JustPaste.it

Akademide rüşvet, yolsuzluk ve torpil çarkı

Dosya Haberleri —

 

Akademi/ Çizim: Burcu Mayıs

Akademi/ Çizim: Burcu Mayıs

  • "Akademik kadroların satın alınmasından tutun da, intihalli makalelere, hatta tezlere, iktidar tarafından atanan rektörlerin kendi yakınlarını akademik kadrolara yerleştirmesine, yine iktidar yandaşı akademisyenlerin kolaylaştırıcı olarak bulundukları konumlarda kendi görüşlerine yakın kişilere kadro vermesine değin birçok rüşvet, yolsuzluk ve torpil durumu gelişti."

 

05c5a6d919a1fc596ac9495ff8fb6411.png

63aac57c8af3de92a154d1ce385092aa.png

MİHEME PORGEBOL

Türkiye akademisinin sorunlarını bu sorunların mağdur ve muhataplarından okuduğumuz "Akademiden Mektuplar" serisi kapsamında yayımlanan ilk mektupta onlarca yıl emek verip dirsek çürüten insanların yaşadıklarını okuduk. Mektup bize sayısız sınav, neredeyse her yıl değişen mevzuat, yeterlilikler ve imkânlar açısından akademiye girmenin günden güne nasıl daha da zorlaştığını gösteriyordu. Belki de bu sorunlar büyük bir çoğunluğu ilgilendirdiği için sistemin toplamının yarattığı bir dezavantaj olarak yorumlanabilir. Ancak akademiye girerken karşılaşılan sorunlar yalnızca bunlar değil. Lisans seviyesinden itibaren başlayan eşitsizliklerin en büyük sebeplerinin başında herkesin yıllardır bildiği fakat hiç kimsenin bir türlü önüne geçemediği rüşvet, yolsuzluk ve torpiller geliyor. Biz de serinin ikinci mektubunda bu konuyu hocamızdan okuyacağız: 

 

Sevgili Yeni Özgür Politika okuyucuları,

Öncelikle merhaba. Yeni Özgür Politika emekçilerine akademi gibi üyesi olanın sesinin çok çıktığı ancak merkezin çevresinde gezinen yani aday konumda olanların sesinin bile isteye kısıldığı bir kuruma karşı kurulacak eleştirellikte söz hakkı verdikleri için çok teşekkürler. Kabul etmek gerekir ki, akademi birçok insanın hayallerini süsleyen bir kurum. Öğrencilik hayatının başından itibaren insanlar bu kurumda yer edinebilmek için gece gündüz çalışırlar. Özellikle gençliğin de verdiği heyecanla çok güzel hayallere sebeptir. Ancak zamanla bunun bilindiği kadarıyla başlı başına bir emek işi olmadığı içerisine girildikçe daha çok anlaşılır ve hayal kırıklığı başlar.

 

Her türlü entrika var

Toz pembe bir tablo çizilmesi zaten her durum için sakıncalıdır. Ancak işin içine vaatler, destekler, öne sürülmeler girdikçe bir insan neden hayal kurmasın ki? Dolayısıyla bu durum kişinin dünyayı sadece toz pembe görmesiyle alakalı değildir. Aynı zamanda onun bu akademik çevre içerisinde rağbet görmesiyle de ilgilidir. Bir anlamda kişi yatırım yapılan ve bunun karşılığında kâr edilmesi gereken bir tür meta olarak düşünülür. Kâr aşamasında da, maliyetin mümkün olduğu kadar az olması açısından türlü entrika, mobbing, psikolojik ve hatta fiziksel şiddet, taciz vb. birçok kötü muameleye maruz kalır. 

 

Tahribat büyük

Elbette bu süreçlerin kişisel yönü olduğu gibi toplumsal ve siyasal yönleri de var. Ben daha çok meselenin siyasal yönüne, yani Türkiye’de mevcut siyasal iklimin akademi üzerinde yarattığı tahribata odaklanmak istiyorum. Zannedersem bu çalışma için mektuplaşılan başka akademisyenler konunun kişisel ve toplumsal yönleriyle ilgili geniş açıklamalarda bulunacaklar. Bir anlamda, kişisel hikayeler farklılaşsa da yolun yolcusu olan herkesin uğradığı muameleler hemen hemen ortaklaşıyor. 

 

Yağma düzeni

Türkiye’de bilindiği üzere bir yağma düzeni mevcut. Bu yağma düzeninde halkın olması gereken kaynaklar adeta yangından kaçırılırcasına iktidar etrafında hizalanan grupların veya “eski Türkiye” burjuvazisinin kasalarına akıyor. Böylesi bir siyasal durumda, yağma düzeninin her yere sirayet etmesi kaçınılmaz. Platoncu bir mantıkla bakarsak kötü yönetimlerde, yönetici elitin yaratmak istediği insan tipi onun uygulamalarından doğan karakterdedir. Bir anlamda devletin yöneticisi/yöneticileri nasıl davranırsa, davranışı kurumlara benzer şekilde yansır. Bu yansıma topluma zuhur eder ve ahlaken çöküş başlar. Örnekleri çeşitlendirebiliriz, Kürt Savaşı’nın yarattığı ırkçılık, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sonrası kadınlara yönelik şiddette artış, ekolojik talanın devlet eli dışında özel şirketlerle de sürdürülüyor oluşu ve bunun yüksek bir kâr alanı olarak görülmesi vb. birçok şey sıralanabilir. Bunların hepsi iktidarın dışında gelişen şeylerdir ancak diğer yandan iktidarla da doğrudan ilişkilidir. Hiç şüphesiz bu bir genelleme olarak algılanmamalıdır. Elbette bu düzene karşı koyan insanlar mevcuttur. Bunu da en iyi Yeni Özgür Politika okuru olan insanlar bilmektedir.

 

Suç ortakları çok fazla

Ancak şu da gerçek ki, bu talan düzeninin suç ortağı olan insanların sayısı da hiç azımsanmayacak düzeydedir. Hatta çoğunlukta bile denilebilir. Bu, bana kalırsa, dile getirilmesi gereken bir şey. Bu talan düzeninden nemalanan bir insanın işbirlikçi olduğu tespitini ortaya koyarak evvela bu düzenle mücadele edilebilir diye düşünüyorum. Yani hiçbir şeyden haberi olmayan, masum ve tüm olaylar çevresinde ondan bağımsız gelişiyormuş gibi gelişen bir halk anlatısının kurulması bu yönden bakınca oldukça sorunlu görünüyor. Oysa insanlar çevrelerinde olup biten olayları muhakkak gözlemleyebilirler. Gözlemledikleri gibi fikir sahibi de olabilirler. Fikir sahibi olduktan sonra nasıl harekete geçileceği ahlaki bir tutumdur. Hele ki bunun, yüksek eğitimli olarak tanımlanabilecek akademik çevrelerde nasıl vuku bulduğunu bir düşünelim. Sistemi ve işleyişini büyük anlatılarla tahlil eden ancak diğer yandan bu sisteme iştirak etmekte herhangi bir beis görmeyen akademisyenlerin sayıları hiç de azımsanmayacak düzeyde. Bana kalırsa, suçun sebepleri ve sonuçları bilerek işleniyor olması cezasını daha da ağırlaştırmalı.

Tasfiye dalgası...

Akademi açısından olaya bakarsak, başta da belirttiğim gibi toz pembe bir tablo çizmek yalan söylemek olur. Ancak özellikle Kürt Savaşı’nın tekrar şiddetlendiği 2015’ten günümüze süregelen süreçte, Barış Akademisyenleri’nin karşı koyuşu, buna karşılık ise devletin uyguladığı şiddet biçimi üzerinde durulmalı. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nden sonra KHK’larla yönetilen Türkiye’de hemen her devlet kurumunda olduğu gibi akademide de “temizlik” adı altında büyük bir tasfiye dalgası gelişti. Bu dalga neticesinde savaşa karşı çıktığı için işlerinden atılan akademisyenlerin yerine daha çok işbirlikçi diyebileceğimiz kişilerin gelmesi kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıktı. Öyle ya, iktidar temizlik yaparken ayağının takılabileceği tüm “unsurları” ortadan kaldırmak istemişti. 

 

Kadrolar satın alındı

Temizlik gerçekleştikten sonra Türkiye’de üniversitelerde ortaya çıkan yozlaşma birçok biçimde kendisini belirgin şekilde gösterdi. Akademik kadroların satın alınmasından tutun da, intihalli makalelere, hatta tezlere, iktidar tarafından atanan rektörlerin kendi yakınlarını akademik kadrolara yerleştirmesine, yine iktidar yandaşı akademisyenlerin kolaylaştırıcı olarak bulundukları konumlarda kendi görüşlerine yakın kişilere kadro vermesine değin birçok rüşvet, yolsuzluk ve torpil durumu gelişti. Bunlar kimi zaman basına yansıdığı kadarıyla bilindi, pek çoğu ise kapalı kapılar ardında sürdürülmeye devam ediyor. Elbette öncesinde hiç gerçekleşmeyen durumlar değil. Ancak akademide rüşvet, yolsuzluk ve torpilin gelişmesine karşılık hukuk kurumlarının gösterdiği kayıtsızlığın da özellikle son dönemde ciddi şekilde gerçekleştiğini vurgulamakta yarar var.

 

Boğaziçi direnişi önemli

Böylesi bir düzende ve yönetim anlayışında üniversitelerin özerkliğinin ortadan kalkması kaçınılmaz. Boğaziçi Üniversitesi şahsında gelişen üniversite gençliği direnişleri bir anlamda bu talan düzenine karşı topyekün bir direniş imkanı sundu. Öğrencilerin adeta hocalarına ders verircesine sokaklara çıktıkları, okullarını direniş alanına dönüştükleri eylemsellik hali akademideki talan düzenine karşı mücadelenin mihenk taşı. Elbette Boğaziçi öğrencilerinin başlattığı direniş bir ilk değil. Geçmişten günümüze üniversite gençliğinin direnişleri Türkiye siyasi tarihinde hep bir belirleyen vazifesi gördü. Ancak devletin saldırısı öncekilere nazaran daha şiddetli denilebilir. Toplumun savunma reflekslerinin önemli oranda felç edildiği günümüz Türkiye’sinde öğrenci direnişleri akademik haysiyetin kurtarılmasında da büyük anlam taşıyor. Naçizane dileğim, bu direnişlerin günümüz gençliğinin özgün karakterinde tahlil edilerek anlaşılması ve desteklenmesi yönünde. 

Mektubumu okuyan herkese teşekkürler. Dayanışmayla, direnmek, direnerek yaşamak ümidiyle…

 

Not: Bu seriye mektup yazan akademisyenlerin mevcut durumları göz önünde bulundurularak güvenlikleri öncelenmiştir. Kendilerine ve kimliklerine dair herhangi bir ipucuya dahi yer verilmemeye özen gösterilmiştir.

Not: Haberimizde kullandığımız çizim Burcu Mayıs tarafından dosya konusuna göre özel olarak hazırlanmıştır.

* * * 

Yandaşa peşkeş çekilenler

Basına yansıyan bazı yolsuzluk, torpil ve rüşvet iddiaları:

* Iğdır Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Finans Bankacılık ve Sigortacılık bölümündeki ‘Maliye' programına öğretim görevlisi almak için 8 Aralık 2021 tarihinde ilan verdi. Süreç sonunda bu kadroya, Finans Bankacılık ve Sigortacılık bölümünün bağlı olduğu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin dekan yardımcısı Selçuk Ekici’nin eşi Filiz Ekici atandı. Selçuk Ekici’nin eşinin akademik kadro alabilmesi için alım şartlarının iki kez değiştirildiği, Ekici’nin eşine uygun şartlar eklenerek boş kadroya Filiz Ekici’nin atanmasının sağlandığı ileri sürüldü. (Cumhuriyet Gazetesi, 27 Ocak 2022)

* Batman Üniversitesi’ne 6 Şubat 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Prof. Dr. İdris Demir atandı. Henüz görev süresi bir yıl dolmadan Demir, bir önceki rektörler gibi akrabalarının ve yakınlarının üniversitede kadro almasını sağladı. Kız kardeşi Hatice Demir, üniversitede öğretim görevlisi olarak işe başlarken İdris Demir, eşinin bir akrabasını özel kalem müdürü, korumasını bilgi işlem daire başkanı, başka bir akrabasını ise güvenlik amiri olarak atadı. (Gazete Duvar, 3 Şubat 2022)

* Çorum Hitit Üniversitesi'nde görülmemiş bir kadrolaşma yaşandı. Üniversitede görev yapan eski dekan, profesör, öğretim görevlilerinin çoğunun soyadının aynı olması sosyal medyanın gündemine oturdu. Akademik kadrodan en az on çiftin soyadının aynı olduğu görüldü. (Sözcü Gazetesi, 19 Eylül 2018)

* İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’nde birbiriyle akraba oldukları iddia edilen 27 kişinin üniversite bünyesinde işe alındığı iddiası doğru çıktı. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’ndeki akrabalara kadro iddiaları ile ilgili olarak YÖK’ün sorusuna cevap veren Rektör Köse, üniversite bünyesindeki 27 kişinin birbiriyle akraba olduklarını bildirdi. (İzmir Gazetesi, 2 Kasım 2021)

* KTÜ Rektörü Selayman Baykal'ın üç kızı, bir damadı ve yeğeni üniversiteye öğretim üyesi olarak yerleşti. Rektör'ün kızlarından ikisi ve damadı Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesi. Dr. Hanife Baykal Şahin, Rehabilitasyon ana bilim dalında, eşi Dr. Mürsel Şahin ise Kardiyoloji ana bilim dalında öğretim üyesi oldu. Dr. Leyla Baykal Şahin, KTÜ Dermatoloji ana bilimde. Üçüncü kızı Elif Baykal Kablan ise KTÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar bölümünde. (Oda Tv, 28 Şubat 2021)

* Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin (ÇOMÜ) torpil atamaları ile “aile üniversitesi”ne dönüştürüldüğü ortaya çıktı. Üniversitedeki eş, dost, akraba atamaları sadece akademik personel içinde 250’yi aştı. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üniversiteleri “cezası var” diyerek uyarsa da kişiye özel ilanlarla kurulan akademik kadroya, idari personel ve işçi kadroları da eklenince ÇOMÜ’deki skandal yüzlerce kişilik bir akrabalık ağına dönüştü. (KRT TV, 24 Nisan 2019)