Mülteci depremzedelere ayrımcılık uygulanıyor
İzmir depremin ardından saha araştırması yapan Halkların Köprüsü Derneği, mültecilerin savaş travmasını atlatamadan ayrımcılığa maruz kaldığına vurgu yaparak, hayatlarına çok daha zor koşullarda devam etmeye çalıştıklarına dikkat çekti.
Halkların Köprüsü Derneği gönüllüleri, İzmir’de yıkıcı etkiler yaratan depremin ardından mültecilerin karşılaştığı ayrımcılığı tespit eden bir rapor yayınladı. Raporda sadece dayanışma talebinde bulunan mültecilerin yaşadıklarına ve haklarına ilişkin saha deneyimlerini paylaşıldı. Deprem bölgesinde mültecilerin haklarının tanınması için ayrıca çaba göstermek durumunda kalındığı belirtilen raporda, "Acil ihtiyaçların giderilmesinden gündelik ihtiyaçların giderilmesine doğru evirilen süreçte, ortaklaşmak, çözümler önermek için çalışmalar yaptık ve bu çalışmaları, bölgedeki koordinasyonlara aktardık" denildi.
‘DEPREMZEDE OLDUKLARINI FATURA İLE ISPATLADIK’
Deprem sonrası çadır alanlarında bulunan mülteci ailelere yönelik ayrımcı tutumların tespit edildiği kaydedilen raporda, "Mülteci dostlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak için sahadaki görevlilere, burada oturduklarını, evlerinin zarar gördüğünü, depremden etkilendiklerini ispatlamak zorunda kaldıklarını gözlemledik. Deprem bölgesinde oturan mülteci ailelerin evlerinin elektrik faturası ve su faturası gibi belgelerle sahadaki görevlileri ikna etmeye çalıştıklarına tanık olduk" diye belirtildi.
Raporda, depremden herkes kadar etkilenen ve savaş koşullarının travmasını halen yaşamakta olan mültecilere karşı takınılan ayrımcı tavrın, insan haklarına aykırı olduğu vurgu yapıldı. Raporun devamında şu ifadelere yer aldı: "Türkiye’ye geldikten sonra misafir olarak adlandırılan ve en temel insanlık haklarından mahrum bırakılan mülteciler, tam da bu nedenle afet anında dahi ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Bu ayrımcılık nedeniyle çadır alanlarına girmek istemeyen mülteciler, depremden dolayı dönecekleri bir evleri de olmadığı için sokakta kalmışlar ya da zaten kalabalık ve dar olan akraba-tanıdık evlerinde zorunlu olarak misafir olmuşlardır. Depremden sonra mülteci aileler, depremin şokunu atlatamadan ayrımcılığa maruz kalarak, hayatlarına çok daha zor koşullarda devam etmeye çalışmışlardır."
‘MÜLTECİLERİN HAFIZASINDA TRAVMATİK İZLER’
Bayraklı ilçesi dışındaki ilçelerde ekonomik koşullarının güçlüğü nedeniyle eski ve güvensiz binalarda ikamet etmekte olan ve bu evlerin yapısal durumundan dolayı depremden olumsuz etkilenen mültecilerin de zorunlu olarak Bayraklı’da çadır alanlarına yönlendirildiği bilgisinin yer aldığı raporda, bu süreçte sahada görev alan kişilerin yaklaşımına ilişkin, şu tespitlere yer verildi: "Görevlilerin, mültecilerin kendilerine sunulan destekleri suistimal ettiklerini, buradaki koşulları beğenmediklerini, bu desteklerin mültecilere fazla bile olduğunu söylemelerini, zaten bütün deprem vergileri size harcandı gibi söylemleri onur kırıcı olarak niteliyoruz. Çadır alanları, depremden etkilenen herkesin kaynaklara eşit olarak ulaşabildiği, ihtiyaçların karşılandığı ve ayrımcılığın yapılmadığı güvenli alanlar olmalıdır. Mülteci ailelerin, bu koşulların sağlandığı bir ortamda bile olmak istememeleri ise son derece anlaşılır bir durumdur. Çünkü çadırlardan oluşan ve içerisine devlet kurumları dışında hiçbir kurumun gözlemci olarak dahi alınmadığı mülteci kampları, mültecilerin toplumsal hafızasında travmatik izler taşımaktadır.
Ayrıca devletin mültecileri misafir ettikleri geri gönderme merkezleri de mültecilerin hafızasında sayısız travmatik izler bırakan mekanlar olmuştur. Dolayısıyla çadır alanları ve devletin misafirperverliği mülteci dostlarımız için güven telkin eden kavramlar değildir. Hatta çadır alanlarında dayanışmak için bulunan sivil kurumların alandan çıkarıldığına ve bu alanlarda mülteci kamplarında yetkilendirilen devlet kurumlarının yetkilendirildiğine tanıklık ettiğimiz bu koşullarda, mültecilerin haklarının korunması bakımından takip edilebilme imkanı ortadan kalkmaktadır. Bu durum, mülteci ailelerin ihtiyaçlarının karşılanması, hak ihlallerinin izlenmesi konusunda güçlük yaşamamıza, hatta engellenmemize neden olmaktadır."
Raporun son bölümünde, deprem sahasından edinilen bu tespitler doğrultusunda ayrımcılığı önleyici politikaların ve dayanışmanın yerelden başlayarak tesis edilmesi ve örgütlenmesi gerektiği vurgulandı.