JustPaste.it

S*Ktir!!! Ne yaptım ben! Nolur bu bir rüya olsun...

Kadının soğumakta olan cesedine korkuyla bakakalan Fikret'in ilk ağzından dökülen sözler bunlardı. Bir anlık öfke sonucu kendini kaybetmiş, sadece ufak bir çıtırdı sesiyle kendine gelmişti. O ses hayatının karardığı sesti. O ses yaşamının bitişinin sesiydi.  O ses ölümün sinsi gelişinin ve kaderin körlüğünün sesiydi. 

Nasıl olmuştu böyle bir şey! Anca dizilerde, filmlerde başa gelir sanıyordu Fikret. Hâlâ inanamıyordu duruma. Hem de tam ailesini ziyaret edeceği bayram arefesinde!

Kendisi üniversitede mimarlık öğrencisiydi.  Kırşehir'den İstanbul'a okumak için gelmiş ve ailesinin de desteğiyle ufak bir ev kiralamıştı Mahmutpaşa civarında. Dairesinin karşısında evli bir çift yaşıyordu. Adam nakliye firmasında çalıştığı için çoğu hafta karısını evde yalnız bırakıyordu. Durgun evliliklerden biriydi. Kadın mutsuzdu ve çareyi karşısına yeni taşınan genç öğrenci Fikret'te bulmuştu. Kadının Fikret'i tavlaması uzun sürmemişti, üstelik klasik dişi taktiğiyle kendisi tavlanmış gibi hissettirmişti karşı tarafa. Aylardır süren ilişkileri genelde kadının kocası uzun iş seyahatlerine gittiğinde vuku buluyordu.

Aralarında sadece fiziksel bir ilişki olmasına karşın Betül'ün giderek Fikret'e duygusal açıdan bağlanmaya başlaması Fikret'i son zamanlarda huzursuz etmeye başlamıştı. Yedikleri son akşam yemeğinde Fikret artık bu ilişkiye devam etmek istemediğini, kocasına yakalanmaktan korktuğunu ve başka bir daireye taşınmak istediğini açık açık itiraf etti. Ancak Betül'ün Fikret'i ailesiyle tehdit edebilecek kadar işi ileri noktaya taşıyacağını tahmin edememişti. Telefonundan gizlice almış olmalıydı numaraları. Ailesi Fikret'in evli bir kadınla böyle bir ilişki yaşadığını üstelik kadının abartılı ağzından dinlerse bir daha ailesinin yüzüne bakamayabilir hatta onu evlatlıktan red dahi edebilirlerdi. 

Gece 1'i 13 geçtiği sıralarda Fikret yerinden doğruldu. Elini yüzünü buz gibi suyla yıkarken aynada gözlerinin kan içinde olduğunu gördü ama önemsemedi. Kafasını çeşmeye tutmuştu, buz gibi akan su ona bir anlığına da olsa huzur vermek yerine bunun bir rüya olmadığını keskin bir şekilde ispat ettiği için sadece keskin bir vicdan azabı verdi. Hâlâ inanamıyordu.

Betül telefonu eline alıp sahiden Fikret'in ailesini aramaya niyetlendiğinde şu ana kadar gerek arkadaş gerekse aile çevresinde daima sakin olmakla bilinen Fikret sinirden kendinden geçmiş ve belki aldığı alkolün de etkisiyle Betül'ün telefonunu elinden almaya çalışırken bir anlık şiddetli sert ters hareketi ve Betül'ün dengeyi kaybetmesi sonucunda onun boynunu kırmıştı. Bu sadece belli belirsiz bir çıt sesinden ibaretti, kansızdı, sessizdi ama hayatının işleyişini mahvedecek dozda zehirliydi.

Bir insan öldürdüm! Bittim ben...  Geleceğim yok artık. Bittim ben. Allah kahretsin allah kahretsin allah kahretsin! Keşke yapmasaydım. Keşke evden hiç çıkmasaydım. Keşke hiç doğmasaydım! Ailemin yüzüne nasıl bakacağım... Hayatım karardı. Hapishaneye çürüyeceğim. Hapse mi gireceğim şimdi?

Derin nefes aldı. Cesedin üstünü örttü. Saat 01.19. Montunu giyip evden çıktı. Temiz hava alıp düşünmesi gerekiyordu. Galata köprüsüne doğru yürüyedururken aklından binbir düşünce gelip geçiyordu.

Bir yolunu bulmalı bir yolunu... Ne yapmalıyım? Zengin olmak vardı.  Mutlaka işin içinden sıyrılırdım... Ne yapsam...  Cesedi parçalara bölmeliyim. Parça parça İstanbul'un değişik yerlerine gömerim. Keşke kodumun apartmanı yerine ıssız bir yerde olsaydık anasını satayım! Cesedi nereye kesiyorum hem? Ömrümde patates bile kesmişliğim var mı? Kimden yardım alsam kimden... Kimse de yok ki bana yardım edecek. Zaten kimsem yok ki. Zengin olsaydım belki parayla bulurdum birilerini.  Cebimde beş kuruş bile yok ki! Kemiklerini nasıl keseceğim... Hem de apartman dairesinde.  Testere iş görür mü ki acaba?  10 parçaya bölsem, yine işin içinden çıkamam. Bavul şüpheye yol açar.

Yolun kenarındaki çöp kokusu kendisine karşı iğrenti uyandırmıştı.

Ne pis düşünceler bunlar! Neler düşünüyorum ben... Keşke ölmeseydi! Anasını satayım böyle şansın. Hava da durgun. Böyle havaları severim. Acaba kim şampiyon olacak? Keşke kimya okusaydım. Asitle filan yok ederdim bir şekilde... Asitle..

Ne var ki şu an aklından geçen her korkunç düşüncenin imkansızlığını biliyordu. Düşüncelerin korkunç olmasından çok imkansız olmasına üzülmesi, kendisinin de fark ettiği rahatsız edici bir durumdu. İnsanlıktan çıktığını düşünüyordu artık.
Saatler boyunca aylak aylak yürüdü kuru İstanbul gecesinde. Dinlenmek için bir banka oturduğu sırada sabah ezanı okunmaya başlamıştı. Sigara yakmak için cebini yokladığında bozuk para ve anahtar hariç hiçbir şeye rastlanmadı. Sigara kullanmıyordu çünkü, şimdi ise içgüdüsel bir istek duyuyordu ona. Telefonu evde bıraktığını da yeni fark ediyordu. Kötü olmuştu bu. Kanıt olarak kullanabilirdi. Kanıt... Ailesinin telefon numaralarını silmeyi unutmuştu kadının cep telefonundan. Düşündüğü şeye güldü Fikret, ortada dünya kadar parmak izi ve her yerde kameralar dururken sanki numaraları silmek sorunu çözecekti. Allahın belası kameralar! Cesedi yok etsem bile onlardan kaçmam mümkün değil. Keşke 500 sene önce yaşasaydım. Dikkatli olduğun sürece yakalamalarının yolu yoktu. Ne kamera ne parmak izi...

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ayakları onu eve doğru yönlendirmişti. Hala uyanamadığı bir kabusun içinde olmayı umut ediyordu. Kabus ilk defa onu sevindirecekti. Hatta kendini tamamen dine verecekti eğer kabus çıkarsa her şey. Rüzgar hafifçe yüzünü okşuyor ve bir kedi arabanın altına hızlıca kaçıyordu. Kabus bitmiyordu. Belki de hayatın kendisiydi kabus. Bitirmek için ne yapmak gerekir diye düşündü o kabusu. Sokağının köşesine yaklaştığı sırada polis siren sesleri kulağını tırmaladı ve aynı zamanda kalbini titretti. Yeniden midesi bulanmıştı, çok güçlü bir bulantıydı bu. Tüm şiddetiyle hissediyordu bulantıyı, daha önce yaşamında böyle güçlü bir bulantı hissetmemişti. Kaçınılmaz olarak kusmaya başladı çöplerle dolu köşeye. Betül'ün kendisi için yaptığı fırında makarnalar ve salatalar şu an sulanmış gözünün önündeydi. Kendisine karşı duyduğu iğrenti hayata duyduğu iğrenti olmuştu.

Uzak bir köşeden apartmanını gözlemeye başladı. Sabahın 6'sı olmasına rağmen bir hayli kalabalık söz konusuydu. Cesedi bu kadar erken bulmuş olmalarına hayret ediyordu. Ceset torbası ve içindeki çürümekte olan beden tüm soğukluğuyla araca taşınıyordu. O sırada kadının kocası gözüktü. Yüzü ceset gibi bembeyazdı, bir gecede on yaş yaşlanmış gibiydi. Şimdi anlaşılmıştı mesele. Beklenenden erken geleceği tutmuştu bugün, karısı onu bir hafta sonra bekliyordu. Belki de sürpriz yapmak istemişti karısına. Adamın yaşadığı şoku gözünün önüne getiriyordu katil. Ne korkunç bir sürpriz. Fakat ya hiç tartışma çıkmamış olsaydı? Onu öldürmeyecekti elbette, ancak bu sefer de kendi canından olacaktı belki de. Yemeğin ardından geçecekleri yer belliydi. Karısını ve aşığını yatakta basan koca ufak çaplı bir katliam yapacaktı büyük ihtimalle. Ondan beklenirdi çünkü, sabıkalı bir tipti.

O ceset torbasında ben olacaktım eğer öldürmeseydim. Adamın hayatını kurtardım, hapiste çürümeyecek işte. Kimi kandırıyorum ki? Vicdanımın tatmin olduğu da yok. Yalan çünkü. Olan oldu, biten bitti. Allahın belası bir kabus da değilmiş! Niye be niye... Daha yaşamayamadığım onca şey dururken...Daha gençliğimin en başındayken niye? Niye mi? Günahının bedeli bu da ondan. Hiçbir şey olmaz sanıyordum, kocası da onu aldatıyor kadının söylediğine göre. Ufak bir günahtı en fazla... Bırak bu kaderci ayaklarını, her şey senin suçun. Sinirine hakim olsaydın her şey bambaşka olurdu. Alttan alacaktın onu, tamam diyecektin... Artık gidecek yerim de yok. Hapis! Bitti hayatım. Allah kahretsin bitti hayatım.

Kusmak ona bir nebze iyi gelmişti. Şimdi de tüm şiddetiyle ağlamak istiyordu. Hava ılık olmasına rağmen tir tir titriyordu, üşüyordu. Kendini iliklerine kadar yalnız, ay kadar yalnız hissetti. Hapis... Çok yakında yakalayacaklardı onu kaçınılmaz bir şekilde. Belki günün sonunda kodeste olacaktı. Artık yeni evi koğuş, arkadaşları suçlular olacaktı. Tıpkı kendisi gibi. Bittim ben. En az 30 yıl! Ne otuzu kırkı, müebbet! Müebbet verecekler tabi... Kasıtlı insan öldürmeden girecek ilişkinin etiksizliğinden çıkacaklar, indirim filan olmayacak. Bir daha ne özgürce yürüyebileceğim böyle ne de hayatı yaşayabileceğim. Tek bir hatam! Tek bir anlık sinir... Gerçi bilerek öldürmedim. İlla ki anlaşılır zaten. Müebbet filan vermezler. Yine de 25-30 yıldan önce bana gün yüzü yok. O da en az! Gençliğim içeride çürüyecek, peki ya sonra? 50'li yaşlarda ne yapacağım dışarıda? İşim yok, ailem yok, kalacak bir yerim yok... Hiçbir zaman ailem olmayacak, karım ya da çocuklarım olmayacak... Hiç o sıcak aile ortamında bulunamayacağım artık. Sinemaya bile gidemeyeceğim. Ne yapmalı... Ne yapmalı... Ne yapmalı...

Öğleye bir iki saat vardı  ve o hala yürüyordu yorulmaksızın. Belki de bacakları bir daha asla böyle hareket edemeyeceklerini hissetmiş ve acısını son kez de olsa çıkartırcasına çalışıyorlardı. Ayakları onu Beyoğlu'nun ara sokaklarına götürmüştü. Önündeki sokağa girdiğinde birden başını göğe kadar kaldırmak zorunda kaldı. Kulenin devasa büyüklüğüne ve asaletine her zaman hayret etmişti. Şimdi tüm dostluğuyla onun karşısında duruyordu. Yavaşça Galata Kulesine doğru ilerlerken birden güçlü bir aydınlanma ya da ferahlama yaşadığını hissetti. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Tüm bu lanet kabusu nasıl bitireceği aklına gelmiş gibiydi. Usulca kulenin kapısının içinden girdi, saatten dolayı pek kimse yoktu sırada. Gişeden bileti aldı ve asansör görevlisiyle birlikte asansöre binerek en üst kata çıktı. Asansörden indiğinde birkaç kat daha yukarı çıkmak zorunda kaldı balkona ulaşmak için. Nihayet Galata kulesinin balkonuna çıkmıştı. İstanbul tüm asaletiyle tüm güzelliğiyle tüm pisliğiyle karşısında duruyordu. Yüksekte olmanın verdiği huzuru iliklerinde hissetti. Gözünü kapatarak belki dakikalarca derin derin nefes alıp verdi hiçbir şey düşünmeden. Gözleri kız kulesine dalmışken  iç sesiyle bir karar aşaması münakaşası yaşıyordu.

Hapis... Artık kabullenmem gerek, bu oyunun sonuna geldik. Bu yaşam tek canlık bir bilgisayar oyunu. Aptallık etmeseydim bu oyunun tadını daha çıkarabilirdim belki ama olmuşa ve ölmüşe çare yok. İçeriye giremem. Yaşamak tüm güzelliğiyle aklımı çelse de artık sadece nefes alan bir ölü olurum. Peki nedir kurtuluş yolu? Kaçmak mı? Nereye ve ne zamana kadar? Teknoloji gelişti artık, parmak izim bile kimliğimden yola çıkarak onların kaydı altında. Hayır... Bu işkenceye, bu kabusa daha fazla devam etmenin lüzumu yok. Bu kabusu bitirmenin, kabustan çıkmanın tek bir yolu var. O da... Hayatıma son vermek.

Hayatında ilk defa bu kadar netti ölüm konusunda. Daha önceleri aklından şöyle bir geçmiş olsa da asla düşünmüyordu ölmeyi esasında. Daha yaşanmamış onca şey dururken erkenden ölmek hayal kırıklığı yaratırdı onda. Fakat şimdi, bütün o çoşkulu yaşama isteği sönmüştü. Daima geceleri gelirdi böyle kötümser düşünceler, oysa şimdi öğlen olmak üzereydi ve göğe yakın, açık bir alandaydı. Buna rağmen soğukkanlı bir duygu akımına kapılmaktan kendini alıkoyamamıştı.

Yaşama son vermek tek çıkar yol. Başka seçeneğim yok. Hayat bir daha asla güzel olmayacak benim için. Hapiste duvara bakarak ömrüm çürürken daima pişmanlık içinde uyanacağım ve uyandığım her güne lanet eder olacağım. İnsanlığım yok olacak. Bir insan öldürmüş olmaya değil hapiste çürüyecek bir suç işlemiş olmama pişman olacağım. Gerçi şimdi de öyle değil mi? Yine de... Keşke ölmeseydi. Tamam. Derin derin nefes al ve sakin ol. Nedir hayat? Bir mola. Öldükten sonra ne olacak? Hiçbir şey. Hiçbir şey! 90 yıl zevk içinde yaşayıp ölsem de, bugün böyle ölsem de hiçbir farkı olmayacak ölümden sonra. Belki yaşamak için bir sebebim olsaydı yine de ölümün kendisini bekleyelim derdim, elbette. Ama şimdi? Ne diye daha fazla işkence edeyim ki kendime? Suçluysam da suçumu kendi canımla ödeyeceğim, kimsenin beni yargılamaya hakkı yok arkamdan. Yaşama devam etmenin anlamı yok. Hiçbir anlamı yok. Bilinç denen bu işkence aletine teslim olmak sadece acıyı uzatır. Bu durumda yaşamak en büyük kötülüktür benim için çünkü sadece işkenceyi uzatmaktan başka bir işe yaramaz. Elin kangrense elini kesersin, bacağın kangrense bacağın gider. Yaşamın kangren haline gelmişse, yapacak tek bir şey vardır.

Peki ama nasıl? Acısız olsa keşke... Buradan atlarsam çok fena acı çekerim yere çakıdığımda. Boğaz köprüsünden atlasam... O da beton etkisi yapar, aynı şeye gelir. Metronun önüne atlasam? Boş yere seferler aksar benim yüzümden. Hem o da acılı bir yol şüphesiz. Bilekleri kesmek mantıklı geliyor. Ama ortam müsait değil. Buradan indiğim anda köşede yakalayabilirler beni, zaten son aylarda kimlik kontrolleri fazlasıyla arttı. Hiç affetmezler. Hoş, içeride de bir şekilde halledebilirim kendimi ama ne gerek var işkenceyi uzatmaya? Kendimi asmak için de ortam müsait değil. Görülüyor ki tek bir yol var. Hiç değilse ölümümün manzarası güzel olur. Hiç değilse birkaç saniyeliğine de olsa hissederim boşlukta süzülmeyi.

Çevresine bakındı. Birkaç turist vardı fakat kendisinden uzakta, diğer köşelerden gözüken manzaraları fotoğraflamakla meşgullerdi. Samimi bir şekilde gıpta etti onlara. Onlarınki gibi olabilirdi hayatı, huzurlu ve mutlu. Ama artık bunları tekrar tekrar düşünmenin anlamı kalmamıştı. Galata kulesinin balkonunda aşağıya düşmeyi (ya da atlamayı) engellemek için bir takım duvarlarla kaplı korkuluklar vardı fakat istenildiği takdirde onları aşmak çok da zor değildi. Öyle de oldu, hiç düşünmeden balkon korkuluğun diğer tarafına soğukkanlı bir aceleyle atladı ve eliyle korkuluğa sıkı sıkı tutundu. Artık kendisiyle boşluk arasında engel olacak herhangi bir duvar bulunmuyordu.

Birden midesine kadar üşüme ve titreme hissetti. Kollarına yayıldı o üşüme hissi ve tir tir titremeye başladı. Ölümün soğukluğunu ilk defa bu kadar çıplak bir biçimde hissediyordu. Kadın çığlıyla kendine geldi. Kendisini fark etmişlerdi. Bacakları hala titriyordu. Derin derin nefes aldı. Balkonda bulunan ziyaretçiler korkuyla ve endişeyle kendisine bakıyorlardı. Vazgeçmesi yönünde bir takım sözler sarf etmelerine karşın korkuluğun diğer tarafına pek de anlamlı gelmiyordu o sözler. Güvenlik görevlileri polisi ve itfaiyeyi aradı. İşini çabuk tutması gerektiğini anlamıştı. İtfaiyenin açacağı o şeye atlamak istemiyordu. İstiyor muydu yoksa? Yaşamak... Tek bir göz odada, hatta bir köpek kulübesinde bile olsa yaşamak... Tatlı gelmeye başlamıştı ona. Güzel şeydi yaşamak.. Fakat sonra bunun yaşama içgüdüsünün zihnine ilettiği bir tür kandırmaca olduğunun farkına vardı. Durumu ortadaydı ve yaşamak kesinlikle bu saatten sonra çekilecek bir dert değildi. Bir kabus nedir? İnsana acı veren ve bir an önce bitmesini isteten kısa süreli bir işkence. Peki ya o işkence hiç bitmeseydi? O rüya daima sürseydi? Doğduğu günden ölene kadar daima bilinci bir takım araçlar yoluyla kabusa bağlanan ve bütün ömrü boyunca aralıksız kabus gören bir insan belli bir süreden sonra o kabusu kanıksayacak ve artık onun için kabus sıradan ve hatta çekici bir şey haline gelecekti. Acıdan zevk alıyordu bütün insanlık. Şartlar böyle olmasını gerektirmişti. Ama artık yapacak bir şey yoktu. Aklından geçen bu son belli belirsiz düşünceler kendisini bir nebze rahatlattı. Artık kararından emindi.

Güvenlik görevlerinin atlamaması yönündeki ricalarını duyuyor gibi oluyordu ama o an aklı binbir yerdeydi. Nihayet kesin olarak karar verdi! Atlayacak ve hem hapisten hem içsel işkenceden kurtulacaktı.

100'den geriye tane tane sayacağım ve 0 dediğim anda kendimi sırt üstü boşluğa bırakacağım. 100. 99... Üşümeye başladım yine. 98. Yaşlılığı göremeden gideceğim ama olsun. 96. Hiç olmazsa ölümüm kendi ellerimde olacak. 93. Acaba öldükten sonra gerçekten hiçlik mi olacak? 87. Yoksa işkence daha şiddetli bir şekilde devam mı edecek? 79. Öyleyse vay halime. Ama bunları düşünme artık. 66. Olan oldu biten bitti. Ömrüm böyle geçip gitti işte. 45. Çocukluğum, annem, babam, kardeşim... Hepsi gözümün önünden geçiyor. 11. Okul yıllarım, ilk gençliğim, ilk aşkım, ilk öpüşme... Hepsi birer hayalet anı olarak mı kalacak ben öldükten sonra? 10. Acaba şampiyon kim olacak, keşke onu öğrendikten sonra ölseydim. 9. Gitmeden önce niye güzel bir şeyler yemedim? Niye şimdi aklıma geldi bu? 8. Keşke bu kadar acele etmeseydim, lahmacun yedikten sonra yapsaydım bu işi. 7. Artık geri dönüşü yok, buradan kurtulsam polis karakolundan direkt cinayet suçum ortaya çıkar zaten. 6. Keşke ailemle konuşsaydım hiç değilse! Telefonu evde unutmasaydım keşke. Son kez sesini duysaydım annemin. 5. Belki de böylesi daha iyi, hepimiz için daha iyi. 4. İlk başlarda çok acı çekecekler, benim yüzümden başları öne eğilecek. Umarım affederler beni. Annem affeder zaten. 3. Keşke onları üzmeseydim böyle. Ne hayallerle göndermişlerdi beni İstanbul'a. 2. İstanbul çikolata selpak yağmur merdiven tramvay. 1. Affet beni Anne!

Bu son cümlesini dışından söylemişti. Güvenlik görevlileri bu kısa sürede diğer ziyaretçileri balkondan çıkarmış ve intihar etmemesi için genç adama telkinde bulunmaya çalışmışlardı. İtfaiyenin henüz gelmemişti ne yazık ki.

Sıfır.. Ve süre dolmuştu. Gözünü kapattı. Derin derin nefes aldı, verdi, aldı, verdi, aldı ve kendini boşluğa bıraktı. Galata kulesinden özgürlüğe uçan ikinci Hazerfan gibiydi. Ama sadece dikey bir uçuştu bu. Boşlukta süzülmek o kadar muhteşem bir duyguydu ki birkaç saniye sonra ölecek olması bile aklına gelmiyordu. Gerçek özgürlüğe giden yolda uçuyordu ve bu kesinlikle hari...

Yeri çakılması beklediğinden daha hızlı sürmüş ve oldukça sert olmuştu. Kolları, bacakları, iç organı paramparça olmuştu. Sinirleri de zedelendiği için acıyı sadece birkaç saniye hissetmiş, ardından ağır ağır çöken uyku gibi uyuşmuştu. Şans eseri kafa üstü düşmediği için kafası paramparça olmamıştı fakat betona o yükseklikten çarpmanın etkisiyle birkaç dakika daha hayatta kalma fırsatı da bulamamıştı. Sadece birkaç on saniye. Ağzından son bir kan kusmuğu geldi. Düşünme yetisi dahi ölmüştü. Ömrü bir film şeridi gibi gözünün önünden geçmedi. Parmağı hafif kımıldadı ve patlamış ciğerlerini zorlayan refleksi son bir kez nefes almaya çalıştı, alamadı. Televizyon aniden kapandı. Nihayet kabus sona erdi, o tam şu anda ölmüştü. Yaşam hakkı böyle bir sonla son bulmuştu.

Beyazlık. Bembeyaz. Her şey bembeyaz. Bu ses de ne? Beynimden mi geliyor acaba? Bu ışıklar? Milyonlarca farklı renk birleşmiş gibi. Renkler dans ederek bu beyazlık içinde beni kendilerine çekiyor. Giderek bulanıklaşıyorlar. Bunlar... Şimdi her şeyi anlıyorum.

Ölümden sonra beynin kendini tamamen kapatmasını izlemek zorunda kaldı. Korkunç değil, beklediğinden çok daha huzurlu bir kapanıştı o son deneyim. Fizik kanunlarının dışında bir histi bu, kelimelere dökülmesi imkansız bir mutluluk. Işıkların dansı tıpkı evrenin kendisi gibiydi. Evrenle bir bütün hissediyordu o ansız anda. Yıldız tozu gibi. Nihayet o son belli belirsiz görüntüler ve ışık cümbüsü de son bulmuştu. Artık hiçbir şey yoktu hiçlik haricinde. Düşünmüyordu, hissetmiyordu. Belki ölümünden 1 milyon yıl geçmişti dünya zamanıyla. Ancak onun için zaman kavramı da yok olduğundan dolayı, hiçbir önemi yoktu. O, hiçliğin kendisine, mutlu eden sessizliğine bürünmüştü. Belli belirsiz bir farkındalık, asıl evrenin ve Tanrının hiçlik olduğunu fısıldamıştı ona.

Hapisten kaçmayı başarmıştı ve gittiği yerden memnundu.