JustPaste.it

John Holloway – Soyut Emegin Krizi Biziz

Çeviri: Selen Göbelez

 

 

"Direniş sesleri: alternatif sesler”. Nedir bu seslerimiz? Seslerimiz, soyut emeğin krizinin sesleridir. Biz, soyut emeğin krizinin sesleriyiz. Biz, yaratıcı eyleyişin gücüyüz.

Biz kriziz. Biz ilk başta pozitif bir güç değil, negatif bir gücüz. Bugün bizi bir araya getiren şey, ortak olarak sahip olduğumuz pozitif bir şey değil, hepimizin paylaştığı Hayır’dır. Kapitalizme hayır, şiddet ve sömürü dünyasına hayır, kelimenin tam anlamıyla insanlığı imha eden bir toplumsal örgütlenme biçimine hayır’dır. Yapıp ettiklerimizin kontrolümüz dışındaki güçler tarafından belirlendiği bir dünyaya hayır’dır. Ya basta! Ama bu ya basta!, bu ret sermayenin dışında durmaz, sermayenin tam kalbine gider, tam da sermaye tüm gücünü bizim evet’imizden, bizim rızamızdan, bizim emeği ve değer yaratmayı kabullenişimizden, bizi sarıp sarmalayan iğrençliği yeniden üretmemizden aldığı için. Bizim HAYIR’ımız güçlü bir hayırdır, tam da sermayenin varlığı bizim evet deyişimize bağlı olduğundan. HAYIR’ımız sermayenin sıkça rastlanan krizidir.

Biz HAYIR’ız, biz olumsuzlamayız, biz sermayenin kriziyiz. Ama biz bundan daha fazlasıyız da. Biz, sermayeyi yaratanın kriziyiz, soyut, yabancılaşmış emeğin kriziyiz. Soyut emek sermayeyi yaratır. Aslında, sermaye emeğin soyutlamasıdır; insani yaratıcılığın muazzam zenginliğinin, değerin genişlemesi adına denetlendiği, kapatıldığı, boyunduruk altına alındığı süreçtir. Emeğin soyutlaması yaratıcı eyleyişin parlak rengini değer üretiminin griliğine, para kazanmanın boşluğuna indirger. Kapitalizmde, (Marx’ın somut ya da yararlı emek dediği) yaratıcı emek, soyut emeğe tabidir, soyut emek biçiminde var olur; ama bu biçim daimi bir gerilimi, biçim ile içerik arasındaki, yaratıcı eyleyiş ile soyut emek arasındaki daimi bir antagonizmayı maskeler. Yaratıcı eyleyiş, soyut emek tarafından yok edilemez, sadece ona tabi kılınır: Sürekli olarak soyut emeğe isyan şeklinde var olur, soyut emeğin gizli krizi olarak var olur. İşte sınıf mücadelesinin tözü buradadır: Yaratıcı eyleyiş ile soyut emek arasındaki mücadeledir. Geçmişte, emeği ücretli emek, soyut emek olarak anlayıp, sınıf mücadelesini, sermaye ile emek arasındaki mücadele olarak düşünmek yaygındı ve işçi sınıfı sıklıkla ücretli emekçiler sınıfı olarak tanımlanmıştı. Oysa bu bir yanılgıdır. Ücretli emek ve sermaye birbirini tamamlar, ücretli emek sermayenin bir uğrağıdır. Şüphesiz, ücretli emek ile sermaye arasında bir çatışma vardır ama bu görece yapay bir çatışmadır. Bu, ücret düzeylerine, iş gününün uzunluğuna, çalışma koşullarına dair bir çatışmadır: Bunların hepsi önemlidir, ama bunların hepsi sermayenin varlığının ön kabulüne dayanır. Sermayeye gerçek tehdit soyut emekten değil, yararlı emekten ya da yaratıcı eyleyişten gelir; çünkü sermayeye, yani kendi soyutlamasına, radikal bir karşıtlık içinde duran, yaratıcı eyleyiştir.

“Hayır, sermayenin buyurduğunu yapmayacağız, biz kendi zorunlu bulduklarımızı ya da arzu ettiklerimizi yapacağız.” Biz, soyut emeğin kriziyiz; biz, emek hareketinin, soyut emeğin mücadelesi üzerine kurulu hareketin kriziyiz. Kapitalizmin ilk günlerinden beri soyut emek, mücadelesini, yani ücretli emek için daha iyi koşullar için yürüttüğü mücadelesini sermayeye karşı örgütlemiştir. Bu hareketin merkezinde, daha yüksek ücret ve daha iyi koşullar için mücadelesi ile sendikal hareket durur. Klasik ortodoks Marksist literatürde, bu, siyasal mücadele ile bütünleştirilmesi gereken ekonomik mücadeledir. Siyasal mücadele, hedefi –ya parlamenter araçlarla ya da silahlı mücadele yoluyla- devlet iktidarını ele geçirmek olan partilerde örgütlenir. Klasik devrimci parti, şüphesiz, sendika perspektifinin ötesine geçmeyi ve soyut, ücretli emeği ortadan kaldıracak bir devrimi hedefler; ama gerçeklikte soyut emeğin dünyasına hapsolur (ya da hapsoldu). Soyut emeğin dünyası fetişizm dünyasıdır, toplumsal ilişkilerin şeyler olarak varolduğu bir dünyadır. Para, sermaye, devlet, partiler ve kurumların mesken tuttuğu bir dünyadır, yanlış sabitliklerle dolu bir dünya, kimlikler dünyasıdır. Siyasal olanın ekonomik olandan, kamusal olanın özel olandan, geçmişin gelecekten, öznenin nesneden ayrıldığı bir ayrılıklar dünyasıdır; devrimci öznenin bir biz değil, onlar (işçi sınıfı, köylülük) olduğu bir dünyadır. Fetişizm ücretli emeğin, soyut emeğin mücadelesi üzerine kurulu hareketin dünyasıdır ve bu fetişizmden kaçış yoktur: Bu, baskıcı, boğucu ve korkunç bir şekilde sıkıcı bir dünyadır. Bu, sınıf mücadelesinin simetrik olduğu bir dünyadır. Soyut emek ile sermayenin birbirini tamamlaması, soyut emeğin mücadelesi ile sermayenin mücadelesi arasındaki temel simetride temsil edilir. Her ikisi de devlet ve diğerleri üzerindeki iktidar mücadelesi etrafında döner; her ikisi de hiyerarşiktir ve her ikisi de diğerlerinin adına hareket etme meşruluğunu kendinde görür. Biz, soyut emeğin ve onun emek hareketinin kriziyiz. Bu, her zaman doğru olmuştur; ancak yeni olan ise bizim artık sadece onun gizli değil, açık ve bariz krizi oluşumuzdur. Soyut emek her zaman kapitalist tahakkümün anahtarı, yani yaratıcı eyleyişin soyut emeğe çevrilişi ve bununla beraber insani yaratıcıların ücretli emekçilere dönüşümünün anahtarı olmuştur. Diğer bir deyişle, istihdam her zaman için kapitalist kontrolün merkezi olmuştur. Savaş sonrası dönemin tam istihdam politikaları denen şey, Fordist dönemde emeğin kitlesel ve yoğun soyutlaması ile birleştiğinde belki de soyut emeğin ve kurumlarının egemenliğinin en yüksek noktasıydı –ve klasik emek hareketi de bunun merkezi bir kısmını oluşturuyordu. Bu tahakküm tarzı son otuz yıl içinde açık bir kriz içindedir ve bu kriz biziz, bizim HAYIR’ımız, yaratıcılığımızın anlamsız soyut emeğe dönüşümünü, kendimizin makinelere dönüşümü kabullenmeyi reddetmemizdir. Peki ya neo-liberalizm, savaş, imparatorluk, biyo-iktidar ve yeni toplumsal denetim biçimleri? Bunlar krizi aşıp kapitalizm için yeni bir temel oluşturmadı mı? Hayır, ben böyle düşünmüyorum ve kuramsallaştırmaları mızda krizi yeni bir paradigmaya, yeni bir tahakküm dönemine, yeni bir imparatorluğa dönüştürmeme konusunda çok dikkatli olmalıyız, tam da paradigmatik düşüncenin olumlulukları, olumsuzlamamızı hapsettiği, 
perspektifimizi kapattığı için. Yeni bir paradigma yaratma görevi sermayenindir, bizim değil. Bizim, hem teorik hem de pratik görevimiz, istikrar değil, istikrarsızlık yaratmaktır. Marksizm, tahakküm biçimlerinin değil, krizin kuramıdır: Tahakkümün gücünün değil, onun kırılganlığının kuramıdır. Ve bu uğrakta sermayenin kırılganlığının çok hem de pek çok belirtisi bulunmakta: hem artan şiddeti hem de sürekli borç genişlemesine artan bağımlılığı. Kesinlikle, emeğin soyutlaması da sürekli genişlemekte ve derinleşmekte: Örneğin, biz üniversitelerde işimizin artan şekilde sermayenin taleplerine tabi hale gelişini yaşıyoruz, bunun farkındayız. Ama aynı zamanda soyut emeğin, yaratıcı eyleyişin gücünü değer üretiminin sınırları, piyasanın sınırları içinde kapatma konusundaki başarısızlığı da artmakta. İşte bu, soyut emeğin krizidir: soyut emeğin yaratıcı eyleyişin gücünü içeremeyişi. İstihdam, her zaman için kapitalizmin disiplin edici gücü, insanlığımızı, reddimizi-ve-yaratıcılığımızı içerme ve indirgemenin temel aracı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir (disiplinin “toplumsal fabrika”nın bütününe yayılmasına rağmen). Her yerdeki istihdam krizi, bu disiplini (insanlar iş için rekabet ederken) hem kuvvetlendirir, hem de insanların yaşamlarını dolduramadıkça zayıflatır: İstihdamın güvencesizliği aynı zamanda soyut emeğin güvencesizliğidir. Artan şekilde, kapitalizme karşı protesto mücadeleleri soyut emeğe dayalı hareketin sınırlarını aşmakta. Söz konusu olan, eski emek hareketinin varlığını sonlandırması ya da yaşam koşullarının iyileştirilmesi açısından önemini yitirmesi değil, artan şekilde kapitalizme karşı mücadelelerin bu hareketin yapılarından ve kavrayışlarından dışarı taşmasıdır. Sınıf kategorisi açık bir şekilde kullanılsın ya da kullanılmasın, bu, sınıf mücadelesinin terk edilişi değil, aksine sınıf mücadelesinin güçlendirilmesidir, farklı bir mücadele düzeyidir. Bu, soyut emeğim mücadelesini karakterize eden simetriyi kıran bir mücadeledir, sermayenin mücadelesine esasen asimetrik olan ve bu asimetriden haz duyan bir mücadeledir: farklı şekilde eylemek, farklı toplumsal ilişkiler yaratmak esas ilkedir. Sınıf mücadelesinin bu yeni biçimlenişinde, biz devrimci özneyiz. Biz? Biz Kimiz? Biz bir soruyuz, bir deneyim, bir çığlık, bir meydan okuma. Bir tanıma ihtiyacımız

yok, tüm tanımları reddederiz çünkü yaratıcı eyleyişin hiçbir kimliğe sığmayan gücüyüz ve tüm tanımlara karşı koyuyoruz. Eğer isterseniz bize çokluk deyin, ya da işçi sınıfı, ama her tür tanımlama girişimi biz tanımı yıktığımız müddetçe anlamsız kalacaktır. Biz, heterojeniz, ahenksiziz, biz kendimizin olumlamasıyız, yaşamlarımızın dışardan belirlenmesinin reddiyiz. Biz, bu nedenle, temsiliyetin eleştirisiyiz, dikeyliğin, ve yaşamlarımızın sorumluluğunu elimizden alan her tür örgütlenme biçiminin reddiyiz. Zapatistaların, Arjantin’den piqueterosların (işsiz işçilerin), Bolivya yerlilerinin, İtalya’da toplum merkezlerindeki insanların sesini dinleyin: Mücadelelerinden bahsetmek için kullandıkları özne “biz”dir; ve bu gerçek bir güç taşıyan bir kategoridir. Biz kadınız, çünkü soyut emeğin krizi erkek-egemen etkinliğin ve mücadele biçiminin krizidir ve çünkü yeni sınıf mücadelesi, eskisiyle aynı toplumsal cinsiyet bileşimine sahip değildir. Biz, zamanın kırılması, saatlerin hedef alınarak vurulmasıyız. Soyut emeğin hareketi, devrimi geleceğe erteler, ama bizim devrimimiz ancak burada ve şimdi olabilir çünkü biz burada ve şimdi yaşıyoruz ve gelecekte ölü (ya da ölümsüz) olacağız. Biz anın yoğunluğuyuz, tam bir ergi uğrağının arayışıyız (Faust’un arayışı, Bloch’un arayışı). Biz, işçi sınıfının şiiriyiz. Bizim devrimimiz, demek ki gelecekteki büyük olayın inşası olarak değil, tahakkümün dokularında yarıklar, çatlaklar ya da kopuşların, açıkça “hayır, sermayenin yaşamlarımızı şekillendirmesini kabul etmeyeceğiz, biz neyi zorunlu ve arzu edilir buluyorsak onu yapacağız” diyeceğimiz mekânların ya da anların şimdi ve burada yaratılması olarak anlaşılabilir. Etrafınıza bakın ve her yerde bu ret-ve-yaratım mekânlarını ve anlarını göreceksiniz, bu ret-ve-yaratım Selva Lacandona’dan ansal olaylara dek her yerdedir. Devrim, devrimimiz, ancak bu yarıkların, bu ret-ve-yaratım şimşeklerinin, bu emeğe karşı eyleyiş volkanının patlayışlarının yayılması ve çoğalması olarak anlaşılabilir.

Yürüyerek soruyoruz. Preguntando caminamos.

 

Conatus Dergisi'nin 5. Sayısından alıntıdır.