Şam ile SDG ilişkilerinde belirsizlik aşılamıyor
Hüseyin GEDİK yazdı —
21 Ekim 2025 Salı - 08:00
- Kürt meselesi, her iki ülkede oldubittiyle hal olacak bir mesele olmadığı açıktır. Şimdiki ilişki ve müzakereler belirsizlikler içinde görünse de halkların öz gücüne dayanan siyasal mücadelenin kararlılığı, yetkinliği ve sürekliliği sonucu belirleyecektir.
Şam’daki geçici Colani hükümeti bir yılını doldurmaya yaklaşık bir ay kaldı. İç savaştan yorgun düşmüş Suriye halkları Esat iktidarının devrilmesinden sonra da huzura ermiş değildir. Şam’da beklenen huzur ve istikrar henüz çok uzaklarda.
Colani’nin bir yıllık iktidarı döneminde Suriye’de yaşanan en belirgin şey, Alevi ve Dürzi katliamlarıdır, akan kan ve gözyaşıdır, bir de Suriye’nin geleceğine dair belirsizliktir. Yönlendirilmeye açık, dış güçlerin etkisinde kalan Şam geçici hükümetinin geleceği de bir anlamda belirsizdir.
Son günlerde, Suriye bağlamında üzerinde çokça yazılıp çizilen konulardan biri hiç kuşkusuz SDG-Şam arasında süren müzakerelerdir. Silahların bırakılmasından entegrasyona kadar birçok sorun analizin konusu oldu. Türkiye’deki barış sürecini de belirleyen Rojava meselesinin çözümü bu nedenle önem taşımaktadır.
Suriye’nin birliği konusu bir anlamda Rojava meselesi olduğu açıktır. Rojava ve dolayısıyla Kuzey ve Doğu Suriye özerkliği, iç savaş koşullarında oluşan fiili bir durumdur. Dünya sistemi bu özerk yapıyı resmen tanımasa da gayri resmi kabul görmüş bir konum sahibidir.
Suriye’de rejim yıkıldıktan sonra, yaşanan sorunların çözümüne dair sürdürülen arayışlar bir bütün olarak sonuç vermiş değildir. Çözüm bekleyen konuların başında da Rojava meselesi gelmektedir. Halkların oluşturduğu fiili özerk yönetimin durumu, YPG, YPJ, SDG ve Asayiş gibi öz savunma güçlerinin varlığı, tartışmaların odak noktasını oluşturmaktadır.
Genel anlamda Kürtler ve Kürdistan, sömürge statüsünden kurtulamadıkları için ontolojik olarak dünya sistemi içinde varlıkları kabul edilmiyor. Hukukun içine alınmıyor, yasal ve anayasal güvencelerden yoksun kalıyor. İmralı’da sürdürülen barış çabaları, Kürtlerin hukuk içine alınması ve güvenceye kavuşturulmasıdır.
Kürdistan’ın her bir parçası, geneli ve bütünü etkileyen özeliklere sahiptir. Bu nedenle, parça üzerinden konuya yaklaşmaktan ziyade bütünlüklü bir bakış açısıyla ele almayı gerektirir. Türk devletinin olumsuz yaklaşımlarından dolayı soruna siyasi, hukuki, yasal çözümler üretilemiyor. Zaten gündemde olan konu sadece askeri boyutuyla SDG ve diğer bileşenlerin Şam’la anlaşarak bir şekliyle silahlı yapıların varlığına son vermektir. Bu üstenci dayatmada bulunan Türkiye’nin aklındaki ‘çözüm’ bundan ibarettir. Kürtlerin temel haklarına kavuşması meselesi ötelenerek sadece askeri güçlerin entegrasyonu müzakere konusudur. Gündemdeki tartışmalar silahlı yapıların tasfiyesine odaklanmıştır. Bu salt başına bir çözüm anlamına gelmediği açıktır.
Türkiye’nin Rojava çözümüne benzer bir taktiği zaten PKK’ye karşı işliyor. Amaç sadece PKK’nin feshi ve silahlı varlığının son bulmasıdır. Ötesine dair görünürde bir şey yoktur. Kürt meselesinin çözümü konusunda işaret edilen 1924 anayasasındaki millet tanımıdır. Söz konusu 80 ve 66. maddelerde dile gelen millet ve vatandaşlık tanımı yeterliymiş de sorun uygulanmasındaymış da gibi yarım ağızlı değerlendirmelerle eski tanımın parlatılarak yutturulması gibi bir sonuç çıkıyor. MHP’li Fethi Yıldız’ın ‘Vatandaşlık değil, vatandaşlık üzerinden millet tanımı’ gibi kelime oyunuyla anayasadaki tanım yeterliymiş, ‘Türkiye’nin kurucu kodlarında bir sorun yokmuş’ demesiyle çözümün rotası belirlenmiş oluyor.
PKK fesh edilip silahlı yapısı dağıtıldıktan sonra Kürt sorunun çözümüne sıra gelince işlerin orda tıkanması gibi bir ‘hal çaresini’ şimdi de Rojava’ya dayatıyorlar. Şam ile yapılan bütün görüşmelerde an itibarıyla pratik anlamda, somut bir gelişmeden bahsedemeyiz. Bütün yorumlar ve değerlendirmeler, tarafların mutabık kaldıkları taahhütler üzerine yapılmaktadır. SDG’nin Suriye ordusuna dahil edilmesi formülü üzerine görüş birliği sağlamanın ötesine geçen bir durum yoktur. Kürtlerin anayasal-yasal tanınmaları, hukuki haklarının güvenceye alınması, öz savunma konusu ve ademi merkeziyetçilik statüsü gibi temel konular da an itibariyle belirsizdir. Bu konularda çok laf var ama hiçbir pratik karşılığının olmadığını belirtmekte fayda vardır.
SDG ve Şam arasındaki görüşmelerin geldiği aşamada varılan sonuçların geçmişe göre daha umut verici olduğunu belirtmekle yetinelim. Üzerinde ABD, Türkiye, Şam ve SDG’nin ortaklaştıkları bir formül üzerinde duruluyor. Pratikte bunun uygulaması da zamana yayılacak bir iştir. Bu bir siyasal mücadele sürecidir.
Suriye’nin temel yapısal sorunlarına çözüm bir anlamda çözümsüzlüktür. Arap ülkelerine atfedilen bir söz vardır; ‘biz anlaştık ki hiçbir zaman anlaşmayalım’, yani anlaşmama üzerine anlaşmanın sağlanması gibi bir durum ihtiva etmektedir. Ortadoğu’da dış müdahalelerle şekillenen yapılar genelde çözümsüzlük üreten merkezler haline gelmiştir. Suriye de bu merkezlerden biri olmaya adaydır.
İster Türkiye, isterse Suriye merkezli Kürt barışı, demokrasi olmadan olmazlardan biridir. Barışın tek güvencesi demokrasidir. Türkiye’de kırıntı kabilindeki demokrasiyi budayarak barış tesis edilemez. Suriye’de ise demokrasiye hak getire. Bu koşullarda süren ilişkiler, varılan anlaşmalar haliyle belirsizlik içermektedir. Belirleyici olan tek güç ise halkların örgütlü mücadelesidir.
Kürt meselesi, her iki ülkede oldubittiyle hal olacak bir mesele olmadığı açıktır. Şimdiki ilişki ve müzakereler belirsizlikler içinde görünse de halkların öz gücüne dayanan siyasal mücadelenin kararlılığı, yetkinliği ve sürekliliği sonucu belirleyecektir. Barış ve demokratik toplum mücadelesi uzun vadeli siyasi mücadele stratejisinin konusudur. Halkların karşısında duran iktidarlar mutlaka demokrasiye yenileceklerdir.