Elleri, ayakları yok ama büyük yürekleri var
Dosya Haberleri —
Ergin Aktaş
- Üç hasta tutsak... Metris R Tipi'nde. Abdulkadir Kuday, tekerlekli sandalyede 40 kiloya düşmüş. Serdal Yıldırım tekerlekli sandalyede... Ergin Aktaş, o ayakta, ancak onun da iki eli yok. Bu birbirinin eli ve ayağı olan üç tutsağa durumlarını sordum. Aldığım cevaplar işte hasta tutsakların cezaevi güncesi oldu. Cezaevleri kanayan yara denir ya o bir benzetme değil gerçek.
GÜLCAN DERELİ
Bir ülkeyi anlamak istiyorsanız cezaevlerine bakacaksınız denir. Doğrudur, cezaevleri çoğunlukla o ülkenin aynasıdır. Türkiye'de daha çok öyledir. Evet sık söylenir Türkiye koca bir hapishane, ki öyledir, ama yine de dört duvar arasında olmak farklı. Hele ki siyasi bir tutsak iseniz durum çok daha korkunç boyutlara varıyor. Burada egemenlerin hukuku bile kağıt parçasıdır. Soğuk ve gaddar bir mekanizma işler. Hele bir de Kürt ve hasta tutsak iseniz bu daha da böyledir. Mafya babaları, kiralık katiller, kadın katilleri, uyuşturucu baronları, çocuk istismarcıları ve daha ne kadar kirli suç varsa onlar için geçici bir otel işlevi gören cezaevleri, siyasi tutsaklar için zamana yayılmış idam mekanı olarak işlev görüyor. Ve daha birçok şey anlatabiliriz ama yaşayan başka anlatır. Bu dosya hasta tutsaklar için. Uçurumun en kıyısında hayata tutunanlar için. Bu dosya için çalışmaya başladığımda düşündüğüm şey ile karşılaştığım şey arasındaki açı, yıllardır bu konuyu takip eden bir gazeteci olarak beni şaşırttı. Hasta tutsakların durumunu merak ederken, onların güncesine, anı anına yaşadıklarına, yitirdiklerine, hikayeleri birbirine karışanlara, kan kardeşi, can yoldaşı olanlara, bedeninin zorluklarıyla uğraşırken tutundukları o büyülü maneviyata şahit oldum.
Abdulkadir Kuday, Ergin Aktaş ve Serdal Yıldırım
Üç hasta tutsak, tek hücre
Üç hasta tutsak... Metris R Tipi'nde. Abdulkadir Kuday, tekerlekli sandalyede 40 kiloya düşmüş. Serdal Yıldırım tekerlekli sandalyede, 45 kiloya düşmüş ve kırılmış platinin yarattığı ağrılarla savaşıyor... Ergin Aktaş, o ayakta, ancak onun da iki eli yok. Bu birbirinin eli ve ayağı olan üç tutsağa durumlarını sordum. Aldığım cevaplar işte hasta tutsakların cezaevi güncesi oldu. Bu dosya, benden çok Ergin Aktaş'ın dosyası. Öyle çünkü iki eli olmayan Aktaş, ilk kez arkadaşları aracılığıyla cezaevinde yaşadıklarının güncesini bizimle paylaştı. Aktaş'ın iki eli yok ve tutsaklık sürecinde arkadaşları aracılığıyla kaleme aldığı her şeye el konulmuş, yazdırdığı mektuplar gönderilmek üzere teslim edilen cezaevi idareleri tarafından imha edilmiş. Şimdiye kadar Aktaş'ın arkadaşları aracılığıyla cezaevinde yaşadıklarına ve tanıklıklarına dair ilk kez bu kadar ayrıntılı bilgilere ulaşıyoruz. Cezaevleri kanayan yara denir ya o bir benzetme değil gerçek. O yüzden aradaki sorularımı çektim ve sözü Aktaş'a bıraktım. Beş bölümden oluşacak dosya serimizin dört bölümünde Ergin Aktaş'ın cezaevi günlükleri yer alacak. Söz tümüyle iki eli olmayan Aktaş'ta...
'Politik tutsak kırımı'
"Kuşkusuz zindandaki koşulları dışarıdaki gelişmelerden ve genel siyasi atmosferden bağımsız ele alamayız. Doğrudan deneyimlerimden biliyorum rejim kısa ve uzun politik stratejisini içeride ve dışarıda eşzamanlı olarak pratikleştirir. Tehdit sıralamasında Kürtleri en başa koyan, sola, sosyalist, demokratik çevrelere ve hakikat kaygısı taşıyan inançlılara tahammülü olmayan, tek amacı iktidarını tahkim edip, ömrünü uzatmak olan, kadın ve doğa düşmanı bu baskıcı faşist iktidarın denetimindeki alanlarda koşulların iyi olmayacağını, bilinciyle yaşayanların büyük oranda tahmin edebileceklerini düşünüyorum. Zihinsel ve ruhsal bakımlardan hastalıklı, tamamen rasyonel bir zemine savrulmuş AKP ve ortaklarının elbirliğiyle zindanları gerçek anlamda birer toplama kampına çevirdiklerini ve buralarda politik tutsak kırımı yaptıklarını belirtmek istiyorum. Uyguladıkları politikalarla dışarıda olduğu gibi içeride de insanları karanlık bir boşluğa düşürmek için tam ve devamlı bir belirsizlik durumu yaratmışlar.
'Aldığın soluk bile denetim altında'
"Eğer zindanda politik bir tutsaksan kullanmakta olduğun en temel haklarını 1 saat sonra elinden alabiliyorlar. Bir sabah veya akşam aniden kapıyı açıp 'sevki çıktı' denilerek seni uzak bir şehirde bulunan zindana sürgün edebiliyorlar. İnfazını tamamladığın halde seni bırakmayabilirler. Kitabına, dergine ve gazetene el koyup, görüşlerini engelleyebiliyorlar. Seni bütün etkinliklerden mahrum bırakıp, mektuplarını ve kolilerini vermeyebiliyorlar. Fiziki ve sağlık durumuna bakmaksızın seni tekli bir hücrede yıllarca tutabiliyorlar. Vedat Ekmen ve Garibe Gezer yoldaşların olaylarında olduğu gibi bazen çok daha ileride gidebiliyorlar. Şunun da iyi bilinmesini isterim, zindanda gelişen hastalıkların ve yaşanan ölümlerin asla olağan görülüp, normal bir durum olarak değerlendirilmemesi gerekir. Bu arada, şimdiye kadar özetle ifade etmeye çalıştığım içerideki durumların, dışarda yaşananlarla örtüştüğünü, bu nedenle içeridekiler doğrudan yaşadıklarına bakarak dışarıyı, dışarıdakiler ise içinde bulundukları durumlara ve gelişmelere bakarak içeriyi anlayabileceklerini belirtmek istiyorum. Tabii burada aldığın soluk bile denetim altında…
'Anlaşılması için İmralı'ya bakmalı'
"Buraya kadar içinde tutulduğumuz koşullara ilişkin genel birkaç tespitte bulunmaya çalıştım ama içeride yaşananların önemli oranda anlaşılmasını sağlayacak örnek; uluslararası bir yanı da olan İmralı'da uygulanan tam tecrit ve izolasyondur... İçeride ve dışarıda baskıların arttırılmasıyla, İmralı'daki tecridin derinleştirilmesi aynı anda devreye sokulur ve özellikle biz zindandakiler karşı karşıya kaldığımız uygulamalarla bunu çok net bir biçimde görüyor ve yaşıyoruz…
Mehmet Aras'la ilk karşılaşma
"Adaletin olmadığı, hukukun askıya alındığı, hak gasplarının, baskı ve yönelimlerin olağan bir duruma dönüştürüldüğü zindanlardaki hasta tutsakların neler yaşadığını somut bir biçimde ortaya koymak için doğrudan yaşadığım birkaç örneği aktarmak istiyorum: Benim hasta tutsakların durumuna tanıklığım daha zindana girmeden Erzurum Araştırma Hastanesi'nin 'tutuklu hasta koğuşunda' Mehmet Aras arkadaşı görmemle oldu. Arkadaşlarımın ve ailemin yoğun çabalarıyla Erzurum Araştırma Hastanesi'ne Ağrı'dan götürülmüştüm. Adına sorgu dedikleri iki günlük süre içinde pek çok insanlık dışı yönelimle karşılaşmış, benim ve ailemin onayı alınmadan tedavi edilebilecek kollarım kesilerek Erzurum'a götürülmüştüm. Hasta koğuşuna alındıktan sonra yanımda askerlerle birlikte muayeneye gelen doktor 'bir şeyler yemen gerekir aksi halde durumun ciddileşir' diyerek bana yemek yedirmeye teklif etti, bu teklifi kabul etmedim. Aradan 4-5 saat veya daha fazla bir zaman geçtikten sonra, koğuşuma gelip 'seni yan koğuşta olan bir arkadaşının yanına alacağız' dediler.
'Su içirdi, kan lekelerimi sildi'
"Zihnimde bunun da sorgunun bir parçası olduğu düşüncesiyle koğuştan çıktım. Alındığım koğuşun kapısından içeri girdiğimde kolunda iki tane serum hortumu bulunan çok fazla zayıf, yaşı ilerlemiş Mehmet yoldaşı hasta yatağında uzanırken gördüm. Beni görür görmez kolundaki serum hortumlarını çıkararak yerleşmeme yardım etti. Çok susadığımı fark etmiş olacak ki ilk yaptığı şey bana su içirmek oldu. Yaklaşımlarından, konuşmalarından ve tarzından gerçek bir yoldaşın yanında olduğumu anladım. Aylarca ailesinden, yoldaşlarından ayrı bu hastane koğuşunda ne tür zorluklarla karşılaştığını benimle paylaşmadı ama ben onu anlamakta güçlük çekmedim. Tıpkı benim gibi yoldaşlarına ihtiyacı vardı ve o gün orada bir araya gelmemiz bütün bedensel ağrılarımızı dindirdi. Sohbet arasında bana yemeğimi yedirip, tertemiz bir havluyla yüzümdeki ve göğsümdeki kan lekelerini sildi…
'O fedakar bir Kürt Bilgesi'
"Gece yarısından sonra babam geldi; izin alabilmek için gece savcının evine gitmiş, ancak razı etmek, refakatçi olabilmek pek güç olmuş. Babam gelir gelmez bizi başka bir koğuşa alacaklarını belirttiler. Ben de babam da başka bir koğuşa geçmeyi kabul etmedik. Mehmet arkadaş tartışmanın ilerlediğini görünce araya girip 'birazdan kardeşim gelecek, siz gidin' dedikten sonra derin bir üzüntüyle başka bir koğuşa geçtik. Aklım, bana, 'Tek bir canlı hücremiz de kalsa direneceğiz' diyen o fedakar Kürt Bilgesi'nde kalmıştı. Bir gün sonra Mehmet arkadaşın kardeşi refakatçi olarak yanına geldiğinde artık refakatçiler aracılığıyla iletişim de kurabiliyorduk… Ben 3 gün sonra Erzurum H Tipi Cezaevi'ne götürüldüğümde Mehmet Aras arkadaşın yürek yakan acı hikayesini ve 90'larda Erzurum'daki işkencecilere karşı duruşunu, direnişini de öğrenmiş oldum. Aras arkadaş 6 ay boyunca o hastane koğuşunda kaldıktan sonra, Erzurum H Tipi Cezaevi'ne getirildi. Yoldaşları ona çok iyi baktılar ama bedeni büyük oranda erimiş Mehmet arkadaşın sağlık durumu çok kötüydü…
'Arkadaşlarının kucağında kan kusarak...'
"Kürt Özgürlük Hareketi, Mehmet arkadaşın bırakılması için çok uğraştı ama bu sesi Kürtlerin çok az sayıdaki dostlarından başka duyan olmadı. Mehmet arkadaş bir sabah fenalaştı, çağrılan ambulans gelinceye kadar arkadaşlarının kucağında kan kusarak, tutulduğu Erzurum H Tipi Cezaevi'nde yaşamanı yitirdi… Bir gün halk düşmanları, Iğdır'da Mehmet arkadaşın evini basıp bütün ailesini katlediyorlar; ayrıca birçok yoldaşını da kaybeden, korkunç işkencelerden geçirilen, halkının ve tüm ezilenlerin acılarını da yüreğinde hisseden o cesur, bilge insan zindanda, hepimizin gözü önünde katledildi. Sözünü tutup son canlı hücresi kalıncaya kadar direnen Mehmet arkadaşın yaşamı hem Kürt halkının hem de ezilenlerin tarihini anlamak için çok çarpıcı bir örnektir. Zindanda hasta tutsak olmayı, keşke Mehmet Aras yoldaşa sorabilseydiniz, o çok daha iyi cevaplardı.
'O kirli koğuşta sabahı zor getirdik'
"Erzurum'da çok güçlü bir dayanışma vardı. Orada tutulduğu dönemlerde beş veya altı ağır hasta ve engelli arkadaş vardı. İdare, özgün ihtiyaçlarımızı temin etmemize olanak vermiyordu ama yoldaşlarımız günlük pratik ihtiyaçlarımızı karşılamak için adeta birbirleriyle yarıştıklarından çok büyük zorluklar yaşamıyorduk. Sonradan öğrendim ki, birçok arkadaş ihtiyaçlarımızı karşılamak için idareye dilekçe yazıp tutulduğum koğuşa gelmek istemişler… 2013'te 'hasta tutsakları bırakacağız' dediler ve biz dahil bütün zindanda tutulan hasta, yaşlı ve engelli arkadaşları Metris 1 Nolu T Tipi Cezaevi'ne getirdiler. Büyük çoğunluğu uzak şehirlerden getirilen bu hasta arkadaşlar ring aracında büyük zorluklar yaşamışlardı. Hepimizi aynı blokta sekizer kişilik koğuşlara yerleştirdiler. İlk defa bu kadar çok hasta tutsağı bir arada gördüm. Artık yanımızda ihtiyaçlarımızı karşılayacak sağlıklı arkadaşlarımız yoktu. Yerleştirildiğimiz koğuşlar çok kirliydi, yataklar berbat durumdaydı. Hijyeni sağlayacak tek bir malzeme bile yoktu. Öylece ayakta kala kalmıştık. Yetkilileri çağırdık, durumu anlatmaya çalıştık ama hiçbir sonuç alamadık. O kirli koğuşun pis yataklarında sabahı zor getirdik. Eşyalarımızı vermedikleri gibi ilaçlarımızı da vermediler. Tepkilerimiz üzerine, bizi sağlıklı olan arkadaşlarımızın tutulduğu koğuşlara dağıttılar. Koşullarımız biraz iyileşti ama hasta arkadaşların sayısı fazla olduğu için herkes çok yoruluyordu.
Ramazan, Salih, Hüseyin...
"Bizi bırakacaklarına, bu durumun geçici olduğunu söylüyorlardı ama gördüğümüz muamelelerden bunun bir aldatmaca olduğunu anlamıştık. Çok geçmeden haklı çıktığımızı gördük. ATK onca ağır hasta arasında yalnızca üç kişiye 'cezaevinde kalamaz' raporu verdi. Benim de içinde olduğum bu üç arkadaştan sadece bir kişiyi bıraktılar. Yani o ayakta duramayacak kadar yaşlı, birden fazla kronik rahatsızlığı olan, kolu-bacağı ampute ve tamamen felçli haldeki arkadaşları o yazın sıcağında, kimini Wan, Erzurum ve Amed gibi uzak cezaevlerinden ring araçlarıyla getirip, çok ağır koşullarda aylarca tutup yine aynı araçlarla gönderip, eziyet etmişlerdi… Hasta tutsaklara yaşatılan bu zulümlü yolculuktan çoğu kişinin haberi bile olmadı. Haberi olanların bir kısmı yaşananları önemli oranda kavrayamadı. Kavrayanlar ise tüm çabalarına rağmen seslerini duyuramadılar. 2013'te Metris 1 Nolu Cezaevi'ne getirilen bu arkadaşlardan bazıları ya zindanlarda ya da bırakıldıktan kısa bir süre sonra yaşamlarını yitirdiler. Bu arkadaşlardan birlikte aynı koğuşta kaldığım ve yakından tanıdığım Ramazan Özalp, Şırnaklı Salih Tuğrul, Siirtli ve "TKP/ML-TİKKO" davası olarak bilinen davadan tutuklu Hüseyin Yıldız yaşamlarını yitirdiler. Her üçü de çok değerliydi."
* * *
Kuday için acil durum...
Ergin Aktaş'tan arkadaşı Abdulkadir Kuday için acil bir çağrı var: "Abdulkadir arkadaşın sağlık durumunun çok kritik bir aşamaya geldiğini ve bu akşam bile acile gönderildiğini, bu durumun bizi ruhsal açıdan çok fazla zorladığını belirterek, sizin aracılığınızla da demokratik kamuoyuna acil duyarlılık çağrısında bulunuyorum, bizi anlayacağınızdan kesin olarak eminim."
* * *
Aktaş'ın durumu...
Ergin Aktaş her iki kolu tedavi edilebilecekken kendisinin ve ailesinin onayı alınmadan elleri kesildi. Cezaevinde kaldığı süre içerisinde KOAH/ bronşit hastalıklarına yakalandı. Daha sonra sürgün olarak gönderildiği Menemen R Tipi Cezaevi'nde konulduğu tekli hücrede karşı karşıya kaldığı saldırılar ve tek başına tutulduğu için pratikte kendi kendine yetemediğinden tüberküloz (verem) oldu. Şu anda sol akciğeri bu hastalıktan dolayı hasar almış durumda, ciğerleri sağlıklı olmadığından çok sık hastalanıyor. Nefes alıp vermekte güçlük yaşıyor.
Yarın: Ruhumuzu öldüreceklerdi, direndik...