JustPaste.it

Henri Lefebvre – Bir Öz-yönetim Sosyolojisinin Öğeleri*

Çeviri: Hatice Pınar Şenoğuz

Proudhon ve Proudhonculuğım "yönetim” kuramı bugünlerde yeniden canlanıyor. Proudhon’a göre, gerçekte toplumun bütünü olarak anlaşılabilecek -hatta böyle anlaşılması gereken- ekonomik toplum kendiliğinden oluşur. Doğası gereği politik topluma, devlete karşıt olarak anlaşılması . gereken ekonomik toplum, "ayrı bir gerçekliğe, özgünlüğe, öze, yaşama, kendine özgü bir mantığa" sahiptir (Idée générale de la Révolution). Üretici ve üretim atölyesi, hükmedeni olumsuzlar. Devlet yalnızca tüketicilerin soyut bir temsilidir, oysa gerçek toplum işin ve üretimin somut bir bütünüdür. Toplum devlet aygıtının altında, politik kuramların gölgesinde, yavaş yavaş ve sessizce kendi oluşumunu {formation) -ekonomik veya daha iyi bir ifadeyle sosyo-ekonomik oluşumu- üretir. Dolayısıyla, burada, doğaları gereği birbiriyle bağdaşmayan iki oluşumdan bahsetmek gerekir, Sosyo-ekonomik oluşum politik sistemi tabiyeti altına alma ve massetme eğilimdedir, Kuşkusuz Proudhon ekonomik kuramların, varolan toplumlarm ayrıcalıklı, dolayısıyla da güçlü noktalarına, piyasa ve rekabet açısından oturmuş ekonomik ve toplumsal sektörlere -örneğin, bankaları ele alalım- yerleştiğini düşünüyordu. Deneyim, ya da toplumsal pratik diyelim, Proudhon'un bu konudaki görüşünü doğrulamadı. İşçilerin kurduğu ve burjuva toplumunun "güçlü noktalarında" yerleşmeye çalışan kuramların kötüye gittiği görüldü. Bu kurumlar ya başarısızlığa uğradılar, ya da ender örneklerinde olduğu gibi, kapitalizm tarafından yutuldular·, bu kurumlar "ortak mülkiyet" veya "kooperatif" yaftası altında kapitalist girişimler gibi işlev gördüler. Serge Mallet çok yakın bir tarihte aynı hipotezle bağlantılı bir kuram öne sürdü. Serge Mallet’nin çokça sezgilerine başvurarak derinleştirdiği araştırma teknik olarak öncü endüstrilerde "yeni işçi sınıfını" bulguladı. Mallet kendi sosyo-ekonomik araştırmasından belli sonuçlar çıkarsanabileceğine inanıyordu. Ona göre, yeni işçi sınıfı, işçilerin . j duyumsadıkları ihtiyaçları ifade edemeyen "modası ■ geçmiş ideolojilere" sırtını dönmüştü. Ivlallet sendika hareketinden kaynaklanan ve "işçi sınıfının sorumluluklarının olumlanmasma dayalı yeni, daha üstün nitelikli bir politizasyon türünün” göstergelerini ortaya koyuyordu: "Burada katılım sorunu açısından, yönetim biçimi ne olursa olsun, işçi yönetiminin sorumluluğunu açığa çıkarıyoruz". İşletme yönetimi ve sendika arasında tartışılması gereken sorunlar "işletme yönetiminin denetimi, üretimin örgütlenmesinin denetimi düzeyinde" ele alındığında, tartışma işçilerin lehinde hizmet görecektir. Bu hipotezi kesin olarak geçersiz kılmak çok aceleci olacaktır. Ancak ortada bu görüşleri doğrulayacak kanıtın olmadığı söylenebilir. Serge Mallet parlak çözümlemesi temelinde, bildiğinin ötesinde bir anlam çıkarıp sosyo-ekonomik bir düzlemden ideolojik ve politik olana dair çıkarsama yapma dürtüsüne teslim olmuyor mu? Buradaki hipotezimiz bütünüyle farklı olacak. Bize göre, deneyim (toplumsal pratik) toplumsal

bir işletmenin en saf ve etkili biçiminin -yani öz-yönetimin- varolan toplumun zayıf noktalarında görüldüğünü göstermektedir. Toplumsal bütün belirli bir birliğe, bir iç tutarlılığa sahiptir. Mevcut devlet bu güçlü noktalara dayanır. Devlet adamları ellerinin altındaki tüm araçlarla yarıkları doldurmaya vermiştir kendilerini. Bir kez sağlamlaştırıldıktan sonra takviye edilmiş bu yerleri hiçbir şey sarsamaz. Ama aralarında zayıf alanlar, hatta boşluklar vardır. İşte sızılacak nokta oradadır. Bazı inisiyatifler, bazı toplumsal güçler eyleme geçer, bu boşluklara müdahale eder, onları işgal eder ve sistemin güçlü noktalarına dönüştürür. Ya da aksine, bu noktaların sistem tarafından sağlamlaştırılmış haliyle karşılaştırıldığında bambaşka bir şeye dönüştürür. Zayıf kesitler, boşluklar, inisiyatif alabilen bireylerin eylemleriyle veya müdahale edebilen grupların el yordamı arayışlarıyla, ancak pratikte açığa çıkarılabilir. Dolayısıyla bu güç, zayıf noktaları tüm toplumsal yapının güçlü noktalarına dönüştürebileceği gibi, tersine kuvvetini başka yöne yöneltmeye veya bütünün dağılmasına da (yapının çözülmesine) yol açabilir. 

Öz-yönetim deneyimleri nasıl doğuyor?

Öz-yönetimin kendiliğinden ortaya çıktığını biliyoruz, ama bu nerede olursa olsun, ne şekilde olursa olsun, bir öz-yönetim doğar anlamına gelmiyor. Tam tersine. Belki belirli zorunlu koşulları tanımlayarak bu doğuşu tespit etmeyi başarabiliriz. Öz-yönetim için bir çakışmaya, ayrıcalıklı bir yere ihtiyaç vardır. Başarıya muktedir bir yolun, önceden çizilmiş bir rotanın, sırf göze belirdi diye varolduğunu söyleyemeyiz. Yeri ve anı ne olursa olsun öz-yönetim kendinden çıkar, kendi olası genelleşmesini ve radikalleşmesini kendinde taşır ve aynı anda,

kendisiyle birlikte toplumun çelişkilerini açığa çıkarır

ve belirginleştirir. Bir kez verili duruma ilişkin en ideal ve en çok olana dair ihtimallerin önü açılıyorsa, bu bütün toplumun alaşağı edilmesi, yaşamın metamorfozu anlamına, gelir. Ancak öz-yönetimin kendisini olumlaması ve genişletmesi için toplumsal yapının güçlü noktalarını işgal etmelidir; oysa, bu noktalar derhal öz-yönetim aleyhine direnir. Elverişli bir toplum kesiminden kalkarak bir bütüne, bütünlüğe, bir "sisteme" dönüşmelidir. Öz-yönetim, bu zorlu ilerleyişi boyunca kendisiyle dahi çelişebilir. Bir mülkü veya ekonomik bir girişimi ve bunların da ötesinde, endüstrinin bir kolunu yönetmek için ustalık, uzmanlık, muhasebe ve teknisyenlere ihtiyaç duyulmaz mı? Dolayısıyla, öz yönetim içinde bürokrasi kendini pekiştirmeye eğilim gösterir. Bürokrasi öz-yönetimin içeriğini olumsuzlar, bu yüzden bürokrasi öz-yönetim tarafından massedilmelidir ki öz-yönetim kendisiyle çelişmesin. Öz-yönetimin yürürlüğe soktuğu ve kışkırttığı temel çelişki devletle olan çelişkisidir. Özünde, öz-yönetim, toplumsal ilişkilere (toplumsal pratiğe) içkin ussallığı zaptedip tek eline almasıyla, bütün toplumun üzerinde sınırlayıcı bir iktidar olarak ortaya çıkan devletin reddidir. Zeminde bir noktadan bir çatlak -basit bir fidan- bu devasa devletçi yapıyı tehdit etmeye yeter. Devlet adamları, öz-yönetirnin, geliştikçe devleti aşacağını, yani devletin sönümlenmesine doğru gideceğini bilir. Devletin içindeki çelişkileri, özellikle de ancak genel olarak, felsefi terimlerle ifade edebileceğimiz hakim çelişkiyi, devletin varlık nedenleri ile insan olma iddiası arasındaki, yani özgürlükle arasındaki çelişkiyi keskinleştirir. Öz-yönetim kendini genelleştirirken, yani bütün toplum -üretim birimleri, ülke toprağının birimleri ve daha yüksek yetki alanları ve düzeyleri- ölçeğinde bir "sistem" olmaya dönüşürken, devlet-politik sistemle çatışmaya girmekten kaçmamaz. Öz-yönetim devleti imlemeyen bir iktidarı kurmak gibi zorlu bir yükümlülükten kaçamaz, Öz-yönetim., devlet zayıflamış, sarsılmış, hatta Marx’m

öngördüğü gibi sönümlenmekte de olsa, devletle

yüz yüze gelmek zorunda kalacaktır. Her zaman

kendini yeniden olumlamaya çalışmak, kendi aygıtını

oturtmak ve öz-yönetimi, devleti pratikte lağvedecek

bir devlet ideolojisi haline dönüştürmek durumunda olacaktır, Burjuva devleti olsun olmasın, devlet, doğası gereği ademi merkeziyetçi, tabandan yukarı, parçadan bütüne ilişkiyi kavrayan öz-yönetim ilkesine karşı merkeziyetçilik ilkesini dayatır. Devletçilik ilkesi, doğası gereği, öz-yönetim ilkesini sınırlamaya, onun uygulamalarım en aza indirgemeye eğilimlidir. Öz-yönetim ayrıca piyasanın örgütlenmesine ilişkin sorunlarla yüzleşmek ve çözmek durumundadır. Ne ilkesel olarak, ne de pratikte, öz-yönetim değer yasasını olumsuzlayamaz. Kimse öz-yönetim adına piyasayı, ekonomik girişimlerin karlılığı, değişim değerinin yasalarım "içerip aşmaya" yeltenmez. Yalnızca merkeziyetçi devletçilik, böyle ölçüsüz bir hırsa sahip olmuştur. Ancak dar ve eksikli bir öz-yönetim kavrayışında toplumun farklı birimler, komünler, ekonomik girişimler, hizmetler halinde çözülmeye yüz tutacağı savlanabilir. Daha geniş bir kavrayışla, koordinasyon sağlayan örgütlenmeler dahil, öz-yönetim biçimlerini toplumsal pratiğin tüm düzeylerinde önermek ve yerleştirmek yakışık alır. Öz-yönetim ilkesi kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki çelişkiyi bilince çıkarır. Öz-yönetim kullanım değerine öncelik vermeye dönüktür, hatta pratik ilişkileri içinde

insanların kullanım değeridir, Onları metalar dünyasına

karşı değerli kılar. Metalar dünyasını reddeder, ancak bu dünyanın yasalarım, bilmezlikten gelinmesi değil, hakim olunması gereken bu yasaları yadsımaz. Metalar dünyasını sınırlamak, bunun bizi metalar - dünyasından sanki sihirli bir şekilde özgürleştirdiğini ileri sürmek anlamına gelmez, Öz-yönetim, belirlenen, denetlenen ve yönlendirilen toplumsal ihtiyaçları önceleyen demokratik planlama önerilerine asıl anlamım kazandırmayı mümkün kılar. Piyasanın örgütlenmesi ve demokratik planlama risksiz değildir. Öz-yönetim ilkesel olarak ekonomik

bir aygıtla, planlı bürokrasiyle "ortaklaşa işletmek"

(co-marıagernent) demek değildir. Öz-yönetim ilkesi, "işçilere” bir pay bahşedildiği anda onların yadsındığı türden bir anlayışım ve bu anlayışla birlikte kapitalizme tekrar saplanma eğilimini dıştalar. Öz-yönetim kavramı en nihayet kendinde ve kendi için kritik bir anlama sahiptir. Bu temel ve belirleyici

bir anlamdır, öz-yönetimin kavranması, onun

genelleşmesinin tasavvur edilmesi, metalar dünyası ve paranın iktidarından devletin iktidarına, varolan her şeye kökten bir itirazı gerektirir. Bu tefekkürle birlikte, kuramların ve meta dünyasının

hakiki karakteri açığa serilir, Diğer yandan, biri,

devletçi ve bürokratik kurumlan veya genelleşmiş metalar dünyasını reddettiği anda, onların yerine geçecek olanın akima gelmemesi mümkün mü? Öz yönetim kendiliğinden göründüğü anda, düşünce onu kavradığı anda, bu ilke bütün sistemi veya sistemin kuruluşunu sarsar. Ancak her şeyin bu ilkeyi ezmeye çalışmasıyla, bu ilkenin kendisi derhal yanlışlanmaya çalışılır. Şimdi bu düşüncelerimize bir düzene koymaya çalışarak, şu önermeleri yapabiliriz: a, Öz-yönetim, hüküm süren çeşitli güçler altında (devletin, teknolojinin, bürokrasilerin ve teknokrasilerin güçleri) bütünsel bir entegrasyona ve güçle idare edilen bir birliğe yönelen çelişkili toplumun göbeğinde doğar, ve yeniden doğar. Öz yönetim böyle s i bir toplumda tek etkin itiraz biçimini, olası tek hareket biçimini yeniden ve yeniden yürürlüğe koyar. Bu olmaksızın, yalnızca gelişme olmadan büyüme (üretimin niceliksel büyümesi, pratiğin ve toplumsal ilişkilerin niteliksel olarak etkinliklerini yitirmesi) söz konusudur. Bu anlamda, öz-yönetim düşüncesi özgürlük düşüncesiyle çakışır. Öz-yönetim, bugün pratik ve politik bir nosyonda damıtılmış ve tanımlanmış özgürlüğün, teorik özüdür, b. Öz-yönetim bu çelişkilerden doğar, ama onları

çözmeye ve aşmaya gider. Sınıf mücadelesinin aktüel ve

evrensel biçimi (diğer biçimleri de dışlamaz) olarak doğar. İçinde ortaya çıktığı toplumun çelişkilerine yeni bir tane ekler: Her zaman toplumun tek düzenleyicisi, tek aklı, tek birleştiricisi olma iddiasını taşıyan devletle, mevcut devlet aygıtıyla çatışan köklü, temel, üst bir çelişki, c. Öyleyse, öz-yönetim muhtelif çelişkiler bütününü çözme eğilimindedir, ama bunu çözdüğü oranda i yeni bir bütünlük oluşur. Elbette bu, söz konusu çelişkilerin bütününü nihai ucuna, diyalektik sınırına taşıyan, teorik ve pratik düzeyde yaşanan bir galeyan sırasında olur ve tarihsel bir uğrağı ve uygun koşulları ön gerektirir. d Öz-yönetim iki farklı boyutuyla düşünülmelidir: Bize çizilen patikayı kıracak bir mücadele yolu olarak ve gündelik yaşamdan devlete, toplumu’aşağıdan yukarı dönüştürecek bir yeniden düzenleme yolu olarak. Öz-yönetim bir ilke olarak toplumun tüm düzeylerine yayılmayı imler. Bu süreçte karşılaşılan zorluklar ve engeller, öz-yönetim toplumun daha yüksek düzeylerini, otoriteleri reddettiği oranda doruğuna ulaşır. Yine de toplumun, temel birimlerin bir toplamından oluşmadığı, aksine bir bütün oluşturduğu hiç unutulmamalı. Bütünü kuşatmadan, ayrı ayrı, kısmi birimlere yerleşen herhangi bir öz-yönetim girişimi, radikalleşmiş olsa dahi, başarısızlığa mahkumdur. Zira bir bütün, politikanın, partilerin stratejik kararlar düzeyini kapsar. Devlet radikalleşmiş ve genelleşmiş bir öz-yönetimle bir arada sükunetle varolamayacağmdan, öz-yönetim kendisini "tabandan" bir demokratik denetime hasretmelidir. Öz-yönetimin devleti -yani, öz yönetimin kendini iktidara yükselttiği bir devlet- ancak sönümlenmekte olan bir devlet olabilir. Sonuç olarak, öz-yönetimin partisi de ancak politikayı politikanın sınırına ve sonlanmasma doğru yönelten, politik demokrasinin ötesine götüren bir parti olabilir. Bu bir ütopya mı? Hayır, bu kavrayış kendiliğinden bir patlama, bütün toplyma yayılan bir kabarma imgesini değil de, bir sürekliliği, uzun bir süreci çağrıştırdığı oranda bu bir ütopya değil. Öz-yönetim yalnızca politik stratejinin bir öğesi olabilir, ancak bu esaslı öğe olmadan da gerisi anlamsızdır ve geriye kalanı bu öğe değerli kılar. Öz-yönetim kavramı bugün olanaklı olana açılmadır. Yolun ve ereğin kendisidir, toplumu bastıran ve ezen muazzam ağırlığa son verebilen güçtür. Öz yönetim yaşamı dönüştürmenin pratik yolunu gösterir; yaşamı dönüştürmek her zaman devrimin parolası, amacı, anlamı olagelmiştir. 
Ancak öz-yönetim sayesinde özgür bir bileşimin üyeleri kendi yaşamlarını kendi ellerine alabilirler ve böylelikle, yaşamları kendi eserleri olur (kendinin kılma, temellük veya yabancılaşmanın kırılması diye de bildiğimiz eylem).

...

Henri Lefebvre, "Element for a Sociology of

■ Self-Management”, H. Kramer (fransızcasından çev.), B. Hor vat, M. Markovic & Supek, İL (der.)

Self-Governing Socialism: a Reader (c. 2)

içinde, New York: International Art & Science

Press: 14-19. Fransızca aslı için bkz„ "Problèmes théoriques de rautogestion”, Autogestion, s. 1, Aralık 1966

Conatus Dergisi'nin 1. Sayısından alınmıştır.