi kar kanununu gözetmeksizin tüm işsizliği ortadan kaldırabilecek istihdam olanakları yaratabileceği belirtilir.
KOMÜN VE UYGARLIK SİSTEMİNİN ÇATIŞMASI
İnsanlık tarihini komünalite ile devletli uygarlığın savaşı olarak ele alır. Bu çatışma, cinsiyet temelinde ortaya çıkan sorunsallaşma ile başlar. Erkek egemen bir klik veya çete, gerçi önder Abdullah Öcalan bunu (kastik katil olarak adlandırılır), ana kadın etrafında oluşan toplumsallığa saldırarak sorunları başlatır. Bu saldırılar sonucunda kadınlar köleleştirilir, çocukları büyütmek ve çalıştırmak için kullanılır.
Uygarlık, kent, sınıf ve devletleşme üçlüsüyle birlikte ortaya çıkar ve komün karşısında hegemonik bir güç haline gelir. Kentler başlangıçta toplumsal gelişmeye katkıda bulunsa da, artık-ürün üzerindeki tekel mücadelesiyle sınıflaşma ve devletleşme tehlikeli bir hal alır. Uygarlık sistemi, toplumun tüm gözeneklerine sızan, adeta kanser gibi büyüyen bir iktidar kurumudur. Bu süreçte toplum, tekelin hayvan çiftliğine dönüştürülür ve kulluk-kölelik doğal bir rejim olarak kabul ettirilir. Kadın köleliği, uygarlığın başlangıcından itibaren en kapsamlı yaşam sorunu haline gelir ve ataerkil, erkek egemen tanrılı düzenler inşa edilir.
DİRENİŞİN FORMU OLARAK KOMÜN VE DEMOKRATİK ULUS
Uygarlık sisteminin bu baskı ve sömürüsüne karşı, toplumlar hiçbir zaman özyönetim arzusundan vazgeçmemiş, direnişi sürdürmüşlerdir. Kabileler ve aşiretler, özyönetimden vazgeçmenin kimliklerini yitirme ve esirleşme olduğunu bilincinde olarak, yabancı iktidarcı yönetimlere boyun eğmek yerine dağlara, çöllere ve bozkırlara sığınmayı tercih etmişlerdir.
Kürt gerçekliği, Proto-Kürt tarihinden itibaren komünaliteye dayalı olarak varlığını sürdürmüştür. Dağlı yaşam ve tarım-hayvancılık kültürü sayesinde otantik bir halk olarak kalmışlardır. Kürt kültürü, uygarlık tarihinin çatışma alanında yaşamış, varlığını dağların doruklarında koruyarak geleneksel kabile ve aşiret kültürünü günümüze taşımıştır. Aşiret kültürü, kan bağına dayalı bir yapıdan ziyade, uygarlığa karşı direnişin belirlediği bir varoluş tarzı ve özgür yaşam kültürü olarak tanımlanır.
Demokratik ulus kavramını, ulus-devletin katı siyasi sınır anlayışına karşı bir alternatif olarak sunar. Bu anlayış, aynı mekanlarda ve kentlerde farklı ulusları, azınlıkları, eşit, özgür ve demokratik kılarak daha üst ulusal topluluklar halinde inşa etmeyi mümkün kılar. Kürtlerin gelecekte herhangi bir ulus-devlet olmayacağı, ancak demokratik ulus olarak var olacakları vurgulanır. Bu, proto-Kürt, komünal Kürt, aşiret-kabileler ve inkâr tarihinden sonra PKK tarihinin bir sonucu olarak ortaya çıkan zorunluluktur.
Demokratik komün, bu yeni toplumun temelidir. Kadın komünleri inşa etmek, yaşamın olmazsa olmaz değeri olarak komünal yaşamı yeniden kurmaktır. Bu, kadınların İnanna'nın elinden alınan değerleri yeniden kazanması için vazgeçilmez bir araçtır. Zagroslar, komünal yaşamın beşiği olarak görülür ve bugün de aynı rolü oynamasının önünde hiçbir engel kalmamalıdır. Bu, toplumu ayakta tutma kültürünün kadın etrafında gelişen bir sosyolojiye dayandığı anlamına gelir.
KOMÜNAL AHLAK VE ÖZ SAVUNMA
Toplumsal yaşamın yüzde 98'inde hukukun değil, ahlak kurallarının geçerli olduğu, dolayısıyla "ahlaki toplum"dan bahsedildiği belirtilir. Ahlak, toplumun deneyim birikimi, ayakta kalma gerekçesi ve yaşamını sürdürmesinin temel organıdır. Özgürlük, ahlakın kaynağıdır ve ahlaki seçim özgürlükten kaynaklandığında, toplumun kolektif vicdanını temsil eder. Bu bağlamda, orijinal demokrasi ve ahlak özdeşlik kazanır.
Öz savunma, komünal yaşamın ve varlığın korunması için hayati bir gerekliliktir. Sermaye ve iktidar tekelleri, öz savunmadan yoksun toplumları koyun sürüleri gibi dağıtıp ele geçirmiştir. Kürtler için silahlı mücadele, varlıklarını korumak amacıyla bir öz savunma aracı olmuştur. Ancak ulus-devletin terk edilmesiyle silahlı ulusal kurtuluş savaşının da terk edilmesi gerekliliği ortaya konulur, zira öz savunma hakkı hukuk veya farklı bir güvenlik sistemiyle güvence altına alınması gereken vazgeçilmez bir gerekliliktir. Kadınların da öz savunma gücüne sahip olması ve toplumsal alana güvenli bir şekilde çıkması gerektiği vurgulanır.
KOMÜNAL YAŞAMIN GELECEĞİ
Komünal yaşamın özü, toplumun temelidir ve bu temel üzerinde gelişen toplumsal yapılar, kadın merkezli bir sosyolojiye, ahlaki ilkelere ve öz savunmaya dayanır. Bu, devletli uygarlığın dayattığı sınıf, iktidar ve sömürüye karşı bir direniş ve alternatif olarak sunulur. Özellikle Ortadoğu'da yaşanan krizler ve toplumsal sorunlar, komünal değerlere dayalı yeni sistemlerin inşasını bir zorunluluk ve ahlaki vecibe haline getirmiştir. Komünalitenin geleceğin demokratik ulusunun temelini oluşturduğunu ve bunun için derinlemesine bir çözümleme ve inşa çabası gerektiğini bilmemiz gerekir.
Delil ZİLAN