JustPaste.it

d57b50bc7208c0002d491926004d3621.png

ATO Başkanı Bulut: Cezaevleri bağımsız sağlık heyetlerine açılmalı

20/04/2019

 

  

 

 

Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı Dr. Vedat Bulut, açlık grevini sürdüren tutsakların sağlığının geldiği kritik aşama, tıp etiği ilkeleri ve mahpus haklarına dair kurallar doğrultusunda cezaevleri kapılarının bir an önce bağımsız sağlık heyetlerine açılması gerektiğini söyledi.

Ankara Tabip Odası (ATO), 7 bin civarında tutsağın sürdürdüğü açlık grevi eylemine ilişkin basın toplantısı düzenledi.

“Açlık grevlerinde ölümler olmasın, insanca yaşamı savunuyoruz” şiarıyla Oda binasında yapılan toplantıya, Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konsey Üyesi Selma Güngör, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) Başkanı Şebnem Korur Fincancı da katıldı.

Toplantıda konuşan ATO Başkanı Dr. Vedat Bulut, sağlık emekçilerinin, hekimliğin temel yaşatma felsefesine aykırı olsa da açlık grevi eyleminin isteklerini yetkili kişi ya da makamlara duyurmak ya da belirli bir meseleye dikkat çekmek amacıyla başka bir yol bulunamadığı zaman başvurulan bir eylem biçimi olduğunu belirtti.

Ancak sürecin muhataplarından sonra en çok içinde olan sağlık emekçilerinin, açlık grevcilerinin asıl amacının ölmeden toplumsal duyarlılık yaratmak olduğunu unutmaması gerektiğini söyleyen Dr. Bulut, Ankara Tabip Odası olarak daha önce de hekimlerin açlık grevlerinde Tokyo ve Malta Bildirgeleri’nden kaynaklanan yaklaşım ve sorumluluklarını kamuoyu ve basınla birçok kez paylaştıklarını hatırlattı.

‘Nazım Hikmet ile bu eylem tarzıyla tanıştık’
Bulut, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak Nazım Hikmet’in 8 Nisan 1950’de açlık grevine girmesiyle tanışılan bu eylemlilik tarzına dair şu bilgileri verdi: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idam edilmelerinden hemen önce, Nisan 1972’de Mamak Askeri Cezaevi’nde tutsakların 12 günlük açlık greviyle; toplu açlık grevleri olarak karşımıza çıktı.

12 Eylül askeri darbesi ve diktatörlüğü koşullarında da bu tür açlık grevleri cezaevlerinde yaşanmıştır. 11 Nisan 1984 tarihinde 400 mahkumun başlattığı ve 45 Gün sonrasında ölüm orucuna dönüştürdüğü eylem, Türkiye tarihinde katılanların sayısı açısından bir ilk olmuştur ve 4 kişinin yaşamına mal olmuştur.”

96’dan bu yana açlık grevleri ve ölüm oruçları
Yine 1996 yılında, “Mayıs Genelgesi” olarak da bilinen cezaevleri ile ilgili genelgeyi protesto etmek için 43 cezaevinde 2 bin 347 kişinin açlık grevine, 355’inin ise ölüm orucuna başladığını hatırlatan Bulut, “Bir sonraki kitlesel açlık grevi, 20 Ekim 2000’de birçok cezaevinde aynı anda başladı.

F tipi cezaevlerinin kapatılması, Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması gibi taleplerle 816 mahkumun başlattığı açlık grevi, yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna dönüştü ve Hayata Dönüş Operasyonu adı altında cezaevlerine operasyonlar düzenlendi. Bu operasyonlar sırasında 30 mahkum ve 2 jandarma hayatını kaybetti. 1996 ve 2000’li yıllarda açlık grevleri nedeniyle pek çok mahkûm özellikle Wernicke Korsakoff sendromu olmak üzere açlığa bağlı birçok hastalıkla yaşamına devam etti” diye belirtti.

‘Talep Türkiye’nin kendi hukukuna uyması’
Dr. Bulut, tüm bu açlık grevlerinde TTB ve ATO’nun kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü bilinciyle görevini yaptığını ve insanların yaşam haklarının, sağlıklarının korunması için yetkililerle ve tutuklularla görüşmeler yaptıktan sonra muayane ettiklerini ifade etti.

Bugün ise, “Yaklaşık 5 ay önce cezaevlerinde başlayan açlık grevleri hızla yayılarak süresiz-dönüşümsüz kitlesel açlık grevine dönüşmüştür” diyen Bulut, sözlerine şöyle devam etti: “Talepleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi ve uluslararası hukuka uymasıdır. Taleplerinin karşılanmaması üzerine açlık grevi yapan mahpus sayısı giderek artmaktadır. Gelinen noktada ise tüm ülke çapında farklı cezaevlerinde, 5 bini aşkın tutuklu ve hükümlü süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi yapmaktadır. Diğer yandan bu ana kadar 8 mahpus yaşamını sonlandırmış bulunmaktadır.”

‘Başvurularımız çarpıtılıp reddedildi’
Bu dönemdeki açlık grevinin önceki açlık grevlerinden farkı olduğunun altını çizen Bulut, bu dönemki açlık grevlerinde TTB ve ATO’nun özellikle de İnsan Hakları Komisyonu’nun 1996-2000 yıllarındaki açlık grevlerinden getirdikleri tecrübe ve hekimlik becerisinden yararlanılmadığını ifade etti.

Ankara Tabip Odası Başkanı, bu duruma dair “Çok sayıda başvurumuza rağmen, meslek örgütümüzün talepleri cezaevlerinde özel muayene isteği gibi algılanmaya çalışılmakta, taleplerimiz çarpıtılmakta ve ret yanıtları verilmektedir. Açlık grevini sürdüren mahpusların sağlığının geldiği kritik aşama, tıp etiği ilkeleri ve mahpus haklarına dair kurallar cezaevlerinin bir an önce kapılarını bağımsız sağlık heyetlerine açması gerektiğini göstermektedir.

Çünkü cezaevlerindeki mevcut sağlık birimleri ne sağlık personeli sayısı ve tecrübesi açısından ne de cezaevi revirlerinin olanakları açısından açlık grevindeki binlerce mahpusu takip etme kapasitesine sahip bulunmamaktadır” ifadelerini kullandı.

Adalet Bakanlığı ve diğer yetkililere seslendi
Bu sözlerinin devamında “Buradan tekrar ifade ediyoruz ki: Malta ve Tokyo Bildirgeleri ve de mezuniyet yeminine sadakat içinde olan hekimlerimiz, bila bedel olarak, en kutsal insanlık hakkı olan yaşam hakkının korunması hususunda, devletimize destek arayışını ve taleplerini sürdürmektedir” diyen Bulut, bu konuda gerekli belge ve bilgilerin cezaevlerine ve buralarda çalışan hekimlere iletildiğini paylaştı.

Yaşam süresini uzatmak ve kalıcı nörolojik hasarlardan korunmak için açlık grevcilerinin günde kişiden kişiye değişmekle beraber asgari 1 lt su, 5 çorba kaşığı şeker, 2 çay kaşığı tuz ve B1 vitamini almayı önerdiklerini belirten Bulut, açlık grevcilerinin politik ve yaşamsal taleplerinden bağımsız olarak tüm mahkumları da içeren bir şekilde vatandaşların yaşam haklarını ve sağlıklarının korunmasını önemsediklerini kaysetti.

‘Ölüm sessizliği değil yaşam kazansın’
Yetkililerle birlikte Adalet Bakanlığı ve cezaevi yönetimlerini Türk Tabipleri Birliği ve Ankara Tabip Odası ile işbirliğine davet eden Bulut, sözlerini söyle noktaladı:

“Bu kitlesel yaşamsal sağlık sorununun aşılmasında tecrübelerimizi aktarmak istiyoruz. Bu tarihi ve bilimsel hekimlik sorumluluğumuzdur. Aksi tutumlar ülkemizi bir çağdaş ülke olmak konumundan çıkarmakta, Türkiye’nin onurunu uluslararası arenada zedelemektedir.Yarın çok geç olabilir.

Önüne geçilebilir nedenlerle insanların kalıcı olarak zarar görmemesi, geçmiş dönemlerde olduğu gibi benzer süreçlerde ortaya çıkan can kayıplarının bir daha yaşanmaması için başta yetkili kişiler olmak üzere herkes bir kez daha ve acilen duyarlı ve sorumlu davranmalıdır.

Türkiye bu trajediyi ve insanlarının ölümünü hak etmiyor. Yaşatmak için yaşayan bir mesleğin mensupları olarak umarız ki ölüm değil, yaşam kazansın.”

Güngör: Hukukun üstünlüğüne davet ediyoruz’
TTB MK üyesi Selma Güngör de yaptığı konuşmasında bağımsız heyetler olarak muayene yapma yönündeki taleplerin açık bir şekilde reddedildiğini ifade etti.

Güngör, “Açlık grevlerinin sonlandırılması aşamasında yaratılacak güven ortamının çok önemli olduğunu aktardık. Aldığımız bilgiye göre; 100’ün üzerinde açlık grevi eylemcisine ilişkin özellikle sindirim sistemi kanaması, görme bozuklukları, ışığa sese ve kokuya duyarlılık gibi gerek nörolojik gerekse de sindirim sistemine bağlı yakınmalar iletilmeye başlandı.

Ortaya çıkan doku harabiyeti bu durumda hızla ilerleyecektir.

Bu nedenle siyasal iktidarı ve sorumluları bir an önce açlık grevindekilerle görüşmeler yaparak, taleplerini görüşmeye çağırıyoruz. Türkiye hukuk mevzuatında var olan hukukun uygulanması ile çözülebilecek bir durum. Bir ayrımcılık yapmadan hukuku ve ceza infaz yasalarını herkese ayrımsız olarak uygulamaya davet ediyoruz bir an önce” dedi.

Fincancı: En fazla kişinin katıldığı açlık grevi
THİV Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise, Leyla Güven’in açlık grevinin 6’ıncı ayına girdiğine dikkat çekerek, zor bir zamandan geçildiğini belirtti.

Bu durumun cezaevleri için daha da zor olduğunu vurgulayan Fincancı, şunları söyledi: “Cezaevi koşulları bu süreci daha da zorlaştırıyor. Türkiye’de en fazla kişinin katıldığı açlık grevini yaşıyoruz. Bu sürede cezaevinde görevlendirilmiş olan meslektaşlarımızda zor durumdalar.

Hekimlerin bu kadar çok kişi ile tek tek ilgilenme durumları olmuyor. Düzenli olarak bulundukları yerde kontrollerinin yapılması gerekirken bunların yapılamadığını, bazı cezaevlerinde hekimlerin açlık grevindekilerin revire gelmesini beklediklerini görüyoruz. Bunların her biri o insanların yaşamlarını daha fazla riske sokuyor.”

‘Herkes ses çıkarmalı’
Bu nedenlerden dolayı bir an önce açlık grevi yapanların taleplerine kulak verilmesi gerektiğini söyleyen Fincancı, 2012 yılı açlık grevinden beri yetkililerin hekimlerin açlık grevindekileri bağımsız olarak izlemelerine engel olduğunu kaydetti.

Fincancı, “Süre uzadıkça yaşamlar risklerin ortaya çıktığını görmek gerekir. Bağışıklık sistemi zayıflamış olan ve enfeksiyon kapabileceği cezaevinde insanların yaşamları risk taşıyor. Türkiye’de yaşayan bütün insanlar olarak bizler buna ses çıkarmalı ve siyasi iradenin bu konuda etkili bir adım atmasını talep etmeliyiz.

Bunun acısını bütün Türkiye olarak sırtımızda taşıyacağız. Biz bugün hala 2000 yılındaki ‘Hayata Dönüş’ adı altındaki katliamın acısını sırtımızda taşıyoruz. Bir an önce taleplere kulak verilsin. Ölümden değil, yaşamdan söz edelim” diye konuştu.

ATO Genel Sekreteri Ali Karakoç da, daha önceki açlık grevlerinde siyasiler, sanatçılar ve entelektüellerin sorumluluk alıp, arabuluculuk yaptığını, bu dönem ise ciddi bir sessizlik yaşandığı eleştirisinde bulundu.
Karakoç, “Sadece meslek emek örgütleri değil, hemen herkesin inisiyatif alarak bu sorunun daha da ağırlaşmadan sonlanması için üstüne düşen rolü oynaması gerekiyor. Taleplerin görmemezlikten gelmemesi gerekiyor” dedi.