60'lardan beri, yeni kolektif öznellikler, bir dizi çarpıcı toplumsal dönüşümün heyecanı içinde olumlandı. Bu öznelliklerin işin örgütlenişindeki değişikliklere ve toplumsallaşmadaki gelişmelere neler borçlu olduğundan söz etmiştik; içerdikleri antagonizmaların artık politik olanın geleneksel ufku içinde ıslah edilemez olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Fakat hala, 60'ların getirdiği yeniliklerin, her şeyin ötesinde bilincin, arzuların ve davranış biçimlerinin evreni içinde anlaşılması gerektiğinin gösterilmesi gerekiyor. Değişimler, bu düzeyde kesinlikle geri döndürülemez bir noktaya geldi. Bu yeni bilinç biçimleri, üretken etkinliğin imgesel ve bilişsel köklerini istila ederek ve bu etkinliğe karşılık gelen bilinci, dönüştürücü bireysel bir istenç hareketine dönüştürerek, eski sınıf mücadelesi senaryolarını tek kelimeyle altüst etti. Böylece, arzunun bu bireyleşmesi yönünde gidilen yol boyunca, bugün yeni politik bölgeleri kuran kolektif pratikler alanına yayıldı. Arzunun dramatik ve gürültülü biçimde
olumlanması, toplumsal "yaşantı"mızı sorunsallaştırır ve onu maddi ve semiyotik üretim sistemlerinin genel etkisinin daha gelişkin bir öznel ifadesinin temeli haline getirir. Özel mülkiyete karşı olması, kapitalist ve/veya sosyalist vaatlerde yer alan her türlü kör kolektivizm biçimlerinin radikal bir olumsuzlamasıdır ve komuta altındaki işin reddi, aslında daha yüksek düzeydeki bir toplumsal üretim istencinin ifadesidir. Bu ret ile toplumsal öznelliğin kitleselleşmesi arasında görünen tüm bağlantılar kırılmalıdır; bu kitleselleşme yoksulluğunun etkisi öznel istencin en tekil süreçleriyle karşı karşıya kaldığında, ilişki bir paradoksa indirgenmelidir.
Komünizmin, ortaya çıkan kolektivist barbarlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Komünizm, öznelliğin en yoğun deneyimi ve tekilleşme süreçlerinin -kolektif soyumuzun beceri potansiyelini temsil eden bireyleşmenin- çoğaltılmasıdır. Toplumsal değerin çıplak soyutlamasından insana ait hiçbir evrensellik çıkarılamaz. Komünizmin, bunların hiçbiriyle ilgisi yoktur. Daha çok, tekil olanın, çokluk, devingenlik, uzamsal-geçici değişkenlik ve yaratıcılık olarak açıkça ortaya konması meselesidir. Bugün, temelinde işin yeniden kurulabilmesinin yattığı tek değer budur. Artık özel mülkiyet biçiminde billurlaşmayan, üretim araçlarını kendinde amaçlar olarak değil, tekilliğin ve bu tekilliğin makinesel rizomlar -soyut ve/veya somut- halindeki yayılımının yarattığı mutluluğu elde etmeye yarayacak araçlar olarak ele alan bir iş. Hiyerarşik komutayı reddeden ve böylelikle iktidar sorununu ortaya koyan, aldatma ve sömürünün toplum içerisindeki işlevlerini açıklayan ve her türlü uzlaşmayı, kendi varoluşu ve üretkenliği arasındaki her türlü dolayımı reddeden bir iş. (Bunların hepsi, iş kavramını, üretimdeki dönüşümleri ve düzenlemeleri, dolaysız özgürleşme çabaları çerçevesinde yeniden tanımlamak anlamına geliyor.) Yeni kolektif öznellik biçimlerinin kendisi, üretkenliğe göre değişen bu nitelik ve arzuları bir araya getirir. Öznelliğin yeni üretimi, bu andan itibaren, iktidarı yalnızca tekilliklerin kolektif özgürleşme ufku ve bu amaca yönlendirilmiş
bir iş olarak -başka bir deyişle, tekilliklerin kendini değerli kılması ve kendini üretmesi olarak- tasarlar.
68 ve sonraki yıllarda patlak veren toplumsal mücadeleler, öğrencilerin ve gençlerin farkındalığına, kadın hareketine, çevre ve önce doğa hareketlerine, kültürel, ırksal ve cinsel çoğulculuk talebine ve aynı zamanda toplumsal mücadeleye dair geleneksel kavrayışı, işçi mücadelesinden başlayarak yenileme girişimlerine muazzam
bir güç bahşetti. Bu deneyimler, çoğu zaman marjinallik üzerinden tanımlandı. Marjinallik hızla merkeze doğru çekildi ve azınlıklara ait talepler kendilerini arabulucu zeminin ölü taleplerinden -zorlukla- ayırmayı başardı. Ve bu marjinal hareketlerin her biri, kendi yolunu takip ederek ve kendi söylemini dile getirerek, potansiyel olarak, büyük çoğunluğun ihtiyaçlarını temsil ediyor. Üretken toplumsallaşma, potansiyel olarak hiç de etkisiz olmayan bir şekilde, toplumu bir bütün olarak ele geçirerek bireylere, topluluklara ve onların karşılıklı ilişkilerine evrensel bir karakter bahşetmek istedi. Fakat, donatıldıkları bu evrensellik onlara hiçbir şekilde uymadı! Bu evrensellik, başa tam oturan bir şapka yerine, yalnızca ihtiyaçlarının, çıkarlarının ve arzularının ifade biçimini bozan bir maske, bir rahip başlığıdır. Yalnızca marjinalliklerin, evrenselliğe ya da, eğer isterseniz, evrenselliği yaratan hareketlere muktedir olduklarını söylemek bir paradoks olmaz. "Evrensel" politikalar, herhangi bir aşkın doğruya muktedir
değildir; ekonomik değerli kılma oyunlarından bağımsız değildir; iktidarın ve insani arzunun özgül alanlarından ayrılamaz. Bu nedenle, politik evrensellik, Jakoben geleneğin rekabet içinde buyurduğu bir müttefik/düşman diyalektiği yoluyla geliştirilemez. "Evrensel bir anlama sahip olan" hakikat, tekilliği içerisinde dostun, indirgenemez heterojenliği içerisinde ötekinin, kendine özgü değerleri ve amaçlarına saygı içerisinde birbirine bağlı olan topluluğun keşfedilmesi ile kurulur. Bu, mevcut üretken düzenlemelerin yol açtığı devrimci dönüşümlere karşılık gelen politik bir yeniliğin ibret verici işareti olan marjinalliklerin "yöntemi " ve "mantığı" dır.
Bu nedenle kendi üzerine bahis oynayarak kendini ortaya koyan her marjinallik, büyük çoğunluğun ihtiyaç ve arzularının potansiyel taşıyıcısıdır. 68' den önce, yeniden üretim sorunu, üretime göre marjinal kaldı . Bu sorunu, kadın hareketi merkezi hale getirdi. Soyut ve maddi-olmayan emek gücünün üretilmesi ile ilgili meseleler fabrikadaki emek gücünün üretilmesi meselesine göre geri planda kalmasına rağmen, öğrenci hareketleri kendilerini kuramsal ve estetik imgelemin ileri sürdüğü yeni ihtiyaçlarla bu meseleleri benzer biçimde merkezi
hale getirdi. Doğmakta olan kolektif bilinç, böylece kendisini marjinalliklerin ve tekilliklerin çokluğunun düğüm noktası olarak görecek şekilde gelişti; kendi üstüne kapanmayan veya "sona ermeyen'', aksine sonraki mücadelelere, kolektif tekilleşme süreçlerinin çoğalmasına ve bu süreçlerin süregiden dönüşümlerinin sonsuz şekilde farklılaşmış kollarına doğru yayılan önemli bir toplumsal deneyim boyutunda, iktidarını sağlamlaştırmaya başladı.
Dolayısıyla, bu özgürleşme tahayyülü, egemen gerçekliklerin kurgusu üzerine oturmaya -ve kendisini dayatmaya- az çok başarı ederek girişti. Bu tahayyülün kolektif duyguya yönelik çizgileri, "yeni içtenliği", en dolaysız kaygıları en yaygın toplumsal boyutlarla bir araya getirme kapasitesi; doğmakta olan üretim biçimlerinin, arzu, özgürleşme ve yaratıcılığın düşmanı değil, yalnızca işin kar amaçlı kapitalist ve/veya sosyalist örgütlenmesinin düşmanı olduğunu gösterdi. Bu noktadan itibaren, üretim, insani amaçlar ve arzunun değerleri tarafından yönlendirilip
karakterize edilmelidir. Tersi değil. Bu dönem boyunca, özgürleşmenin üretimi en önemli amaç haline geldi. O zamanlar tehlikede olan şeylerin önemini tam anlamıyla kavramak, muhtemelen zaman alacaktır. Tekrar etmek gerekirse, bunun ütopyacılıkla değil, aksine o tarihsel dönemdeki toplumsal hareketin içkin gerçekliği ile ilgisi vardı. 68' den sonra üretim ve toplumsal özgürleşme kavramlarının yeni sentezini en iyi yapan, muhtemelen,
olağanüstü gelişme gücü ile kadın hareketiydi. Kar için yapılan üretim ile türlerin yeniden üretimi için yapılan iş, ilk kez böyle bir berraklıkla, en aşırı tekillik temelinde, yani çocuğun bütünlüklü "kavranışı" ve yaşama yeni bir içtenlik kazandırma temelinde altüst edilip devrimcileştirildi.
Fakat bu inanılmaz deneyim, aynı zamanda bir semboldü: Devrim, tekilliklerin en uygun biçimde ifade edilmesi, mevcut durumun ve bu durumun komuta biçimlerinin yarattığı felakete karşı bir hareketliliğin başlangıcı olarak anlaşıldı. Özgürleşmenin bedenselliği birincil hale geldi. Öznelliğin bir ifadesi olarak, arzu ve ihtiyaçların maddiliğinin somut örneği olarak, gelecekte ekonomik gelişimin kolektif karakterini, sahip olduğu amaçların tekilliğinden ayırmanın olanaksızlığının vaadi olarak bedenlerin başkaldırısı. Şimdiye kadar insanlığın yalnızca kendisine düşman ettiği o uçsuz bucaksız üretken güçlerin başarıyla özgürleşmesi anlamında, bedenlerin başkaldırısı. 1968, üretimin öznel yanını temsil eder; bu, tek özgürleşme projesi olarak kabul edilen temsiliyet alanına dair önceki politik sorunsalların yerini alan, üretimin toplumsal yapısının büyük ölçekli bir "yorumlama" sıdır.
1968, aynı zamanda demokrasinin görkemli bir şekilde yeniden olumlanmasıydı. Gerçek şu ki, 68, kesin saf bir "Rousseauculuk" tarafından aşıldı; bir başka deyişle, 68'in içinde Jakobenizmin ve biçimsizleşmiş Leninizmin son birkaç öncülüğü bir süreliğine parlamış olsa da, hareket içindeki demokrasinin gücünden hiçbir şey azaltmadı. 68, toplumsallaşmış ve tekilleşmiş proletaryanın, bu andan itibaren, demokratik düzenlemelerin hareket içinde kurulduğu bir koşul olmadıkça, hiçbir bir politik hareketi " kapsayamayacağını" gösterdi. Bu yalnızca teorik bir hakikat değil, aynı zamanda somut tarihsel bir olumlamadır: Hareketin grup amaçlarına bağlı olmayan ve üyeleri tarafından yaşanmayan, "deneyimlenmeyen" hiçbir özel özgürlük biçimi yoktur. Bu yeni "verili olan", 68' den sonra gelen -ve bugün bizi tekrar Anglo-Amerikan liberalizm okuluna ve onun piyasa hakkındaki fikirlerine geri göndermek isteyen ! nesil tarafından, ontolojik olarak kesin bir şekilde vurgulandı. Böylece, anti-kapitalizm ve anti-sosyalizm, bir demokrasi rönesansına olanak tanıyan tek biçim haline geldi.
(Bizim Gibi Komünistler'in içinde)