'Sevr sendromu'
Cafer TAR yazdı —
1 Aralık 2025 Pazartesi - 09:00
- Türkiye, Önder Apo'nun ön açıcılığını bir şans olarak görmeli ve demokratikleşerek, 'Sevr sendromu’ndan kurtulmalı. Böylece kendi mucizesini gerçekleştirmelidir.
Türkiye‘de her türden demokratikleşme çabası, normal koşullarda asla birlikte pozisyon almayacak çevreleri hızla bir araya getiriyor. Bu anlaşılması çok güç bir konu; bırakın aynı ülkede, aynı sokakta bile birlikte yaşamaktan nefret eden bu insanlar nasıl oluyor da kimi konularda hızla bir araya gelebiliyor?
Bunun muhakkak birden çok nedeni var fakat en önemlisi Anadolu‘ya sonradan gelmiş çoğunluğun bir sebepten dolayı buradan da kovulma korkusudur. Türkler veya onların daha sonra Türkleştirdiği insanlar, Osmanlı İmparatorluğu‘nun yayıldığı geniş coğrafyalara yayılmış, oralarda toprak sahibi veya yönetici olarak yaşamıştı.
Sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan gelişmiş sanayi toplumları, onu takiben ortaya çıkan burjuva rasyonalitesi, Batı’da devletleri dönüşüme uğratarak modern ordular ortaya çıkardı. Bu gelişme, özellikle de Rusya‘nın Petro sonrası modern bir devlet olarak ortaya çıkması Osmanlı’nın gerileme ve nihayet I. Dünya Savaşı‘nda yenilmesi ve şimdiki sınırlarına çekilmesiyle sonuçlandı. Osmanlı İmparatorluğu, zaten 26 Ocak 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması ile birlikte gerilemeye, sürekli yenilgilerle toprak kaybına başlamıştı.
Dikkat ederseniz resmi tarih anlatımı, bu dönemden öncesini esas alır fakat son 300 yıl neredeyse hiç yok gibidir. Halbuki bugünün doğru anlaşılmasında ve ortak, demokratik bir toplum kurulması çabasında son 300 yılın anlaşılması çok önemlidir. Sadece Osmanlı için değil, günümüz toplumlarının ortaya çıkmasında son 300 yılda olup bitenler son derece belirleyici oldu. 1789 Fransız Devrimi gibi...
Belki de bütün insanlık tarihinin en yaygın devrimci dalgası olan 1848 devrimleri, yine aynı dönemde yaşandı. Türk entelektüel dünyası, bütün Avrupa‘yı derinden etkileyen 1848 devrimlerini doğrudan kendilerini etkilemediği için adeta yok sayıyor. Siz hiç Türkiye‘de herhangi bir çevrenin 1848 devrimleri ile ilgili bir çalışmasını gördünüz mü? 1848'de İtalya‘da başlayan halk hareketleri, daha sonra hızla bütün Avrupa‘ya yayıldı; günümüz demokratik toplum çabalarının tohumları o yıllarda atıldı. Sonrasında bütün dünyada ortaya çıkan sosyalist devrimlerin olabilirliği, 1848 devrimleri boyunca deneyimlendi.
Basın özgürlüğü, ekonomik hakların genişletilmesi, ulusların kendi kendilerini yönetme haklarının, bu dönemin öne çıkan talepleriydi. Halbuki Osmanlı ve Türk aydını, aynı hakların kendi sınırları içerisinde de talep edilmesini bir tür komplo teorisiyle izah etmeye çalıştı ve maalesef aynı noktada duruyor. Eskiden Bulgarların, Rumların, Sırpların ve Arnavutların ulusal demokratik hak taleplerini Batı komplosu olarak görüyorlardı, şimdi ise Kürtlerin taleplerini benzer bir şekilde dış güçlerin oyunu olarak değerlendiriyorlar.
Kimi zaman Türk televizyonlarında yayınlanan tarih programlarını şaşkınlıkla izliyorum; sözüm ona “çok iyi bilen“ tarihçiler, bütün bunların üzerinden atlayıp ya sadece Osmanlı‘nın genişleme dönemini ya da onların babalarının, eşlerinin, kardeşlerinin kendi aralarındaki entrikaları, tarih diye insanlara anlatıyor. Gerileme dönemi boyunca yaşananları, toprak kayıplarının dünya tarihi açısından denk düştüğü şeyin ne olduğunu, neden imparatorluk içinde farklı halkların kendi ulus devletini kurmak için mücadele ettiklerini, bunun tarihsel ve toplumsal nedenlerini konuşan bir tane tarihçi görmedim. İnanılmaz bir şey; en çok duyarlı oldukları Türk ulus devletini büyük bir hararetle savunurken Bulgarların, Yunanlıların, Ermenilerin ve Kürtlerin kendi ulus devletlerini istemelerini dünyanın en büyük günahıymış gibi anlatabiliyorlar.
'Beyaz toroslar' zalimliği, sadece yakın dönemde olup biten bir şey değil; Osmanlı, egemen olduğu topraklardan öyle kolay çekilmedi. Nasıl ki; Fransızlar ve İngilizler, işgal ettikleri topraklardan çekilirken büyük zalimlikler yaptılarsa Osmanlı da benzerini yaptı. Daha sonra ise Osmanlı‘nın geride bıraktığı insanlar, özellikle Balkanlarda büyük zalimliklerin mağduru oldu. Bulgarların, muhtemelen Rumların, Sırpların geride kalan Türk ve Müslümanlara karşı çok zalimce suçlar işledikleri bir gerçektir. Bu da tek yönlü değil, uzun bir geçmişi olan bir tarihsel olgudur.
Türk aydını ve devlet aklı, bütün bu olup bitenlerden doğru bir sonuç çıkarabilseydi, bugün bambaşka bir yerde olurduk. Günümüzde Türkiye‘nin en temel gündemi olan Kürt sorunu bu kadar zorlayıcı olmazdı.
Uzunca bir süre Balkanlar, Doğu Avrupa ve Kafkasya‘da toprak kaybederek çekilen Osmanlı İmparatorluğu’ndan Anadolu’ya gelen Müslüman Türk ahali, yol boyunca büyük travmalar yaşadı. Hemen arkasından I. Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri ile yapılan Sevr Antlaşması, hem Türk devleti hem de Türk ve Müslüman ahalide büyük bir travmaya neden oldu. Orada ortaya çıkan sosyal psikoloji günümüz Türk devletini ve toplumunu derinden etkiliyor. Özellikle Balkanlardan gelip Türkiye‘nin batısına yerleşmiş insanlarda çok görülen bu türden tepkilerin iyi anlaşılması gerekiyor.
CHP‘nin bir yandan demokratikleşme talep ederken, diğer yandan Türkiye‘nin en önemli demokrasi dinamiği haline gelmiş Kürtler ve onların önderliği ile ilişkilerde bu kadar tedirgin davranışlar göstermesi, daha çok yukarıda sözünü ettiğimiz sendromla ilgilidir. Halbuki Kürt Halk Önderi, muazzam ön açıcı olup sınırlarla bir sorunu olmayan demokratik konfederal bir toplumu öne çıkararak hem bu sorunun aşılmasının hem de bütün Türkiye‘nin demokratikleşmenin önünü açıyor. Türkiye, bunu bir şans olarak görmeli ve gerçekten demokratik bir topluma dönüşerek, 'Sevr sendromu’ndan kurtulmalı, kendi mucizesini gerçekleştirmelidir.
