- Türkiye’de 2026 yılı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından kabul edildi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesi tüm itirazlara rağmen komisyondan geçti. Teklifin Genel Kurul’daki görüşmeleri 8 Aralık’ta başlayacak. Bütçe büyürken yatırımın küçülmesi, eğitimi “nicel genişleme, nitel daralma” ikilemine sıkıştırıyor.
- Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, Türkiye’de öğrencilerin eğitimden uzaklaştığını belirterek, “Yapılan kesintiler politik bir tercih. Tarım işçisi çocukların eğitim hakkı için talep edilen mobil okullar, bölgeye özgü destek programları ya da herhangi bir telafi mekanizması bütçede yer almıyor” dedi.
- DEM Parti Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Kezban Konukçu, bütçenin iktidarın yıllardır sürdürdüğü merkeziyetçi yönetim modelinin bir devamı olduğuna işaret etti ve ekledi: “MEB’e ek bölgesel pay ayrılması önerisini sunacağız. Eşitsizlikleri ortadan kaldırmadan ne barış mümkün olur ne de toplumsal adalet.”

ERDOĞAN ALAYUMAT / İSTANBUL
Türkiye’de 2026 yılı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından kabul edildi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesi tüm itirazlara rağmen komisyondan geçti. Teklifin TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri iki hafta sürecek. Açıklamaya göre eğitime ayrılan pay yüzde 15,33’e yükseldi; MEB’in kullanımına sunulan kaynak ise 1 trilyon 943 milyar TL civarında. Bu rakamlar ilk bakışta iktidarın “eğitim en öncelikli alan” söylemini güçlendiriyor. Ancak yakından bakıldığında, artışın eğitimdeki yapısal sorunları çözmeye yetmediği, hatta bazı alanlarda krizin daha da derinleştiği görülüyor.
Sendikalar, 2026 bütçesinin, 2025’e kıyasla nominal olarak artsa da yatırım kalemlerine ayrılan payın belirgin biçimde düştüğünü ifade ediyor. Personel giderlerinin bütçede belirleyici hale geldiği, buna karşılık yeni okul ve derslik yapımı, altyapı yatırımları, güçlendirme ve bakım-onarım fonları gibi sermaye harcamalarının daraldığı belirtiliyor. Bu durum, eğitimde “adil, erişilebilir ve nitelikli” dönüşüm hedefinin geri plana itildiğini ortaya koyuyor.
Yatırım kalemi azaldıkça depreme dayanıklı okul yapımı yavaşlıyor, mevcut binaların fiziksel sorunları kronikleşiyor, bölgesel eşitsizlikler artıyor ve okulların ihtiyaçları karşılanamıyor. Bütçe büyürken yatırımın küçülmesi, eğitimi “nicel genişleme, nitel daralma” ikilemine sıkıştırıyor.
Okulların fiziki durumu
Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 2024-2025 döneminde 865 okulun yapımının tamamlandığını, 84 bin az hasarlı dersliğin onarıldığını ve 219 orta hasarlı okulun güçlendirildiğini açıkladı. Ancak bu veriler gerçeği yansıtmıyor; sendikaların raporları, Bakanlığı yalanlar nitelikte. “Az hasarlı” tanımının geniş ve denetimsiz olduğu, birçok okulda kolon, kiriş ve duvarlardaki çatlakların onarım yerine sıva ile kapatıldığı belirtiliyor.
Güçlendirme projelerinin kalitesi, yüklenici firmaların seçimi ve denetim süreçleri de şeffaf değil. Birçok okulda temizlik görevlisi, güvenlik personeli ve teknik eleman eksikliği nedeniyle binalar işlevsizleşiyor. Normalleşme adı altında hızla eğitime açılan bazı okulların kapsamlı bir denetim sürecinden geçmediğine dair iddialar yaygın.
Deprem bölgelerinde eğitim
Deprem bölgesinde fiziksel onarımlar yapılsa da, eğitimdeki nitelik kaybı telafisi zor boyutlara ulaşmış durumda. İktidarın “Deprem bölgesinde eğitim normalleşti” açıklamaları, sahadaki durumla örtüşmüyor. MEB’in 2025’te yayımladığı rapora göre 11 ilde 3,7 milyon öğrenci ve 220 bin öğretmen depremden etkilendi. Buna karşın 45 bin derslik onarıldı, 3 bin 100 derslik yeniden yapıldı. Veriler olumlu gibi görünse de deprem bölgesinde eğitim hala geçici çözümlerle sürdürülüyor. Konteyner sınıflar, konteyner lojmanlar ve geçici derslikler iki yılın ardından kalıcı hale geldi. Birçok öğrenci haftanın belirli günlerinde yarım gün eğitim alıyor.
Öğretmenler, altyapı eksikliği nedeniyle materyalsiz ve donanımsız ortamlarda ders işlemek zorunda kalıyor. Psikososyal destek ekipleri yetersiz; yüz binlerce öğrenciye yalnızca bir rehber öğretmen düşüyor. Bu koşullar çocukların eğitim motivasyonunu ve okulla bağlarını ciddi oranda zayıflatıyor.

Çocukları öldüren sistem: MESEM
2026 bütçesinin en tartışmalı başlıklarından biri ise Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) uygulaması oldu. MESEM’de geçen yıl 71, bu yılın ilk 10 ayında da 82 çocuk işçi yaşamını yitirdi. Bu ölümlerin ortak noktası, çocukların haftanın dört günü işyerinde denetimsiz ve ağır işlerde çalıştırılması, iş güvenliği süreçlerinin kağıt üzerinde kalması ve eğitimin ikinci plana itilmesi.
Bakan Tekin, “Kurallar net, sorun uygulamada” açıklamasıyla her ne kadar sorumluluğu üzerinden atmak istese de, MESEM’in ucuz işgücü üreten bir mekanizmaya dönüştüğü gerçeğini gizlemeye yetmiyor. Meclis tutanaklarında dahi MESEM’in çocukları örgün eğitimden kopardığı, eğitim yerine düşük ücretli işçilik sunduğu ve 14-17 yaş arasındaki gençleri sanayi bölgelerinde güvencesiz ortamlara ittiği vurgulanıyor. Sendikalara göre MESEM artık bir mesleki eğitim projesi değil; çocuk emeği sömürüsünün kurumsallaşmış biçimi.

Öğretmenlerin durumu
Bakanlık verilerine göre MEB bünyesinde görev yapan öğretmen sayısı 1 milyonun üzerinde. Ancak bu nicel artışa rağmen öğretmenlerin yaşam koşulları ve mesleki itibarı hızla geriliyor. Öğretmenler, maaşlarının yoksulluk sınırının altında kalmasından, ek ders ve nöbet yüklerinin artmasından, sürekli değişen müfredat ve yönetmeliklerden, mobbing ve idari baskılardan ve şiddet karşısında korunmasız bırakılmaktan şikayet ediyor. Bütçe görüşmelerinde “öğretmenin itibarı” sık sık dile getirilse de, bu söylem uygulamada karşılık bulmuyor. Bütçenin büyük bölümü personel maaşlarına ayrılsa da mevcut ücretler öğretmenleri ekonomik olarak güçlendirmekten hala çok uzak. 2024-2025 verileri, özel okulların payının yüzde 9,1’e ulaştığını gösteriyor. Bütçede özel okullara yönelik teşvik devam ederken, kamusal eğitimin zayıflaması “parası olanın kaliteli eğitime eriştiği” bir sistem yaratıyor.
Anadilde eğitim yok sayılıyor
Eğitim Sen’in 2026 eğitim bütçesine ilişkin raporu, bütçenin rakamsal büyüklüğüne rağmen eğitimin temel sorunlarını çözmekten uzak olduğunu ortaya koyuyor. Raporda en görünür eksiklik ise anadilde eğitim hakkının tamamen yok sayılması. Kürtçe başta olmak üzere anadillerde eğitime yönelik hiçbir yatırım kalemi ayrılmaması, milyonlarca öğrencinin pedagojik ve kültürel hakkının ihlal edildiğini ve bölgesel eşitsizliklerin derinleştiğini gösteriyor. Eğitim Sen, anadilde eğitimin demokratik toplumun, eşit yurttaşlığın ve çocukların akademik başarısının vazgeçilmez bir unsuru olduğunu vurguluyor; hükümetin bu alandaki tutumunu ise politik bir ret olarak görüyor.
Raporda yalnızca ana dilin değil; öğretmen yoksullaşması, güvencesiz istihdam, deprem sonrası eğitim krizinin çözümsüz bırakılması, okulların fiziki ve teknolojik çöküşü, MESEM’lerde devam eden çocuk işçiliği ve Diyanet ile dini protokollere ayrılan kaynaklardaki büyüme gibi pek çok yapısal sorunun karşılıksız kaldığı ifade ediliyor. Eğitim Sen’e göre 2026 bütçesi, kamusal eğitimi güçlendirmek yerine piyasacı ve ideolojik tercihlerle şekillenen bir program sunuyor; öğrencilerin beslenme, barınma ve eşit erişim hakkı güvence altına alınmadığı gibi eğitim emekçilerinin yaşam koşulları daha da ağırlaşıyor.

Bir nesil eğitimden uzaklaşıyor
Konuya ilişkin konuştuğumuz Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, Türkiye’de ilkokuldan üniversiteye kadar geniş bir hatta öğrencilerin eğitimden uzaklaştığını ve bunun artık inkar edilemez bir gerçeklik olduğunu söylüyor. Irmak’a göre hem Eğitim Sen’in saha tespitleri hem de MEB’in verileri, okul terklerinin en temel nedeninin yoksulluk olduğunu açık biçimde ortaya koyuyor. Eğitime erişim yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda coğrafi bir eşitsizlik haline de gelmiş durumda. Geçtiğimiz yıl okul servislerinde yapılan “tasarruf düzenlemesi” nedeniyle 30 kilometrenin üzerindeki bölgelerde öğrencilerin taşınmasına son verildi. Irmak, bu uygulamanın özellikle kırsal bölgelerde okul terklerini dramatik biçimde artırdığını belirterek, 2026 bütçesinde bu sorunu gidermeye yönelik tek bir adımın bile bulunmadığını ifade ediyor.
Yıllardır dile getirilen “tüm öğrencilere bir öğün sağlıklı yemek” talebi de 2026 bütçesinde yer bulmadı. Irmak, MEB’in bu talebi ‘ideolojik’ olarak nitelendirmesinin gerçeği yansıtmadığını vurguluyor. Irmak, asıl ideolojik olanın bütçenin kendisi olduğuna dikkat çekerek şöyle devam ediyor: “Yapılan kesintiler politik bir tercih. Tarım işçisi çocukların eğitim hakkı için talep edilen mobil okullar, bölgeye özgü destek programları ya da herhangi bir telafi mekanizması bütçede yer almıyor.”
Rakamlar her şeyi söylüyor: Kral çıplak
AKP iktidara geldiğinde MEB bütçesinden yatırımlara ayrılan payın yüzde 17,18 olduğunu dile getiren Irmak, bugün ise bu oranın yüzde 8,26’ya düştüğünü hatırlatıyor. Irmak, bu düşüşün kalabalık sınıfların azaltılması, teknolojik altyapıların kurulması ve deprem bölgesindeki konteyner okulların yerine gerçek binaların yapılması gibi acil ihtiyaçların karşılanamayacağı anlamına geldiğini ifade ediyor.
Türkiye’nin Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) üyesi olmasına rağmen öğrenci başına yapılan harcamada diğer ülkelerle arasında büyük bir fark bulunuyor. OECD’de devlet bir öğrenciye yıllık 11 bin 900 dolar harcarken, Türkiye’de bu miktar 3 bin 900 dolarda kalıyor. Irmak, “Rakamlar her şeyi söylüyor. Kral çıplak” diyerek tabloyu özetliyor.

Yeni süreç, yeni bütçe ister
DEM Parti Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Kezban Konukçu, bütçenin iktidarın yıllardır sürdürdüğü merkeziyetçi yönetim modelinin bir devamı olduğuna işaret ediyor. Yerel yönetimlerin yetkileri hem eğitimde hem sosyal hizmetlerde hem de kadın politikalarında sistematik biçimde daraltıldığına dikkat çeken Konukçu, şunları dile getiriyor: “Yerel yönetimlerin eğitim planlamasına katkısı yok, bölgesel ihtiyaçlar dikkate alınmıyor, kaynak dağılımında yereller tamamen dışlanıyor. Bu merkeziyetçi bakış açısı ortadan kalkmadan eşitsizlikleri çözmek mümkün değil.”
Kürt illerindeki eğitim kurumlarının bütçeden en az payı almaya devam etmesine ise Konukçu, “Eşitsizliklerin giderilmesi için DEM Parti olarak MEB’e ek bölgesel pay ayrılması önerisini sunacağız. Kürt illerinde okul yatırımları yetersiz. Öğrenciler ulaşımdan fiziki koşullara kadar ciddi engellerle karşılaşıyor. Eğitimde nitelik düşmüş durumda. Eşitsizlikleri ortadan kaldırmadan ne barış mümkün olur ne de toplumsal adalet” diyor.
Diyanet’e ayrılan kaynak
Konukçu, bütçede Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan payın eğitim yatırımlarının önüne geçmesini tesadüf değil, bilinçli bir tercih olarak görüyor. ÇEDES projesi kapsamında okullara din görevlilerinin atanmasını, zorunlu din derslerinin devamını olarak değerlendiren Konukçu, Alevi yurttaşların taleplerinin yok sayılmasını ise “ideolojik kuşatma” olarak tanımlıyor. Konukçu, “Bu bütçe, iktidarın eğitimi daha fazla dinselleştireceğine dair çok açık işaretler taşıyor” diyor.
*
86 bin ücretli öğretmen
Eğitim Sen verilerine göre Türkiye’de 86 bin ücretli öğretmen bulunuyor. Bu öğretmenler, kadrolu öğretmenlere göre dörtte bir ücretle çalışıyor ve eğitim-öğretim dönemi bittiğinde işsiz kalıyor. Bu güvencesizlik döngüsü, eğitimde niteliği düşüren en kritik sorunlardan biri olarak öne çıkıyor. Irmak, 15 Temmuz sonrasında yaklaşık 150 bin kamu çalışanının ihraç edildiğini hatırlatarak o dönemin yarattığı güvensizliğin hala devam ettiğini belirtiyor.
Irmak, “ihraç edilme” tehdidinin bir baskı mekanizması olarak canlı tutulduğunu söyleyerek, öğretmenlerin mobbing, düşük ücret, ek ders ve iş güvencesi gibi temel sorunlarını yüksek sesle dile getiremediğini ifade ediyor.
Bakanlık ölümleri görmezden geliyor
MEB ve iktidar temsilcileri, 2026 bütçesini sunarken eleştirileri yanıtlamak yerine bütçenin “tarihsel bir artışla rekor seviyeye ulaştığı” iddiasını öne çıkardı. Bakanlık, artışı öğretmen atamalarının güçlendiği, derslik yapımının hızlandığı, dijital altyapının geliştiği ve mesleki eğitimin istihdamı artırdığı savlarıyla gerekçelendirdi; ancak bu alanların nasıl finanse edileceğine, yatırım oranlarının neden düştüğüne ve bölgesel eşitsizliklerin nasıl giderileceğine dair somut bir veri paylaşmadı. Sunumlarda deprem bölgesindeki okulların hızla yenilendiği ve MESEM’lerin “başarılı bir istihdam modeli” olduğu iddia edilse de, çocuk ölümleri ve güvenlik sorunlarına ilişkin tek bir açıklama yapılmadı.
Bütçe ideolojiyi fonluyor
TİP, EMEP ve CHP’li vekiller de bütçe görüşmelerinde sert eleştiriler dile getirdi. Vekiller, bütçenin eğitimin gerçek ihtiyaçlarını karşılamadığını, Diyanet’e ayrılan büyük kaynaklar, savunma harcamalarındaki artış ve kamusal eğitimin sistematik biçimde zayıflatılmasının ideolojik bir tercihin ürünü olduğunu belirtti. Üç parti de ana dilde eğitim hakkının tamamen yok sayılmasını, bölgesel eşitsizliklerin derinleşmesini, özel okulların teşviklerle büyütülmesini ve MESEM’lerde çocuk emeğini artıran koşulların sürdürülmesini “kamu yararından kopuş” olarak değerlendirdi. Vekillere göre bütçe, eğitimi güçlendiren değil; piyasacı ve muhafazakar yönelimleri pekiştiren bir siyasi belge niteliği taşıyor.
DEM Parti: Anadillere yer yok
DEM Parti’nin Komisyon üyesi milletvekilleri ise barış ve demokratik çözüm tartışmalarının sürdüğü bir dönemde bütçede silahlanma ve güvenlik harcamalarına rekor kaynak ayrılmasını, eğitimin temel ihtiyaçlarına neredeyse hiçbir alan açılmamasını eleştirdi. Konuşmalarda özellikle Kürt kentlerinde süregelen eğitsel eşitsizlikler, öğretmen açığı, fiziki yetersizlikler ve bölgeye özgü yatırım kalemlerinin bulunmamasını “siyasal bir tercihin sonucu” olarak tanımlandı. Vekiller, anadilde eğitim için bütçeden tek kuruş ayrılmamasını demokratik standartlara, çocuk haklarına ve pedagojik gerekliliklere aykırı bulduklarını ifade etti. Vekiller, bütçenin eşitlik, laiklik, kamusal hizmet ve yerel yönetimlerin yetkisi açısından “derin bir gerileme” taşıdığını vurguladı.
