Bir vahşet çağında yaşıyoruz. Emperyalist kapitalist sistemin derinleşen krizi, dünyanın her tarafında ağır baskı ve sömürü koşullarını, artan ırkçı-faşist saldırıları, dünyanın bir çok bölgesinde savaş ve soykırım düzeyinde katliamları getirdi. Öyle bir dünyanın içindeyiz ki biz kadınların payına düşen, Gazze’de tepemize yağan bombalarla parçalanmak; parçalanıp ölmediysek kucağımızda açlıktan gözleri büyümüş çocuklarımızla çıldıracak duruma gelmektir. Afganistan’da çağ dışı esaret koşullarında, şiddetle karılmış kopkoyu sıvasıyla penceresiz bir evde yaşamaktır. HTŞ’nin Suriyesi’nde kadınlara biçilen hayat, köle pazarlarında satılmanın, tecavüz ve tacizin sıradanlaştığı bir hayattır. İster faşizm ister daralmış da olsa burjuva demokrasisinin hüküm sürdüğü bir ülkede yaşayalım, fark eden sadece şiddetin düzeyi ve ne derece pervasızca yaşandığıdır. Yoksa sömürü çarkı sorunsuz işleyebilsin, toplumsal cinsiyet rollerini bir doğa yasasıymışçasına değişmez kabul edelim diye şiddet, rıza üretme araçlarının başında yer alıyor.
Erkek egemen kapitalist sistem, özellikle emekçi kadınlar için yaşamın her alanında şiddeti örgütlüyor. Şiddet, yalnızca fiziksel bir saldırı değil; yoksulluktur, barınma hakkının gasp edilişidir, Dilovası gibi güvencesiz ve ağır çalışma koşulları altında bir yangında yiten kadın çığlıklarıdır, bir traktörün arkasında ölüme yollanan mevsimlik tarım işçisinin kaderidir. Hayat pahalılığıyla, biz kadınların sırtına bindirilen görünmez yüktür. Şiddet, “aile” adı altında kurulan hapishanelerde, itaate zorlanan bedenlerimizde, kimliğimize, emeğimize ve özgür irademize yönelik her türlü saldırıda vücut buluyor. Yanı sıra faşist iktidar tarafından, “Aile yılı” adı altında, bir de on yıllık bir vizyona kavuşturulmuş olarak, evsel köleliğimizin katmerlendirilmesi anlamına geliyor.
Öte yandan hiçbir yerde kadınlar sindirilmiş, kendilerine dayatılan hayatları kabul etmiş değil. Şiddetin bunca yoğunlaşması aynı zamanda direniş dinamiğinin ne kadar güçlü olduğunun da bir ifadesi. Penceresiz evlere mahkum hayatlara zorlanan Afgan kadınların bile en zorlu koşullarda seslerini dünyaya duyurma arayışları, yeraltına çekilen mücadeleleri, bunun bir ifadesi. Kürt halkının bölgedeki sömürgeci devletlere karşı “Jin, Jiyan, Azadi” sloganını dünya kadın mücadelesinin evrensel şiarına dönüştüren mücadeleleri, bunun bir göstergesi. Dünyada ve Türkiye’de gündelik hayatın her anında kutsal ailenin duvarlarını çatırdatan mücadeleler, sokakları zapteden kadın kitleleri bunun bir işareti...
Kadın özgürlük mücadelesi, mağduriyet diline sığmaz
Her üretim tarzında olduğu gibi kapitalizmde de yaşamın yeniden üretimi, esaslı bir mücadele konusudur. Erkek egemen kapitalist sistemde, sermaye birikimine evde görünmeyen emeğimizle, yaşamın-emeğin yeniden üretim işini yüklenmiş evsel köleler olarak kan taşımamız isteniyor. Bize biçilen hayat, hiç itirazsız ve kesintisiz bir biçimde bu çark dönsün diye şiddetin üzerine kuruludur. Biz kadınlar, en çok ne zaman erkek-devlet şiddetinin en ağırı, baskı ve terörün en yoğunuyla karşı karşıya geliyoruz? Çok açık ki, bir deli gömleği gibi üzerimize giydirilmiş olan toplumsal cinsiyet rollerini reddetmeye başladığımızda; kendi bedenimiz, emeğimiz ve hayatımız hakkında başkasının karar verici olmasını kabul etmeyip artık ipleri ellerimize almak istediğimizde...
Kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerini sorguluyor. ‘Toz bezleri yerde, çamaşırlar kirli sepetinde, bulaşıklar mutfak tezgahında kalsın; bizi evsel köleliğe hapsedemezsiniz’ diyen kadınlar çoğalıyor. Patriyarkal kapitalist sistem ise biz kadınları, her şeyiyle kapitalist sömürü için ihtiyaç duyduğu kadınlık rollerine mahkum etmek istiyor. Başkaldıranı, sürüden ayrılmak isteyeni, azıcık sorgulayanı, toplumsal değer yargıları diye paketlenen genel ahlaka itiraz edeni hedef alan şiddetin bunca pervasızlığı tam da bu yüzdendir.
Öte yandan dünyada ve Türkiye’de bir cins kırımına doğru ilerleyen kadına yönelik şiddetin altında yatan temel itkiyi doğru kavramazsak, kendimizi mağduriyet çizgisine hapsetmiş oluruz. Mağduriyet, ne kimlik inşa edicidir ne de mücadelenin kaldıracıdır. Sadece vicdanları sarsar, zaman zaman öfke patlamalarına yol açar; ama öğrenilmiş çaresizlik girdabından bizi kurtaramaz. Oysa erkek egemen yapının krizidir evde, sokakta, iş yerinde, okulda yaşanmakta olan. Faşist iktidar, sarsılmış olanı, özellikle din üzerinden toplumsal gericilik birikimini şaha kaldırarak, tekrar sağlamlaştırmaya, açılan gedikleri doldurmaya çalışıyor. Kadın katillerini, tecavüzcü ve tacizcileri, kadına şiddet uygulayan erkekleri koruyup kollaması, mahkemelerde haksız tahrik adı altında “erkeklik indirimi” ile en az ceza ile ödüllendirmesi, o da yetmezse düzenli aralıklarla kadın katillerini, şiddet faillerini infaz düzenlemeleri ile sokağa salması bundandır.
Fail erkekle aynı motivasyona sahiptir faşist iktidar; kimse deli gömleğini yırtamaz, erkek egemen yapıyı sorgulayamaz! Ama ne yaparlarsa yapsınlar, artık bu gömlek dikiş tutmaz. Her tarafından yırtılmaya, her tarafından sökülmeye başladı. Kadınların özgürlük arayışı, kendi hayatları üzerinde başka birilerinin tahakküm kurmasına itirazları bulaşıcı. Çağımızı aynı zamanda bir kadın devrimleri yüzyılına dönüştüren de bu.
Kadına yönelik şiddeti durduracak tek şey, karşı şiddeti örgütlemektir
Çok açık ki erkek-devlet şiddeti, örgütlülük düzeyimizi yükseltmeden ve karşı şiddeti örgütlemeden durmayacaktır. Biz kadınlar, elimizin altındaki tüm yaşam araçlarını silaha dönüştürebilecek imkanlara sahipken, öğrenilmiş çaresizlikle evlerimizde kendi katillerimizi besliyoruz. Dilovası’nda sömürü çarkını, üçü çocuk 6 kadın işçiyi diri diri yakarak döndürenlere; Rojin Kabaiş’i katleden, katledeni koruyup kollayan devlete karşı kamuoyu oluşturmak, kadınların sesi olmak elbette önemli. Ancak eğer kadın kırımını durdurmaktan bahsediyorsak, bunların ötesine geçmek zorundayız.
Yine biz kadınlar, şiddetle karşı karşıya kalan, cinsel saldırıya, taciz ve tecavüze uğrayan her kadını sarıp sarmalamak, yanında durmak; o kadının saldırı sırasında içine kaçan haykırışını, haykırsa bile evin dört duvarına çarpıp boğulan, sessiz ve ıssız bir sokakta yok olan çığlığını duyan, duyuran olduk. Hemcinslerimizin yanında saf tuttuk, tutuyoruz. Kadınların dayanışmasının sarmadığı, iyileştirmediği yara yoktur biliriz. Ancak biz, mevcut pozisyonumuzla henüz mağduru desteklemek, mağdur olanla dayanışmaktan öteye geçemiyoruz. Şiddet faillerine ve bu faillerin sırtını sıvazlayanlara karşı nefreti ve öfkeyi kızıştırmakta ve karşı şiddeti içeren eylemli bir duruşu örgütlemekte henüz yol almış değiliz.
Her yerde kadın öz savunma timlerinin oluşturmak, burjuva adaletin terazisinde hep ağır basan erkek egemenliğinden dolayı, elini kollunu sallaya sallaya dolaşan tecavüzcülere, kadın katillerine, şiddet faillerine, kadını aşağılayan ve kadın düşmanlığını alanen örgütleyenlere -konumu ne olursa olsun- hak ettikleri cezayı vermekten başka çıkış yolumuz yok. Cinsiyetçiliği ve heteroseksizmi genetik bir kod olarak çok daha baskın bir şekilde kendisinde var eden faşist iktidarın kadın düşmanı ve LGBTİ+ karşıtı kurumlarını, kadın isyanının ifadesi olan ateşle buluşturmaktan başka çaremiz yok. Bu öyle uzak bir zamanın hayali değil; örgütlenirsek, kadın dayanışmasını örebilirsek, ateşli silahların yanı sıra elimizdeki her aracı, imkanı kadınların devrimci şiddet aracına dönüştürecek bir iradeyle buluşabilirsek, bugünden pratik karşılığını küçük de olsa oluşturabiliriz. Birkaç ileri çıkışımız, fail erkeklerin de faşist iktidarın da gerçek anlamda uykularını kaçıracaktır.
Dün Mirabel Kardeşler’in Trujillo diktatörlüğüne karşı direnişi, kadınların kendi kaderlerini ellerine alma savaşımının ifadesiydi. Biz, Mirabelleri mağduriyet üzerinden okumuyor, onları diktatörlüğü yıkan mücadelenin öncüleri olarak kavrıyoruz. Buradan hareketle bugün, dünyanın dört bir yanında kadınların, LGBTİ+’ların ve tüm ezilenlerin, şiddete karşı farklı dil ve eylemlerle sergiledikleri duruşun, aynı zamanda ortak bir savaşım cephesine dönüşmesi için mücadele edeceğiz.
Bize biçilen rollere, sınırlara ve hayatlara isyanımızla, Mirabeller’in takipçisi olacağız. Ölümsüz Kadın Komünarlarımızın bize açtığı yolda, kadın özgürlük mücadelemizi yükseltecek; onlardan aldığımız güçle, erkek egemen kapitalist sistemi yıkarak devrime yürüyeceğiz!
Patriyarkal Kapitalist Sistemi Yıkacağız!
Devrimin Öznesi; Eşit ve Özgür Bir Yaşamın Kurucusu olacağız!
