JustPaste.it

Bismillahirrahmanirrahim

Şeyh Usame bin Ladin (Allah ona rahmet etsin)

Irak ve Irak İslam Devleti üzerine kurulan komploları başarısız kılmanın yolu

Başlıklı Konuşması

Hamd, Allah’a mahsustur. O’na hamdediyor, O’ndan yardım istiyor ve O’na istiğfar ediyoruz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınıyoruz. Allah her kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa onu doğru yola iletecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, bir ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir. 

Ve sonra: 

Genel olarak değerli ümmetime, özellikle de Irak cephelerinde ribat tutan sabırlı ehlimize, ilim ve fazilet ehline, mücahit grupların liderlerine ve şura meclislerinin üyelerine, özgür ve onurlu aşiret liderlerine ve mücahit kardeşlerime: 

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Bu konuşmam, Amerika önderliğinde ve bölgedeki vekillerinin de işbirliğiyle Siyonist-Haçlı ittifak tarafından Mezopotamya topraklarındaki mübarek cihadın meyvesinin çalınması için kurulan komplolar hakkında. Peki, bu komploları başarısız kılmak için bizim üzerimize düşen nedir?

Amerika’nın, kuvvetlerini Irak’ta yerleştirmek için her türlü askeri ve siyasi yolla uğraştığı herkesçe bilinmektedir. Askeri acziyetinin farkına varınca Müslümanları kandırmak için siyasi ve medyasal faaliyetlerini artırdı. Tuzaklarından biri de vicdanlarını satın alarak aşiretleri yoldan çıkarmaya çalışması ve sözde “sahveler” (uyanış meclisleri) adı altında dırar meclisleri oluşturulması idi. Birçok özgür-onurlu aşiret bundan imtina etti. Dinini satmayı ya da şerefinin ayaklar altına alınmasını reddetti. Allah’tan kendilerini hak üzere sabit kılmasını, İslam’ı destekte kendilerini kullanmasını, kendilerine, ailelerine ve mallarına bereket vermesini diliyorum. Allah onları hayırla mükâfatlandırsın. 

Bu sırada bazı zayıf nefisliler ise (Amerika’ya) icabet etti. Bunlardan biri de sapıtmış-saptırıcı Abdussettar Ebu Rişe ve bazı yakınları (tanıdıkları) idi. Bunlar dine ve ümmete ihanet ettiler. Utanç vericiliği, rezilliği ve kınanmayı Kendilerinin ve kendilerine tabi olanların üzerine çektiler. Kınanma onları tevbe etmedikleri sürece ebediyen takip edecek.

Tacirlerin en şerlileri dinlerinin ve kendilerine tabi olanların dinlerinin ticaretini yapıp onu yok olucu dünya karşılığında satanlardır. Buna karşın yine de dünyada nimetlenemediler. Zira İslam’ın arslanları yaptıklarına karşılık ve kendileri gibi olanlara caydırıcı unsur olarak onları ölümle yakaladı. Bush da askerleri de onlara bir fayda vermedi. Dünyayı da ahireti de kaybettiler. İşte bu açık bir kayıptır.

Benim günah yolunda gidenlerin hepsine tavsiyem bu küfür ve utancı nasuh bir tevbe ile yıkamalarıdır. Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Ancak bundan sonra tevbe edenler, 'salih olarak davrananlar' başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” (Al-i İmran Suresi, 89)

Aşiret liderlerinden münafık olanların seferber edilenler bir eksen. Amerika ayrıca, bölgedeki vekilleri ile birlikte Maliki hükümeti yerine Körfez ülkelerinin hükümetleri gibi kendisine bağlı yeni bir hükümet kurmaya çalışmaktadır. Bu da ayrı bir eksendir. Bu hükümet (yeni kurulmaya çalışılan hükümet) “ulusal birlik hükümeti” diye isimlendirilmektedir. Bu da insanların birçoğunu; özellikle de savaştan yorulanları cezbetmektedir. Müslümanların, memnuniyetle karşılamadan önce bu hükümetin hakikatini bilmeleri gerekir. “Ulusal birlik hükümeti” demek; halkın tüm kesimlerinin hep birlikte vatanı, kutsal gördükleri her şeyden daha kutsal kılmada buluşmaları demektir.Yani “vatan” üstün söz sahibidir. Onun sözü üstündür. Hiçbir söz onun sözü üzerinde olamaz. Ve herkes orta yolda buluşup orta yollu çözümlere razı gelir. Bu da Baasçıların ve diğer kesimlerin bazı prensiplerinden taviz vermeleri anlamı taşımaktadır. Aynı şekilde Müslümanların da dinlerinin bir kısmından taviz vermeleri demektir. Bu durum Müslümanların helal ve haram kılmada beşeri kanunların şeriata ortak olup hâkim kılınmasından razı olmalarını gerektirir. Bu katılım ise büyük şirktir, dinden çıkarır. Sahibi de sonsuz olarak cehennemde kalıcıdır. Bundan Allah’a sığınırız. Ulus ve ulusçuluk adına Körfez ülkeleri Amerika’nın Irak’ı gaspetmesine yardım etti. Bu şekilde Irak halkının çekmediği acı kalmadı. Tüm bunlar iddialarına göre vatanın haritadan silinmemesi için! Ancak işin hakikatinde korkuları vatanın değil kendilerinin ortadan kaldırılması! İşte önceki müttefikleri Saddam ortadan kaldırıldı ancak, Irak kaldırılmadı. Ulus ve ulusçuluk adına bugün Mezopotamya topraklarında da, Irak toprakları üzerinde büyük Amerikan üslerinin olmasını baştan kabul edip buna imza atan Amerikan işbirlikçisi bir hükümet kurularak haçlıların temkini sağlanıyor. Bölgenin kalan ülkelerinin, Amerika’nın mutlak egemenliğine boyun eğdirilmesinin sürdürülmesi için de Amerika’ya Irak petrolünden istediği kadarını verecek bir hükümet!

Üzücü olan ise bu büyük ihanete ilim, davet ve cihada mensup olan parti ve grupların da katılmasıdır. Bu hakkın batılla örtülmesidir. İnsanlar bu liderliklerin Amerikalılarla direk bir şekilde işbirliği yaptıklarına tanık oldular. “İslami” diye isimlendirilen partinin liderinin yaptığı gibi! Öyle ki kendisi açık bir şekilde Amerika ile uzun vadeli güvenlik anlaşmaları yapılması çağrısında bulundu. İnsanlar  ayrıca başka liderliklerin de direk olmayan yollarla; Amerika’nın bölgedeki vekilleri; özellikle de Kutsal toprakların yöneticisi aracılığıyla Amerika’yla işbirliği yaptıklarını gördüler. Riyad bu liderlikleri ancak ulusal birlik hükümetinin rızası olması şartıyla misafir edip destekleyebilir. Akıllı kimselerin, Hamas’ın liderliğinin vardığı noktadan ders çıkarması gerekir. Öyle ki ulusal birlik devletine katılıp zalim uluslar arası sözleşmelere saygı göstermeyi kabul etme hususunda Riyad’ın yöneticisine itaat edince dinini zayi etti, dünyası da esenlik ve güven içinde olamadı. Neden Hamas’ın içindeki samimi insanlar hareketin yolunu düzeltmeye çalışmıyor? 

Riyad’ın yöneticileri Hamas liderliğini ayarttığı gibi Irak’taki mücahit grupları da ayartmaya çalışıyor.Ayrıca bu grupların bazı üyelerinin Körfez ülkelerinde gayri resmi bir şekilde destek almak için güven içinde hareket etmelerine göz yumuyorlar. Gruplar ise bunu inkâr ediyor. Desteğin sağlanması bazı âlimler ve davetçiler tarafından resmi olmayan yollarla “bağış toplanması” adı altında gerçekleştiriliyor. İşin hakikatinde ise bunu yapanların büyük kısmı devlete bağlı adamlar ve dürüst mücahitlerin ayaklarını kaydırarak ülkelerinin Irak’taki siyasetini tahkik etmeye çalışıyorlar. Bu âlim ve davetçilerin görevi, bu grupların liderlerini aynı önceki şarta ikna etmek! Bu şart da “ulusal birlik hükümeti”ne razı gelmek. Bir diğer görevleri de Irak İslam Devleti hakkında kasıtlı propaganda yapılmasına ve mümkün olduğu takdirde Irak İslam Devleti’ne karşı savaşılmasına teşvik etmek.Bu, Irak İslam Devleti’ne karşı askeri ve medyasal olarak yürütülen vahşi kampanyanın sırlarındandır. İnsan bu liderliklerin, boyunlarındaki emaneti zayi edip, nasıl da gidip ellerini ümmetin en büyük düşmanlarından biri olan; Irak’ın işgalinde Amerika’ya yardım ettiği ve hemfikir olduğu ispatlanan Riyad yöneticisinin eli üzerine koyduklarına aşırı şaşıyor. Bu ümmetin âlimleri, şeyhleri, mücahitlerin liderleri bir yana Müslüman gençler bile bu yöneticinin Amerika’nın bölgedeki en büyük vekili olduğunu, her özgür, iffetli, güvenilir, onurlu kişiyi, 90’lı yaşlarda olmasına karşın kendisi için razı geldiği, dine ve ümmette ihanet etme, Haçlı-Siyonist ittifakın iradesine boyun eğme yolu olan  “sapıtma” ve “günah”a sürükleyerek ayartıp ehilleştirme görevini üzerine aldığını bilmez midir? Yolları ne kötü yoldur! Ancak temennimiz âlimlerin ve  yol gösterici sadık kişilerin doğru yola dönmeleridir. 

Bu yolu tutanlar, ümmetin gerek bölgedeki yöneticilerden gerek de vekillerinden oluşan en büyük düşmanlarıyla yaptıkları işbirliğine mazeret olarak, Sadr Ordusu ve Abdulaziz El Hakim liderliğindeki ihanet birliklerinin, gerek Maliki hükümeti dahilinde gerek de dışında; Davet Partisi üyeleri elinde İslam halkının başına gelen felaketlerin şiddetini ortaya atıyorlar. Onlara diyorum ki: Bunların suçları tüm hadleri aştı. İslam ehline yaptıklarına insan inanamıyor. Ancak ne yazık ki bunlar Irak’taki kardeşlerimizin yaşadıkları gerçekler. Bunların, arzuları ve suçlarını Irak’ın dışına da taşıma hedefleri var. Tüm bunlara rağmen bu militanların suçları ve genişlemeleri önce Allahu Teala’ya güven sonra da mücahitlerin çabalarını, işgalcilere ve bu yardımcılarına karşı savaşta birleştirmeleri, Müslüman halkın mücahitlere ihtiyaçları olan her şeyi sağlamasıyla durdurulabilir. Emir Ahmed El Halayine Ebu Musab Ez Zerkavi –Allah ona rahmet etsin- ve kardeşleri, bu suçluların hakikatlerinin ortaya çıkarılması, kendilerine karşı savaşılıp genişlemelerinin durdurulması yolunda sancağı kaldırmada başarı göstermişlerdir. Onlara yardım edeceğinize onları yüzüstü bıraktınız. Mücahitleri o suçlulara karşı savaşmaktan alıkoydunuz ve savaşı iki kısma ayırdınız: Sadece Amerikalılara karşı savaşmak şerefli bir direniş, mürted militanlara, Amerika’nın destekçisi ve Irak’ı işgalde, özgürlerini öldürmede araç edindiği asker ve polis güçlerine karşı savaş ise size göre onurlu bir direniş değil. Bu direnişin sahiplerinden kendinizi temize çıkarıyorsunuz. Bu kısımlandırma hususunda Allah hiçbir delil indirmemiştir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Kureyş’ten amcalarının oğullarına karşı savaşıyordu. Kanı masum kılan Irak ya da vatan değil dindir. Sizin bu çarpık menhecinize gerek kutsal topraklarda gerek de dışında sultan âlimleri ve dostlarından onlarca arkadaşınız da muvafık oldu. Bu da bu militanlara ekinleri ve nesilleri helak etmede haddi aşmaları için büyük bir fırsat verdi. 

Hem kurtuluşu istiyor hem de yolunu tutmuyorsun

Gemi karada yürümez!

Eğer gayretiniz bunların şerrini defetmek idi ise sizi kâfirleri ve mürted hükümetleri dost edinmeye iten de bu oldu. Üzerinize düşen vacip, bir İslam devleti kurma konusunda size güvenip itaat eden kardeşlerinize karşı samimi olmak değil miydi?Üzerinde ittifaka varılan işi yerine getirmekten aciz kaldığınızı ve işin hakikatinde ulusal putperestlik devleti olan ulusal birlik devletine razı olduğunuzu onlara bildirmeniz gerekmez miydi? Bu devlette üstün söz Allah’ın değil aksine vatanın ve kâhininindir.  Ben ayakları kayanları hem kendi adlarına hem de ümmetleri adına Allah’tan sakınmaya, din ve Müslümanlar için bir devletin temkini uğrunda akan temiz kanların meyvesini zayi etmemeye ve hakka dönmeye çağırıyorum. Zira hakka dönmek batılda ısrar etmekten daha hayırlıdır. 

Mücahit kardeşlerim! Irak topraklarındaki cihadı ortadan kaldırmak, tüm Mezopotamya topraklarında her mekândaki İslam halkına destek ve yardım olacak, Amerika’nın Irak’ı bölme planlarını başarısız kılacak ve ümmetimizin ilk savunma hattı olacak bir İslam devleti kurulmasını önlemek için gerçekleştirilen bu tehlikeli komploları başarısız kılmak için üzerimize düşen nedir? 

Özellikle vurgulayarak diyorum ki; Allah’ın sözünün üstün kılınması adına tek saf olarak savaşmak ve düşmanların tüm komplolarının başarısız kılınması yolunda uğraşmak için üzerimize düşen en büyük vaciplerden biri, samimi tüm mücahitlerin çabalarını birleştirmeleridir. Burada, konumuzla bağlantılı olması itibariyle Afganistan’daki mücahit komutanlıkların sözünün birleştirilmesi adına gerçekleştirilen eski bir çabadan bahsetmek faydalı olacaktır. Şeyh Abdullah Azzam ile birlikte bu girişimde bulunmuştuk. Aralarını birleştirmenin gerçekleştirilmesi ve bazılarının birleşmenin önünde set oluşturduğunu iddia ettiği engellerin kaldırılmasından birkaç ay sonra -ki her engelin kaldırılmasından sonra başka bir engel iddia ediyorlardı- bir sonuca varabildik. Şeyh Abdullah,  bu işin zorluğuna ve emirlerin emirliğe bağlılığına delil teşkil eden şu sözleriyle durumu özetlemişti: “Ümmetin toplanıp birleşmesi uğrunda Riyad’ın yöneticisinin, Ürdün yöneticisi için liderliğinden taviz vermesi ya da tam aksi mümkün müdür?”

Kardeşlerin cevabı “mümkün değildir” idi. Sonra şöyle dedi: “Aynı şekilde Seyyaf da Rabbani ya da Hikmetyar için ve onlar da onun için taviz verecek değiller.”

Bu komutanlıklar hakkında mücahit kardeşlerden birinin çok isabetli bir görüşü vardı. Kendisi yaşı büyük  ve kıymetli, insanlarla yaşantıda büyük tecrübesi olan birisi idi. Bizler o vakit, onlar hakkındaki sözünün şiddetinden hoşlanmıyorduk. Size bazı sözlerini özetle aktarmaya çalışacağım: “Bu liderler tüccar. Onları ilgilendiren liderlikleri. Onların şahsi menfaatleri davadan önce gelir.” 

Biz, onlar hakkındaki sözlerine inanmıyorduk. Bu da bizim şahıslar ve olaylar hakkındaki idrakımızı geciktirdi. Bunun ne büyük zararlara sebep olduğu da gizli değildir. Sonra günler geçtikçe ve olaylar peşpeşe yaşandıkça durumlar açıkça ortaya çıkmaya ve içlerinden bazıları hakkında dedikleri doğru çıkmaya başladı. Dahası olaylar, o günlerde yaşlarımızın küçüklüğü ve tecrübesizliğimiz nedeniyle asla ummadığımız şeyleri tekit eder şekilde gelişti. Bugünse hepiniz Rabbani ve Seyyaf komutanlığındaki Kuzey İttifakı’nın Afganistan’daki mücahitlere karşı Amerika’nın yardımcıları ve destekçileri olduğunu biliyorsunuz. Aynı şekilde bugün Irak’ta da İslami Parti ve bazı savaşçı gruplar Müslümanlara karşı Amerika’yı desteklemektedir. Bu açık bir küfür ve açık riddettir. Güç ve kuvvet ancak Yüce Allah iledir. 

İslami Parti ve o savaşçı grupların üyelerinin liderliklerinden kendilerini temize çıkarmaları, partilerinin ve gruplarının gidişatını düzeltmeleri gerekir. Bu yapılamazsa bu münafık liderliklerden uzaklaşmalı ve Mezopotamya topraklarındaki samimi mücahitlere katılmalıdırlar. Amerika, Afgan komutanlıkları ulusal bir hükümete katılmaya ikna edebilmek için Riyad ve İslamabad hükümetleri aracılığıyla büyük çaba sarfetti. Yani batıdan gelen komünist ve laiklerle bir hükümete katılmaları için! Riyad bu uğurda; mücahitlerin saflarına nüfuz etmeleri kolaylaşsın diye resmi olmayan bazı din adamlarından yardım aldı. Bunlar, insanları cihada teşvik eden etkin hatiplerdi ve mücahitlere yüklü paralar getiriyorlardı. Sonra belirlenen vakitte Afgan komutanlıklarından komünist ve laiklerle “ulusal birlik devleti” adı altında birleşmelerini istediler. İşte o vakit kötü âlim ve tağutun adamları oldukları gerçeği ortaya çıktı. Mücahit komutanlıkları arasında birlik projesini kesintiye uğrattılar. Bu kesinti, içlerinden birini yüklü miktarda para ile kandırıp Afganistan lideri olması için kendisini destekleyecekleri vaadinde bulunmaları ile gerçekleşti. Ancak ona verdikleri sözü de tutmadılar.Ancak o, başkanlık koltuğu için verilen bu vaad uğruna bizi birlik olma hususunda çok fazla oyaladı. İşin sonunda ise kararını, Riyad istihbarat başkanının Pakistan istihbaratıyla işbirliğiyle işleri takip etmek için bizzat Peşaver’e geldiği esnada Riyad istihbarat başkanının yanında verdiği ortaya çıktı. Bu komutana gönderdiği elçisi resmi olmayan ve tanınmayan iki alimdi. Şu da bilinmeli ki Riyad ve İslamabad’ın baskıları nedeniyle komutanlığın büyük kısmı buna muvafak oldu. İşte o vakit o işin (mücahit komutanlıkların birleşmesi projesi) başarısızlığa uğratılması için çabalar harcandı. Burada konuya detaylı bir şekilde yer vermek mümkün değil.

Bugün düne ne kadar da benziyor! Öyle ki Riyad hükümeti hala; bugün de ümmetimizde İslami çalışma alanındaki liderler ve mücahit komutanlıklarına karşı aynı pis rollerini oynamaya devam ediyor. Onlara karşı Allah bize yeter. Afgan komutanlıklarının sözünün birleştirilme girişimlerinin başarısız kalma sebeplerinden biri; birlik kararının onların elinde olmasıydı ve onlar bu dengede bir taraf oldukları sürece insanların çoğunun, cihad ve ümmetin menfaatini takdir edebilmeleri zordu. Özellikle komutan ya da emir için işler içinden çıkılmaz hale geliyor. Öyle ki her biri kendisinin ve partisinin, mücahitlerin geneline dinin zaferinde öncülük etme hususunda daha iyi olduğuna inanıyor. Bu şekilde de emirliğe daha da sıkı sarılıyor, diğer komutanlıkların ve partilerin hataları gözünde büyüyor. Kendisinin ve partisinin hatalarını görmüyor. 

Bu gibi durumda kendisi hem davalı hem de kadı oluyor ve kendisi hakkında emirliği bırakması, başka; Müslümanların çoğunun üzerinde birleştiği bir emirin maslahatı için taviz vermesi gerektiği hükmü veremiyor. Bu musibetteki halleri, ülkelerimizdeki kralların ve başkanların durumları gibidir. İtirazları ve mazeretleri üzerinde tefekkür edildiğinde bu itiraz ve mazeretlerin sözün birleşmesini geciktirmek için gerçekleştirilmediği aksine büyük kısmının emirliğin iyileştirilmesi meseleleriyle ilgili olduğu ortaya çıkıyor. Ancak bunda ısrar etmeleri zorunlulukların zayi edilmesine neden oldu. Bunların en önemlileri de; din, can, namustur. Böylece Kabil’de küfür ortaya çıktı, fesad yayıldı. Yollar kesildi, kanlar akıtıldı, namuslar kirletildi, mallar yağmalandı, mücahitlerin gücü kırıldı. Kabil’de üstün (geçerli) söz aslında eski başkan Necib’in sözüydü. Ancak partilerin başkanları, partilerinin üyelerine Kabil’in yöneticilerinin kendileri olduğu ve İslam şeriatını getirecekleri izlenimi veriyorlardı. Partilerinin üyelerinin büyük kısmı bu yalanları kabul ettiler. Ancak içlerinden samimi olanlar dinlerini az bir dünya karşılığında satmayı, insanı hayvandan ayırmayı bırakıp koyun sürüleri gibi güdülmeyi reddettiler.

Mücahit kardeşlerden her birinin düşünmesi, aklını kullanması, aklını iptal etmemesi, liderler hakkında hüsnü zan beslemekle zeki, uyanık; durumları ve adamları İslam ölçüsüne göre ölçen kimse  arasındaki farkı ayırt edebilmesi, basiretsizce liderlerine tabi olan karaktersiz kişilerden olmamaları gerekir.Kabil’de Seyyaf ve Rabbani gibi liderlerle kalanlar, tüm olanlara rağmen onları Müslümanlara karşı destekliyorlar. Öyle ki onlar Müslümanlara karşı kafirlere destek oldular. Bu dinden çıkaran nevakızlardandır. Liderleri hakkındaki hüsnü zanları ise onlar için bir özür-mazeret değildir. Kalplerini gözden geçirip şirkten ve ehlinden kendilerini temize çıkarmaları, yeniden İslam’a girmeleri gerekir.  Sırf komutanlarına ve önde gidenlerine rastgele taassupları nedeniyle yoldan sapan niceleri vardır ve onlar Allah’ın şu kavlini düşünmelidirler: “Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular.” (Ahzab Suresi, 67).

Burada ibret alınması gereken şey; kardeşler partilerin ya da komutanlarının isimlerine kanmasınlar! İşte Seyyaf! Mücahitlerin en meşhur komutanlarındandı. Kendisi ve partisi; İslami birlik partisi çok meşhurdu. Sonra Müslümanlara karşı Amerika’ya yardım etti. Bu açık küfürdür. İşte Rabbani ve İslami Cemiyet Partisi. Onun da hali öyle! İşte Ahmed Şah Mesud! Avrupa’da haçlılara gidip Afganistan İslam Emirliği’nin düşürülmesinde araç olarak kullansınlar diye aleni bir şekilde kendisini öneriyor. Sonra bazı saptırıcılar da gelip kendisinin şehit olduğunu iddia ediyor. Bazı Afgan komutanlarının ayakları kaymışsa da Allah’ın lütfüyle bazılarının ayakları sabit kalmıştır. Onlar samimi ve dürüsttüler. –Öyle olduklarına inanıyoruz. Allah hesaplarını bilendir- Bunlar arasında Şeyh Yunus Halis –Allah ona rahmet etsin-, Şeyh Celaleddin Hakkani –Allah onu korusun- yer almaktadır. İkisi de Amerika’nın Afganistan’ı işgaline karşı cihad edilmesinin vücubiyeti yönünde fetva vererek bu cihada katıldı. Tüm dünya Emir-mücahit Molla Muhammed Ömer’in küresel küfür ittifakına karşı savaştaki samimiyetini, sebatını ve emaneti zayi edip onlara boyun etmeyişini gördü. Bunu koltuğunun gitmesi uğruna şeraitten vazgeçmeyi ve Arap muhacirlerden kendi yanına gelenleri din kardeşleri olduğu için teslim etmeyi reddederek yaptı.Büyük tavırlar ancak büyük adamlardan sadır olur. –Öyle olduklarına inanıyoruz, Allah onların hesabını bilendir, kimseyi Allah’a karşı temize çıkarmıyoruz-.

Müslüman yöneticinin tavrı ile İslam’a karşı yürütülen küresel savaşta Amerika ile işbirliği yapan münafık yöneticilerin tavırları arasında dağlar kadar fark var. İlki (Müslüman yönetici), dini uğruna mülkünü feda etti, diğerleri ise mülkleri uğruna dinlerini feda ediyorlar. Aralarındaki fark, imanla küfür arasındaki farktır. Adam olan müminlerin aldıkları tavırlarla adam kılıklı münafıkların aldıkları tavırlar arasında dağlar kadar fark var. Bazı insanlar, Afganistan’da ayağı kaymış bazı cihad komutanları hakkında şöyle diyebilirler: “Onlar öncelikliler (cihadda daha eskiler), Ruslara karşı cihad bayrağını erkenden kaldırdılar. Bu nedenle hatalarının görmezden gelinmesi gerekir.”

Onlara diyorum ki: Liderlerin hatalarının görmezden gelinmesiyle had gerektiren suçların işlenmesi sonucunda had cezasının uygulanması ve kimsenin bundan müstesna tutulmaması arasındaki farkı anlamaları gerekir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında İslam’a girmede de hicret etmede de öne geçenlerden bir kadın hırsızlık yaptığında kendisine yine de ümmetin helaka sürüklenmesinin önüne geçilmesi ve düşünmesi için had cezası uygulandı. 

Bu komutanlara yaptığım hatırlatma bu babdandır. Zira kendileri İslam’ın nevakızlarından birini işlediler ki bu da Müslümanlara karşı kâfirleri desteklemektir. Efendileri ve önde gelenleri kayırma yöntemi birçok Müslümanın arasında yaygın bir yöntemdir. Bu yöntem sahiplerinin doğru yoldan sapıtması da bu noktadandır. 

Eğer bina fesad üzerine inşa edilmişse 

Bir süre sonra yara şişer

Buna dikkat etmek gerekir. Had cezasının uygulanması şer’i bir vaciptir. Bu cezanın uygulanmasıyla suçlu temizlenir, Müslüman toplum arındırılır. Aksi takdirde yol, Allah Resulü’nün “Sizden öncekiler, içlerinden soylu biri çaldığında onu terk ettikleri, zayıf biri çaldığında ona had cezası uyguladıkları için helak oldular. Vallahi eğer Muhammed’in kızı Fatıma çalsa onun elini keserim” buyurduğu gibi ancak helak yoludur. 

Bu konuda sözün özü; mücahit kardeşlerin, özellikle de şura meclislerindekilerin birliğin ve toplanmanın engellenmesinde grupların emirlerinin mazeretlerine mağlup olmamaları gerekir. Hakiki mazeretleri de olabilir ancak bu mazeretler hiçbir şekilde birlik ve Allah’ın ipine sarılmanın önünde engel olmamalıdır. Akıl ve idrak sahiplerine göre bir kimsenin füruya sımsıkı sarılması ve bunun aslın zayi olmasına neden olması yerinde bir tavır değildir. Zira bu şekilde herkes zayi olur. 

Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle demiştir: “İnsanlar ne zaman Allah’ın kendilerine emrettiği şeyi terk ederse işte o zaman aralarında düşmanlık ve nefret baş gösterir. İnsanlar ayrılırsa bozulurlar ve helak olurlar. Eğer toplanırlarsa (birlik olurlarsa) ıslah olurlar ve hakim olurlar. Cemaat (birlik) rahmet, fırka (ayrılık) ise azaptır.” 

Bunun üzerine bir de ümmetimize mensup partilerin, grupların ve  içlerinde büyük liderlerin yer aldığı heyetlerin fitneye düşüp Necd sultanlarının kapılarında döküldüklerini görüyorsunuz Bunun sebeplerinden biri, birliğin gecikmesidir. Bazı emirleri engelleyen hakiki şey onların gizli emirlik arzuları olabilir. Kişilere ya da partilere ya da gruplara taassupla bağlanmamamız gerekir. Aksine aşırı bağlılığımız hakka olmalıdır. Kim ona tutunursa ona yardımcı oluruz. Bize emrederse emrine itaat ederiz. Kim yoldan saparsa onu doğrulturuz. İşimiz hakka tabi olmalıdır. Zira hak, tabi olunmaya en çok hak sahibi olandır. Kim taklid ehli ise örnek kimselerden ölmüş olanları örnek alsın. Zira hala yaşamakta olan kimsenin fitneye düşmeyeceğinin garantisi yok. Hakkı bilirsen ehlini de bilirsin. Hak adamlarla bilinmez. Aksine adamlar hakla bilinir. Burada birlik ve toplanma hususunda fazilet sahibi, öne geçmiş kişileri de anmak gerekir. Zira onlar bunu hak etmektedir. Müslümanlar, Allah yolunda savaşan gruplardan bazılarının, bazı mücahit-murabıt aşiretlerin liderleriyle tevhid kelimesi üzerine sözlerini birleştirmek için birbirleriyle yarışıp Irak İslam devletinin emiri faziletli Şeyh Ebu Ömer El Bağdadi’ye biat etmelerine sevindi. Bu emirlerin topluca Allah’ın ipine sarılmak için emirlikten taviz vermeleri dürüstlüklerinin, adaletlerinin, insaflarının, nefislerine esaretten uzak olduklarının ve de Müslümanların menfaatleri için gayret ettiklerinin göstergesidir. –Öyle olduklarına inanıyoruz. Allah hesaplarını bilendir-. Allah onları en güzel şekilde mükafatlandırsın. Bu toplanmaları Müslümanların büyük cemaatinin oluşturulması için kalan çabaların da birleştirilmesi yolunda atılmış büyük, mübarek bir adımdır.  Müslümanlar, mücahit gruplardan bazılarındaki emir kardeşlerin ve âlimlerin kendileri hazır bulunmadığı halde iş olup bittiği için rahatsız olduklarını duydu. 

Eğer öfkelenmemişlerse bu rahatsızlıkta (şer’an) bir sıkıntı yok. Kardeşler arasında hareket ve iletişimi zorlaştıran zor güvenlik koşulları nedeniyle izlenen yol budur. Buna rağmen kardeşleriniz, sizinle haberleştiklerini ve siz gelmeden işi sonuca bağlamamak için yaklaşık iki ay beklediklerini zikrettiler. Buna karşın gelişiniz mümkün olmadı. Seçkin sahabelerden (r.anhum) bazıları da Sakife beni Saide günü (peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiği gün) iş, kendilerine danışılmadan gerçekleştirildiği için rahatsız olmuşlardı.

Buna karşılık şunu da hatırlatırım ki Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde ve yanlarındakileri –Allah onlardan razı olsun- buna iten (halife seçmeye) kendilerini kayırma ya da konu kendisini ilgilendirenlere danışmama rağbeti değildi. Aksine ortada kendilerini konu hakkında konunun kendilerini ilgilendirdiği diğer kişilere danışmadan acele etmelerinin ardında gizli olmayan koşullar ve şartlar mevcuttu. (Allah hepsinden razı olsun). Bu da fitne ve söz birliğinin bozulması korkusu idi. Sonra rahatsız olan sahabeler (r.anhum) bir süre sonra Ebu Bekir’e biat ettiler. Yoksa biatlarını bozup gerisin geri gitmediler. 

Şer’an hedef ve istenen; Allah’ın dininin zaferi ve hâkim olması için Müslümanların Allah’ın ipine sarılmaları ve bir emirin liderliği altında toplanmalarıdır. Bilindiği üzere bu işin gerçekleştirilmesi için acele edilmelidir. Bu, Allahu Teâlâ’nın dininde en büyük vaciplerden biridir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın.” (Al-i İmran Suresi, 103)

İslam’a mensup ne kadar çok devlet ismi var. Ancak akıl sahipleri iyi bilmektedir ki hepsi de Müslüman devletin kurulmasının en önemli şartlarından olan şartları üzerinde taşımamaktadır. Bunların ilki –çoğunun egemenlikten yoksun olması bir yana- Allah’ın şeriatını uygulamamalarıdır. Hepsi de gerek direk gerek dolaylı yolla istisnasız olarak İslam’a karşı küresel savaşta Amerika’yla işbirliği yaptılar. Bu da İslam’ın nevakızlarından biridir. Buna rağmen insanların çoğu bu ülkelere “egemenlik sahibi İslami devletleri”ymiş muamelesi yapıyor. Bu muameleleri daha önce de zikri geçtiği üzere doğru değildir. 

Sonra ben diyorum ki: Kendilerine danışılmadı diye rahatsız olanların gayretleri ve rağbetleri Müslümanların söz birliği ise bu rahatsızlıklarında daha önce de belirtildiği üzere bir sıkıntı yok. Ancak eğer vaktin münasip olmadığını açıklıyorlar ve Allahu Teala’nın, Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hükmünü onca senedir kendi görüşleri için geciktiriyorlarsa bunların rahatsızlıklarının bir geçerliliği yoktur. Aksine beklenmemeleri, din işlerinin aksatılmaması gerekir. Ancak insanlar Müslüman devletin gölgesinden uzak doğup yaşadıklarında içlerinden birçoğunun hisleri duruma uyum sağladı ve artık İslam devletinin kurulmasının gecikmesi onlar için büyük bir sıkıntı olmaktan çıktı. Bu hususta kardeşlere nasihat edilmesi gerekir. Emirlik konusunda şuranın önemine, bu konuda nasların, Ömer’in (r.a.) sözü açık ve net olmasına karşın bir emir üzerinde söz birliği, konuyu ilgilendiren herkese danışılması mümkün olmadığı durumda; mesela Sakife koşullarına benzer koşullar tekrar yaşandığında daha önceliklidir. Eğer emirlik, bu gibi durumda konunun kendisini ilgilendirdiği herkese danışılmadan gerçekleştirilemez olsaydı Ömer, bu istişare gerçekleştirilmeden Ebu Bekir’e biat etmezdi. Ebu Bekir de biatı kabul etmek için elini uzatmazdı. Tüm sahabeler de (r.anhum) biat etmek için ellerini uzatmazlardı. 

Eğer şu zamanda İslam Emirliği’nin kurulabilmesi için mutlak temkin bir şart olsaydı bir İslam devletinin kurulması söz konusu olamazdı. Çünkü herkes biliyor ki düşman, korkunç askeri üstünlüğü ile istediği her devleti işgal edip hükümetini düşürebilir. Zira Irak Baas hükümetini düşürdükleri gibi bunu Afganistan’da da gördük. Bu nedenle devletin düşmesi yolun sonunun geldiği, Müslümanların topluluğunun ve imamlarının da düştüğü anlamı taşımaz. Aksine Afganistan, Irak ve Somali’de olduğu gibi kâfirlere karşı cihadın sürmesi gerekir. Her kim Uhud günü, yüreklerin hançereye gelip dayandığı Ahzab gününü, kabilelerin saldırısını, İslam’ın başkenti Medine’nin kuşatıldığını, Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra çok azı dışında Arap Yarımadası dinden döndüğünde Müslümanların hali nasıldı bir düşünürse imama biat etmek ya da bir İslam devleti kurulması için mutlak temkinin şart olmadığını anlar!

İslam emirliği olarak kendisine biat edilene “seni dinlemiyor ve sana itaat etmiyoruz çünkü düşman senin hükümetini düşürebilir” denmesi doğru değildir.İşin garip yanı bu gibi kışkırtmaları yapanlardan bazıları Körfez ülkelerinde yaşıyor. Yaşadıkları ülkelerden biri de Kuveyt. Oysa Baasçılar kendi hükümetlerini düşürdüğünde onlardan böyle hiçbir söz duymadık. Onların etkili konuşan hatipleri yüksek sesle şöyle diyordu: “Biz şeriatın yanındayız”. Yani Allahu Teâlâ’nın şeriatına karşı inatçı; Kuveyt hususunda  az da olsa bir söz sahibi olmayan Kuveyt yöneticisi Al-i Sabbah’ın yanında!

Müslüman kardeşlerim! En büyük vaciplerden biri tevhid kelimesi üzerinde söz birliğinin sağlanması olduğu gibi bundan geri kalmakta en büyük kebiralardan biridir. Ayrıca Müslümanlar cemaat olmadıkça, bir imamları olmadıkça da Allah’ın dini hâkim olamaz, yollar güvende olamaz, fitneler bastırılamaz, güvenlikte istikrar sağlanamaz, komplolar başarısız kılınamaz, ümmetin evlatlarından mücahit gruplara katılanların çoğu disipline edilemez ve daha birçok şey yoluna konamaz. Allah, Kur’anla engellemediğini sultanla engeller. Eğer cemaati bir karış terk edenin boynundan İslam bağı çıkıyorsa nasıl da bir Müslüman’ın cemaat kurulmasını uzun zaman geciktirip yüz milyonlarca Müslüman’ın tağut-cahil rejimlerin gölgesinde yaşamasına sebep olmasına izin verilebilir? Dinde fitne olarak bu yeter! Mesele önemli, büyük ve tehlikeli! Bu nedenle geciktirilmesi caiz değildir. Zira onunla (İslam devletinin kurulmasıyla) Allah’ın izniyle İslam yükselir, Müslümanlar dünyada zafer kazanır, ahrette de felah bulur ve kazananlardan olurlar.

Irak’taki Müslüman kardeşlerim: Şefkatliler, mücahit komutanları yıllardır birleşmeye çağırıyor. Birleşenler birleşti, imtina edenler imtina etti. Mücahit grupların emirlerinin ve bu gruplardaki şura meclislerinin üyelerinin kaçırdıklarını yakalayabilmek için ciddi bir şekilde hareket etmeleri ve tüm mücahitlerin haçlı ve mürted kampanyasına karşı tek bir mücahit sancak altında toplanması için gayret göstermeleri vaciptir.Allahu Teala bizlere birleşmeyi emretti, ayrışmaktan alıkoydu. İşte tüm din ve akideleriyle yerel ve küresel küfrün birleştiğini görüyorsunuz! Ve tağut kurdu, her gün uzak koyun sürüsünden yiyor. 

İşte bu şer’i olarak istenen ve içinde bulunulan anın yerine getirilmesi gereken farzıdır. Zira Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem), benzer durumlar hakkında sorduğunda Huzeyfe’ye (r.a.) “Müslümanların cemaatine ve imamına bağlı kalırsın” demiştir. Eğer bu mümkün olamazsa Müslümanların büyük cemaatinin kurulması tek tek Müslümanların ve mücahitlerin üzerine düşer. Böyle bir durumda (büyük cemaatin yokluğunda) hakka en bağlı olan ve dürüstlükle vasfedilen gruba biat ederler. Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe Suresi, 119).

Küresel ve yerel küfür saldırılarını gözlemleyenler bu saldırıların birincil hedefinin Irak İslam Devleti olduğunu görür. Öyle ki Amerika, aynı şehir üzerine defalarca  saldırılar gerçekleştiriyor. Örneğin Diyala şehrine tam 6 aydır saldırılıyor. Aynı şekilde Musul ve Selahaddin şehirlerine karşı da saldırılar düzenleniyor. Ordu ve Ulusal Koruma, polis güçleri tarafından gerçekleştirilen saldırılar… Öte yandan Sadr ve El Hakim’in saldırıları! Bunlara ek olarak istisnasız tüm komşu ülkeler de Irak İslam Devleti’ni hedef alıyor. Bir de bunların hepsinin yanında dine ve ümmete ihanet eden Tarık Haşimi liderliğinde dırar sahveleri, partileri ve grupları var. Tüm bunların ardından bir de, Riyad yöneticilerinin, alimlerinin ve medyasının başını çektiği; Irak İslam Devleti’nin imajını karalamak için yürütülen medya kampanyaları… Irak İslam Devleti’ndeki mücahitlere karşı yürütülen tüm bu vahşi kampanyaların sebebinin Irak İslam Devleti’ndekilerin hakka en çok sarılıp, Varaka bin Nevfel’in kendisine “bir adam senin getirdiğini getirmiş olmasın illa kendisine düşmanlık edilmiştir” dediği Allah Resulü’nün sallallahu aleyhi ve selemin menhecine en çok bağlananlar olmaları olduğunu düşünüyorum. 

Emir Ebu Ömer ve kardeşleri, dinleri üzerine pazarlık yapıp orta yollu çözümlere razı gelenlerden ya da düşmanlarla orta yolda buluşanlardan değiller. Aksine onlar hakkı haykırıyor, yaratılmışlar öfkelense de yaratanı razı ediyor, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmuyorlar. –Öyle olduklarına inanıyoruz, Allah hesaplarını en iyi bilendir-. Aynı şekilde İslam dünyasının başkentlerindeki hükümetlerden hiçbirine yalakalık yapmayı kabul etmiyorlar. Dinin zaferi yolunda müşrikleri dost edinmeyi reddettiler. Çünkü onlar yakinen biliyorlar ki; bu din Allahu Teâlâ’nın dini ve bu dine O zafer verecektir ve kullarından kimi dilerse (bu yolda kullanacaktır)!  Allahu Subhanehu ve Teâlâ’nın, dinine yardım etme yolunda kendisine şirk koşmamıza ihtiyacı yoktur. Dinin zaferinin, tağut-müşrik yöneticiler dost edinilerek gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu hususta yol göstericileri de peygamberimiz Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisidir: “"Ey oğul, ben sana birkaç kelime öğreteyim. Allah'ı koru ki, O da seni korusun. Allah'ı koru ki, O'nu karşında bulasın. Dileyecek olursan, Allah'tan dile. Yardım isteyecek olursan, Allah'tan yardım iste! Şunu bil ki, eğer bütün insanlar  (en ufak) bir şey ile sana faydalı olmak için bir araya toplanacak olsalar Allah'ın senin için yazmış olduğundan başka bir şeyle fayda sağlayamazlar. Eğer sana herhangi bir şeyle zarar vermek için bir araya toplanacak olsalar, Allah'ın senin aleyhine yazmış olduğu bir şeyden başkasıyla sana zarar veremezler (Çünkü) kalemler kaldırılmış, sahifeler(in mürekkebi) kurumuştur.” (İmam Ahmed rivayet etmiştir).

Irak İslam Devleti’nin komutanları eğer bazı grupların ve partilerin yaptığı gibi ellerini komşu ülkelerden birinin eli üzerine koysaydı o devlet onlara destek ve arka olurdu. Durum da şuankinden daha farklı olurdu. Zira bu devletlerden destek alanların bütçeleri onlarca; dahası yüzlerce milyon! Diğerlerinin ise (İslam Devleti’ndekilerin) rızıkları mızraklarının gölgesinde! Bu en hayırlı rızıktır. Keşke bilselerdi! Onlar (komşu devletlerden destek alanlar) devletlerin desteği nedeniyle kararlılıklarını ve bağımsızlıklarını kaybettiler. Amerika ve yardımcıları destek veren ülkeye baskı yapmaya görsün bu baskı anında parti sekreterine ya da cemaat emirine intikal ediyor.İnsanlar bunu Lübnan’da apaçık bir şekilde gördü. İzzet, onur, Filistin ve Filistin’e destek hususunda yankı uyandıran hutbelerin ardından; dünya ülkelerinin tümünün iradesini dayatma tehdidinden sonra Amerika’nın elinde bir araç olan dinsiz Birleşmiş Milletlerin; özü, haçlı ordularının Lübnan topraklarına girmesinin kabulü olan 1701 no’lu kararı kabul edildi. Bu orduların, Amerikan-Siyonist ittifakın bir diğer yüzü olduğu insanlara açık değil midir? Ancak genel sekreter Hasan Nasrullah, bu orduların Yahudileri korumak ve dürüst mücahitlere sınırları kapatmak için geldiğini bildiği halde insanları oyuna getirdi ve herkesin önünde kalkıp bu orduları memnuniyetle karşıladı, görevlerinde kendilerine kolaylık sağlanacağını vaat etti. Bunları, daha önce kendilerinden bahsettiği, onurlu para sahiplerinin isteğine uyup taviz verme adına yaptı.

O zaman Sedat ve Hüseyin bin Talal, Yahudilere karşı mücahitlerin önünde sınırların kapatılmasını güvence altına alan antlaşmalarını kabul ettiler diye (hain olduklarında şüphe yok ama) niye hain oluyorlar da Hizbullah’ın genel sekreteri buna benzer bir kararı kabul ettiğinde onurlu oluyor? Sonra insanlar Hizbullah’ın, Lübnan’daki çoğunluğu Amerikan işbirlikçiliğiyle suçlarken (öyle olduklarında şüphe olmasa da) buna karşılık Irak’ın işgalinde Amerika ile işbirliği yapıp insanları Amerika’ya karşı savaşmaktan nehyeden Muhammed Bakır’ı “kahraman”, “şehit” diye vasfetmesini nasıl anlamalılar? Bu vasıf bizzat partinin (Hizbullah) genel sekreterinin dilinden geldi. Bu, nifakın ta kendisi değil midir?

Bunlardan bir başka sınıf da finansman, destekçi devlet, kendilerine şiddetli bir şekilde baskı yapınca ordularına değişikliğe açık 6 aylık izni zorunlu kılıyorlar. Düşman ülkenin ortasına çöreklenmişken bir ordunun izin aldığı dünyada hiç duyulmuş mudur?

Bunlar, kararını finansman devletin eline bıraktıkları bazı işler. Eğer konuyu daha da uzatmak istersek vaktimiz yetmez. Ancak Emir Ebu Ömer El Bağdadi ve kardeşleri gibi özgür Müslümanlar için boyunlarının vurulması Allah yolunda cihad konusunu herhangi bir yöneticinin (tağut) eline bırakmaktan ya da ümmete karşı onunla tek el olmaktan daha iyidir. 

Burada ele alınması gereken bir mesele var: İnsanların birçoğu Irak’taki mücahit emirlerinin siyretini bilmiyor. Diyorum ki: Bunun sebebi savaş koşulları ve güvenlik gerekçeleridir. Ancak benim kanımca Irak’taki mücahit emirlerin siyretlerinin bilinmemesi zararı olmayan bir cehalettir. Çünkü Emir Ebu Ömer gibi güvenilir, dürüst kimseler tarafından tezkiye edilmişlerdir. Kendisi de (Emir Ebu Ömer El Bağdadi) güvenilir, dürüst mücahitler tarafından tezkiye edilmiştir. Zira kendisini, Hindikuş’un zirvelerinde saldırıların yıldırımı altında sabır ve sebatlarının kendilerini tezkiye ettiği Emir Ebu Musab –Allah ona rahmet etsin- ve Savaş Bakanı Ebu Hamza El Muhacir tezkiye etmiştir. Onlar, Afganistan’daki kardeşlerinin kendilerini bildikleri kişilerdir. –Allah’a karşı kimseyi temize çıkarmıyorum. Öyle olduklarına inanıyoruz. Allah en iyisini bilendir-. Irak’ta, dürüst ve güvenilir kişiler tarafından tezkiye edilen bir mücahit emirine sırf siyreti bilinmiyor bahanesiyle biat etmemek çok büyük bozulmalara yol açar. Bunların en önemlisi de tek bir imam altında Müslümanların büyük cemaatinin kurulmasının aksamasıdır. Bu ise (bu bahaneyle biat etmemek) batıldır.

Son olarak; genel olarak Müslümanların tümünü özellikle de komşu ülkelerdeki halkımızı, mücahitlerden kendilerine Allah’ın izniyle hayırdan başka bir şey dokunmayacağına dair teskin ederim. Bizler sizin evlatlarınızız ve ümmetin dinini ve evlatlarını savunuyoruz. Kâfir haçlılara ya da gaspçı vekillerine karşı gerçekleştirilen operasyonlar sırasında kurban düşen Müslüman evlatları kasıtlı olarak öldürülmemektedir. Müslümanlardan bazılarının kurban düşmesinin bizi ne kadar çok üzdüğünü Allah biliyor. Bununla birlikte bundan biz sorumluyuz ve bundan ötürü Allah’a istiğfar ediyoruz. Allah’tan kendilerine rahmet etmesini, kendilerini geniş cennetlerine sokmasını, ailelerine ve akrabalarına kendilerinden daha hayırlılarını nasip etmesini diliyoruz. Bilindiği üzere düşman, mevkilerini kendilerine beşeri kalkan ve zırh olsunlar diye hususi Müslümanlar arasında seçmektedir. Bu noktada, mücahit kardeşlerime teterrüs meselesinde gevşek davranmamaları, operasyonlarında şer’i kurallara bağlı olarak, mümkün mertebe Müslümanlardan uzak; ancak aynı zamanda Allah yolunda cihadı da aksatmadan düşmanı hedef almaya gayret etmeleri gerektiğini vurgularım. 

İşbirlikçi yöneticilerle düşmanlığımıza gelince onları teskin etmiyoruz. Aksine onları düşürmek ve şer’i yargıya havale etmek için uğraşıyoruz. Onlar ümmetin düşmanlarını dost edinmiş ve tüm yaptıklarını yapmışken onları nasıl da teskin edebiliriz? Onlar Allahu Teala’nın şeriatına beşerin kanunlarını ortak kılmışken nasıl da kendilerini teskin edebiliriz?Filistin’in kurtarılması için en geniş cepheye giden yol onların elleri altındaki topraklardan geçerken nasıl da onları teskin edebiliriz?

Ayrıca Filistin’deki halkımı da Allah’ın izniyle cihadımızı genişleteceğimiz ve Sykes Picot sınırlarını da sömürgecilerin koyduğu yöneticileri de tanımayacağımıza dair teskin ederim. Bizler vallahi 11 Eylül olaylarından sonra sizleri unutmadık. İnsan hiç ehlini unutur mu? Ancak küresel küfrün başı ve merkezi; Siyonist varlığın en büyük müttefiki Amerika’yı vuran bu mübarek gazvelerin ardından bizler bugün kendilerine ve işbirlikçilerine karşı saldırı ve savaşla meşgulüz. Özellikle de Irak, Afganistan, İslami Magrib ve Somali’de. Amerika ve işbirlikçileri Irak’ta yenilgiye uğratılırsa çok geçmeden Bağdat’tan, Anbar’dan, Musul’dan, Diyala’dan, Selahaddin’den Allah’ın izniyle Hıttin’i geri döndürecek dev mücahit orduları; ardı ardına ketibeler hareket edecek. Yıllar önce Riyad yöneticisinin girişimini benimseyen Arap yöneticiler gibi yapmayacağız. Aksine bir karış Filistin toprağı üzerinde bile olsa Yahudilere ait hiçbir devleti kabul etmeyeceğiz. Bu büyük musibete kalkışmakla da yetinmediler. Dahası insanlar son dönemde teslim olanların efendisinin kendilerini akın akın Anapolis’e sürüklediğini gördü. Onlara, daha önce Amerikalıların, dedelerine yaptıklarını yapıyor. Ancak satışa sunmak için değil aksine satmak için. Neyi satıyorlar? Kudüs’ü, Aksa’yı, şehitlerin kanlarını. Allah’tan başka güç-kuvvet yoktur. Allah onlara müstahaklarını versin. Bu şekilde insanlar güvenilir olanı da hain olanı da, Siyonist ellerin kendilerini hareket ettirdiklerini de bilmiş oldu. 

Bizler ayrıca Hamas komutanlığının saygı gösterdiği ya da bazı İhvan liderlerinin açıkladığının aksine Filistin toprakları üzerinde Siyonist varlığı tanıyan uluslararası sözleşmeleri de tanımayacağız. Filistin’in; nehirden denize kadar tümünün kurtuluşu Allah’ın izniyle cihadladır. Ellerimizi, Hamas hareketi ve diğer gruplarda kökten gelen; liderlerinin haktan sapmasına tepki gösteren dürüst mücahitlerin elleri üzerine koyuyoruz. 

Kana kan, yıkıma yıkım. Yemini tekrar ediyorum: “Vallahi dizler üzerinde sürünerek de olsa size yardım edeceğiz ya da Hamza bin Abdulmuttalin’in (r.a.) tattığını tadacağız.

Son olarak değerli İslam ümmetime hatırlatırım: Ey insanlar! Yaşanan olaylarda sizlere birçok ibret var. Oyalanmayı ve oyunu bırakın, dinleyin ve akıl edin, uyanın ve öğüt alın. Mesele büyük ve tehlikeli! Nereye gidiyorsunuz?! Neyi bekliyorsunuz? Öyle ki savaş kızıştı. Sizinle size yapılmak istenen şey arasında pek de bir şey kalmadı. 

Bize, Allahu Teâlâ’nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmaktan başka kurtuluş yok. En büyük emirlerinden biri de Allah yolunda cihad etmemizdir. Böylece zahiri şer kırılır, gizli şer de ortadan kaybolur.Ey Allah’ın kulları emanetlerinizi yerine getirin ve üzerinize düşen vacibi yerine getirmek için harekete geçin. Cihad meydanlarındaki kardeşleriniz zahmetin büyük kısmını çekme yükünü yüklenmiştir. Sahip olduğunuz her şeyiniz; canlarınız, namuslarınız, topraklarınız, mallarınız ve bunların hepsinden daha önemlisi de dininiz tehdit altında. 

Dinimi malımla koruyorum, onu boşa harcamıyorum

Din gittikten sonra Allah mala bereket vermesin

Mesele ciddi, şakası yok. 

“Beyaz öküzün yendiği gün ben de yendim” diye bir söz vardır. Bugün Bağdat, yarın Şam, Amman, Riyad. Allah’tan hakkıyla sakının. Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayın. Mücahit evlatlarınızın sizden istediği Allah yolunda savaşabilmek ve mühimmat alabilmek için paradır. İçinizden bir tacirin vereceği az bir şey Allah’ın izniyle küresel küfrün hezimetini sağlayacaktır. Ne zamana kadar Amerika ve işbirlikçilerinden korkacaksınız? İçinizde boyun eğmekten ve kölelik zincirlerinden kurtulacak, ölümü ve çürümeyi hatırlayıp da ahiret için erzağını hazırlayacak reşit bir tacir yok mu? Zira malsız doğduğu gibi aynı hal üzere ölecek. Allah’tan sakınıp korksun! Kalan ömrünün ve malının karşılığını da ahirette Allah’tan beklesin. İhtiyaçlarını karşılamada gizliliğe başvurup peygamberimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) örnek alsın. Zira mağarada Kureyş’in gözlerinden saklanmış sonra da gizlice Ensar’a (r.anhum) hicret etmişti. Güvenlik işlerini düzenlesin. Sonra gerekirse çok büyük sevabı düşünerek hicret edip tüm düşmanların her taraftan üzerine çöktüğü bir vakitte dinin yardımına ve El-Emin olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinin kurtarılmasına vesile olsun. Bu ne büyük bir hazine, Allah’ın –Osman r.a.’a nasip ettiği gibi- kendisine nasip ettiği ne büyük bir şereftir. Öyle ki Osman (r.a.) Rum’lara karşı Ceyşu’l Usra’yı (Tebük Gazvesi’nde) hazırlamıştı. Bunun üzerine Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bugünden sonra Osman ne yapsa ona zarar vermez. Bugünden sonra Osman ne yapsa ona zarar vermez.”

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.”(Bakara Suresi, 195).

Allahu Teâlâ bir başka ayette de şöyle buyuruyor: “İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va'detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan hâberdardır.” (Hadid Suresi, 10).

Onurlular gibi olamıyorsanız da onlara benzeyin

Onurlulara benzemekte kurtuluş vardır

Özellikle Filistin, Irak, Afganistan, İslami Magrib ve Somali’dekiler olmak üzere dürüst mücahitleri desteklenmesi vallahi tüm ümmetin projesidir ve ümmet üzerinde emelleri olan tüm düşmanlarına karşı ilk savunma hattıdır. Bununla ümmetin dini ve dünyası düzelir. Bunda ümmetin izzeti ve selameti vardır. Her yönden güvenliği vardır. Evet! Askeri, sosyal, gıdasal, ekonomik güvenliğiniz, petrolünüzün ve zenginliklerinizin korunması, elinizde olduğu halde zalimce dolara endeksli olmasından ötürü kaybetmekte olduğunuz mallarınızın kurtarılması hepsi bundadır (mücahitlerin desteklenmesinde). Mücahitlerin desteklenmesi ayrıca Filistin’in tümüyle kurtarılması için ümmetin projesidir. Böylece Allah’ın izniyle Aksa gülümser, tüm kadın ve erkek esirleri kurtarırız. 

“Ve o gün mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımıyla.” (Rum Suresi, 4-5)

“Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Suresi, 21).

Son duamız âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Kaynak: Darul Hilafe / Haber Merkezi