JustPaste.it

Werner Bonefeld – Kesinsizlik ve Toplumsal Otonomi | Çeviri: İlker Kabran

I

Dünyanın her yanında yeniden dirilen anti-kapitalist hareket içinde, 2002'de Lenin'in 'Ne Yapmalı?'smm 100. yıl dönümü çoğunlukla fark edilmedi. Leninizm zor zamanlar geçiriyor - ve öyle de olması gerekir. Destansı mücadelenin bir kabusa dönüştüğü devrim ağızda acı bir tat bırakmakta. Leninizm’e kayıtsızlık anlaşılabilir. Ancak, günümüzde rahatsızlık veren şey devrimci projeye yönelik ilgisizlik. Günümüzde, eğer kapitalizmin pratikteki eleştirisi değilse, anti-küreselleşme biçimindeki anti-kapitalizm ne anlama gelmekte? Bu anti-kapitalizm insanın kurtuluşunun devrimci projesini benimsememekteyse, anti küreselleşme nereye varmak istemekte? Anti-kapitalist olup da devrime kayıtsız kalmak kavramsal olarak çelişiktir. Devrim teori ve pratiğini Leninizm'den özgürleştirmekten daha çok, onun parti biçiminde vücut bulan devrimci örgütlenme kavramı ve devrimin bir aracı olarak devlet erkinin zaptedilmesi fikri itiraz edilmemiş bir şekilde kalmıştır. Leninist bağlamda kullanılan devrim, günümüzde yumuşatılmış biçimiyle Troçkizm olarak ortaya çıkmakta. Troçkizm, sınıf mücadelesini peşinen kabul edilmiş örgüt kavramları içine alma, onu parti liderliği yönelimi altında idare edilebilir bir hale getirmenin yollarını bulma teşebbüsünde büyük bir enerji sarfetmekte. Sınıf mücadelesinin idaresi, geleneksel olarak 'devlet biçiminde yoğunlaşan’ (Marx, Grudrisse) burjuvaziye aittir, sınıf mücadelesinin soyut eşitlik biçiminde kapsanmasma ve idaresine bağlıdır. Mülkiyetteki eşitsizliğin mübadele ilişkileri biçimindeki soyut eşitlik ilişkilerine tabi olmasında içerilen insanlığın reddi, yansısını herkese ekonomik bir kaynak olarak eşit şekilde davranılan Leninist işçi devleti kavramında bulmaktadır. Günümüz anti-kapitalizmi Leninist devrim kavramına hayli mesafeli duruyor olmakla isabetli davranmıştır. Ancak, onun devrime kayıtsızlığı anti-kapitalist duruşuyla ters düşmektedir. Eğer insanın kurtuluşu sorusunu ileri sürmemekteyse, anti-kapitalızmdeki anti-kapitalist olan nedir? Devrime anti-kapitalist kayıtsızlık kavramsal olarak çelişiktir. Bu tür çelişkiler çözülmeye yol açar ve tarihin grotesk ve kanlı görünümü bunun ne anlama geldiğinin tanığıdır. Ne yapmalı? Lenin'in sorusudur bu. Biz bunu bizim sorumuz haline getirmeliyiz, Bunu bir kenara atamayız. Eğer atarsak, eğer Lenin sordu diye reddedersek, Leninist geleneği ve onun devrim kavramını kabul etmiş oluruz. Devrim Leninizm anlamına gelmek zorunda değildir. Geçmişte Leninizm anlamına gelmemekteydi, ne var ki (başkalarından önce anlama el koyma hakkına sahip karşı-devrimci) Marxizm-Leninizm’in devrimin resmi dini olarak ı kuruluşundan dolayı devrim Leninizm haline geldi. An ti-kapitalizm devrimin mücadeleci kavramlarım yeniden keşfetmeli, eleştirel düşüncenin bir düşmanı olarak Marxizm'i ritüelleştirilmekten kurtarmalı ve Marx’i ortodoks kesinliklerden özgürleştirmelidir. Marx'm bu özgürleştirilmesi, bu devrimci perspektifin yeniden açılması Marx’m favori sloganını yeniden keşfetmelidir: Şüphe her şeydir. Şüphe patlayıcıdır. Neden bu içerik, yani, neden insani toplumsal ilişki sermaye ve onun devleti biçiminde var olmaktadır? Neden insani toplumsal pratik artan bir şekilde kökleştirici bir gerçeklik üretmektedir? Dolayısıyla, varolan bu gerçeklik yerine kendi kendini belirleyen bir insani toplumsal pratik olarak onu özgür kılmak, insani toplumsal pratiği köleleştirmeyen bir gerçekliği üretmek için ne yapmalı? Marx’m Komünist Manifesto’da eşit ve özgür olarak tanımladığı topluma ulaşmak için ne yapmalı? Artık soyutlamaları kullanılmaz kılmak için etkin insanlık tarafından "hangi toplumsal ilişkiler yaratılmalı?

Onur, dürüstlük ve samimiyet gibi insani değerlerin . fiyatı yoktur ve ölçülemez, ne satılabilir ne de satın alınabilirler. Bu değerler bireysel insanın ayırt edici özelliğini, farkını, duyum ve anlamını, yani, özne olarak kendine sahip olan İnsan’ı (Mensch) ifade eder, Ne var ki insani değerler soyut bir kimliğin empoze edilmesi yoluyla, yani, bütün özgün toplumsal pratiğin, fabrikadan klonlama laboratuvarma dek, tek ve aynı soyut emek biçimine evrensel indirgenişi yoluyla imha edilebilir. Devrim moda değildir. Bir meta değildir. Devrim insani değerlerin benimsenmesi anlamına gelir, inançla, samimiyet ve dürüstlükle sormaya cesaret etme yürekliliğini davet anlamına: 'İnsanın kurtuluşu için ne yapmalı?' Devrim Leninizm’in çıkmaz sokağı ile boğuşma ve onu insan onuru sorusu olarak sorma anlamına gelir. ’Ne yapmalı?’ sorusunu cevaplamak mümkün değildir. Bunun yerine/biz, ne yapmamalı sorusuyla ilgilenmeliyiz. Ancak ilk olarak, özgür ve eşit bir toplum ütopyasına teorik ve pratik yönelim sermayenin dünya pazarı toplumunü işaret eden gayri insanilikten tek gerçekçi ayılıştır. Bu gün ne yapmamalı: Devrimin örgütsel biçimi olarak devrimci parti fikri terk edilmelidir. Parti formu devrimin içeriğiyle, yani insanın kurtuluşuyla çelişir: Tabi kılınmış kitlelerin kurtuluşuna ancak tabi kılınmış kitlelerin kendileri tarafından ulaşılabilir. Devrimin bir aracı olarak devlet formu tasavvuru ortadan kalkmalıdır. Tabi kılınmış kitleler adına iktidarı ele geçirme fikrinin ne olduğu teşhir edilmelidir: Özgür ve eşit toplumun reddi. Sermayenin ’aşırılıkları’ hakkmdaki sızlanmalar durmalıdır. Feryad-ı figan eden eleştiriler sadece daha şirin bir kapitalizmi yaratmanın yollarını aramakta, sermayeye yardımsever, kalkınmacı bir mantık benimseyebilme kapasitesi bahşetmektedirler. Sermaye emeği sömürüşünde zorunlu olarak ’aşırı’dır. Buna kederlenmek onun toplumsal kuruluşunu yanlış anlamaktır. Devrimci özneyi tarif etme teşebbüsü terk edilmelidir. Bu özne ne sermayenin 'mantığı’ndan analitik . olarak türetilebilir, ne de parti sadece bir piyade askeriymişçesine onun varlığına karar verebilir. Devrimci özne sermayeyle ve onun devletiyle daimi bir çatışma yoluyla gelişir ve öznenin toplumsal kompozisyonu insanın kurtuluşu tarafında duranlara bağlı olacaktır. Teorik terimlerle, devrimci özne sadece insan onuru tarafından belirlenebilir. Onun toplumsal kuruluşu teorik değil pratik bir sorundur.

II

Adam Smith, kendi kafasında, ulusların zenginliğini kapitalizmin yarattığı konusunda emindi. Hegel ona katılmakta ancak zenginliğin birikiminin, bozulan koşullar içinde toplumsal yeniden üretimleri için emek güçlerini satmaya bağımlı olanları güvensiz kıldığını da eklemekteydi. Hegel, zenginliğin birikimine rağmen, bağımlı kitleleri pasif halde tutmanın burjuva toplum için oldukça zor olacağı sonucunu çıkardı ve bağımlı kitleleri içeren toplumsal antagonizmi uzlaştırma aracı olarak devlet biçimini gördü. Ricardo kapitalist toplumsal ilişkilerin zorunlu olarak 'gereğinden fazla/aşırı nüfusu' ürettiğini saptadı. Marx bu bakışı geliştirdi ve 'eşit haklar’ fikrinin prensipte bir burjuva hakkı olduğunu gösterdi. İçeriğine baktığımızda ise o bir eşitsizlik hakkıdır. Biçimsel eşitliğin burjuva formuna karşı, Marx bireysel eşitliğe, yani, bireysel insan ihtiyaçlarının eşitliğine yönelen komünizmi tartıştı, Biçimsel eşitsizliğin yasası: 'Her bir bireyin diğerlerinin etkinliği üzerinde ya da kendisinde varolan toplumsal zenginlik üzerinde uyguladığı iktidar/erk/güç değişim değerinin, (yani) paranın sahibi olarak kendisinde mevcuttur. Birey, toplumla olan bağını cebinde taşıdığı gibi, toplumsal gücünü de cebinde taşır’ (Marx, Grundrisse). Ya komünist eşitliğin koşulu? Her bir birey ihtiyacı kadar alır. Bireysel insan ihtiyaçlarının eşitliği kapitalizme gerçek bir alternatif sunar, Bunun aksine, emek ekonomisinin çok gelişmiş düzenlemesi ve örgütlenmesi olarak sosyalizm kavramı kapitalizme bir alternatif sunmamaktadır. Kapitalizmle sadece ekonomik verimlilik temelinde rekabet etmektedir. Sermayeye ve onun devletine bu çeşit bir muhalefet araçlarını ve amaçlarım kapitalist toplumun kendisinden devşirmektedir. Zahiri olarak reddettiği kapitalist baskı mekanizmasını mükemmelleştirmenin yollarını aramaktadır. Kapitalizmi aşabilecek olan, sermayeyi ve onun devletini örgütlü olümsuzlamadır sadece. Bu negatif örgütlenme toplumsal otonomidir. Marx'm Yahudi Sorunu’nda koyduğu gibi, 'her kurtuluş insan dünyasının ve insan ilişkilerinin insanın kendisine geri dönmesidir. Politik kurtuluş, insanı, bir yandan, burjuva toplumunun bir üyesine, egoist ve bağımsız bireye, diğer bir yandan, devletin bir vatandaşına, ahlaklı Cmoral) bir kişiye indirger. Gerçek bireysel insan soyut vatandaşı kendi içine geri alana ve bireysel bir insan olarak, ampirik yaşamında, bireysel işinde ve bireysel ilişkilerinde bir tür-varlık haline gelene dek, insan kendi gücünü {forces propres) toplumsal güçler olarak tanıyana ve örgütleyene dek, dolayısıyla toplumsal güçleri politik güçler biçiminde kendisinden ayırmayana dek insanın kurtuluşu tamamlanamayacaktır'. Belki bazıları alıntı genç Marx’tan olduğu için itiraz edebilir ve Marx'm yaşlandıkça olgunlaştığı söylenip, olgun Marx’tan bir alıntı istenebilir: 'Sermayenin insan üzerindeki ekonomik hükümranlığı’ ortadan kaldırılmalıdır, öyle ki insanın toplumsal yeniden üretimi ’kendi tarafından kontrol edilsin’. Ya devlet? Onun amacı ’emekçinin varlığının sürdürülmesidir' - ’sermayenin varlığının olmazsa olmaz koşulu’ (Kapital, cilt I). Ya parti? Marx, işçi sınıfının kurtuluşuna ancak işçi sınıfının kendisi tarafından ulaşılabilir olduğu konusunda tavizsizdir. Komünizm, Marx için, sınıfsız toplum demektir. İnsan, ancak/insanlığın sömürülebilir bir kaynak olmaktan çıkıp bir amaç haline geldiği toplumsal ilişkiler yarattığında insanın tarihinin başlayacağını iddia etmiştir, Onun burjuva toplumu eleştirisi sadece bu toplumun gerçek karakterini, birikim için birikim piramitlerindeki insan makinelerin birikimini ifşa etmek istememiştir, O, aynı zamanda ve daha da önemlisi, burjuva toplumsal ilişkilerin kurulu biçimlerinin insanın toplumsal pratiğinin biçimleri olduğunu göstermiştir. Bu, Marx’m, kendi toplumsal ilişkilerini kontrol eden ve kendisine malik, artık kendisini empoze eden soyutlamanın hükmedemediği İnsan'a dönen insan onurunun toplumu lehine, İnsanı yapayalnız bir varlık kılan tüm ilişkilerin eşit ve özgür bir toplum lehine ortadan kaldırılması yönündeki devrimci talebinin kapsama alanının dışına çıkmışlardır, dolayısıyla otonom hale gelmişlerdir ve bu, kapitalizmi yeniden tesis etmeden olur! Bu anlatılan gerçekten Negri’nin haksız bir karikatürü müdür? Negri’nin insanın varlığının - bio-iktidar - (human being) bir tür doğallaştırılması olarak anladığımız otonomi kavramı, daha çok, ıstırap vericidir. Kapitalizmin insanın toplumsal pratiğini doğallaştırmasını katıksız bir kaynak olarak anti-kapitahst mücadeleler için çekici

maddi temelidir. İşçi sınıfının örgütlü öncüsü olarak parti fikri proleteryanm tarihsel geri kalmışlığı fikrinden hareketle öne sürülür. Proletarya özgürlüğe yönlendirilmelidir, çünkü o, sermayenin içersinde, sadece bir şey olarak, sadece bir insan kaynağı olarak mevcuttur - o sadece sermayenin bir bileşeni olarak, değişken sermaye olarak mevcuttur. Parti proleteryayı sermaye nasıl görüyorsa öyle görür: Bir hiç kimse, bir kaynak, daha etkili bir şekilde düzenlenmeye müstahak olan. Marx'ın Kapital’deki (Cilt I) 'üretken emekçi olmak ... bir şans değil ancak bir talihsizliktir’ argümanı sapkın biçimlerde kabullenilmektedir: Partinin proleterya üzerindeki diktatörlüğü talihsiz kişi için bir talihtir. Peki, ne yapmak gerekir? Şüphe yok ki mücadelenin örgütsel araçları insanın kurtuluşu amacına katılmalıdır. Devrimin amaçları direnişin ve mücadelenin araçlarını kurucu olmalıdır ve bu durum devrimci mücadelenin örgütsel biçimi olarak toplumsal otonomiyi gereksinir. Otonominin anlamı nedir? Otonomi nasıl kavranabilir? Otonomi, .çokça takdis edilen 'otonom (özerk) bir şekilde’, diyelim ki küp ya da dikdörtgen şeklinde üretilen tereyağlar arasında tüketim tercihi yapan atomize piyasa bireyi anlamına gelmez. Örgütsüz otonomi kavramsal olarak çelişiktir: Bu tür bir yaklaşım, standardize edilmiş aynı metanın farklı ürünleri arasındaki tercihi özgürlük olarak addeden atomize piyasa bireyini kabul eder. Ciddi bir şekilde ele alınırsa, otonomi olumsuzlamanm örgütsel biçimlerine ihtiyaç duyar. Burada sorunlar baş gösterir. Otonomi ve örgütlenme kendi aralarında çelişir gözükmektedir. Yine, bu çelişkinin çözümü kendi içinde otonom bir özne olarak kavranan Parti’ye işaret eder. Peki, otonomiyle ne anlaşılmalıdır? Otonominin anlamı, Negri’yle ilişkilendirilen günümüz kavramlarından tümüyle farklıdır. Negri’ye göre insan molekülleri ve bio-iktidarm ortak biçimleri zaten kapitalizmin

kılmaya çabalamaktadır. Burada, sermayenin emeğe ’valorized/değer atfetmesinden’ daha çok, emek kendi-kendine-valorising/değer atfeden bir güç olarak olumlanmaktadır. Ne sefalet. Otonominin üç farklı anlamı vardır.· Birincisi, otonomi insani kurtuluş hedefinin, yani sınıfsız bir toplum olarak komünizmin, izdüşümüdür. Bu yüzden özgür ve eşit bir topluma işaret eder: İnsan özneler olarak kendi egemenliklerinden aldıkları yetkiyle ihtiyaçlar dünyasını örgütleyen, kendi işlerini kendileri denetleyen doğrudan üreticilerin ortaklığı. İkincisi, bunun anlamı insanın kurtuluşuna, komünizme, yalnızca işçi sınıfının kendisi tarafından ulaşılabilir olduğudur. Burada otonomi işçi sınıfının kendi-etkinliği, öz-yönetimi ve dolayısıyla sınıf otonomisi, yani, işçi sınıfına örgütlenmenin bir nesnesi olarak davranan parti ya da sendika gibi öncel olarak var olan örgütsel biçimlerden işçi sınıfının bağımsızlığı anlamına gelir. Burada otonomi Luxemburg’un kendiliğindenlik fikriyle aynıdır.. Luxemburg’da şüphesiz bir kendiliğindenlik teorisi bulunmaz. ’Kendiliğindenlik teorisi’ Stalinizm ve sosyal-demokrasi güçlerinin birleşiminin bir icadıdır. Luxemburg’a göre kendiliğindenlik, basitçe, işçi sınıfının, kendi mücadelesi içinde ve onun yoluyla, direnişin örgütsel biçimlerini yarattığı anlamına gelir. Bu biçimler mücadele deneyimine tözünü verir. Kısaca, birbirlerine içkin olan deneyim birikimi ve mücadele kendi-kendine-belirlenen direnişin örgütsel - biçimlerine tözünü verir ve en önemlisi ’proleter kamu’ olarak adlandırılabilecek olanın yaratımıyla sonuçlanır. Luxemburg’a göre kendiliğindenlik, hareket ve örgütlenme arasındaki, deneyim ve proleter kamusal alan arasındaki diyalektiğe odaklanmıştır. Otonomi, sonuçta, direnişin bir aracı olarak otonomi anlamına gelir, öyle ki bu araç devrimin amaçlarını kendinde bir nüve olarak taşır. Bu, parti biçiminden, sendikalardan, iktidarın palazzosu’nda (sarayı) işçi sınıfını temsil etmek için seçilme uğraşındaki profesyonel politikacılardan vs., otonomi anlamıfîa gelir. Özetle, otonomi, kendi rasyonalizasycnlarım kapitalist toplumdan türeten ve bu yüzden sadece kendi varoluşlarının devamı etmesi çıkarını güden örgütsel biçimlere karşı toplumsal kendi-kendini- belirlemenin otonomisi anlamına gelir. Şimdiye kadar otonomi devrimci mücadeledeki araç-amaç ilişkileri, yani öz-örgütlenme bağlamında tartışıldı. Ancak kapitalizm içersinde otonomi ne anlama gelir? Kapitalizm dışında bir gerçeklik yok. Anti-kapitalist müdahale için temel sağlayacağı düşünülen özgür, otonom alanlar diye bir şey yoktur. Adorno bir keresinde hiç kimsenin kapitalist toplum içersinde dürüst bir hayat yaşayamayacağını söylemişti. Adorno bir yanıyla doğru bir yanıyla da yanlıştı. O doğruydu çünkü biz hepimiz emek gücümüzü satmak zorundayız. Biz devleti eleştiriyoruz, onun tarihin müzesine kaldırılmasını talep ediyoruz, ancak henüz her türlü şey için ona bağlıyız ve refahtan kesintilere ve refah koşullarının bozulmasına karşı çıkıyoruz. Refah hizmetlerine, sağlık hizmetlerine, eğitim hizmetlerine, refahın yarattığı yaşam koşullarına, toplu taşıma ihtiyacının karşılanmasına ve istihdama bağımlıyız: Doğrusu biz devletle varoluyoruz ve biz ücretli çalışan birer metayız. Adorno'nun kapitalizmin içinde dürüst bir hayat yaşayamayacağımız iddiası: Kapitalist tahakküm ve sömürü biçimleri olarak reddettiğimiz aynı sapkın biçimlerin mevcudiyeti içinde, onun yoluyla ve ona bağlı olarak varoluruz. Diğer bir deyişle, dürüst bir yaşam tam da sermaye ve onun devletine karşı yürütülen mücadelenin içinde başlar. Toplumsal otonomi sermaye ve onun devletine, bunlarla bütünleşen toplumsal entegrasyonun kuruluşlarına karşı mücadeleyle başlar. Sınıf mücadelesi sermayenin içinde ve ona karşı varolur. Biz hepimiz burjuva toplumu içinde yaşıyoruz. Ancak sadece içinde yaşayarak burjuva toplumu arkamızda bırakamayız. Burjuva toplumun devrimci olu.msuzlaması onun kurulu biçimlerinin içinde ve onlara karşı hareket eder. Bu, sınıf antagonizmasınm ve sınıf mücadelesinin mevzisidir. Sınıf mücadelesinin burjuva toplumsal ilişkilerin içinde ve onlara karşı varoluşunu sadece örgütlü olumsuzlama insanmn tarihinin ötesine taşıyabilir. Özetle, Adorno’nun burjuva toplumu yalanında dürüst bir yaşam yaşanamaz ifadesi sadece

bir yönüyle doğrudur. Dürüst ve samimi bir yaşam tam da burjuva toplumu yalanma karşı mücadeleyle başlar. Devrimin vahiysel (apocalyptic) bir olay olduğunu düşünmüyorum: ani, beklenmeyen, tamamlanmış. Devrim bir olumsuzlama sürecidir. Kesinlik yoktur. Bildiğim kadarıyla bizi otomatik olarak özgür ve eşit bir topluma taşıyacak hiç bir tarihsel yasa yoktur. Tarihsel materyalizme derin bir bilimsel bakışla bakanlar farklı bir hikaye anlatacaklardır, kesinliğin hikayesi. Ne ki, teleolojik tarihsel yasalardan şüphe edenlere göre, özgür ve eşit bir topluma ulaşılması sermaye ve onun devletine karşı samimi ve dürüst bir mücadele yürütülmesine bağlıdır. Kesinlik yoktur. Devrim hakkında konuşmak belirsizliği kucaklamaktır. Kesinlik ve öngörülebilirlik kapitalizme aittir. Kapitalizm, yaşayan emek gücümüzü bir kaynak olarak belirli ve bir üretim faktörü olarak öngörülebilir hale getirmeye bağımlıdır. Sermayeye ve onun devletine karşı yürüttüğümüz mücadele kesinliğe karşı mücadeledir, belirsizliğin mücadelesi, ama belirli bir amacın örgütsel araçlarda içkin olarak taşındığı bir mücadele: İnsan onuru. Devrimi günümüzün bir sorusu olarak, belirsizliğin sorusu olarak ortaya atmalıyız. Devrim gerçekleşmeyebilir. Lâkin, pudingin kanıtı onun yenmesindedir. Dolayısıyla belirsizlik toplumsal otonomiyi belirleyen şeydir. Diğeri şüphedir. Ve sonrasında sabır vardır. Eğer şüphe kategorisi içersinde düşünürsek, eğer mücadelemizin sonuçlarının belirsiz olduğunu kabul edersek, sabrı devrimci bir çaba olarak kabul ederiz. Sabırsızlık tez elden, kesin, öngörülebilir sonuçlar peşindedir. Leninizme ve onun her zaman en iyiyi bilen partinin otonomisi fikrine itimat eder, proleteryanm otonomisi fikrine değil. Devrimi kucaklamak belirsizliği ve (devrimci) sabrı kucaklamaktır. Toplumsal otonomi fikri sabrın ve belirsizliğin ve şüphenin bir olmasıdır. Bunlara ek olarak, ironi olmadan yapamayız. İroni aksiliklerin üstesinden gelmemize yardım eder, bizi depresyona karşı, özelleştirmeye- bu bizi oturma odasının güvenliğine (geri) götürür - karşı savunur. İroni, şüphe ve sabır: Bunlar bizi dürüst olmayan bir yaşamın (mücadelenin olmadığı bir yaşamın, burjuva toplumu yalanından beslenen, dolayısıyla kendisine kayıtsız ve bu yüzden etkin bir kaynak olarak işlevini yerine getirmek için kapitalist tasarıyı sorgulamadan kabul eden bir yaşamın) çıkmaz sokağına sapmaktan korunmamıza yardımcı olan araçlardır.

III

Günümüzün sefaleti karşısında ne yapmalı? Sadece sermaye ve onun devletine karşı radikal muhalefet reformist muhalefetin üstesinden gelmeyi amaçladığı ancak beceremediği aynı maddi ödünleri elde edebilir. Reformist ödünler 'anti-sistemik' muhalefetin gücüne bağlıdır. Bunların ötesinde, daha iyi koşullar, daha iyi ücret ve refah talep etmeliyiz, Emek toplumsal zenginliğin üreticisidir ve bundan faydalanmayı talep etmelidir. Son olarak, mücadelelerimizin, yenilgilerimizin ve zafer anlarımızın deneyiminden ders çıkarmalıyız. Geçen yüzyıl berbat bir yüzyıldı. Bize acı veren ve zamana mal olan, biri diğerini takip eden dogmalarla doluydu. Aynı zamanda insan onuru, dayanışma ve insanın kurtuluşunun alternatif gelişimi için - Mexico city'den (1914) Petrograt (1917) ve Kronstadt’a (1921), Berlin (1918), Budapeşte (1919) ve Barselona'dan (1936) Berlin (1953) ve Budapeşte’ye (1956), Paris'den (1968) Gdansk (1980), Chiapas (1994) ve Arjantinli piqueteros'a (2001) - bir umut yüzyılıydı da. Bunlar ve daha pek çoğu insanın kurtuluşunun gergin uğrakları, özgür ve eşit topluma doğru kopuşun kurucu noktalarıydı. İnsanın kurtuluşu mücadelesi, ister devlet, ister sermaye ya da parti olsun, soyutlamalara - ve 'soyutlaştırmalara' - karşı bir mücadeledir. Devrime karşı anti-kapitalist kayıtsızlık 'soyutlamaları' kabul eder, yıkıcı güçleri için kederlenir ve onları yardımseverlikle, yani ortak iyinin (bonum commun) çıkarları içinde düzeltmenin peşine düşer. Toplumsal yeniden üretimin kapitalist bir şekilde kurulmuş biçimleri içersinde bu ortak iyi (bonum commun) kapitalist birikimin iyiliği (bonum) yoluyla soyut zenginliğin ortaklığıdır (commun), Sızlanmayı bir kenara bırakmanın zamanı geldi. Devrim yine bir soru olarak ortaya atılmalı.

...

Werner Bonefeld, "Uncertainty and Social Autonomy”, The

Commoner, s. 8 Sonbahar/Kış 2004, www.thecommoner.org

Conatus Dergisi'nin 1. Sayısından alınmıştır.