JustPaste.it
1) Sevgili Osman senin yol hikayelerini dinlediğimde ‘zamanın gezgini’ diyorum senin için. Yola çıkmak, yolda olmak, nasıl başladı sende bu hikaye?

Bu bir tercihten çok zorunluluktu. Herşeyden öte ruhsal bir zorunluluk. İstanbul'da bana alacak nefes kalmadığından çok mutsuzdum. İşimden izin alıp Asya'ya bir ay tatile gitmiştim, dönüşte havalimanında karar verdim gitmeye, o günden sonra daha iyi hissetmeye başladım.

 

 

2) Türkiye’de yaptığın yolculuklar oldu mu, yani bir gezginlik içinde var mıydı, yoksa sen planlar yaparken hayat senin önüne böyle bir şey mi koydu?

 

Türkiye'yi çok tanıdığımı söyleyemem ne yazık ki. Tüm lise dönemimi ve ardından gelen 2-3 yılı da istanbul'dan neredeyse hiç çıkmadan geçirdikten sonra Reha Erdem'in Koşmos filmini izlediğimi hatırlıyorum. İlk izlemem festival zamanıydı, benim için etkileyici bir filmdi. ardından son baharda Tarık Zafer Tunaya'da tekrar izledikten sonra senelerdir şehirden çıkmamış biri olarak o kış Kars'a tren bileti alıp şimdinin popüler ulaşım aracı Doğu Ekspresi ile 40 saatte gitmiştim. O bir farkındalık yaratmıştır bende, isteyince gidiliyormuş diye.

 

 

3) İlk büyük yolculuğuna dair neler söylemek istersin, nasıl bir hissiyat ve hazırlık ile başladın?

 

Dediğim gibi bu ruhsal bir zorunluluktu, karar verdikten bir süre sonra çalıştığım yere istifamı verdim ama yoğun sezonda diğer çalışanları zor durumda bırakmamak için yaz sonuna kadar çalışmıştım. Karar verildiği için artık boğulma hissi yaşamıyordum işyerinde. Ardından kafamda net plan olmadan yola çıktım, belki bu yolun bir noktasında Güney Amerika'ya gitmek güçlü bir fikirdi kafamda, o kadar. Bu geçen süreçte hiçbir hazırlık da yapmadım, kervan yolda düzülür diye yol aldım.

 

 

4) Yeni şehirler, başka insan hikayeleri burada yol almak nasıl bir şey?

 

Zamanla önünüze gelen pek çok insanın da sizin için etkileyici olabilecek yanlarını daha iyi gözlemleyebiliyorsunuz. Sürekli yenilik içinde olmanın kendisi bir tezat oluşturup içinde bulunulan hali sıradanlaştırsa da yine de işlenebilirse biriktirilen onca insan ve hikaye çok değerli. Her yaş grubundan insanın içinden neler çıkabileceğini birinci gözden izlemek çok güzel bir his. 18'ine yeni girmiş bir tiyatro öğrencisinin hayata olan tutkusu içi geçmiş dönemlerinizde size destek çıkabiliyor, aynı zamanda yetmişinde zetin ağacı dikenler, evet, onlardan o kadar çok gördüm ki, hayatı ciddiye alanlar...

 

 

5) Beklediğin ve de beklemediğin şeyler, seni şaşırtan olumlu ya da olumsuz anlamda neler söylemek istersin?

 

Güney Amerika ve özellikle Arjantin'deki sosyo-politik yapı benim için hayal kırıklığı olmuştu, daha farklı şeyler bekliyordum muhakkak. Kendi içinde bir sarmal içinde dönüp o dev potansiyelini öğütmekten başka bir şey yapmayan koca bir ülke, ne kadar tanıdık geliyor değil mi... İnsanlar genel anlamda beni olumlu anlamda şaşırttı, nefes alamadığınız, somurtan  bir yerden çıkıp gittiğinizde gülen gözler başka bir seviyede etkili oluyor içinde insanın...

 

 

https://escaldiven.wordpress.com/2017/08/03/arjantinin-guncel-durumu-ve-buenos-airesde-yasamak/?fbclid=IwAR0YFjaE_09TPkz2xtds5KPkfoqkw0GtrnUUeqbLXVJ6aArvA1urShRI_DE

 

Arjantin çoğu kisininin zihninde Güney Amerika’nin en avrupai ülkesi olarak yer etmiştir. Muhtemelen de doğruya yakın bir yargıdır bu. Devasa sokakları Avrupa şehirlerinde görmeye alışık olduğumuz mimari eserlerle ve daha fazlasıyla dolu bir görsel şölen sunmaktadır kuşkusuz. Aklımıza düşen tipik Güney Amerikalı fiziğinden bağımsız olarak çokça sarı saçlı mavi gözlü Arjantinli görebilirsiniz sokaklarını arşınlarken bu ülkenin. Kuzeyi daha çok diğer Güney Amerika ülkeleriyle kültür alışverişi yapıp folklorik olarak zenginleşirken Buenos Aires ise nev-i şahsına munasır bir yaşam ve kültürel yapı sunar size.

IMG_20170324_144324

Darbe döneminde olanları protesto amacıyla “bir da asla” sloganıyla sokağa çıkan sanatçılar.

Tarihi ve politik olarak bizim çok yabancı kalmayacağımız hikayelerle doludur Arjantin. Darbe üstüne darbe, ekonomik sıkıntılar, devlet eliyle yokedilmiş onbinlerce insan ve bunlar sonucu ağır tramvalara uğramış bir halk. Sosyal olarak zengin ve fakir olarak çok ciddi biçimde ayrılmış bir toplum, çözüm üretmekte zorlanan sol yapılar. Farklı olarak sanatı her köşesinde hissedebileceginiz, neredeyse kişi başına bir kitapçı düşecek seviyede kitap dükkânı ve onlarca devasa kütüphane, Dostoyevski satan işportacılar, yüzlerce tiyatro ve onlarca üst düzey kültür merkezi sunan bir başkent olan Buenos Aires sanki herşey çok güzelmiş rolü çalar …

 

 

6) Yolda olma hali yani, sabit bir adresin olmaması, kendi içinde nasıl bir tartışma doğuruyor?

 

Elbet, bu senelerin en büyük öğretisi belki de insanın, en azından benim, ritüellerine bağlı bir varlık olduğunu bana öğretmesi oldu. Sürekli yolda olmak, yeni insanlar ve hikayelere ortak olmak aynı zamanda sürekli güzel insanları ve hikayeleri ardında bırakıp gitmek anlamına geliyor, yüzlerce defa gitmek, ben bunun insanı bir tavır olduğunu düşünmüyorum, gitmek yara açan bir durum, bunu üstüste yapmak insanda ciddi bir boşluk oluşturuyor, tabi bunun farkına varmam da 2 seneye yakın sürmüştür.

 

 

7) Bir sırt çantası ile dünyanın her yerine gidebilmek, içinde bir yerlere ait olma hissi, ya da döneceğim yer dediğin bir yer var mı?

 

Kafamda iyi kötü yaşanacak bir yere konup orada yaşayacağım fikri vardı. o ütopyaya aittim, hala daha ona aidim, onu belki bulmuşumdur ancak 4 seneye yakın göçebe yaşayan biri olarak yerleşik hayata epey yabaniyim, pratiklerim oturunca ne halde olduğumu daha iyi göreceğim.

 

 

8) Gittiğin yerlerde dil ve kültür olarak karşılaştıklarını bizimle paylaşabilir misin?

 

İngilizce ve İspanyolca bildiğim için dil sorunu yaşayabileceğim az yer var, ve sürekli insan tanıma hali zamanla kelime bazlı iletişim olmasa da insanları anlayabilme ve kendini anlatabilme imkanı sağlıyor. Hatırlıyorum sanırım Budapeşte Bratislava treninde 2.30 saat Slovakça'dan başka bir dil bilmeyen  biriyle muhabbet etmiştim, tabi bunda o kişinin aşırı sarhoş olmasının da etkisi büyüktür. Özellikle doğu avrupa'daki aşırı sağın yükselişine sarhoş bir neo naziye kendimi sevdirip bana bira ısmarlamasını sağlayarak darbe vurmuştum birkaç yıl evvel. Güney Amerika'da hala toprakla iletişim halindeki yerli  toplumun sanatsal üretimi benim için çok etkileyici olmuştur, bölgeyi köy köy gezmemiş olmak bir uktedir bende. Jujuy, Salta gibi bölgelerin kültürel üretimiyle ilgiliyim.

 

 

9) Avrupa karası dışında dünyanın her yerinde çatışmalar, savaşlar, böyle oluncada bu çatışma ve de savaşlardan uzak olmak için de büyük bir göç var, aranızda nasıl bir fark var, sen ve ‘onlar’ için neler söylemek istersin?

 

Ben yerinden yurdundan kovulmadan gidenlerden oluyorum sanırım, ev sahibi beni kovmadı belki ama epey misafir gibi hissettirdi. Ve biraz şansla hayatta kalmamı sağlayacak daha fazla enstrüman geliştirdim gibi geliyor. Yine de bu farkın tam olarak ne olduğu üzerine ölene kadar düşüneceğim muhtemelen.

 

10) Muhtemelen yollarda iken paranın bittiği zamanlarda olmuştur, böylesi zamanlarda ne türlü çözümler geliştiriyordun? Maddi ihtiyaçlarını karşılamak, beslenmek nasıl devam ediyordu sen yolda iken?

 

Paramın olduğu zamanlardan çok olmadığı zamanlar oldu desem yeridir. 6. ayımda param bitmişti, Güney Amerika'ya uçak biletimi tek yön olarak aldığımda artık cebimde dönüş bileti alacak param yoktu. Muhtemelen ekonomik olarak çalışmasam hayatta kalamazdım, gittiğim yerlerde çoğu zaman gönüllülük projelerinde yiyecek ve kalacak yer karşılığında çalıştım, bazen proje bitiminden sonra gelen tekliflerle para karşılığı çalıştığım da oldu. Ekolojik sosyal projelerden, hayatta kalmak ve deneyim elde etmek için yapılan hostellerde resepsiyonistlik, Fransız şatolarında restorasyon, bahçevanlık yahut bar güvenliği olmak gibi çok geniş bir alanda iş tecrübem oldu. İstanbul'da sahip olduğum beyaz yakalı CV de renklenmiş oldu böylece.

 

 

 

Arjantin sokağa çıkıp birşeyler satma konusunda gayet rahat bir yerdi ancak yine de yeni bulunduğum bir ortam olduğu için epey  çekingendim. Hostele gelen meyve kasalarından birini alıp biraz boyayıp çeşitli iplerle omuzuma asarak ilk tezgahımı oluşturmuş oldum. Çok rahat değildi ama üzerinde çalışılıp geliştirilebilecek bir konseptti. Ve kuşkusuz daha sonra irmik helvası müzesinde yerini alacak önemli, manevi değeri yüksek bir çalışma olmuştu. Köpükten kutular almıştım, helvayı görece birkaç saat fena da olmayan bir biçimde saklayabiliyordum, ancak dondurma sorunluydu, yaz vakti hızlıca eriyordu. Buenos Aires’in biraz dışında yüz yıldan beri buz üreten bir fabrikaya gidip kuru buz aldım. Bana en azından 5-6 saat kazandıracaklarını düşünüyordum, ilk bir saatin buzu fabrikadan getirirken gidiyordu ama olsun.

 


11) Sanırım yolda iken kişi en çok da hem kendisi, hem hayat, hem de içinde yaşadığımız dünya üzerine derinlemesine düşünme imkanı da buluyor? Sen bu durumlarda neler düşünürsün, kendi içinde yürüttüğün ve de bir yere bağladığın tartışmaların oldu mu?

 

Sanırım içsel bir fikir çatışmasını bir yere bağlamak için kendimi de bir yere bağlamam gerekiyor, bu yüzden yerleşik hayatı hayatın bir parçası haline getirip tüm bu süreçteki edinimleri daha oturmuş bir zihin yapısıyla süzmeyi umut ediyorum. Bu kadar yol teptikten sonra belki kulağa tuhaf gelecek ama kemdimi çok ham hissediyorum, sadece birikim yaptım gibi geliyor, bu birikimleri bir yerlere bağlayabilecek yaşama pratiğini gösterdiğimde bu sürecin asıl etkisi ortaya çıkacak.

12) Yola çıkarken ve şimdi, kendine dönüp baktığında, yol sende neler değiştirdi, sana neler kattı ve senden neler eksiltti?

 

Belki çoğunlukla cevabını bildiğim ama yaşamak da istediğim soruları yaşamama vesile oldu diyebilirim. Ahlaki kurgum üzerinde bir değişiklik yapmadı. Benden 4 yıla yakın süre eksiltti, karşılığında onlarca yıllık yaşanmışlık verdi, bu epey lehime bir alışveriş gibi duruyor.

 

https://escaldiven.wordpress.com/2017/06/18/fransada-amele-kontluk-donemi/?fbclid=IwAR17OJg5QxfpNmn0cOica1hpoYoeRbqWt2-XGtuvQilHDxx4FUE8a0Q5Im8

… Satoya vardığımda benimle birlikte İtalyan bir mimar ve Abd’den bir foto muhabiri(adam sonra gitti Trump’ın kampanasını takip etti) vardı. Şatonun restore edilecek çok bir işi kalmamıştı, işin ağırlığı bahçeye havuz yapmaktan ibaretti. Kürek kazma ise giriştik, daha önce Endülüs sıcağında 5-6 hafta benzer bir işe yapmış olduğumdan çok yabancılık çekmeden uyum sağladım. Günler geçti pek çok ülkeden sayısız gönüllü gelip gitti. Bidenin ne işe yaradığını bilmeyen Kanadalı arkadaşa İrlandalı mühendis yardım etti, eve misafir gelen yan köyün kızlarına Fransız arkadaş portakallı ördek yaptı(tamam portakalsız) geçinip gittik.

 

 

Dordogne gerçekten enfes bir bölge, bir nevi game of thrones dünyasından çıkmış. her tarafı kalelerle şatolarla dolu, bazı bin yıllık kalelerde hala insanlar yaşıyor, kalesinin bahçesinde oynadıktan sonra kuledeki odasına çıkan kız çocuğu gördüm, zira yaşadığı kale aynı zamanda müze olarak kullanılıyor. Bazı kalelerin penceresinden bakınca 2-3 kale daha görebiliyorsunuz, orta çağda nasıl age of empires oynadıklarını da gözünüzde canlandırmak fırsatınız oluyor. Bölgede orta çağ izlerini oldukça korumuş onlarca köy var, tamamı dönem filmi setlerini andırıyor.

 

 

 

 

 

13) Yaşadığıklarından hareketle hayata dair 3 önerme yapsan neler olurdu bu 3 şey?

 

Öncelikle nereye giderseniz gidin kendinizle birlikte gidiyorsunuz, yola olduğundan fazla yahut az anlam yüklememek gerek. Bir pazar gibi, aslında meyve sebze alışverişi yaptığınız bir pazardır yol. Onları alırken belli bir tatmin duyuyorsunuzdur elbet ama asıl faydayı yediğimizde görürüz. Aldıklarımız zamanla çürüyecektir, bu da aslında üstümüze başka bir üretim sorumluluğu yüklüyor. Üretmeden olmuyor.