İSRAİL-HAMAS SAVAŞININ PERDE ARKASI VE DEVRİMCİ GÖREVLERİMİZ
Dr. Bahoz Erdal
Bölgemizde birçok gelişme, savaş ve çatışma aynı anda yaşanmaktadır. Bir yandan Rojava’ya dönük saldırılar gerçekleşirken, diğer yandan Medya Savunma Alanları’na aralıksız geniş kapsamlı saldırılar devam etmektedir. Yine Gazze’de İsrail ve Hamas arasında çatışmalar da sürüyor. Tüm cephelerde çelişki ve çatışmalar devam ediyor. Tüm bunlar bir birileri ile bağlantılı ve bölge halklarını doğrudan etkiliyor. Bu gelişmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde birbirinden kopuk veya farklı gözükebilir ancak İsrail ve Hamas savaşı ciddi bir gelişme olarak -askeri, siyasi ve stratejik etki anlamında- tüm Ortadoğu ülkelerini etkilediği net olarak görülmektedir. O nedenle bu gelişme şu an herkesin gündemindedir, herkes değerlendirip takip etmektedir. Bu savaşın tek gerekçesi Gazze ve Filistin ile sınırlı olmadığı gibi etkisi de sadece Filistin ile sınırlı değil. Bu savaşın tüm bölgeye, dünyaya, devrimimize ve ülkemize de yasımaları olmaktadır. Hiç şüphesiz bizler de yaşanan bu gelişmelerin dışında değiliz.
Yaşanan bu gelişmeleri iyi takip etmemiz lazım. Süreci doğru okumamız ve doğru sonuçlar çıkarmamız gerekiyor. Gerekli ve doğru adımları zamanında atmamız için bu gerekiyor. Bu, bizler için çok önemli ve hayati bir durumdur. Arkadaşlar hatırlarsa, DAİŞ 10 Haziran 2014’te Musul’a saldırırken Rojava’da bizim DAİŞ ile hiçbir çatışmamız yoktu ve kimse de bunların Rojava’ya saldıracağını tahmin etmiyordu. Fakat Musul’a saldırdıkları gün Önderlik, “Musul’a yapılan bu saldırı esas olarak Rojava’ya bir saldırı hazırlığıdır. Rojava kendini hazırlamalıdır” dedi. Olaylar ne kadar birbirinden kopuk ve farklı gözükse de gerçek öyle değil, aralarında kesinlikle yoğun bir ilişki ve bağlantı var. Eğer bizler İsrail ve Hamas çatışmasını doğru değerlendirmezsek, bölgeye, halkımıza ve Hareketimize yansımalarını doğru tespit edemez pasif ve hazırlıksız yakalanırsak o zaman olası gelişmelerden olumsuz etkileniriz. Olumlu fırsatları da değerlendirmemiş oluruz.
Önderliğin savunmalarını iyi bilince çıkaranlar bu savaşı doğru değerlendirir
Önderliğin savunmalarını iyi okuyan, doğru anlayan ve bilince çıkaran her arkadaş bu savaşın sonuçlarını ve Hareketimize yansımaları konusunda doğru sonuçlar çıkarır ve zorlanmaz. Yani Önderliğin fikirleri, paradigması, ideoloji ve teorisi iyi anlaşılırsa bu konuda zorluk çekilmez. Basında yoğun bombardıman olmasından kaynaklı bazen özel savaşın etkileri bizlerin değerlendirmesini de etkiliyor. Bu yüzdendir ki gelişen bu savaşı kapsamlı ve ideolojik bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekir.
Parti yönetimimiz gelişen bu savaşa ilişkin açıklamalar yaptı ve bunlar basında yayınlandı. Bu açıklamalar bizler için çok önemlidir. Önderliğin tarihe ve Ortadoğu’ya bakış perspektifi temelinde yapılan açıklamalardı. Doğru okuma ve doğru değerlendirme böyle olmalıdır. Eğer bizler de böyle anlayıp ve böyle değerlendirirsek bize yönelik tehlikeleri azaltabiliriz, fırsatları değerlendirip bölgede çözüm gücümüzü artırabiliriz.
Doğru ve gelişme yaratacak sonuçlar elde edebilmek için savaşçı, komutan ve savunma güçlerimizin bu durumu iyi takip etmesi, doğru ele alması ve doğru sonuçlar çıkarması gerekiyor. Bu gelişmeler bizi ilgilendirmez gibi bir düşünceye kapılmamalıyız. Bu sorun sadece Gazze ve İsrail’i ilgilendirmiyor, tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Bu doğrultuda bizlerin de bu gelişmeleri doğru okuyup doğru değerlendirmemiz gerekmektedir. İçerisinde ders çıkaracağımız yönler vardır, ders çıkaracağımız sonuçlar çoktur.
Hamas’ın gerçekleştirdiği bu saldırı askeri açıdan başarılı. Bilindiği üzere İsrail küçük bir devlet ve Yahudilerin nüfusu İsrail’de en fazla 6 milyondur. Filistinliler de yaklaşık 6 milyon nüfusa sahipler. Birçok Arap ülkesi var ve Arapların genel nüfusu yaklaşık 350 milyondur. Buna rağmen İsrail savaşta Arap devletlerine karşı durabiliyor. Çünkü İsrail teknolojik açıdan güçlü bir devlettir ve bölgede en güçlü devlet İsrail olarak bilinir. Örneğin bugün Türklerin F-16’ları hedeflerini bu kadar isabetli vuruyorsa bunun nedeni İsrail’dir. İsrail bu tekniği ve kullanım yöntemlerini 2001 yılında Türk devletine verdi. İsrail, istihbarat, teknik, takip, mobese vb konularda askeri olarak zengin bir devlettir. Güçlü bir güvenlik sistemini Gazze çevresinde oluşturmuştu. Hava sahasını da göz ve kulak olarak ifade edilen demir kubbe ile inşa etmişti. Buna rağmen Hamas güçleri 7 Ekim günü yaklaşık 2 bin kişi ile İsrail’e karşı büyük saldırı gerçekleştirdi.
İsrail’in tüm askeri ve teknolojik donanımına, güçlü istihbaratına rağmen Hamas bu kadar büyük bir güçle ve kapsamlı bir planlama ile İsrail’in birçok yerleşim yerine saldırı gerçekleştirip, geçici olarak bazı yerleşim alanlarını kontrol altına alabildi. Tarihte ilk defa İsrail ve Araplar arasında yaşanan savaşlarda Hamas tarafından böylesine kapsamlı bir saldırı gerçekleştirilmiş oldu. İsrail şimdiye kadar böylesine büyük bir darbe almamıştı.
1973 yılında savaşın ilk gününde İsrail’e bağlı Mısır Cephesi Bar Lev ile Suriye Golan Tepeleri Colan savunma hattı kırılmıştı, fakat 1973 savaşı 7 Ekim saldırısı gibi etkili değildi. Hiçbir savaşta İsrail bu düzeyde bir kayıp vermemişti. Özellikle bu kadar gelişmiş bir medyanın önünde gerçekleşen bu saldırı ile İsrail’in prestiji ve imajı yerle bir oldu. Hamas’ın saldırısı askeri yönden kusursuz bir saldırıydı ve bu yönüyle bizlere de örnek olmaktadır. Bu saldırıda bizim de çıkaracağımız dersler var. Yani bu saldırının hazırlık aşaması, tekniğin boşa çıkarılması ve özellikle gücün hazırlanması, moral ve motivasyon ile büyük bir güçle küçük gruplar halinde nasıl harekete geçilir, buna yönelik önemli bir örnektir. Ders çıkarmak gerekir.
Dikkat ederseniz eylem sonrası İsrail bir şok içerisine girmiştir. İsrail ordusunun sistemi yıkılmıştır. İsrail, daha bu saldırının nasıl geliştiğini anlayamamıştır. Hamas onları sersemletmiş ve hala da birçok kişi bu saldırının nasıl gerçekleştiğini bilmemektedir. Bu saldırıya ilişkin Hamas ilk başta paramotor görüntülerini paylaştı ve ardından yaptıkları açıklama ile “hava, kara ve denizde bir saldırı gerçekleştirdik” dediler. Yayınladıkları görüntülerle hava saldırılarına dikkat çekmişlerdi. Saldırıyı sadece havadan gerçekleştirmemişlerdi elbette, 2 bin kişi paramotorlarla saldıramaz. Hamas bilerek dikkatleri hava yolu üzerine çekmek istedi. Saldırı esas olarak yeraltından gerçekleştirilmişti. Denizden de saldırı yapılmıştı. Karadan motorlar ve pikaplar ile telleri keserek içeri girdiklerinin görüntülerini de paylaştılar. İsrail’in askeri noktaları düştükten sonra bu görüntüleri alıp yayınladılar. Ganimetleri toplamak için araçlarla gittiler ve esirleri de beraberlerinde götürdüler.
İsrail devleti şoku atlattıktan sonra Gazze’ye yönelik kapsamlı bir saldırı başlattı. Hamas üyeleri ise tünellerden geçip İsrail askerlerini arkadan vuruyor. Hamas’ın düzenlediği saldırıya sadece bir eylem olarak bakarsak eksik kalır. Hamas ve İsrail tarihinde ilk defa bu denli büyük düzeyde bir savaş yaşıyor. Aynı zamanda tarihten şimdiye kadar ilk defa İsrail bu denli büyük bir darbe almış durumda. Bunun askeri açıdan değerlendirilmesi gerekiyor. Burada ispatlanan insanın zekâ, irade ve aklının teknikten üstün olduğu gerçeğidir. İnsan en modern tekniği bile boşa çıkarabilir.
Yine siyasi yönden de birçok değerlendirme yapılmaktadır. Kuşkusuz Hamas’ın bu saldırısı sadece askeri boyutta değildir. Çok farklı boyutları var. Bu saldırı özellikle neden böyle bir süreçte gerçekleşti? Bu saldırının arkasında hangi güçler var? Hamas askeri bir saldırı gerçekleştirdi ama bu saldırının arkasındaki güçler kimler, bu saldırı neden özellikle bu tarihte gerçekleşti? Bu saldırıdan kimler fayda sağladı veya kimler nasıl zarar gördü? Öncelikle bunu anlamamız gerekir, yoksa yanlış değerlendirmelere gideriz.
Hamas kimlik olarak ideolojisini; Filistin adına İslam ideolojisi olarak belirtiyor. Aynı zamanda bir yandan da kendilerini Müslüman Kardeşler olarak tarif etmektedirler. Hem fikir olarak, hem de örgütsel olarak kendilerini Müslüman Kardeşlerin bir parçası olarak görüyorlar. Zaten böyledir de. Fakat son süreçte Müslüman Kardeşlerin fazla hedef olmasından dolayı Hamas ‘Bir parçamız da Müslüman Kardeşlerden oluşuyor’ cümlesini tüzüklerinden çıkardı. Şu anda da “Bizler Müslüman Kardeşler fikrini esas alıyoruz, fakat örgüt olarak bağımsızız ve Filistinli bir örgütüz” diyorlar. 2017 yılına kadar da “Bizler Müslüman Kardeşler örgütüyüz, Müslüman Kardeşler dünya İslami hareketidir” diyorlardı. Kısacası Hamas Müslüman Kardeşlerin bir parçasıdır.
Hamas 1987 yılında kurulan bir örgüttür. O dönemde dünyada iki blok vardı. Birincisi Sovyetlerin öncülük ettiği sosyalizm, ikincisi ise kapitalist sistem ve askeri gücü NATO idi. Bu iki blok arasında soğuk savaş vardı. Sovyetler ve Sosyalist blok ulusal kurtuluş hareketlerini kapitalizm ve işgalciliğe dönük mücadelelerini destekleyip yardım ediyordu. Küba’da, Afrika’da, Ortadoğu’da bazı hareketlere ve Filistin Hareketi’ne yardım ediyorlardı. Kapitalizm ve işgalciliğe karşı El Fetih, Halk Cephesi, Demokratik Cephe, komünist partiler, ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyalist düşünceye sahip kesimler sosyalist blok tarafından destekleniyordu. Soğuk savaş döneminde büyük güçler birbirleri ile direkt savaşmıyorlardı. Her blok farklı kesimleri destekleyerek bunlar üzerinden savaşı yürütüyorlardı.
Tabii o dönemde ezilen halklar için sosyalizm daha cazip geliyordu. Fransa, İngiltere, Hollanda, Amerika gibi işgalci ve hegemon güçlere karşı sosyalizm ezilen halkların fikri ve kurtuluş umuduydu. Aynı zamanda ezilen, yoksul, işçi ve emekçi sınıfının sahiplendiği bir fikirdi. Tüm dünya ve oluşumlar bu fikirden ve sosyalizmden etkilenmişti. Ancak kapitalist sistem bu fikirden korkuyordu. Sosyalist blokun Avrupa’ya ve diğer yerlere yayılmaması için NATO bunun karşısında ideolojik bir bariyer oluşturmaya çalışmıştı. Özellikle Ortadoğu’da, Asya ve Afrika’da sosyalist ideolojiye karşı İslam adına duvar örmeye çalıştılar. Buralarda sosyalizme karşı İslam adına hareketler oluşturdular, bunları güçlendirdiler ve büyüttüler. Yüzlerce cami, kuran kursu gibi merkezler açtılar. Birçok ülkede siyasal İslamcı hareketler oluşturdular. Pakistan’dan Afganistan’a, İran Şahı’ndan, Nurî Seîd dönemindeki Irak’a kadar, oradan da Türkiye’ye kadar Yeşil Kuşak adı ile siyasal İslamcı güçleri öne çıkarmaya çalıştılar. Sosyalizme karşı İslami hareketler teşvik edildi.
Müslüman Kardeşler’in merkezi Londra’dır
Müslüman Kardeşlerin merkezi şimdiye kadar da İngiltere’nin başkenti Londra’dır. Müslüman Kardeşlerin tüm teorisyenleri hala İngiltere’de yaşıyor. 1980’den 1984-85’e kadar Suriye’nin Hama, Humus ve Halep şehirlerinde Hafız Esad’a karşı 3-4 yıl boyunca bir savaş yürüttüler. Halep ve Humus’un yarısı yıkıldı, Şam’da katliam yaşandı, çok şiddetli bir savaş gelişti. O dönemde Türkiye, Amerika ve NATO da Müslüman Kardeşleri destekliyorlardı. Hakeza Mısır da aynı durumdaydı. Sovyetler Birliği Afganistan’a girdiği zaman ve komünist bir iktidar oluşturduğunda Usame Bin Ladin’in El Kaide örgütü NATO tarafından Sovyetlere karşı oluşturulan bir örgüttü. Her yerden kendilerine para akışı oluyordu. Bazı ülkeler ve Suudi Arabistan’da sosyalizme karşı radikal bir din hareketi oluşturmak için 80 milyar dolarlık bütçe ile camiler inşa ettiler. Bu anlamda ideolojik olarak İslam motifli hareketler oluşturuldu.
Hamas da bu temel üzerine kurulmuştu. El Fetih, Demokratik Cephe, Halk Cephesi ve diğer birçok Filistinli hareket sosyalizm fikrine yakındı. Hedeflerini Filistin halkı için demokrasi, özgürlük ve sosyalizm olarak adlandırıyorlardı. Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerden destek ve yardım alıyorlardı. Bu örgütler Filistin, Ürdün ve Lübnan’da etkili oldu. 1979’daki geri çekilmede Önder Apo’nun bizzat oraya gitmesinin nedeni de budur. Bu Filistinli örgütler ulusal kurtuluş hareketlerinin simgeleriydi ve İsrail’e karşı mücadele ediyorlardı.
İsrail, sosyalizme ve Filistin halk hareketlerine karşı planının bir parçası olarak Filistin’de İslami hareketi teşvik etti. İsrail istihbaratı, ‘bağış’ adı altında ‘hayır dernekleri’ aracılığıyla onlara dolaylı olarak para imkânı sağlayarak ajanlaştırdı. Türkiye’deki Fethullah Gülen hareketi gibi hareket ettiler. El Fetih şehitlerinin ailelerine ulaşarak onlara maddi destek verdiler. Para verdiler, çocuklarını okuttular. Okullar ve medreseler yaptırdılar. Böylece Filistinliler içinde Hamas hareketi ve Müslüman Kardeşler fikri gelişti. Filistinlileri etkilemek için sloganları El Fetih’ten daha radikaldi. “Min el-nahir ila el-bahir” yani “Nehirden denize”, yani “Yermük Nehri’nden Beyaz Deniz’e kadar Filistin yaratılmalıdır” diyorlardı. Tek bir Yahudi’nin bile kalmaması gerektiğini, tüm Yahudileri denizde boğacaklarını ilan ediyorlardı. Ama İsrail bu işin arkasındaydı. Fetih hareketini zayıflatmak, boğmak, Filistinliler arasındaki destekçilerini azaltmak için Hamas’ı ortaya çıkardılar. Hamas’ı ortaya çıkaran ve onu büyüten İsrail’in kendi istihbaratıydı. Hamas’ın ortaya çıkışından bu yana Hamas ile Fetih arasında birçok savaş yaşandı. Hamas, Filistin halkını öldürdüğü kadar Yahudileri öldürmedi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra El Kaide’nin Afganistan’da yenilgiye uğratılması ve artık sosyalizm fikrine dayanan diğer hareketlerin zayıf kalması, bu dini hareketlerin gelişmesine fırsat verdi ve artık kendilerini davanın sahipleri olarak gösterdiler. Yani Filistin davası Fetih’ten çıktı. Hamas bu şekilde öne çıktı.
Özellikle İran İslam Devrimi’nden sonra İran daha önce Amerika ve NATO’nun hazırladığı tüm dini hareketlere el atmaya başladı. İran, Amerika ve İsrail’e karşı siyasetini güçlendirmek için bu yöntemi geliştirdi. Bu çerçevede bu tür hareketler, Amerika ve İsrail’e karşı harekete geçtiler. Hamas bu örgütlerden biridir.
Hamas hareketinin tarihi
Yaser Arafat’ın El Fetih hareketi ile İsrail arasında 1993’ün Eylül ayında Oslo’da bir anlaşma yapıldı. Yaser Arafat, dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin ve İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres ile yaptığı bu anlaşma nedeniyle Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştı. Bu temelde İsrail, 2005 yılında tek taraflı olarak ordusunu Gazze’den çekerek “Difaa El-Xerbiyê” yönetimine bıraktı. Filistinliler için özerk bir yönetim var ama temelde federal ve pratikte devlet gibidir. İsrail, Yahudilerin yaşadığı birçok yeri boşaltıp geri çekildi. O yerler boşaltılınca Yahudiler İsrail polisine isyan etti. Yağı kızdırıp evlerin çatılarından polislerin üzerine döktüler. “Neden bizi köylerimizden çıkarıyorsunuz?” dediler. İsrail bu yerleri Filistinlilere bıraktı. Fakat bu kez de Filistinliler birbirlerine girdi.
2006 yılında Filistin yönetiminin denetiminin olduğu yerlerde seçim yapıldı. Gazze tarafında Hamas güçlüydü. KDP’nin Duhok’ta yaptığı gibi Hamas da aynı yöntemi Gazze’de kullandı. Fetih’in mensuplarını tutukladılar ve tehdit ettiler. Para dağıttılar ve “Gazze’de seçimi kazandım” dediler. Bunu İsrail’in yardımıyla yaptılar. Hamas 2006’da Gazze’de bu şekilde iktidara geldi. O zamana kadar Ramallah’ta ve Gazze’de El-Fetih’in iktidarı vardı. İsrail çekildikten sonra Hamas orada iktidara geldi. Bu İsrail’in de işine yaradı. İsrail Hamas’ı dolaylı olarak destekledi.
Filistin hareketi bu şekilde bölündü. Ramallah’da Difaa El-Xerbiyê El Fetih; Gazze’de ise Hamas iktidar oldu. Her ikisi de düşünce, ideolojik ve politik olarak birbirinin düşmanıdır. Hamas, “Fetih Filistin davasını sattı, İsrail’le anlaşma yaptı. Ben, Filistin davasına sahip çıkarım” dedi. El-Fetih de, “Ben savaşırken Hamas yoktu. Ama şimdi gelmiş emeklerimizin üzerinde oturuyor. Filistin devletinin kurulması için biz zemin hazırladık. Hamas geldi ortalığı karıştırıyor” dedi. Böylece İsrail, “Filistinliler birlik değiller. Birbirleriyle kavga ediyorlar. “Resmi olarak kiminle görüşeceğiz?” diyerek kendisine gerekçe oluşturdu. O dönemde Netanyahu hükümetti ve şunu diyordu: “Filistinlilerin muhatabı kim? Kiminle konuşacağım? Bir tarafta Hamas var, diğer tarafta Fetih var.” Bu durum tam da İsrail’in istediği gibiydi. İsrail, Fetih’in Hamas’a karşı kazanmasını istemedi, bu şekilde Filistinliler arasında her zaman savaş olacağını biliyordu.
2006’dan bu yana da Gazze’nin yönetimi Hamas’ın elindedir. “Yeryüzünde İsrail olmamalı ve tüm Yahudiler denize atılmalı” sloganı, tüm Araplar ve Filistinli örgütler tarafından atıldı. Ancak bu slogandan vazgeçtiler. “İsrail de bir realitedir. Yahudiler de bu bölgenin insanıdır” dediler. Arap devletleri ve Fetih, İsrail’le anlaşmaya gitti. Bu slogan artık Hamas ve İran tarafından kullanılmaya başlandı. Suriye rejimi, Hamas ve İran’ı da destekledi. Daha önce Halid Meşal ve İsmail Haniyye gibi Hamas liderleri Şam’daydı. Bazı Hamas liderleri de İran’da yaşıyorlardı.
2011 yılında ‘Arap Baharı’ adı altında bölgeye müdahale oldu. Bu müdahale ile birlikte Suriye rejiminin de çökeceği düşünülüyordu. İşte böyle bir anda Hamas geri döndü ve çizgisini değiştirdi. Suriye Baas rejimini gayri meşru ilan ederek Şam’ı terk etti. Şam’daki ofislerini kapattılar. Bu müdahalenin liderleri Katar ve Türkiye ile ilişkilendi. Hamas yönetiminin yarısı Türkiye’ye, diğer yarısı da Katar’a gitti. Erdoğan, AKP ile birlikte Sünni İslam anlayışını güçlendirmeye çalıştı ve Suriye’deki savaşta Sünni-Alevi meselesini hep gündeme getirdi. Bölgedeki Osmanlı düşüncesini Sünni-İslam adı altında temelden yenilemek istiyorlardı. Bu amaçla din ve mezheplerden yararlanmaktı. Halifeliğin merkezi için de İstanbul’u işaret ettiler.
Müslüman Kardeşler Sünni bir harekettir. Zihinsel olarak da Alevilere, Şiilere karşılar ve onlara karşı birçok katliamlar yaptılar. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidara geldi, Erdoğan onlara el attı, Tunus’ta Müslüman Kardeşlere bağlı El Nahda iktidara geldi. Erdoğan onlara da el attı. Suriye’de Halep, Humus, Hama ve İdlib’de rejime karşı yürütülen savaşta Erdoğan, Müslüman Kardeşlere destek verdi. 1980’li yıllarda bu bölgelerde halk Esad’a karşı ayaklanmıştı. Irak’ta Musul’dan Ramadi’ye, Felluce’den Bağdat’a kadar Sünni Araplar var. Erdoğan onlara da el attı. Erdoğan, Kurdistan’ın güneyinde Barzanileri, Nakşibendi tarikatını, kuzeyde Hizbullah ve Menzil gibi Sünni mezhepleri kontrol altına aldı. Ortadoğu’da emperyal bir güç olmak istiyordu. Bu Erdoğan’ın hedefiydi.
Erdoğan döneminde Türkiye’nin politikasında önemli bir değişiklikler yaşandı. İsrail devleti ilan edildiğinde onu ilk tanıyan Türkiye oldu. İsrail ile her zaman ilişkileri vardı ve Araplara çok mesafeliydi. Ama AKP din yoluyla Osmanlı’nın mirasını geri almak istiyordu. Erdoğan bizzat bunu açıkça söyledi. “Halep ve Musul bizimdir” diyor. İstanbul Müslüman Kardeşlerin merkezi haline geldi. Müslüman Kardeşler her yıl Türkiye’de kongreler yapıyor ve bunları televizyonda yayınlıyor. Medreseler açılıyor. Hamas da onun bir parçası haline geldi.
Erdoğan’ın gerçek yüzü deşifre oldu
Herkes Filistin davası üzerine ticaret yaptı, kendi çıkarları için gerektiğinde Filistin davasını kullandı. Hafız Esad döneminde Baas rejimi Filistin davasını kendisi için kullandı. İran da bu konuyu kendi açısından aynı şekilde ele aldı. AKP iktidarı döneminde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Gazze’ye giderek gözyaşı döktü. Erdoğan, Filistinlilerin sahibi olarak kendini gösterdi. Araplar da çocuklarına Tayyip Erdoğan ya da Emine Erdoğan adını koydu. Filistinlilerin halifesi veya babasının ortaya çıktığı söyleniyordu. Ancak bu durum uzun sürmedi ve Erdoğan’ın gerçek yüzü deşifre oldu. Araplar ilk başta Erdoğan’ı tanımıyordu. Kısa bir süre sonra aynı Erdoğan gidip İsrail’le anlaşma imzaladı. Türk devleti daha önce İsrail ile yapmadığı anlaşmalara imza attı. İsrailli pilotlar eğitim için Konya Havalimanı’nı kullanmaya başladı. İsrail’de pilotların eğitim alanı yeterli olmadığı için Konya havalimanını kullanıyorlar. Orada eğitiliyorlar ve her yıl Konya’da tatbikat yapıyorlar.
Erdoğan, Hamas’a el atarak liderlerinden bazılarını Türkiye’ye getirdi, bazılarını da Katar’a gönderdi. Katar’ın kendisi de siyasi olarak Türkiye’ye bağlı. Türkiye deşifre olduktan sonra Katar Müslüman Kardeşlerin merkezi haline geldi. Hamas Müslüman Kardeşlerdir. Siyasi olarak şu anda Katar’ın, esas olarak da Türkiye’nin etkisi altındadır.
Hamas ve İsrail arasındaki savaşta neden İran’ın adı bu kadar çok geçiyor? Bu bilerek yapılıyor. Elbette İran da işin içinde. Ancak daha çok Körfez ülkelerini korkutmak ve Türkiye’nin NATO üyesi olması nedeniyle İran’ın adı öne sürülüyor. Hamas’ı mali olarak Katar, siyasi olarak Türkiye, askeri olarak İran destekliyor. Hamas’ın şu anki durumu bu.
İran Hamas’ı neden destekliyor? Ortadoğu’da sıranın kendilerine gelmemesi için sürekli farklı örgütler oluşturuyor. Ortalığı karıştırarak hegemon güçlerin hesaplarını bozmaya çalışıyor. İran bunu halkların çıkarları için yapmıyor. Örneğin Yemen’de Husileri örgütledi ama Yemen halkı için hiçbir şey yapmadı. Yemen’in çökmesine İran neden oldu. Husi güçlerine insansız hava aracı ve füze kullanmayı öğretti. On yıldır Körfez ülkelerini Yemen’le uğraştırıyor. Eğer böyle olmasaydı Suudi Arabistan Ortadoğu’da emperyal bir güç olurdu.
Hamas İsrail’in kucağında olduğu için İran harekete geçti. Ayrıca Kudüs meselesi tüm İslam ve Arap dünyası açısından çok hassas bir konu. İran’ın politikası da zaten bu yönde, sorunlara din adıyla el atıyor. Hamas liderlerini İran’a götürüp eğitti. Hamas’ın yayınladığı görüntülerin bir kısmı eğitim görüntüleri ve Gazze’de çekilmiş değil. Kısacası Hamas ilk elden Türkiye’nin daha sonra İran’ın ve Katar’ın etkisi altındadır.
Hamas bu süreçte neden saldırdı? Neden bir yıl sonra ya da bir yıl önce saldırmadı? Bu, elbette genel gelişmelere bağlı. İsrail devleti yaklaşık 80 yıl önce oluştu. 80 yıl boyunca İsrail-Arap savaşının tablosu çizildi. Savaşmasalar bile düşman gibidirler. Arap devletleri İsrail’le ilişki kurmadı. İsrail’i her zaman düşman olarak gördüler ve hiçbir şekilde siyasi, diplomatik, ticari veya farklı bir ilişki kurmadılar. Bu durumdan İran ve Türkiye yararlandı. Türk devleti bir yandan Arap devletlerine diğer yandan ise İsrail’e göz kırptı. Arap devletleri İsrail’i düşman gördüğü için İsrail Türkiye ile ilişki kurdu. İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı vardı. Arap ülkelerinin de Türkiye’ye ihtiyacı vardı. Çünkü bölgede gayrimüslim olan bir İsrail devleti vardı. Fakat Amerika ve NATO İsrail’i destekliyordu; bu yüzden Araplar kendilerini Türkiye’ye muhtaç görüyorlardı. Avrupa’ya gidebilmek, Avrupa’yla ticaret yapabilmek vb birçok şey için Türkiye’ye ile ilişkilenmek zorunda kaldılar.
Savaş atmosferinde bölgenin en istikrarlı yeri Türkiye görülüyordu. Avrupa’nın enerjiye olan ihtiyacı çok fazla. Enerji ve gaz Avrupa’ya Rusya ve Azerbaycan üzerinden gidiyor. Enerji ve gazın gidebileceği en sağlıklı hat ise Türkiye’dir. Mavi Akım Projesi ile Bakü-Ceyhan Petrol Hattı’nın yanı sıra 3-4 gaz ve petrol hattı da Türkiye’den geçiyor. Türkiye, gazın ve enerjinin Avrupa’ya gitmesi için sağlıklı bir enerji rotası olarak görülüyordu. Irak petrolü, Kerkük-Ceyhan hattı üzerinden Avrupa ülkelerine gidiyor. Bu sayede Türkiye bir ticaret yolu haline geliyor. Bu durum Türkiye’ye ticaret, para ve siyaset açısından daha fazla kazanç sağlıyor. Erdoğan bu nedenle sürekli Avrupa’yı tehdit ediyor, “Beni rahatsız ediyorsunuz, muslukları kapatırım” diyordu. “Petrol ve gazın akışını keseceğim” anlamına geliyor. Yani Araplarla İsrail arasındaki savaş, Türkiye’nin Avrupa’ya yakın ve güvenli bir kapı olmasını sağladı. Bu durum 80 yıl boyunca devam etti. Ancak son yıllarda durum değişti.
Arap ülkeleri İran ve Türkiye tehlikesini görüyor
Arap devletleri ile İsrail, düşmanlar ve birbirleriyle hiçbir ilişkileri yok. Irak’tan İsrail’in Yavne şehrine uzanan bir petrol boru hattı var; Irak petrolünü oradan Avrupa’ya satabilir, ama hat çalışmıyor. Suudi Arabistan’dan İsrail’in Hayfa şehrine uzanan bir petrol boru hattı var, bu hat da hazır ama çalışmıyor. Düşman oldukları için petrol Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidiyor.
1979’da İsrail’le barış yapan Arap devletlerinden biri de Mısır’dı. Daha sonra İsrail Ürdün’le barıştı. Ardından Kuveyt, İsrail’le barıştı. Son yıllarda Arap devletleri ile İsrail arasındaki derin düşmanlık azalmış ve birbirlerine ihtiyaç duyuyorlar. Şimdi Araplar için İran ve Türkiye tehlikesi ön plana çıkmış bulunuyor. Arap devletleri İran’ın Safevi İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmaya çalıştığını, Erdoğan’ın da neo Osmanlı zihniyetini gördüler. Bu nedenle Arap devletleri, birçok nedenden dolayı Türkiye ve İran’a karşı İsrail devletiyle yakınlaşmayı kendi çıkarları için daha iyi olacağını düşündüler. Bu proje ağırlıklı olarak hegemonik sistemin ve çoğunlukla da Amerika’nın projesidir.
Körfez ülkelerinden Umman, son birkaç yılda İsrail ile ilişkilerini resmileştirdi. BAE ve Bahreyn de İsrail ile ilişkilerini resmen geliştirdi. Katar da İsrail ile ilişkilerini resmileştirdi ancak bunu duyurmadı. Yani önemli Arap ülkeleri İsrail’le ilişkiler kurmuş durumda. Nihayet Hamas ile İsrail arasındaki bu savaştan bir ay önce, tarihte ilk kez İsrailli bir bakan Suudi Arabistan’a açık ve resmi olarak gitti. Suudi prens, Amerikan medyasına verdiği röportajda da “İsrail’le ilişki kurmaya hazırız” dedi.
Arap devletleri ile İsrail’in birbirleriyle ilişki kurması ne anlama geliyor? Birincisi; enerji ve boru hatları yirmi yıldır gündemde. Küreselleşen dünyada daha güvenlikli, ekonomik ve daha rahat ulaşılabilecek ticaret yolları konuşuluyor. Çin’e giden eski İpek ticaret yolunu yenilemek istiyorlar. Küresel hegemonik bir güç haline gelen Çin’in de Bir Kuşak Bir Yol projesi var. Çin bu proje için onlarca ülkeye milyarlarca dolar kredi verdi. Bu sayede Çin, hegemonik bir güç olarak Avrupa’ya doğru ilerliyor.
Çin’in bu projesine göre ticaret yolu İran ve Türkiye üzerinden geçecek. Bir kolu da Rusya ve Kazakistan’a gidecek. Türkiye’den de Avrupa’ya bir kol gidecek. Türkiye, “Ben Avrupa’nın enerji hattıyım” diyor. Yani gazın ve enerjinin kaynağı Rusya ve Azerbaycan, sağlıklı çizgi ise Türkiye’dir.” Bunun yanı sıra “Sağlam ticaret hattı olacağım” diyor. Erdoğan da tüm ağırlığını bu konuya verdi. Türk devlet bakanı Irak’a geldiğinde bu proje kapsamında Basra’dan Nisêbin’e demiryolu hattı ve yol yapmayı planladılar. Doğu ve batı hatlarını birbirine bağlamak istiyorlar. Şu anda bunun üzerinde çalışıyorlar. Hattı Sihêla Köprüsü üzerinden Rabia’ya getirip Habur Kapısı’na kadar uzanacaklar. Türk yetkililer “Bu hattı hemen Rabia’dan Tirbespiyê’ye getirip Nisêbin’deki İpek yoluna bağlayamaz mıyız?” diye düşünüyor. Şu anda bu planın dörtte biri Irak’ta hayata geçirildi.
Bu projeyle Çin’in hegemonyası büyük ölçüde güçlenecek, diğer yandan Türkiye ve İran da bundan faydalanacak. Çin karşıtı Batılı ülkeler birkaç yıldır Çin’in hegemonyasını engelleyecek alternatif bir yol arıyor. Hindistan’da düzenlenen G20 zirvesinde yapılan son toplantıda bu duyuruldu. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa, Almanya ve İtalya’nın katılımıyla Hindistan ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir ekonomik koridor kurulması amacıyla ABD ile bir mutabakat zaptı imzalandı. Bu, Çin projesine alternatif bir ticaret hattıdır. Buna göre deniz yoluyla Dubai’ye oradan da Suudi Arabistan’a kadar bir hat olacak. Demiryolu ile İsrail’in Yafa limanına gelecek. Oradan Avrupa’ya gidecek. İran ve Türkiye üzerinden geçen İpek yoluna alternatif bir yol olacak. İsrail Başbakanı Netanyahu yılın başında basının karşısına çıktı. Haritaya bir çizgi çizerek “Yeni bir Ortadoğu doğuyor” dedi. Bahsettiğimiz bu projeyi haritada mavi bir çizgi ile çizdi. Hattı Hindistan’dan Suudi Arabistan’a, oradan İsrail’e, İtalya ve Yunanistan’a taşıdı. “İsrail artık ticaretin merkezidir” dedi. Birçok kişi, “Netanyahu, hükümetini dağılmaktan kurtarmak için ucuz propaganda yapıyor” dedi. Ama bu gerçek. Bu gerçeğe dayanarak Arap devletleri ile İsrail birbirine yakınlaşıyor. Bundan en çok Türkiye ve İran zarar görecek. Türkiye bu anlaşmada yer almıyor.
Bu yıllarda başka bir gelişme daha yaşandı. Akdeniz’de gaz keşfedildi. İsrail’in deniz sınırlarında, Mısır’ın kuzeyi, Lübnan’ın güneyi ve Kıbrıs’ın güneyinde büyük doğalgaz kuyuları bulunuyor. Şimdi bu gazı çıkartıyorlar. İsrail ürettiği gazı boru hatlarıyla Mısır’a gönderiyor. Mısır hükümeti bu gazı Avrupa’ya satıyor. Anlaşmayı Ürdün, İsrail, Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya Kahire’de imzaladı. Türkiye kızdı, gemileri ve ekipmanlarını çıkarıp Kıbrıs’ta gezdirdi ve “Ben de gaz arayacağım” dedi. Bu devletlerin doğalgaz üzerine yaptıkları anlaşma Türkiye’ye bir darbe oldu. Şimdiye kadar Avrupa’ya doğalgaz Rusya ve Azerbaycan’dan Türkiye üzeri gidiyordu. Ancak başka bir gaz kaynağı bulundu ve bu gaz da Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmiyor. Artık Türkiye’nin karşısında başka alternatifler var. Bu iki konuda Türkiye büyük bir darbe aldı. Bu iki proje İsrail ile Arap devletlerinin birbirine yakınlaşmasıyla hayata geçiriliyor.
Arap devletleri ile İsrail birbirine yakınlaştıkça, Arap devletleri bundan faydalanıyor ve büyük bir küresel merkez haline geliyor. Ayrıca Batı ile Doğu arasında köprü görevi görüyorlar ve büyük bir ekonomik fayda sağlıyorlar. Dolayısıyla Arap devletleri ve İsrail, aralarındaki düşmanlığın boş olduğunu görüyorlar.
Filistin meselesine bir orta yol bulunursa, bu hem Arapların hem de İsrail’in yararına olur. Arap devletleri bunu anladı. Böylece psikolojik duvarı yıktılar. Artık her yıl yüz binlerce İsrailli turist olarak Mısır’a, Dubai’ye vs gidiyor. Arap devletleri ve İsrail bunda çıkarlarını gördüler. Geriye sadece Suudi Arabistan kaldı. Suudi Arabistan, İsrail diplomasi geliştirirse Arapların eskisi gibi Türkiye’ye ihtiyaçları kalmaz. Yine İsrail’in de Türkiye’ye ihtiyacı yok. Ayrıca Arapların İran’a da ihtiyacı yok ve İsrail ile İran, Humeyni’den beri düşmandır. Yani Türkiye’ye karşı hiçbir siyasi yükümlülükleri yoktur.
Hindistan’da imzalanan ekonomik koridor anlaşmasını Suudi Arabistan ve İsrail de anlaşmayı imzalayacağını açıkladı. Bu hat Suudi Arabistan ve İsrail toprakları üzerinden geçecek. Bu hat sabote edilirse bundan Türkiye ve İran faydalanacak. Bu yüzden Hamas’ın bu saldırısının zamanlaması tesadüf değil. Yani “Hazırlanıyorlardı, hazırlıklar bitince saldırıya geçtiler” diye bir durum söz konusu değil. Bu sefer kendiliğinden olmadı. Daha önce saldırı için DAİŞ’i Kobanê’ye nasıl yönlendirdilerse Hamas’ı da aynı şekilde Yahudi köylerine yönlendirdiler. Temelde Türk devleti bu saldırının arkasındadır. İran’ı bu saldırıya ikna eden, Türk devletidir. Türkiye, Hindistan’da projenin dışında kaldığını fark etti. Avrupa’nın ve diğer ülkelerin artık eskisi gibi Türkiye’ye ihtiyacı olmadığını gördü. Dolayısıyla bunu sabote etmek istedi. Hamas’ın bu saldırıdaki asıl amacı Arap devletleri ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı durdurmaktı. Arap devletleri ile İsrail’in bir kez daha birbirine düşman olmasını, her iki tarafı zayıflatıp kendilerine muhtaç olmalarını istediler. İsrail, saldırıdan üç gün sonra büyükelçisini ve diğer tüm yetkililerini Türkiye’den geri çekti. Hamas’ın bu saldırısının ardından AKP’ye yakın televizyonlar: “Hindistan ve Avrupa Prensi Selman’ın bu projesi artık bitti. Bu proje artık suya düştü” diye mutluluklarını ifade eden açıklamalar yaptı. Elbette bu savaş İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri daha da kötüleştirdi ve soğumaya neden oldu. Her iki taraf da zor bir durumla karşı karşıya kaldı.
İran ve Türkiye Filistin’i kendi çıkarları için kullanıyor
Bu saldırıyla birlikte Arap halkı duygusal olarak heyecan ve coşkuya kapıldı. Araplar İsrail’e karşı hiçbir zaman kazandıklarına tanık olmamışlardı. İsrail askerlerinin gözlerinin önünde öldürüldüğünü, yaralandığını, sürüklendiğini gördüler. Mehdi’nin gelip İsrail’i fethedeceğini sandılar. Bu saldırıdan dolayı heyecanlandılar. Ancak gerçek şu ki, İran yıllardır Filistin meselesini kendisi için kullanıyor, sürekli “Filistin ve Kudüs” diyor ama şu ana kadar İsrail’e ne bir kurşun ne de bir taş atmışlığı yoktur. Erdoğan da aynı şekilde davranıyor. Türk devleti kendisini merkez yapmak istiyordu. Ama bunu göremeyince bozgunculuk yapmaya başladı. Erdoğan’ın politikası bu şekilde, kendini her şeyin merkezi haline getirmek istiyor ama dışarıda kalınca ortalığı karıştırmaya, bozgunculuk yapmaya başlıyor. Bu şekilde muhatap alınacağını sanıyor.
Filistin davasını kendi çıkarları için en insanlık dışı biçimde kullanan, siyasetini Filistinli çocukların kanıyla yürüten Erdoğan ve İran devletidir. Erdoğan kendi çıkarları uğruna Filistin halkını katliama uğrattı. Yoksa Türkiye Gazze için ne yapıyor? Bu büyük bir sahtekarlıktır. “Hamas’ı aşırılıkçı, terörist olarak görmüyorum” diyor. Televizyonlarda “İsrail katliam yapıyor” diye bağırıyor ama bir yandan da her gün milyonlarca dolarlık Azerbaycan petrolünü alıp İsrail’e veriyor. Azerbaycan üzerinden İsrail’e giden petrol Türkiye üzerinden gidiyor. Eğer sahtekar değilse İsrail’e giden petrolü neden kesmiyor? Erdoğan’ın görev süresi boyunca Türkiye’nin İsrail ile ticareti hacmi on kat arttı. Daha önce ticaret hacimleri 500 milyon dolardı. Ama bugün yaklaşık on milyar dolara ulaştı. Bir yandan petrol veriyor, diğer yandan tüm ihtiyaçlarını karşılıyor. Ama Kur’an’dan bir ayet okuyarak o zavallı Filistinlileri aldatıyor.
Birçok Filistinli savaşçı Filistin için eylemler yaptığını düşünüyor. O Filistinli gençlerin niyeti ve düşüncesi budur. Ancak Hamas, Filistin davasına çok zarar verdi. Aslında dünyanın en meşru davası Filistin davasıdır. Filistin, BM tarafından bir devlet olarak tanınmaktadır. Yani Filistin’in durumu tartışmasızdı. Ama Hamas bu davaya çok zarar verdi. Hamas’ın saldırısının ilk üç gününe ait görüntüleri, büyük infial ve tepkilere neden oldu. DAİŞ’e çok benziyor. 1400 kişi öldürüldü. Bunların binden fazlası sivildi. Öldürülenlerin çoğu kadın, yaşlı ve çocuklardı. Kimi gördülerse öldürdüler. Yanlarından geçen her araca ateş ediyorlar. Hamas’a göre İsrailli çocuklar ve kadınlar sivil değil. Dünya bu görüntüleri izledi. Bu videoları bizzat Hamas kendisi yayınladı. Halk, Hamas savaşçılarının yaralıları nasıl tekmelediklerini ve cesetleri çiğnediğini gördü. Oysa Kuran’da ölülere düşmanınız olsa bile saygı duymanız gerektiği bildiriliyor. İsrail’in basını o kadar güçlü olmasına rağmen 20 yıl çalışsaydı Filistin davasına bu görüntüler kadar zarar veremezdi. Özellikle Hıristiyan dünyasında Filistin meselesi denilince artık bu manzaralar gözler önüne gelecektir.
Avrupalılar İsrail-Filistin savaşında tarihi boyunca kayıtsız şartsız İsrail’in yanında yer almadı. Her zaman Filistinlilerin haklarını savunuyor ve bunun için İsrail’e baskı yapıyorlardı. Ancak bu sefer tüm Avrupa ülkeleri Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere vb kayıtsız şartsız “İsrail’in yanındayız” dedi. Hamas tüm dünyayı İsrail’in safına çekti. Böylelikle İsrail’in Gazze’yi yerle bir etme bahanesine karşı kimse bir şey demedi, kimse sesini yükseltmedi. Çünkü insanlar Hamas’ın servis ettiği görüntülerin korkunçluğunu unutmadı. Geçmişte İsrail saldırdığında tüm dünya kamuoyu ayağa kalkıyordu. İsrail, Hamas’ı durdurmak ve ateşkes yapmak zorunda kalıyordu. Anlaşmalar yapıp ve esirlerini değiştiriyorlardı. İsrail bu saldırıdan önce bu kadar katliam yapamazdı. Ancak bu süreçte Hamas, İsrail’e Filistin halkını yok etmesi için bir gerekçe verdi. Bazıları bu konuda soru sorduğunda İsrail, “İlk üç günün görüntülerine bakalım” diyor. Bizimkiler de çocuk, kadın ve insan değil miydi? Başlatanlar zalimdi. Bunu onlar başlattı”. Yani Hamas bu konuda Netanyahu’nun projesine hizmet etmiş oldu.
DAİŞ nasıl ki İslam adına İslam’a zarar verip kötü bir İslam imajı yarattıysa; KDP nasıl ki Kürtler adına Kürtlerin davasına karşı nasıl büyük bir sabotaj yaptıysa; Hamas da Filistin adına Filistin davasına çok zarar verdi.
Hiçbir Arap devleti Hamas’a arka çıkmamış, sahiplenmemiştir. Hamas İsrail’e büyük darbe indirse de tek bir Arap devleti dahi “Hamas’ın yanındayız” diyemedi. Bu devletlerin çoğu ilk hafta Hamas’ı protesto etti. “Sivillere yönelik bu katliamlara karşıyız” dediler. Çünkü bunda bir oyun olduğunu biliyorlar. İsrail’e de bir şey söylemiyorlar. Sadece “Siviller ölmesin” diyorlar. İsraillilerin kendisi de “Sivillerin öldürülmesini istemiyoruz” diyor. Bu saldırıların sebebi Hamas’tır. Mesela İsrail bir binayı vurmadan önce “Burayı boşaltın,10 dakika içinde vuracağız” diyor. Ayrıca “Onlara tahliye etmelerini söyledim ama Hamas izin vermiyor” diyor.
Önderlik Kürt-Arap dostluğunu kurdu
Hamas’ı ayrı, Filistin davasını ayrı ele almamız lazım. Filistin halkının davası meşru ve haklı bir davadır. Önderlik bölgeye geldiğinde ilk olarak Filistin hareketlerinden Demokratik Cephe ve Halk Cephesi ile görüştü. Onlarla Kürt-Arap dostluğu kurdu. Halkların kardeşliği temelinde Filistinlilere tam anlamıyla yardım eden bizim hareketimiz oldu. 1982 yılında Lübnan savaşında El-Fetih’in kendisi İsrail’e karşı savaşmadı. Suriye ordusunun askerleri tamamen kaçtı. Yalnızca Özgürlük Hareketi’nin kadroları savaştı. Arnon Kalesi’ndeki direniş tarihe geçti. İsrailliler, burada büyük bir direnişle karşılaşınca “Burada savaşanlar kesinlikle Arap değil” dedi.
Arnon Kalesi’nde büyük bir direniş yaşandı. O direnişte 8 arkadaşımız şehit oldu. Özgürlük Hareketi Kurdistan’da şehit vermeden önce Filistin’de şehit verdi. Önder Apo, Kürt-Arap kardeşliğinin temellerini kanla yeniden inşa etti. Özgürlük Hareketi bu temelde tüm Filistin ve Lübnan halkının saygısını kazandı. Özgürlük Hareketi Lübnan’da nasıl bu kadar uzun süre kaldı? Önder Apo halk adına gerçek bir ilişki yarattı. Önderlik, halkların özgürlüklerinin birbirine bağlı olduğunu, biri olmadan diğerinin var olamayacağına dikkat çekti. Filistin halkının özgürlüğü Kurdistan halkından bağımsız değildir. Kürtler özgür olmadan, Araplar hiçbir zaman özgür olamayacak. Araplar özgür olmazsa ve aralarında demokrasi gelişmezse Kürtler de özgür olmayacaktır. Önderlik bunu teorik ve pratik olarak gösterdi. Dolayısıyla o günden bugüne Hareket olarak ve Önder Apo’nun düşüncesiyle Filistin meşru davasının yanındayız. Barzaniler gibi ikiyüzlü olmadık. Biz gerçekten Filistin halkının yanındayız. Filistin davası uğruna şehitler verdik. Önder Apo’ya yapılan komplonun sebeplerinden biri de buydu. İsrail neden komploya bu kadar karıştı? Komploda başrolü İsrail oynadı. Çünkü İsrail, “Özgürlük Hareketi bana karşı savaştı” diyor.
Hareket olarak tüm Arap halkının, halklarının yanındayız. Önder Apo’nun Demokratik Ulus Projesi esasen budur. Ancak bazı hareketler Filistin halkını temsil etmiyor. Nasıl ki KDP Kürt halkını temsil etmiyorsa, Hizbullah Kuzey Kurdistan’da nasıl bir karşı örgüt, ajan ise ve Kürt halkını temsil etmiyorsa; Hamas da Filistin halkını temsil etmiyor.
Hamas artık Katar Emiri’nin, Erdoğan’ın ve İran istihbaratının elinde bir piyon haline geldi. Türk devleti İdlib’i ve ardından Efrîn’i işgal ettiğinde Hamas Erdoğan’ı tebrik etti. Yine Türk devleti Cerablus’u işgal ettiğinde Hamas hiçbir zaman “Burası Arap toprağı, bunu neden yapıyorsunuz?” demedi. Tam tersine açıkça Erdoğan’ı tebrik etti. Hamas’ın Araplarla, Arap halkıyla ve Arap milletiyle hiç bir alakası yok. Erdoğan şimdi Körfez devletlerini zor duruma düşürmek için Arap milletiyle oynamak ve bu şekilde onlardan birkaç milyon dolar almak istiyor. Bütün sorunu bu. Onun sorunu Filistin ve Arap halkı değil. Arapların en büyük düşmanı Erdoğan’dır.
Kürt halkının davası meşru olduğu gibi Filistin halkının davası da meşru ve haklıdır. Gazze’de yaşanan katliamların karşısındayız. Maalesef bu kirli hesapların ortasında Karabağ’da Ermeni halkı katledildi, kimse sesini çıkarmadı. Kurdistan’da Kürt halkı katlediliyor kimse sesini yükseltmiyor. Binlerce Gazzeli de öldürüldü. Sivil insanlar bu yozlaşmış politikaların ve emperyal hesapların kurbanı oluyor. Biz bütün bu katliamcı politikalara karşıyız.
Önderliğin Demokratik Ulus Projesi bölgedeki çelişkilerin çözüm anahtarıdır
Siyonizm, Yahudilerin ulus devlet fikridir. İsrail farklıdır, Siyonizm farklıdır. Anti-semitizm farklı. Siyonizm, Yahudilerin milliyetçi düşüncesidir. Baas, Arapların milliyetçi düşüncesidir. Ne Baasçı ne de Siyonist fikirler Filistin meselesini çözemez. Her ikisi de yalnızca kan dökülmesine ve katliamlara yol açar. 80 yıldır bu böyle devam ediyor. Bu katliamcı politikaları değiştirmenin tek bir yolu var; o da Önderliğin Demokratik Ulus Projesi’dir. Bu bölgenin insanları 5 bin yılı aşkın süredir bir arada yaşıyor. Tarih, kültür ve inançlar onların ortak değerleridir. Sosyal olarak bağlantılıdırlar. Kürtler, Araplar ve diğer halklar için kavim düşüncesinden yola çıkarak bir çözüm bulamazsınız. Yakın gelecekte Filistinliler ve İsrailliler meselenin çözümü için Önder Apo’nun Demokratik Ulus Projesi’ni esas almaya çalışacaklardır. Çünkü başka bir şansları yok. Önder Apo’nun projesine sahip çıkacaklar.
Biz hareket olarak Hamas’ın siyasetinin yanında değiliz, Netanyahu’nun siyasetinin de yanında değiliz. Bizim politikamız Demokratik Ulus Projesi’dir ve üçüncü çizgi politikasıdır. Hamas’ın çizgisi Filistin halkını kurtarmıyor, Netanyahu’nun çizgisi de Yahudileri katliamdan kurtarmıyor. Yahudiler için daha fazla katliam tehlikesi yaratıyor. Netanyahu’nun politikası Yahudi halkına yönelik katliam tehdidini teşvik ediyor. Çünkü 6 milyon Yahudi var ama diğer tarafta 350 milyon Arap var. Netanyahu’nun bu politikası Yahudi halkını kurtarmayacaktır. Yahudilere karşı daha fazla öfke ve nefret yaratıyor.
Önder Apo savunmalarda milliyetçilik fikrini çok iyi anlattı. Bunu halklara çok iyi anlatmamız, kavratmamız gerekir. Halklara çözümün yolunun Önder Apo’nun “Demokratik Ulus Projesi” olduğunu anlatalım. İnsanlar bizi her zamankinden daha fazla dinleyecektir. Çünkü insanlar çözüm arıyor. Yahudiler artık katliama uğramaktan korkuyorlar. Gazzeliler “Gazze’den sonra sıra Diff’te” diyor. Hasan Nasrallah da paniğe kapıldı ve “Sıra Lübnan’da” dedi. Herkes katliamlardan korkuyor. Çünkü mevcut savaş ve siyaset sadece katliam yaratıyor. Şu anda bizler katliam siyasetini değil, ortak yaşam siyasetini geliştirmek mecburiyetindeyiz. Herkes için ortak yaşam ve özgürlük politikasını izlememiz lazım.
Türk devletinin ve Erdoğan’ın yaptığı tek şey Özgürlük Hareketi’ni nasıl ortadan kaldırabiliriz politikasını aktif şekilde yürütmeleridir. “Karabağ’da Ermenileri öldürdüler. YPG oraya gitti biz de o yüzden oraya gittik” dediler. Neredeyse “YPG Ukrayna’da savaşa girdi” diyecekler. “Gazze savaşında İsrail ordusunun arasında PKK ve YPG’yi görürsek şaşırmamalıyız” diye anti propaganda yürütüyorlar. AKP’liler, “YPG de İsrail’e gitti. Rojava hattını Akdeniz’e kadar götürecekler. YPG bir taraftan Efrîn’i kurtaracak diğer taraftan Ürdün’e kadar ulaşmaya çalışacak” diyorlar. Bunun bir oyun ve sahtekarlık olduğunu bilmeliyiz. AKP, Arap halkıyla Kürt halkı arasındaki ilişkiye zarar vermek istiyor. Güvensizlik ve şüphe yaratmaya çalışıyor.
Rojava’da halkların birliğini bozamadılar
Kürt halkının ve Arap halkının birliği Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye temelinde yaratılmıştır. Önder Apo’nun Demokratik Ulus fikri ile aslında tüm halkların birliği burada sağlanmıştır. Ne kadar istedilerse de bu birlikteliği bozamadılar. Şimdi de bu Gazze meselesini kullanıp Arap halkının kafasında soru işareti yaratmaya çalışıyorlar. Bizim tutumumuz açıktır, nettir. Filistin halkının yanındayız. Hamas’ın çizgisine karşıyız. Hamas Filistin halkını temsil etmiyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Mahmud Abbas da “Hamas’ın Filistin halkıyla hiçbir ilgisi yoktur” diyor. Filistin halkına karşı asla İsrail’e yardım etmeyeceğiz. Sadece Arap halkına karşı değil, hiçbir halka karşı hiç bir iktidar gücüne yardım etmedik, etmeyeceğiz de. Çünkü bu devrimci ilkelerimize aykırıdır.
Soykırımcı Türk devleti, Rojava’da savaş ve keşif uçakları ile su ve elektrik istasyonlarını vurdu; ne Amerika, ne İsrail, kimse sesini çıkarmadı, tepki göstermedi. Bu güçler Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı yok edildiğinde en az Türk devleti kadar seviniyorlar. Amerika, Özgürlük Hareketi’nin yönetimi olan arkadaşlarımızın tutuklanmasına ödül açıklamadı mı? Bu konuda açık olmamız gerekiyor.
İsrail ve Hamas arasında Gazze’de yürütülen bu savaşın bu şekilde devam etme ve yayılma ihtimali var. Lübnan da savaşa girebilir. İsrail Hizbullah’a karşı Lübnan’a girerse savaş Şam ve Tahran’a kadar yayılabilir. Her durumda savaş tüm bölgeyi etkiliyor. Netanyahu, “Bu savaşla birlikte başka bir Ortadoğu ortaya çıkacak” diye boşuna demedi. Bu sadece onun dileği değil. Objektif olarak da böyle olacak. Birçok denge değişecek. Çözüm bölge halklarının birliğidir, kardeşliğidir. Dincilik, milliyetçilik, mezhepçilik ve şovenizm değildir. Sadece insanların değil, tüm canlıların bu doğada bir arada özgürce yaşaması gerekir diyoruz. Bu doğa herkese yeter. Ortadoğu zengin bir coğrafyadır. Boş yere “Altın Hilal” denmiyor. Herkese yetecek kadar yaşam kaynağı var. Herkes burada özgürce yaşayabilir. Siyasetimizin özü budur. Ancak tüm gelişmelere -siyasi ve askeri açıdan- hazır olmamız gerekiyor. Türk hükümeti ve Erdoğan, Özgürlük Hareketi’ne karşı Qendîl için İran’la ittifak yapmaya uğraşıyor. Bir yandan da İsrail’den bize saldırmak için bazı teknikler almayı düşünüyor. Ayrıca Qendîl ve Garê’ye saldırmak için Amerika’dan F-16 savaş uçakları almaya ve yine Rojava’ya saldırmaya çalışıyorlar. Erdoğan’ın tek derdi bu ve bu savaştan bazı çıkarlar elde etmek istiyor.
Özgürlük Hareketi artık sadece Kürtlerin hareketi değil, tüm bölge halklarının hareketidir. Bu gerçeği tüm bölge halklarına anlatmamız gerekiyor. Yaşanan gelişmeleri yakından iyi takip edip askeri güç olarak da dikkatli olmalıyız. Her şeye hazırlıklı olmalıyız. Madem herkes “Ortadoğu değişecek” diyor, yarın ne olacağı belli değil. Bu nedenle işgal altındaki topraklarımızı özgürleştirmek ve demokratik bir Suriye’yi inşa etmek için her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. İşgal altındaki toprakları, Efrîn’den Serekaniyê’e tüm işgal alanlarını özgürleştirmek için de hazırlıklı olmalıyız.
Nasıl ki Ermenilerin ve Gazzelilerin kanı üzerinde kirli oyunlar oynadılarsa, bölgedeki Kürtlerin ve Arapların kanı üzerinde de kirli oyunlar oynamaya çalışacaklar. Buna çok ciddi bir şekilde hazırlıklı olmalıyız.
Gerçek şu ki Erdoğan’ın başı büyük dertte ve sıkışmış durumda. Böyle devam edemez. Türk devleti derin bir ekonomik kriz yaşıyor. Bu yüzden bir çıkış kapısı arıyor. Suudi Arabistan’a, Katar’a, Kuveyt’e ve başka yerlere gitti. Ekonomik destek arıyor. Ancak bir adım ileriye gidemedi. İç sorunlarını bile çözemiyor. Erdoğan seçimi kazandı ama hiçbir şey değişmedi. Türkiye’de durum daha da kötüleşti. Ekonomi gittikçe zayıfladı. Türk parası daha fazla değer kaybetti. Toplum için hayat zorlaştı, halkın memnuniyetsizliği arttı. Türkiye’de hem iktidar, hem de muhalefet krizde. CHP de parçalanmış durumda. Var olan tek muhalefet sadece Kürtler. Onlar da devletin ciddi baskısı ve terörü altındadır. Bu nedenle Kürt muhalefeti güçlü bir irade ortaya koyamıyor. Kendisini tam olarak toplumla bütünleştiremediğinden dolayı zayıf kalıyor. Belli bir dereceye kadar etkileri var ama mevcut potansiyeli örgütlü kılmada yetersiz kalmaktadırlar.
Türk devleti ve Erdoğan bir çıkış aramakta ve bu çıkışı Rojava’ya saldırarak gerçekleştirebilir. Ancak Gazze’deki bu savaş Erdoğan gibi diktatörleri alaşağı etmesi de mümkün. Bu uzak bir ihtimal değil. Eğer halkların demokratik devrimci hamlelerinin önünü açılırsa, Türkler de, Araplar da, Kürtler de bu diktatörlükten kurtulacaktır. Bugün veya yarın olmayabilir ama bu süreç başlamış durumdadır. Bütün bunları görmemiz ve kendimizi buna göre hazırlamamız gerekiyor. Kesinlikle tehlikenin büyük olduğunu görmeliyiz. Türk devleti yarın Rojava’daki binaları bombalayabilir. Annelerimizi, çocuklarımızı katledebilir. Bu, düşmanın yapmayacağı bir saldırı değildir. Bunu görmemiz ve ona göre tedbir almamız gerekiyor. Bu nedenle her türlü saldırı ihtimaline hazırlıklı olmalıyız. Savaşın nereye kadar gideceği de belli değil. Bütün hegemonik güçler bu konuda net bir şey söyleyemiyor. Ne kadar ileri gideceğini bilmediklerini söylüyorlar. Tehdit altında olan bir halk ve halkın umudu olan Özgürlük Hareketi olarak bu sürecin herkesten daha fazla muhatabıyız. Bu yüzden kendimizi hem büyük tehlikelere hem de büyük devrimci hamlelere hazırlamamız gerekiyor.
Buna bağlı olarak Medya Savunma Alanları’ndan Zap ve diğer bölgelere yönelik düşman saldırıları başka bir aşamaya geçebilir. KDP’nin düşmanca politikası bu durumu açıkça gözler önüne sermektedir. Türk devleti açık bir şekilde askerlerini helikopterlerle KDP’lilerin yanlarına indiriyor. Türklerin işgal edip tuttuğu noktalarada KDP’liler Türk askerlerinin güvenliğini tutuyor, tanklarını, mevzilerini koruyor. Bu şekliyle KDP’nin durumu gittikçe daha fazla netlik kazanıyor.
Bu kış saldırılar devam edecek ve durmayacak gibi görünüyor. Bu durum bizi de ilgilendiriyor. Hatta devrimimiz üzerinde merkezi bir etki yaratıyor. Düşman, Önderlik üzerindeki tecridi derinleştirmekte ve Hareketimize yönelik saldırılarını artırmaktadır. Bunu Özgürlük Hareketi’nin bu gelişmelerden faydalanmaması, inisiyatif kullanmaması ve halklar adına devrim yaratmaması için yürütüyor. Özgürlük Hareketi ve halk bu süreçten yararlanmasın diye Özgürlük Hareketi’ni baskı altında tutmak, zayıflatmak istiyorlar.
Halkların özgürlüğü ve geleceği ortak yaşamdadır
Rojava’daki durumla ilgili olarak bir Kemalist ile bir Baasçının zihniyeti arasında hiçbir fark olmadığı söylenebilir. Bunlar şovenist ve milliyetçidir. Ancak rejim şimdi zayıf ve parçalanmış durumda. Küçük bir darbe ile düşer, yıkılır. Korkuları bundandır. İsrail, Halep ve Şam’ı sürekli bombalıyor, ama rejim korkudan sesini çıkarmaya cesaret edemiyor. Çünkü rejim en zayıf durumunu yaşıyor. Rejim, 2013 sürecine göre daha zayıf. Ancak buna rağmen şovenist ve diktatör zihniyetinden vazgeçmiyor. Şovenistlerin ve diktatörlerin bu zihniyeti, mezara gitseler bile vazgeçmeyecekleri bir zihniyettir.
Dêrazor’da yaşanan son olaylar bunun kanıtıdır. Rejim ve İran, “Milliyetçilik dalgasıyla Arap halkını devrimden koparabilir miyiz ya da Arap halkını devrime karşı ayağa kaldırabilir miyiz?” gibi kirli planlar yapmaktadırlar.
Dêrazor’da Ebû Xewle denen kişi eliyle çok kötü bir plan vardı. Rusya, İran ve Rejim bu işin içindeydi. Tam olarak bilmiyoruz, belki Koalisyon’un eli de bu işin içindedir. Bildiğimiz şey, birçok devletin bu işin içinde olduğudur. Devrime darbe vurup bölge halklarını birbirine kırdırmak istediler. Bunların asıl amacı Kürtlerin ve Arapların birliğini bozmak, Kürtler ve Araplar arasında bir savaş çıkarmaktı. Bu yüzden Ebû Xewle’ye silah ve cephane verdiler. Ancak bu fark edildi ve bu kirli oyun bozuldu. Geç de olsa bir müdahale oldu ve bu oyun bozuldu. Çok tehlikeli bir oyundu. Bölgede QSD ile halkı karşı karşıya getirmek istediler. Kürtleri ve Arapları katletmek istiyorlardı. Gazze’de bir tarafta Yahudiler, diğer tarafta Filistinliler nasıl katlediliyorsa, aynısını Hesekê ve Dêrazor’da da yapmak istiyorlardı. Bu kadar geniş ve tehlikeli bir plandı. Bu nedenle Türk devletinin Dışişleri Bakanı “Bu daha başlangıç” diyordu. Plan ve hesapları, meselenin Hesekê, Reqa ve Minbic’e kadar uzanan bir Kürt-Arap savaşına dönüşmesiydi. Bu şekilde Kürtlerin Arapları öldürmesini, Arapların da Kürtleri öldürmesini istiyorlardı. Bu dış güçlerin bir oyunuydu ve Dêrazor halkıyla hiçbir ilgisi yoktu.
Dêrazor halkının mağduriyeti varsa bu Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi tarafından çözüme kavuşturulacaktır. Hizmet sorunu sadece Dêrazor halkının sorunu değil. Bu sorun Qamişlo’da, Kobanê’de, Minbic’te, Hesekê’de de var. Birçok eksiklik var, ilgili kurumlarımızın çözmesi gerekiyor. Ancak Dêrazor’daki sorun bu sorunlardan kaynaklanmıyordu. Büyük bir oyun vardı ve bunu Dêrazor halkının da bilmesi gerekiyor. Dêrazor’da bir katliam yapmak istediler. Rejim bu şekilde Dêrazor’dan intikam almak istiyordu. Rejime ilk karşı çıkan Dêrazor halkı oldu. Rejim bu kirli oyunla onları kandırıp, QSD tarafından işlenecek katliamlarla yüz yüze bırakmak istiyordu. Bu oyun tutmadı, boşa çıkarıldı. Tüm QSD savaşçılarının ve Dêrazor Askeri Meclisi’nin yanı sıra tüm Kuzey ve Doğu Suriye ile Dêrazor halkının da bu gerçeği iyi bilmesi ve bu oyunu görmeleri gerekiyor.
Bu oyun fark edilerek boşa çıkarıldı. Yine aşiretler ile QSD arasında bir savaş çıkarmayı başaramadılar. Ayrıca Kürt-Arap savaşına da dönüştüremediler. Bölgedeki Araplar neredeyse on yıldır devrimin içinde. Dêrazor gibi bazı bölgeler de yaklaşık altı yıldır Önder Apo’nun Demokratik Ulus fikrinin doğruluğunu ve gerçeğini anlamış durumda. Onlar da bu oyunu biraz anladılar. Bu oyuna bu yüzden gelmediler, alet olmadılar. Kürt halkı da bu meselenin özünü anladı. Halkların kardeşliğine darbe vurmak istediklerini anladı. Amaçları halkları birbirine düşman edip katliamlar yapmaktı. Ancak ne Kürtler, ne Araplar, bu bölgenin hiçbir bileşeni bu oyuna gelmedi.
Şimdi bu Gazze meselesiyle, İsrail-Hamas savaşıyla her yerde şovenizm ve milliyetçilik ruhunu güçlendirmek, halkları birbirine düşman etmek, katliamlar yapmak istiyorlar. Böyle bir tehlike var. Bu nedenle insanlarımızı her zamankinden daha fazla eğitmeliyiz. Mevcut süreci ve kirli oyunları doğru kavratmamız gerekiyor.
Bölge halklarının geleceği, özgürlüğü ve istikrarı, halkların kardeşliği ve ortak yaşamda yatmaktadır. Aksi takdirde katliamların dışında bir şey olmaz. Katliam sadece bir halk üzerinde değil herkesi kapsar.
Ayrıca kapsamlı saldırılara da hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu kış gerçekten çok kritik. Herkesin eli tetikte. Herkes elindeki tüm kartları kullanmaya hazır. Halkımızın ve bölge halkının kurban olmasına izin vermememiz gerekiyor. Fillerin ayakları altında ezilen çimen olmasına müsaade etmememiz gerekiyor. Bizim de esas bir güç olmamız, öncülük rolü oynayarak bölge halklarının özgür olma yolunu açmamız gerekiyor. Başarılı olalım ki tüm bölge halkının özgürlüğünün önünü açalım. Esas hazırlıklarımız ve planlamamız bunlar olmalıdır.