JustPaste.it

Azerbaycan Ermenistan’a bir kere daha saldırdı

Dünya Haberleri —

18 Eylül 2022 Pazar - 21:30

 

  • Ermenistan bu hafta başında Azerbaycan’ın yaklaşık iki günlük saldırısına maruz kaldı. Aliyev hanedanlığı bu saldırı sonucu 10 kilometre kare daha komşu ülkenin toprağını işgal etti. İlk resmi açıklamalara göre toplamda 206 asker hayatını kaybetti. Maalesef gerçek kayıp sayısı çok daha fazla olabilir. Ermenistan tarafında sivillerden de yaralananlar oldu. Saldırıya maruz kalan bölgelerde yaşayan Ermeniler yaşadıkları yerleri geçici ve kısmi de olsa terketmek zorunda kaldı.

9b76e5aa9a7c3ebc8d25f8c4d27ea8fa.png 

 

Aliyev rejiminin Ermenistan’a yönelik saldırıdaki bahaneleri ise artık sıradanlaşmış bir saçmalıktaydı. “Operasyonu Ermenistan’ı barışa zorlamak için yaptık” lafları adeta Orwell’in 1984 kitabından fırlamıştı. Gerçi benzer sözleri Biden, Putin veya Erdoğan’ın ağzından da işitebilirsiniz ya da zaten duydunuz.

439c0ce82d6acccc4280df02035caf0e.jpg ANALİZ / Aykan SEVER

İkinci bahane daha da “ilginç”ti. Aliyev yönetimi Ermenistan topraklarında bir “tampon bölge” yaratmak istiyordu. Sanırım bu size bir şeyler anımsatmıştır. Mesela Erdoğan'ın önce BM’de harita üzerinde göstererek Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgelerde (Rojava) 30 km derinliğinde “tampon bölge” yaratma isteği ve yakın zamanda bunu güncelleyerek tampon bölgeyi Irak sınırlarında Güney Kürdistan’a (Başȗr) uzatması gibi. Velhasıl “gönüller” bir olunca sözler de benziyor. Erdoğan Suriye savaşı boyunca desteklediği IŞİD, El Kaide artıklarını bu bölgelere yerleştirmek istiyor. Peki Aliev kimi yerleştirecek ?

 

Paylaşım savaşının bölgeye yansımaları

İşin genel boyutuna bakacak olursak özetle şunlar söylenebilir: 2010’larda ‘Arap Baharı’ diye adlandırılan süreç Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan post-modern karakterli 3. yeniden paylaşım savaşını ivmelendirdi. Bu süreçte AKP Türkiye’si Batı tarafından kendine yakıştırılan “ılımlı İslam” “örnek ülke” vb yönlendirmelerini bir kenara attı, bölgesel/emperyalist güç olma hedefiyle hareket etmeye başladı. Balkanlar, Suriye, Irak, Lübnan, Mısır ve Libya gibi ülkeleri bu hedefle bağlantı olarak işgal edeceği ya da etki altına alacağı coğrafyalar olarak gördü. Bu amacın hayata geçirilebilmesi için güçlü bir militarist ekonomi yaratılmalıydı ve bununla bağlantılı olarak hedef coğrafyalardaki petrol ve gaz yataklarının ele geçirilmesi, sömürülmesi önemliydi.

Ermenistan, yüzyıllık Turancı düşüncelerle de bütünleşen bu Yeni-Osmanlıcı anlatının Pakistan’a kadar uzatılması amaçlanan etki alanının önünde bir engel olarak duruyor/du. Bugün Ermenistan topraklarını kesecek tarzda Nahçıvan-Azerbaycan arasında Ankara ve Bakü kontrolünde bir koridor açılmasında ısrarın geri planında bu beklenti yatıyor. TC, 2014’te Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı’nın Azerbaycan sınırında Ermenistan’ı silahla tehdit eder pozlar vermesiyle niyetini gösterdi. Asıl hamle ise 2015 Nisan’ında geldi. (1) 

Türkiye’deki rejim benzer ülküler taşıdığı Aliyev yönetimini motive ederek Azerbaycan ordusunu 4 gün süren bir çatışmaya sevk etti. Bu saldırının kaynağı yerel bir mesele olmaktan çok doğrudan 3. Dünya Savaşı ile bağlantılı jeo-politik oyunlardı. Bugün gelişen süreç de bunun devamı niteliğinde değerlendirilmeli. Zira Türkiye’deki rejim bölgeye dönük emperyalist hedeflerinden vazgeçmiş değil. Şu ana kadar bu yayılmacı yaklaşım ABD ve İngiltere’nin NATO üzerinden geliştirdiği Rusya’ya, Çin’e ve İran’a dönük “kuşatma” politikalarıyla da uyumlu oldu. Bu paralelliğin geleceğinde elbette bazı belirsizlikler var. Zira 2015’te Rus uçağının Suriye’de düşürülmesi sonrası Putin’in Türkiye’ye dönük geliştirdiği bağımlılaştırma siyaseti giderek daha kalıcı sonuçlar verebilir. Zira Erdoğan bu hafta Semerkant’ta toplanan Şangay İşbirliği Örgütü liderleri arasında bulunmaktan epey mutlu görünüyordu. Fakat devletin diğer kanadı da ona Biden’la randevu ayarlamak için epey ter döküyor. Muhtemelen bu “denge” hali bir süre daha devam edecek.

 

Kırk satır mı kırk katır mı?

2. Dağlık Karabağ Savaşı sonrası yenilen taraf olarak Ermenistan kaçınılmaz bir biçimde paylaşım savaşının doğrudan nesnesi olmaya başladı. Bugün alabildiğine zayıf düşmüş Ermenistan’a dayatılan şey özetle Putin’in ya da Erdoğan’ın valiliğine dönüşmek. Hikâyenin buraya sürüklenmesinde kuşkusuz bir çok faktör var. En önemlisi son 30 yılda “Dağlık Karabağ Sorunu”nu çözmek için politika geliştirilmemiş oluşu. Bunu da besleyen diğer önemli etkenlerden biri de Ermenistan’daki etkili politikacı ve aydınların gerçekte yaşananları kavramaktan uzak “bağımlı” kafa yapıları. Bugün yaşananlar Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığından çok daha boyutlu. Egemen milliyetçi-pragmatist yaklaşımın burada sorunlara üretebileceği soru/yanıt maalesef  “hangi ülkeye yaslanırsak daha iyi olur” un ötesinde değil. Bu soru Ermenistan için elbette önemli ama tek kaldığı zaman çıkışsızlığa götürüyor. Bu kısırlığın arkasında sadece güçsüzlük değil (büyük olasılıkla daha köklü tarihsel nedenler de vardır) Sovyetler Birliği döneminde aykırı sesleri susturan “devlet aydını” yaratma politikasının da önemli bir payı olmalı. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Rusya’nın bu bağımlı tipoloji ile ilişkisini koruması kuşkusuz zor olmamıştır. ABD vblerinin de bu konuda bir hayli “yatırım” yaptığı bir gerçek. Bugün aydınlar açısından doğal bir ilişki gibi şekillenen bu bağımlılığın sonuçta Ermenistan’ın değil de mevcut paylaşım savaşının ana aktörlerinin gündemi ve politikalarına endekslenmesi ise kaçınılmaz. Bu durum da savunulan/uygulanan politikalar ister istemez Ermenistan halkı için onurlu bir gelecek tasavvuru ve mücadelesinden çok yeni bir kölelik ilişkisi yaratmanın ötesine geçmiyor. 

Bugünkü Türkiye’deki rejimin Ermenistan’la kurduğu “dostluk” ilişkisinin arkasında yatan şey ise yeni bir “millet-i sadıka” toplumu yaratmanın uzağında değil. Ermenistan siyasetine hakim milliyetçi-pragmatist aklın arayışlarının da buna aykırı olmadığı görülebilir. TC bu tür bağımlı ilişkiler yaratma konusunda Osmanlı’dan beri epey tecrübeli. Son olarak KDP ile kurulan ilişki örneğinde de bu rahatlıkla teşhis edilebilir. Bugünlerde hele hele Rusya, ABD ve TC gibi istihbarat mekanizmalarını dış politika alanında öncelikli kılan devletlerin  bu tür zeminleri manipüle ederek ilerlemesi zor olmaz.

 

Paşinyan halkın umudu olmaktan çıktı

Paşinyan 2018’de  oligarşik iktidara karşı Kadife Devrim’e öncülük yaparken halkın umuduydu. Şeffaf, demokratik, halkın doğrudan siyasetin öznesi olduğu bir düzen kurmak yerine  bir çok benzerinde de görüldüğü gibi koltuğu sevdi. Neo-liberal akıl ve iradesi ancak o kadarına izin verdiğinden olsa gerek kısa zamanda bazı oligarklarla ve köhne devlet mekanizmasıyla uzlaştı. Korona salgını sürecini iyi idare edemedi. Herhangi ciddi bir sorunun çözümüne anahtar olamadı. Sonunda özü itibariyle tek adam rejimi olmaktan öte gidemeyen bir görünüme büründü. Paşinyan ülkeye onurlu bir gelecek vaad etmekten uzak. Zorunluluk sonucu yaptığı şeylerden bahseden tutarsız bir figür haline geldi. Bugün gelinen durumda maalesef artık hangi ülkenin istihbarat örgütünün Paşinyan’a daha fazla nüfuz ettiği konuşuluyor. Belirsizlikler ve kuşku içindeki halk Paşinyan’dan gelecek için bütünüyle umudunu kesmese de bu biraz da alternatifsizlikten. Sonuçta mevcut muhalefet geri dönmek istemedikleri günleri temsil ediyor. Paşinyan’a alternatif umut vadeden bir siyasal hareket de ufukta yok. İşin buralara gelmesinde sadece siyasal iktidar sorumlu değil. Kadife Devrim’le birlikte arayış ve umutlarını sokakta büyüten. örgütlü-örgütsüz toplumsal kesimlerin  iktidar değişimi sonrası mücadeleyi  parlamentoya-iktidara havale eden yaklaşımı da bu alternatifsizlikte belirleyici bir rol oynuyor.

 

Barış ve dayanışma siyaseti

Bugün içinde nefes almakta zorlandığımız 3. paylaşım savaşına alternatif olacak şey şu ya da bu cepheye asker yazılmak değil bütün dünya çapında bir barış ve dayanışma hareketi yaratmaktan geçiyor. Bugün bir çok yerde olduğu gibi Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan halkları savaş politikalarının esiri durumunda.  Buna karşı ancak aşağıdan toplumsal dinamikleri harekete geçirecek, bölge halklarını doğrudan siyasetin öznesi yapacak bir barış ve dayanışma hareketi elzem. Bölgede kuşkusuz bu tür çabalar var. Fakat özellikle STÖ vb kurumların bünyesinde yapılanlar gençlerin enerjilerini soğurmaktan ve manipülatif akıl üretmekten öte gitmiyor. Barışın inşası ancak politik bir çalışmayla mümkün olabilir. Burada mevcut kural ve sınırları reddeden açık bir siyasal harekete ihtiyaç var. Bu da öncelikle muhalefet yapmayı bir ülke toprağıyla sınırlı düşünmeyen dünyanın bütününü mücadele alanı olarak gören bir bakış açısını gerektiriyor. Aynı zamanda Ermenistan’da yaşayan bir arkadaşın deyişiyle gerçeğin peşinden gitmek ve değiştirmek istiyorsanız kimliklerinizi fırlatıp atmalısınız.

Bitirmeden önce Türkiye'deki “muhalefet”in Azerbaycan'ın Ermenistan'a saldırısı üzerine geliştirdikleri tutuma da değinmek değinmek istiyorum. Maalesef bir çok konuda olduğu gibi “muhalefet” yine rejimin ırkçı hamasetinin gölgesine sığındı. Bunların başında da CHP geliyor. CHP’nin solunda yer aldığını iddia eden kimi kesimler de hem Azerbaycan’ın saldırıları karşısında hem de rejimin Yunanistan’a karşı tutumunda devlet ve CHP ile aralarına mesafe koyamadılar. Sonuçta resmi ideoloji ve devlet partilerinden biri olan CHP ile aynı şeyleri tekrarlıyorsanız sizin farklılığınız nerede? Kime nasıl güven vermeyi düşünüyorsunuz? Yoksa böyle bir derdiniz yok mu?

(1):https://bianet.org/bianet/siyaset/173589-azerbaycan-ermenistan-hattında-neler oluyor.