JustPaste.it

sdfghgfdsasdfghjhgfdssdfghjkjhgfd_small.jpg

 

* * *

BİR İLİM TALEBESİNİN ARZUHALİ

* * *

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Allah'a yarattıklarının adedince hamd ederim. Salat ve selam O'nun son Nebi ve Resulü'ne, pak ailesine, övülmüş ashabına ve kıyamete değin aziz İslam yolunun takipçilerinin üzerine olsun.

Allah kime hidayet ederse onu hiç kimse sapıttıramaz, kimi de sapıttırırsa ona hiç kimse hidayet veremez.

Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şeriksiz olarak birdir. Ve yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür.

Bundan sonra; muhakkak ki sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamı, yolların en hayırlısı da Muhammed'in yoludur. Amellerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid’at, her bid’at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.

(Ali İmran-103)

Türkiye! Kalplerin katılaşması için şeytanın sebeplerin önünü açtığı, şirkin ibadet sayıldığı, putperestliğin övüldüğü, haça tapanların dost edildiği, şirk ehlinin aziz, iman ehlinin ise zelil olduğu ülke.

Türkiye! Din ve devlet işlerinin laiklik adı altında birbirinden ayrıldığı ancak din ve diyanet işlerinin yine devlet eliyle despotça yürütüldüğü ülke.

Ve...

Türkiye müslümanları! Sayıca az. Ne yazık ki nitelik olarakta öyle.

Türkiyeli müslümanların vasıfları üzerine çok şey yazmak isterdim ancak maalesef bunu yapmam için ortada vasıflı müslüman zümresi bulunmuyor.

Zira, Türkiye'deki selefilik anlayışı henüz, amiyane bir tabirle "cilalı taş devrini" yaşıyor. Bağrından nice alimlerin çıktığı, cihad sancağının dalgalandığı ve hayırlı amellerin yağmur gibi yağdığı bereketli Şam toprakları gibi bir "altın çağa" ulaşmasına bu gidişle daha çok uzun yıllar var.

Bilindiği üzere Türkiye'de selefi muvahhid çevrede "ne yapmalıyız?" sorusuna verilen cevap hep aynıdır: davet! Davet yapan kişiler cemaatleşir ve bir devinim sağlanamadığı içinde zamanla dağılma sürecine girilir. Bu böylece devam eder durur.

Bu paradoks yüzündendir ki 2000li yıllarla beraber selefilik akımının giriş yaptığı Türkiye'de hiçbir cemaat veya selefi hareket 'uzun ömürlü' olmadı. Bırakın uzun ömürlülüğü, nerede 50 kişi oldularsa mutlaka bölündüler, azaldılar ve hatta dağıldılar. Tarafların bahanesi genelde zaten baştan hazırdır: Sayımızın azalması Milleti İbrahim'in bir sünnetidir.

Milleti İbrahim'in alametlerinden ilki ve olmazsa olmazı "cihadı" yapmadan, kendilerini onlara nispet etmenin ironisi bir kenara, 50 kişiyken bölünen cemaat bir süre sonra kendi bölünmüşlükleri içinde de bölünmeler yaşıyor ve sayı 3-5 kişilik gruplara kadar düşüyor.

Peki davetteki bu bereketsizlik neden kaynaklanıyor?

Irak'ta Saddam gibi bir diktatörün kasıp kavurduğu ve adeta selefi menhece göz açtırmadığı Irak'ta 2006'da kurulan İslam Devleti hareketi 10 senede dünyayı kasıp kavuran bir yapıya dönüştü. Ancak 15-20 yıldır Türkiye'de yayılmaya başlayan selefi-islami davet hareketi hala yerinde sayıyor. Üstelik ülkenin başında (en azından Saddam kadar) bir diktatör yok. Bir taraf cihad sancağını 10 yılda tüm dünyaya yayarken, öte taraf (cihaddan daha kolay olan) davet sancağını 15-20 yıldır birkaç adım öteye bile taşıyamadı.

Yıllardır klişeleşen "Davet, cemaatleşme, iç karşılıklıklar ve kaçınılmaz bölünme" dörtleminde devam eden Türkiye islamcılığına (veya selefiliğine) kalsaydık Allahua'lem çağlar sonra "hicret-cihad-devlet" üçlemesi aşamasına geçecektik. Ancak bizler hala 'malum dörtlemede' debelenip duruyoruz.

Ateş çukurunun kenarında, şirk bataklığının tam ortasındayken bizleri hidayete ileten Allah, parya olduğumuz ana yurdumuzda uzun yıllar zelil olmamızdan sonra bizlere İslam Devleti'ni bahşetti.

Bu öyle bir devlet ki şirk ve şirk ehli zelil, İslam ve onun ehli ise azizdi. Bu öyle bir devlet ki akideleri ayın ondördü gibi açıktı. Bu öyle bir devlet ki 10 milyondan fazla halkı olmasına rağmen oldukça güzel bir işleyişe sahipti. Okullar, hastaneler, polis ağı, askeri yapılanması hatta cezaevlerine kadar herşeyi tastamam olan bir devlet. Artık müslümanlar için aşağılanma zamanları geçmişti. Özellikle de Türkiye müslümanları için...

Sabahın beşinde evi basılan, eşi ve çocuklarının yanında kafası polislerin ayakları altında ters kelepçe vurulan ve hakaretlere maruz kalan her muvahhid bunun nasıl kötü bir duygu olduğunu bilir.

Ardından "sırf müslüman olduğun için" sana verilen hapis cezası ise bu zilletin cabası! Cezaevinde sürekli bir aşağılama, hor görülme, yıldırma, bezdirme, bazen dayak ve bazen de "itaatsiz" muvahhidlere verilen çırılçıplak soyulup süngerli bir odada aç bırakılma cezası...

Allah'ın lütfu ve keremiyle artık hepsi geride kalmıştı. Bir avuç yiğit, kanlarıyla toprağı sulamış ve öz bedenlerini feda ederek nebevi devlet binasını dikmişlerdi.

Bundan sonra yapılacak tek birşey kalmıştı: hicret.

Bu mübarek amelin getirilerini saymakla bitiremeyiz. Hicret eden bir müslüman için artık zillet geride kalmıştır. Evinin basılması ihtimali yok, ailesinin yanında küçük düşürülme ihtimali yok, polisin takibi yok, mahalle baskısı yok, çocuğunu okula göndermedi diye peşinden koşan mürted memurlar yok, mahkeme derdi yok, geçim derdi yok kısacası dinini ve dünyanı rahatça yaşayamama derdin yok! Üstelik bu kadar hayrın yanında bir o kadar da fazladan güzellikleri var.

(Hicretin ve cihadın gerekliliği konusunda Allah'ın kitabında ve Resulünün sünnetinde gerçekten çok fazla delil vardır ancak bu yazımda işin delil yönüne değinmeyeceğim.)

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ

O hâlde hepiniz Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. (Zariyat-50)

Ancak, tüm bu güzellikleri görmezden gelen, üstelik bir de muvahhidleri bundan alıkoyan bir takım fasıklar, sapıklar ve belamlar türedi.

Bunlar hakkında uzun uzadıya yazılar yazmak mümkündür. Türkiye'deki muvahhidlerin cemaatlerini ve hocalarını iyi tanırım. Hatta cehaleti mazaret gören mürted-mürcie cemaatleri ve hocalarını da öyle.

Yazımdaki ana konu bunlarla (muvahhid kesimle) alakalı.

Bildiğiniz gibi muvahhidlerin gündemindeki meşhur konuyu duymayan kalmadı. Ebu Hanzala'nın ortaya çıkan ses kaydından bahsediyorum. Ortamlarda konuşulan yegane demirbaş konu haline gelen bu ses kaydını açık söylemek gerekirse hayretler içerisinde dinledim.

Öncelikle, Ebu Hanzala'nın yıllar evvel Kandıra cezaevinde yattığı dönemde cemaatinde meydana gelen parçalanmadan tutun, 2014'te İslam Devleti'nin Hilafet ilanın ardından cemaatinde yaşanan büyük kopuşlara kadar birçok konudan yakinen haberim olduğunu belirtmek isterim. Bu tip olayların kimisinin içindeydim, kimisinin ise berisinde izleyeniyim.

Öncelikle, Ebu Hanzala'da (ve dolayısı ile cemaatinde) bugüne kadar gördüklerimi maddeler halinde belirtmek istiyorum.

* Ebu Hanzala yıllardır, tüm zorluklara rağmen davet yapar ve birçok kişinin hidayetine vesile olmuştur.

Ancak;

* Cihad sahalarını "kaos" diye isimlendirir. "Ortadoğuda kaos var" klişesinden sık sık dem vur.

* Cihad eden bütün mücahidler ona göre kabul edilmez kimselerdir. Kendisi bir konuşmasında cihada "arapların cihadı" diyerek büyük bir gafa imza atmış ve cihad karşıtlığını aleni şekilde gözler önüne sermiştir.

* Ona göre, yeryüzündeki tüm cihad eden grupların akideleri hatalıdır.

* Ona göre, bu grupların akideleri hatalı olduğu için söz konusu gruplarla beraber cihad edilmez! Ancak gel gör ki kendisinin Suriye'de bir zamanlar küçücük bir grubu vardı ve bu grup İslam Devleti ile çalışıyordu. Şimdi, burada şöyle bir paradoks ortaya çıkıyor: Ya o zaman İslam Devleti'ni akidesi sağlamdı, şimdi bozuldu! Ya da o zaman Ebu Hanzala'nın akidesi bozuktu, şimdi sağlam!

* Ona göre toplumların hepsi Asli Kafir'dir. Ehli Sünnet vel Cemaat üleması kendisini (aslını) İslam'a nispet edip küfür ameli işleyene mürted derken, Ebu Hanzala, asli kafir der çünkü ona göre tüm dünya garip bir fetret (?!) dönemi yaşadı ve herkes Yahudi-Hristiyanlar gibi asli kafir oldu.

* Ona göre cihada gitmek doğru değildir. Şayet cihada giderseniz cemaatten kovulursunuz ve (eğer o güzellikleri bırakıp) cihaddan dönerseniz de sizinle asla görüşülmez. Mescidlerine dahi adım atamazsanız. Ancak İslam Devleti'ni acımasızca eleştirir, hatta tekfir ederseniz belki geri alınabilirsiniz. Bir defasında; Ebu Hanzala'nın cemaatinden biriyle konuşmuştum. Cihaddan dönmek üzere Cerablus'a gelmişti. "Neden dönüyorsun?" dediğimde bana, "Ebu Hanzala'nın Mısır'daki medreseden bir arkadaşı burada kadıydı ve akidesinden dolayı öldürülüp Fırat nehrine atıldı" dedi. O zamanlar olayı iyice araştırdım. Konu hakkında kesin bilgi sahibi olacak mevkilere kadar çıktım ve olayın yalan olduğunu gördüm. Ancak bu şahıs, İstanbul'a geri döndüğünde bir süre uzak kalındıktan sonra cemaate geri alındı. Nedenini söylemeye sanırım gerek yok!

* Ona göre, 15 Temmuz darbe girişimini protesto etmeye gidebilirsiniz. Bu konuyu kendisine sorduğunuzda size "ayrı sancakla gidilirse olur, diğer türlü olmaz" diyerek tevil yapar. Sonuçta ayrı veya beraber, öyle ya da böyle hepsinin aynı sebebi (darbeyi) protesto etmek için gittiğini kendisi de çok iyi bilmesine rağmen fetvasında ısrar etmektedir. Darbe yapan da yapılan da kafirdir ve her iki tarafta İslam'a ve müslümanlara açıktan savaş açmış kimselerdir. Dolayısıyla demokrasinin bir kanadına cici, öbür kanadına öcü demek büyük bir hatadan ibarettir! Allah bizleri düzeltsin.

* Ebu Hanzala cemaatindeki kadınlar için, cemaatin emri (İslam'da olmamasına rağmen) kocanın emrinin önünde gelir.

* Yine Ebu Hanzala cemaatindeki kadınlar yüzlerini diğer müslüman kadınların yanında (sünnete muhalefet ederek) açmazlar.

* Ebu Hanzala cemaatinden biri, başka bir müslümanın arkasında namaz kılmaz. Kılması için öncelikle onu iyice sorguya çeker, derinlemesine tetkikte bulunur ve sonrasında kararını verir. Tabi tüm bunlar uzun sürede yapılacağından namaz için harekete geçildiğinde kılmamayı veya ortamı terk etmeyi tercih ederler.  
 
* Ebu Hanzala cemaatinde ne yazık ki tam bir "sofi mentalitesi" vardır. 'Sofilik' vardır demek iftira olur ancak mentalite hiç şüphesiz sofilerle aynıdır: Ebu Hanzala hocaları ne derse doğrudur ve Türkiye'deki her cemaat hocalarına uymalıdır! Hocalarıyla dirsek temasında olmayan cemaatler onlar için ya kafirdir ya da yok hükmündedir.

* Bir dönem sırf İslam Devleti'ne İslam Devleti dememek için konuşmalarında 'Irak İslam Şam Devleti' tabirini kullanılırdı. Ancak daha sonra ne olduysa İslam Devleti demeye başladı. Feraset sahibi bir insan, "İslam'ın Devleti" dediği bir yapılanmaya nasıl katılmaz, destek vermez veya biat etmez akıl alır gibi değil. Tabi İslam Devleti kelimesinin altında bilmediğimiz bir tevil yatmıyorsa!

* Cihadi-selefiyseniz hele ki İslam Devleti'ni destekliyorsanız onların mescidlerine gitmeniz kesinlikle yasaktır. El Nusracılar bile onların indinde İslam Devleti'nin sevenler kadar tepki görmez.

* Onlara göre zaman cihad zamanı değil, zaman davet zamanıdır. Cihada gitmek isteyen maddi ve manevi olarak engellenir.

* Ebu Hanzala, İslam Devleti ve Halife var olmasına rağmen cemaatini kendisine biat ettirir. Lecne adı altında dirsek temasında olduğu cemaatlerle toplantılar kurar ve kendilerine göre br takım kararlar alırlar. Akıl ve ilim sahibi iki müslüman ihtilaf etmez ki bu yaptıkları meşru imamın otoritesine kafa tutma fasıklığının ta kendisidir.

Bu başlıkları daha da fazla arttırabilirim ancak bir an önce, son günlerin meşhur "ses kaydı" konusuna geçmek istiyorum...

Öncelikle İslam Devleti'nde yaşayan ilim talebesi Ebu Huzeyfe kardeşin, Ebu Hanzala'ya yazdığı Reddiye yazısını çok güzel ve yerinde bulduğumu belirtmek istiyorum. Bize söyleyecek çok söz bırakmasa da birkaç konuya değinmek istiyorum.

Ebu Hanzala'yı birçok kişi gibi bende 'oldukça ahlaklı ve edepli' biri olarak bilirdim. Bu müzmin düşüncem ses kaydıyla beraber yanlış çıktı. Kayıtta kendi cemaatindekilere karşı "ağır abi" gibi konuşan, "ula ve lan" kelimelerini kullanan hatta ve hatta "Diyarbakırlılık damarımı tutturmayın" diyen bir kişi vardı karşımızda.

Demek ki Hanzala'nın öyle bir 'damarı' varmış ve mütemadiyen o damar ortaya çıkıyormuş ki "beni kızdırmayın" diyerek cemaatine 'beni bilen bilir' demeye getiriyor.

Tabi etrafıdakilerde de "sofi" mentalitesi olduğu için sadece sırıtmakla yetiniyorlar! Bir adalet ehli de çıkıp; "sen kimsinki bir soruya karşılık buradaki herkese öyle erkeklik yapıyorsun! Çok erkeksen cihad meydanlarında kafirlere karşı göster erkekliğini!" demedi, diyemedi maalesef. Sanki cemaat sinmiş ve tekel oluşturulmuş gibiydi.

Cemaatinde olmayan (bizim gibilere) takındığı "ahlaklı ilim talebesi" pozları iyice ayyuka çıkan Ebu Hanzala, konuşmasının devamında İslam Devleti'ni sevenlere kötü huylar nispet ederek "sabah namazını bile kılmazlar" diyor.

Biz biliriz ki bir hoca, kendisine sorulan soruya delillerle cevap verip geçer. Ancak Ebu Hanzala kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde; önce soru soranı haşlıyor, sonra meclisindekilere aba altından 'Diyarbakır damarı' sopasını gösteriyor ve konunun muhaliflerini kötüleyerek meramına devam ediyor...

Bu nasıl bir ilmi usüldür? Doğrusu bu usül ancak cahillerde ya da kibirli kimselerde vardır.

Tabi bir de, 'kendi cemaatiyle İslam Devleti'ni aynı kefede' değerlendirmesi var.

Sen söz gelimi, üç hadi bilemedin beş kişilik bir cemaatsin. Üstelik, İmam'ın meşrutiyetini reddedip aksi yönde çalışan bir cemaatsin. Kim oluyorsunda kendi cemaatin ile İslam Devleti'ni aynı kefeye koyuyorsun? Senin veya cemaatinden herhangi birinin evini polis bastığında boynunu öne eğip elini uzatarak kelepçe takılmasını bekleyen sizler ile izzetli ve kuvvetli İslam Devleti bir olur mu hiç?!

Kıyasında bir ölçüsü ve bir usülü olmalıdır.

Ses kaydının devamında İslam Devleti'nin akidesinin belli olmadığından bahseden Ebu Hanzala aklınca, şehid (inşallah) Şeyh Adnani'den bazı deliller getiriyor.

Ebu Hanzala'nın bu sözüne, Türklerin deyiminlerinde geçtiği üzere kargalar bile güler.

Hilafet topraklarına gelin ve bir çocuğa İslam Devleti'nin akidesini sorun. Size, bir bir her şeyi anlatacağına mutlaka şahit olacaksınız. Çocukların bile akidesini bildiği bir "devletin" akidesini Ebu Hanzala'nın bilmemesi, ya cahillik ya da şark kurnazlığı olsa gerek!

İslam Devleti'ni seven müslümanları kastederek, "ula gelin vurun vuracaksanız lan!..", "yapın ulan!" gibi cümleler kurmasına gelecek olursak. Öncelikle bu ucuz kahramanlık gösterisi Ebu Hanzala'nın çizgisinin ne kadar seviyesiz olduğunu tekrar tekrar ortaya çıkarmış oluyor. Dünyanın tamamıyla cenk eden ve aynı zamanda 10 milyonluk halkına hizmet eden bir Devlet'in karşısında sen kim oluyorsun da kafa tutuyorsun? Neyine güveniyorsun? Ciğeri beş para etmeyen tağutun polisine, gardiyanına hatta zabıtasına bile kafa tutamayan sen, kimlerden cesaret alıyorsunda İslam'ın Devlet'ine kafa tutuyorsun? Öyle ya! Böyle konuştuğuna göre sen ya patavatsızsın yada arkanda birileri var!

Şunu da belirteyim ki Ebu Hanzala, İslam Devleti'nin zerre umrunda değil. Gündemlerinin birinci değil bir milyonuncu maddesinde bile Hanzala'ya yer yok. Zira Devletler devletlerle savaşır, cemaatçiklerle aşık atmaz.

Hanzala konuşmasının bir yerinde diyor ki; "ama kim güzel bir adım attıysa ona ya küfrettiniz, ya hakaret ettiniz, ya ağır bir şey söylediniz."

Doğrusu, İslam Devleti'ne karşı söylenecek en son söz bu olmalıydı. İslam Devleti'ne bir kere bile gitmeyen Hanzala nasıl böyle bir kanıya vardı oda merak uyandırıyor doğrusu! Gerçi, 2014'te Suriye'deki Hanzala'nın cemaatinden birkaç kişi İslam Devleti'nin liderlerinden şehid (inşallah) Ebu Ali el Anbari ile görüştükleri söylemişti bana. Ebu Ali el Anbari'nin ilmi karşısında apışıp kalan bu kişiler "hocamız hapiste" deyip bahane öne sürdüler ve Suriye'den bir daha geri dönmemek üzere ayrıldılar. Tabi minik gruplarının içinde bahane uydurup dönmeyi reddedenler de vardı. Öyle ki onlar içinde İslam Devleti'ne katılıp şehid (inşallah) olanlar bile çıktı.

Ebu Hanzala yine ses kaydının bir yerinde, "Ben senin devletini hilafet olarak kabul etmiyorum" diyor. Üstelik bu konudaki sebatının hep aynı olduğunu gerine gerine söylüyor!

İslam Devleti'ni kabul etmemek ne zaman övünç kaynağı oldu? Sen hangi sebepten dolayı Hilafet'i kabul etmediğini söylüyorsun? İslam Devleti'nin akidesinde ne gibi bir sorun var? Allah en doğrusunu bilir, ortada akidesinde sorun olan varsa oda sensin. Bir zamanlar, 'okula sankındıyorum diyerek çocuğunu göndereni tekfir etmem' dedin sonradan fikrini değiştirdin, cehalet mazaret diyenlere karşı duruşun, mahkemeye gidenlere karşı duruşun ve El Nusra'nın tekfiri hakkındaki duruşunda hakeza aynı şekilde. Sen misin akideden bahseden?

Bir de Ebu Hanzala ses kaydında, İslam Devleti'nin kafa kesme videolarını eleştiriyor. Bu konunun fıkhi yönüne hiç girmiyorum. Ancak hangi alim bu sebebi biate engel göstermiştir? Hevan ve egon o kadar tavan yapmış ki, İslam Devleti'nin ve Halife'sinin meşruiyetini reddedeceğim diye düştüğün şu hallere bak.

Vel hasılı kelam, lafın fazlası ahmaklaradır. Ben kendi adıma bu ses kaydını ortaya çıkardığı için Allah'a şükür secdesinde bulundum. Allah; işleri evirdi çevirdi ve Hanzala'nın İslam Devleti hakkında kalbinden geçenleri diline vurarak onu ifşa etti.

Artık sözlerimizi kanıtlamak için "inanmazsanız gidin sorun" dediğimizde, insanların karşısında tevil yapan bir Hanzala olmayacak çünkü ortada açık seçik bir ses kaydı var.

Hamdolsun daha şimdiden bir kardeşim bana, bu ses kaydıyla Ebu Hanzala'nın gerçek yüzünü gördüğünü söyledi. Kendisine biat etmek için derslerine gidip gelen bu kardeşimiz şimdi Müminlerin Emirine biat etmek için yol gözlüyor elhamdulillah.

Son olarak Ebu Hanzala'yı nasuh bir tevbeye, cemaatini onu terk etmeye çağırıyor, Türkiye müslümanlarının bunların gerçek yüzünü görmelerini istiyorum.

Sözlerimde bir iyilik ve doğruluk varsa, Allah ve Resulünün sözlerinin güzelliğinden, bir kusur varsa da nefsimdendir.

Allah'ım tebliğ ettim mi? Sen şahit ol. Allah'ım tebliğ ettim mi? Sen şahit ol. Ve Allah'ım tebliğ ettim mi? Sen şahit ol.

En doğrusunu Allah bilir. Duamızın sonu Allah'a hamd etmektir.

وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى

Hidayete tabi olanlara selam olsun. (Taha-47)

İlim talebesi, duaya muhtaç; Abdulğafur Kürdistanî