JustPaste.it

Heidi Hartmann – Marksizm ve Feminizmin Mutsuz Evliliği

docplayer.biz.tr

 

Heidi Hartmann – Marksizm ve Feminizmin Mutsuz Evliliği


Marksizm ve feminizmin evliliği, İngiliz örf ve adet hukukunda belirtilen karı-kocanın evliliğine benzemektedir; Marksizm ve feminizm birdir ve bu bir, Marksizmdir[1]. Marksizmi ve feminizmi son zamanlardaki birleştirme çabaları, feministler olarak bize tatmin edici gelmiyor, çünkü bu girişimler, feminist mücadeleyi sermayeye karşı verilen daha geniş mücadelenin kapsamı içine alıyor. Benzetmemizi sürdürürsek, ya daha sağlıklı bir evliliğe varmamız ya da boşanmamız gerekmektedir. Bu evlilikteki eşitsizlikler, diğer pek çok toplumsal görüngü gibi, arızi değildir. Pek çok Marksist, feminizmin olsa olsa sınıf mücadelesinden daha az önemli, en kötü ihtimalle de işçi sınıfını bölücü bir nitelik taşıdığını öne sürmektedirler. Bu siyasi tutum, feminizmi sınıf mücadelesi içine alan bir analizi ortaya çıkarmaktadır. Dahası, sermayeye ilişkin olarak Marksizmin analitik gücü, onun cinsiyetçiliğe ilişkin sınırlılığını gözden saklamaktadır. Biz bu makalede, Marksist analizin, başta sermaye olmak üzere, tarihsel gelişimin yasalarına ilişkin esaslı bir kavrayış sağlamasına karşın, Marksist kategorilerin cinsiyet körü olduğunu öne süreceğiz. Yalnızca özgül bir feminist analiz kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilerin bütüncül karakterini ortaya çıkarır. Yine de tek başına feminist analiz yetersiz kalır, çünkü, o da tarihsel bakış açısına sahip değildir ve yeterli derecede materyalist değildir. Batılı kapitalist toplumların gelişimini ve bu toplumlar içinde kadınların kötü durumunu anlamak istiyorsak, hem, başta tarihsel ve materyalist yöntemi olmak üzere Marksist analiz, hem de toplumsal ve tarihsel bir yapı olarak patriarkayı (ataerkillik) tanımlamasıyla feminist analiz, kaynak olarak kullanılmalıdır. Bu makalede, Marksist feminist analiz için yeni bir yönelim önereceğiz. Tartışmamızın birinci bölümü, kadın sorunu na ilişkin çeşitli Marksist yaklaşımları ele almaktadır. Daha sonra, ikinci bölümde, radikal feministlerin çalışmalarına döneceğiz. Patriarkanın radikal feminist tanımlamalarının sınırlılığından söz ettikten sonra, kendi argümanımızı ortaya koyacağız. Üçüncü bölümde ise gerek kapitalist toplum- 1

2 ların gelişimi, gerekse kadınların şu anda içinde bulundukları durum hakkında öneriler getirmek için, hem Marksizmin hem de feminizmin güçlü yanlarını kullanmaya çalışacağız. Son zamanlardaki sosyalist feminist çalışmalardaki dengesizliği düzelterek ve günümüzdeki sosyo-ekonomik formasyonumuzun daha kapsamlı bir analizini ortaya koyarak, feminist amaçları analiz etmek için Marksist metodoloji kullanacağız. Materyalist bir analizin, patriarkanın basit bir şekilde insan ruhuna ait bir şey değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik bir yapı olduğunu gösterdiğini öne süreceğiz. Ayrıca, içinde yaşadığımız toplumun, onun hem kapitalist hem de patriarkal yönlerde düzenlendiğini kabul ettiğimiz vakit en iyi şekilde anlaşılabileceğini iddia edeceğiz. Patriarkal ve kapitalist çıkarlar arasındaki gerilime dikkat çekerken, sermaye birikiminin hem kendisini patriarkal toplumsal yapıyla uzlaştırdığını, hem de bu yapının idame edilmesinde yardımcı olduğunu öne süreceğiz. Bu çerçevede, patriarkal ilişkilerin kapitalizmi destekleme eğiliminde olduğunu göstererek, cinsiyetçi ideolojinin günümüzde alışılmışın dışında bir kapitalist biçim aldığını göstereceğiz. Kısaca, patriarka ile kapitalizm arasında bir ortaklığın ortaya çıkarak geliştiği argümanını ortaya koyacağız. Dördüncü ve son bölümde ise, Marksizm ve feminizm arasındaki siyasi ilişkilerin, solun kadın sorununa ilişkin anlayışında görülen, Marksizmin feminizm üzerindeki hakimiyetini ortaya koyduğunu ileri süreceğiz. Dolayısıyla, Marksizm ve feminizm arasındaki daha gelişmiş bir birlik, yalnızca sınıf ve cinsiyet ilişkilerinin gelişmiş entelektüel kavrayışını değil, aynı zamanda bu ittifakın, sol politikadaki egemenlik ve ikincillik ilişkilerinin yerini almasını gerektirir. I- Marksizm ve Kadın Sorunu Kadın sorunu hiçbir zaman feminist sorun olmamıştır. Feminist sorun, kadınlar ve erkekler arasındaki cinsel eşitsizliğin nedenlerine, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetine yöneliktir. Kadının durumuna ilişkin çoğu Marksist analiz, sorun olarak, kadının erkekle değil, kadının ekonomik sistemle ilişkisini ele alır ve açık bir şekilde bununla, birincinin, ikinci tartışma kapsamı içinde açıklanmasını amaçlar. Kadın sorununa ilişkin Marksist analiz üç temel biçim almıştır. Bu analızlerin hepsi kadına uygulanan baskıyı, bizim üretimle bağlantımız (ya da bu bağlantının yokluğu) şeklinde görür. Kadını işçi sınıfının bir parçası olarak tanımlayarak, bu analizler, mütemadiyen kadınların erkeklerle ilişkisini, işçilerin sermayeyle ilişkisi içine alır. İlk olarak, Marx, Engels, Kautsky ve Lenin de dahil olmak üzere ilk Marksistler, kapitalizmin tüm kadınları ücretli işgücü içine çekmekte ve bu sürecin, cinsiyete dayalı iş bölümünü yıkmakta olduğunu düşündüler. İkinci olarak, çağdaş Marksistler, kadınları kapitalizmdeki günlük yaşamın analizi içine aldılar. Bu görüşe göre, yaşamımızın tüm unsurları kapitalist sistemi yeniden üretir şekilde görülmektedir ve bu sistemin içinde hepimiz işçiyizdir. Üçüncü olarak, Marksist feministler ev işi ve onun sermayeyle olan ilişkisi üzerine odaklanmışlardır ve bunlardan bazıları, ev işinin artı değer yarattığını ve ev kadınlarının doğrudan kapitalistler için çalıştıklarını öne sürmüşlerdir. Þimdi bu üç yaklaşım üzerinde duracağız. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni nde, kadının ikincil konumunu kabul etmiş ve bu durumu özel mülkiyet kurumuna atfetmiştir[2]. Engels, burjuva ailelerde kadınların, patronlarına hizmet etmek, tek eşli olmak ve ailenin malını miras 2

3 edinecek ve bu malları artırmaya devam edecek çocuklar doğurmak zorunda olduklarını öne sürer. Engels, proleterler içinde kadınlara baskı uygulanmadığını, çünkü proleterlerin çocuklarına miras bırakacakları özel mülkiyete sahip olmadıklarını iddia eder. Engels ayrıca, ücretli işin yaygınlaşmasının küçük topraklı köylülüğü yok etmesiyle ve erkeklerin yanı sıra kadınların ve çocukların ücretli iş gücü içinde yer almasıyla, erkeğin hanehalkı üzerindeki otoritesinin zayıfladığını ve patriarkal ilişkilerin yok olduğunu iddia eder[3]. Böylece, Engels e göre, işgücü içinde yer almaları, kadınların özgürleşmesinin anahtarıydı. Kapitalizm cinsiyet farklılıklarını ortadan kaldıracak ve tüm işçilere eşit davranacaktı. Kadınlar ekonomik olarak erkeklerden bağımsız olacak ve proleter devrimin yapılmasında erkeklerle eşit bir şekilde yer alacaktı. Devrimden sonra, tüm insanlar işgücü içinde yer aldıklarında ve özel mülkiyet ortadan kaldırıldığında, kadınlar, erkeklerin yanı sıra sermayenin egemenliğinden de kurtulacaklardı. Marksistler, kadınların işgücüne katılmalarının, iki işe birden, yani ev işi ve ücretli işe, sahip olmaları nedeniyle, kendileri ve aileleri için getireceği zorluklardan haberdarlardı. Bununla birlikte Marksistler, kadınların evde sürüp giden ikincil konumları üzerinde daha az, kapitalizmin patriarkal ilişkileri erozyona uğratıcı ilerlemeci karakteri üzerinde daha çok durdular. Sosyalizmde, ev işi de kollektifleştirilecek ve kadınlar çifte yükten kurtulacaklardı. Bu ilk Marksist yaklaşımın siyasi olarak ima ettiği şeyler açıktır. Kadınların kurtuluşu, ilk olarak, onların erkekler gibi işgücüne katılmalarını, ikinci olarak da, erkeklerle birlikte kapitalizme karşı verilecek devrimci mücadeleye katılmalarını gerektirir. İlk Marksistler, sermayenin genelde işçilerin sömürülmelerinin nedeni olması gibi, sermaye ve özel mülkiyetin, kadınların da baskı altında olmalarının nedeni olduğunu öne sürerler. Kendi dönemlerinde kadınların içinde bulunduğu üzücü durumun farkında olmalarına karşın, ilk Marksistler, kapitalizmde kadın ve erkeklerin deneyimleri arasındaki farklar üzerinde durmakta yetersiz kaldılar. Kadınların, kadın olarak, nasıl ve neden baskı altında oldukları türünden feminist sorunlar üzerinde odaklanmadılar. Bu nedenle de, erkeklerin, kadınların ikincil konumlarının sürmesindeki çıkarlarını kabul etmediler. Üçüncü bölümde ele alacağımız gibi, erkekler, ev işi yapmak zorunda olmamaktan, kızları ve karılarının kendilerine hizmet etmelerinden ve iş pazarında daha iyi yerlere sahip olmaktan yarar sağlamışlardır. Patriarkal ilişkiler, ilk Marksistlerin söyledikleri gibi, kapitalizm tarafından çabucak devre dışı bırakılacak atalardan kalma bir şey olmadığı gibi, kapitalizmle birlikte yaşamayı ve güç kazanarak büyümeyi sürdürmektedir. Ve, sermaye ve özel mülkiyet, kadınların kadınlar olarak baskı altında olmasının nedeni olmadığı içindir ki, tek başına bunların ortadan kalkması, kadınlar üzerindeki baskının kalkmasıyla sonuçlanmayacaktır. İkinci Marksist yaklaşımı, yani günlük yaşam okulunu, örnekleyen son zamanlarda yayımlanmış makalelerin belki de en popüler olanı, Eli Zaretsky nin Socialist Revolution da[4] yazdığı dizidir. Feminist analizle fikir birliği içinde olarak Zaretsky, cinsiyetçiliğin kapitalizmin yarattığı yeni bir görüngü olmadığını söylemesine karşın, cinsiyetçiliğin şimdi aldığı belli şeklin, sermaye tarafından biçimlendirildiğini vurgular. Zaretsky, kapitalizmde kadınların ve erkeklerin farklı deneyimleri üzerinde odaklanır. Engels ten bir yüzyıl sonra kapitalizmin olgunlaştığı dönemde yazan Zaretsky, kapitalizmin tüm kadınları erkeklerle eşit biçimde işgücü içine çekmediğini belirtir. 3

4 Tersine, sermaye bir taraftan ev, aile ve bireysel yaşam, diğer taraftan da, işyeri arasında bir ayrım meydana getirmiştir[5]. Zaretsky ye göre, ev işi ve ücretli iş arasındaki bu ayrım yüzünden, cinsiyetçilik kapitalizmde daha tehlikeli olmuştur. Kadınlar üzerindeki artan baskı, onların ücretli işin dışında tutulmaları yüzündendir. Zaretsky, erkeklerin ücretli iş yapmak zorunda olmaları yüzünden baskı altında olduklarını, kadınların ise ücretli işte çalışmalarına izin verilmemesi yüzünden baskı altında olduklarını öne sürer. Kadınların ücretli işgücü dışında tutulmalarının nedeni başta kapitalizmdir, çünkü kapitalizm hem ev dışında ücretli çalışma olanakları yaratır, hem de kapitalist sistem için ücretli işçilerin (biyolojik) yeniden üretimini sağlamak amacıyla kadınların evde çalışmalarını gerekli kılar. Kadınlar işgücünü yeniden üretirler, işçiler için psikolojik bakımı sağlarlar ve yabancılaşma denizinde bir mahremiyet adası oluştururlar. Zaretsky ye göre, kadınlar erkekler için değil, sermaye için çalışırlar; yalnızca evin işyerinden ayrılması ve kapitalizmin yol açtığı ev işinin özelleşmesidir ki, kadınların evde özel olarak erkekler için çalıştıkları görünümünü yaratır. Kadınların erkekler için çalıştıkları görünümü ile kadınların sermaye için çalıştıkları gerçeği arasındaki bu farklılık, kadın hareketinin enerjisini yanlış yere yönlendirmesine neden olmaktadır. Kadınlar, evde çalışmalarına karşın, kendilerinin de işçi sınıfının bir parçası olduklarını kabul etmelidirler. Zaretsky ye göre, ev kadınları, proletarya ile birlikte, gelişmiş kapitalist toplumun iki karakteristik işçisi olarak ortaya çıktı [6] ve onların yaşamlarının bölünmesi, hem koca-proleter hem de karı-ev kadınını baskı altında tutar. Sosyalistlere, bu yıkıcı bölünmenin ortadan kaldırıldığı bir toplum kurmak için mücadele etme imkanını, yalnızca, kadınların evdeki çalışmasını ve tüm diğer toplumsal olarak gerekli faaliyetleri içeren üretimin yeniden kavramsallaştırılması verecektir. Zaretsky ye göre, kadın ve erkekler birlikte (ya da ayrı olarak), yaşamlarının bu parçalara ayrılmış alanlarını yeniden birleştirmek ve kamusal olduğu kadar özel ihtiyaçlarımızı da karşılayan insani bir sosyalizmin yaratılması için mücadele etmelidirler. Kapitalizmin, sorunlarının kökeninde yer aldığını kabul ederek, kadın ve erkekler birbirlerine karşı değil sermayeye karşı savaşacaklardır. Özel ve kamusal yaşamlarımız arasındaki ayrımı o yarattığı için, kapitalizmin yıkılması bu ayrımın sona ermesine yol açacak, yaşamlarımızı yeniden birleştirecek ve hem kadınların hem de erkeklerin üzerindeki baskıya son verecektir. Zaretsky nin analizi feminist harekete çok şey borçludur, fakat, nihayetinde bu hareketin yeni bir yönelime girmesi gerektiğini öne sürmektedir. Zaretsky, cinsiyetçiliğin kapitalizm öncesinde de var olduğunu öne süren feminist argümanı kabul etmektedir; sermayenin yeniden üretimi için ev işinin önemli olduğu yolundaki Marksist feminist argümanların çoğunu benimsemektedir; ev işinin ağır iş olduğunu kabul etmekte ve ev işini küçümsememektedir; ve erkek egemenliği ve cinsiyetçilik kavramlarını kullanmaktadır. Ancak Zaretsky nin analizi, eninde sonunda, sorunun merkezi olarak, ayrılık nosyonuna ve kapitalizme atfedilebilecek bölünme kavramına dayanmaktadır. Kadınların ve erkeklerin alanlarının tamamlayıcı, ayrı fakat eşit şekilde önemli olduğunu öne süren yirminci yüzyılın başlarındaki tamamlayıcı alanlar argümanı gibi, Zaretsky, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliğin varlığı ve önemini büyük ölçüde yadsımaktadır. Zaretsky, kadınlar, aile ve özel alanın kapitalizmle ilişkisi üzerinde odaklanmaktadır. Dahası, Zaretsky nin öne sürdüğü gibi, eğer özel alanı kapitalizm yarattıysa, bu neden kadınların özel alanda çalışmaları ve erkeklerin işgücüne katılmaları şeklinde oldu? Kuşkusuz bu, erkeklerin kadınlar üzerindeki sistemli egemenli- 4

5 ği olan patriyarka ile ilişkilendirilmeksizin açıklanamaz. Bize göre, aile, işgücü pazarı, ekonomi ve toplumdaki sorun, basit bir şekilde kadınlar ile erkekler arasındaki iş bölümü değil, erkekleri üstün, kadınlarıysa ikincil bir konuma yerleştiren bölünmedir. Engels in kadınların baskı altında tutulmasına kapitalist katkı olarak özel mülkiyeti görmesi gibi, Zaretsky de özel alanı görmektedir. Zaretsky ve Engels kadınlar, erkekler, çocuklar ve yetişkinlerin aile merkezli girişimlerde beraber çalıştıkları ve hepsinin cemiyet yaşamına katıldıkları sanayi öncesi aile ve cemiyeti romantize etmektedirler. Zaretsky nin insani sosyalizmi aileyi yeniden birleştirecek ve bu mutlu atölyeyi yeniden yaratacaktır. Sosyalizmin hem erkeklerin hem de kadınların çıkarına olduğunu öne sürerken, hepimizin o aynı biçimdeki insani sosyalizm için mücadele ettiğimiz ya da oraya ulaşmak için aynı mücadele mefhumuna sahip olduğumuz açık değildir, dahası, üzerimizdeki mevcut baskıdan tek başına kapitalizm sorumlu değildir. Zaretsky nin, kadınların erkekler için çalışıyorlarmış gibi göründüğünü ancak gerçekte onların sermaye için çalıştıklarını düşünmesine karşın biz, kadınların aile içinde çalışmasının açık bir şekilde kapitalizmi de yeniden üretiyor olmasının yanı sıra gerçekten erkekler için olduğunu düşünüyoruz. Üretimin yeniden kavramsallaştırılması, yaratmak istediğimiz toplum biçimi hakkında düşünmemize yardımcı olabilir ancak, günümüz ile bu toplumun yaratılması arasında geçecek dönemde, kadınlar ve erkekler arasındaki mücadele, sermayeye karşı verilen mücadelenin yanı sıra devam etmek zorundadır. Ev işini inceleyen Marksist feministler de feminist mücadeleyi sermayeye karşı mücadelenin içine almışlardır. Mariarosa Dalla Costa nın ev işi konusundaki teorik analizi, esas olarak ev işinin sermayeyle ilişkisi ve kapitalist toplumda ev işinin yeri konusunda bir argümandır ve ev işi örneğinde kadınlarla erkekler arasındaki ilişkileri kapsamaz [7]. Bununla birlikte, Dalla Costa nın, kadınların ev işi için ücret talep etmeleri konusundaki siyasi tutumu, kadın hareketi içinde yer alan kadınlar arasında, ev işinin önemi konusunda bilinçlenmeyi büyük ölçüde artırmıştır. Bu talep ABD deki kadın grupları arasında tartışıldı ve hala tartışılmaktadır [8]. Kadınların evde, işgücünün yeniden üretimini sağlayarak sermaye için temel hizmetleri sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda bu çalışma yoluyla artı değer yarattığını [9] iddia ederek Dalla Costa, aynı zamanda ev işinin önemi konusunda solun bilincini önemli ölçüde artırmış ve ev işinin sermaye ile ilişkisi konusunda uzun bir tartışmayı başlatmıştır [10]. Dalla Costa, ev işinin gerçek bir çalışma olduğu konusundaki feminist düşünceyi, ev işinin ücretli iş olması gerektiğini öne sürerek, kapitalizmde ev işine meşruiyet kazandırmak için kullanır. Kadınlar, kendilerinin geleneksel işgücü içine girmeleri için zorlanmalarına izin vermek yerine, ev işi için ücret talep etmelidirler çünkü, geleneksel işgücü içinde kadınlar çifte çalışma ile hem sermayeye bedava ev işi hizmeti vermeye, hem de ücretli işte çalışmaya devam edeceklerdir. Dalla Costa, ev işi karşılığında ücret alan kadınların toplu çocuk bakımı, yemek hazırlanması ve benzeri yollarla ev işini kollektif olarak organize edebileceklerini söylemektedir. Ücret talep etmek ve ücret almak, yaptıkları işin önemi konusunda kadınların bilincini artıracak; ev işinin özel zorunluluğunun yanı sıra toplumsal önemini görmelerini sağlayacaktır ki, bu da daha kapsamlı bir toplumsal değişim için gerekli bir ilk adımdır. Dalla Costa, ev işi konusunda toplumsal olarak önemli olanın, onun sermayeye gerekliliği olduğunu öne sürer. Bunun içinde, kadınların stratejik önemi yatar. Ev işi için 5

6 ücret talep ederek ve iş pazarına katılmayı reddederek kadınlar, sermayeye karşı mücadelenin öncülüğünü yapabilirler. Kadın toplulukları örgütleri, sermaye için yıkıcı olabilir ve yalnızca sermayenin tecavüzüne karşı direnişin değil fakat aynı zamanda, yeni bir toplumun oluşturulmasının da temelini atabilirler. Dalla Costa erkeklerin, (kadınların kendi toplulukları içinde örgütlendikleri zaman meydana gelecek olan) kadınların kurtuluşuna direneceğini ve kadınların onlara karşı mücadele etmesi gerektiğini kabul eder ancak bu, nihai sosyalizm amacına ulaşmak için verilmesi gereken yardımcı bir mücadeledir. Dalla Costa ya göre, kadınların mücadeleleri feminist olduğu için değil sermaye karşıtı olduğu için devrimcidir. Dalla Costa kadınları, artı değerin yaratıcıları ve bunun sonucunda işçi sınıfının bir parçası yaparak, devrimde kadınların mücadelesi için bir yer bulur. Bu, kadınların siyasi faaliyetlerini meşrulaştırır [11]. Kadın hareketi, kadınların mücadelesinin önemine hiçbir zaman şüpheyle bakmamıştır, çünkü feministler için amaç, yalnızca kendi mücadeleleri sonucunda sağlanabilecek olan kadınların kurtuluşudur. Dalla Costa nın, ev işinin toplumsal içeriği konusunda kavrayışımızı artırmadaki katkısı, değer biçilemez bir gelişme olmuştur. Ancak, yukarıda söz edilen diğer Marksist yaklaşımlar gibi, Dalla Costa nın yaklaşımı da, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiler değil, sermaye üzerine odaklanmıştır. Kadınların ve erkeklerin çıkar, amaç ve stratejilerinde farklılıklar olduğu gerçeği, Dalla Costa nın, kapitalist sistemin hepimizi nasıl düşkün halde tuttuğu ve bu sistem içinde kadınların çalışmalarının önemli ve belki de stratejik rolü konusundaki analiziyle, belirsiz hale getiriliyor. Dalla Costa nın yazıları feminizmin retoriğine (kadınların baskı altında tutulmaları, erkeklerle mücadele) sahiptir ancak, odağından yoksundur. Eğer böyle bir odağa sahip olsaydı, Dalla Costa, örneğin toplumsal bir ilişki olarak ev işinin öneminin, erkek egemenliğini sürdürmedeki canalıcı rolünde yattığı argümanını getirebilirdi. Kadınların, erkekler için çalışarak ev işi yapmalarının, patriarkanın sürdürülmesindeki önemini belirtebilirdi. Engels, Zaretsky ve Dalla Costa, aile içindeki iş sürecini yeterli bir şekilde analiz etmede başarısız olmuşlardır. Kadınların çalışmasından kim yarar sağlar? Kuşkusuz kapitalistler, fakat aynı zamanda, kocalar ve babalar olarak evde özel hizmetler alan erkekler. Bu hizmetlerin içeriği ve derecesi, sınıfsal, etnik ya da ırksal gruplara göre değişebilir ancak, erkeklerin hizmet aldıkları gerçeği değişmez. Erkekler, lüks tüketim, boş zaman ve özel hizmetler anlamında, kadınlardan daha yüksek yaşam standardına sahiptirler [12]. Materyalist bir yaklaşım bu çok önemli noktayı göz ardı etmemelidir [13]. Bu materyalist yaklaşım, erkeklerin kadınlara uygulanan baskının sürmesinde maddi bir çıkarları olduğunu da öngörür. Erkeklerin çoğunluğu patriarka içindeki hiyerarşinin kaldırılmasından yarar sağlayabileceği için, uzun dönemde bu, yanlış bilinç olabilir. Kısa dönemde ise bu, diğer insanların işgücü üzerinde kontrol kurulmasına varabilir ki, bu kontrol erkeklerin gönüllü olarak bırakmada isteksiz olacakları bir kontroldür. İlk Marksistler ev işini ihmal eder ve kadınların işgücüne katılımlarının üstünde dururlarken, son zamanlardaki diğer iki yaklaşım, ev işi üzerinde, kadınların iş pazarında günümüzdeki rollerini ihmal edecek derecede durmaktadırlar. Bununla birlikte her üçü de, kadınları işçi sınıfı kategorisi içine alma ve kadınlara uygulanan baskıyı sınıf baskısının bir başka unsuru olarak anlama eğilimindedirler. Bunu yaparlarken hepsi de, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilere, yani feminist analizin amacına çok az 6

7 fırsat tanırlar. Sorunlarımız, ince bir şekilde analiz edilirken, yanlış anlaşılmaktadır. Marksist analizin odak noktası sınıf ilişkileri; Marksist analizin amacı, kapitalist toplumun hareket yasalarını anlamak olmuştur. Marksist metodolojinin feminist stratejiyi formüle etmede kullanılabileceğine inanıyoruz ancak yukarıda tartıştığımız Marksist feminist yaklaşımlar bunu yapmamaktadırlar; onların Marksizmi, feminizmleri üzerinde baskındır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu kısmen Marksizmin analitik gücünden kaynaklanmaktadır. Marksizm, sınıflı toplumun gelişimi, kapitalist toplumlarda birikim süreci, sınıf egemenliğinin yeniden üretimi ile sınıf mücadelesinin ve çelişkilerinin gelişimi teorisidir. Kapitalist toplumlar, birikim sürecinin talepleriyle sürüklenmektedirler; bu, çok kısa olarak, üretimin kullanıma değil, değişime dayalı olduğu olgusuyla özetlenebilir. Bir kapitalist sistemde üretim, kar yapmaya katkıda bulunduğu sürece önemlidir ve ürünlerin kullanım değerinin yalnızca arızi bir önemi vardır. Karlar, kapitalistin işgücünü sömürme, işçilere ürettiklerinin değerinden daha az ödeme yapma yeteneğinden elde edilir. Karların birikimi, üretim ilişkilerini dönüşüme uğratarak, sistematik olarak toplumsal yapıyı dönüşüme uğratır. Yedek işgücü ordusu, çok sayıda insanın yoksulluğu, bundan daha fazlasının yoksulluk sınırında olması, sermayeye ilişkin bu insani ayıplar, birikim sürecinin yan ürünleridir. Kapitalistlerin bakışı açısından, işçi sınıfının yeniden üretimi güvenli bir şekilde kendisine bırakılabilir [14]. Aynı zamanda sermaye, kendisinin yanı sıra büyüyen bireysellik, rekabet, egemenlik ve günümüzde, belli bir tür tüketim ideolojisi yaratır. Doğuşu konusundaki teori ne olursa olsun, ideolojiler, kapitalist toplumların hakim değerleri olarak kabul edilmelidir. Marksizm, kapitalist toplumların pek çok unsurunu anlamamızı sağlar: üretimin yapısı, belli bir iş yapısının oluşması ve egemen ideolojinin içeriği. Marx ın kapitalizmin gelişimi teorisi, bir boş yerlerin gelişimi teorisidir. Örneğin Marx, proletaryanın büyüyeceği ve küçük burjuvazinin öleceği tahmininde bulunmuştu. Daha kesin ve daha detaylı olarak, Braverman, gelişmiş kapitalist toplumlarda, hizmet ve masabaşı işi yerlerinin oluşturulmasına açıklık getirmiştir [15]. Sermaye, kimin dolduracağına bakmaksızın bu yerleri yaratırken, sınıf, yedek işçi ordusu, ücretli işçi gibi Marksist analiz kategorileri, neden belli yerleri belli insanların doldurduğunu açıklamaz. Bu kategoriler, aile içinde ve dışında kadınların neden erkeklere göre ikincil durumda oldukları ve neden bunun tersi olmadığı konusunda hiçbir ipucu vermezler. Bizzat sermaye gibi, Marksist kategoriler de cinsiyet körüdürler. Marksizmin kategorileri bize, boş yerleri kimin dolduracağını söyleyemez. Kadın sorunu konusundaki Marksist analiz bu temel sorundan muzdariptir. Daha kullanışlı bir Marksist feminizme doğru Marksizm aynı zamanda, bir toplumsal analiz, tarihsel diyalektik materyalizm yöntemidir. Bu yöntemi feminist sorunların hizmetine koyarak, Juliet Mitchell ve Shulamith Firestone Marksist feminizm için yeni yönelimler önerirler. Mitchell, bizim de doğru olduğunu düşündüğümüz, şunları söyler: Her zaman sorun olan, bizim sosyalizmle ilişkimiz değildir -sorun, (bizim Marksist yöntem olarak nitelendirdiğimiz) bilimsel sosyalizmin bir yöntem olarak, bize uygulanan baskıyı ve bu nedenle bizim devrimci rolümüzü analiz etmede kullanılmasıdır. 7

8 Böyle bir yöntemin, daha önce geliştirilmiş sosyalist teoriler kadar, radikal feminizmi de anlaması gerektiğine inanıyorum [16]. Engels in yazdığı gibi; Materyalist mefhuma göre, tarihte belirleyici faktör, son tahlilde, yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Bu yine ikili bir karaktere sahiptir: bir tarafta, yaşam araçlarının, yiyeceğin, giyeceğin, barınmanın üretimi ve bu üretim için gerekli aletlerin üretimi vardır; diğer tarafta ise, insanların kendi kendilerini üretmesi, türlerin üremesi vardır. Belli bir tarihsel dönemde insanların yaşadıkları toplumsal düzen, bu iki tür üretim tarafından belirlenir... [17]. Bu, Mitchell in yapmaya çalıştığı analiz biçimidir. Mitchell, ilk yazdığı Woman: The Longest Revolution adlı makalede, hem pazar için çalışmayı, hem de yeniden üretim, cinsellik ve çocuk yetiştirmeyi inceler [18]. Belki de, kadınların yaptıkları tüm işleri üretim saymaması yüzünden, Mitchell tam anlamıyla başarılı olmaz. Yalnızca pazar için çalışma üretim olarak tanımlanır; kadınların çalıştığı diğer alanlar (kabaca aile içinde toplanabilir) ideolojik olarak tanımlanır. Yeniden üretim, cinsellik ve çocuk yetiştirmeyi düzenleyen patriarkanın, Mitchell e göre, maddi bir temeli yoktur. Mitchell in bu makaleyi genişlettiği Women s Estate, kadınların aile içinde çalışmalarının analizini geliştirmekten çok, pazar için çalışmalarının analizini geliştirmek üzerinde yoğunlaşır. Kitap, kadınların sermaye ile ilişkileri ve onun için çalışmalarının üzerinde, kadınların erkekler ile ilişkileri ve onlar için çalışmalarından daha çok durur; kitap, radikal feminizmden çok Marksizmden etkilenmiştir. Mitchell, daha sonraki çalışması Psychoanalysis and Feminism de, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiler, başka bir deyişle kadınlar ve erkekler tarafından, farklı ve toplumsal cinsiyet temelli kişiliklerin geliştirilmesini araştırmak için, önemli bir alanı inceler[19]. Patriarka, Mitchell in onu ima ettiği anlaşılıyor en başta, kız ve erkek çocukların kadın ve erkek olmayı öğrendikleri psikolojik alanda işlemektedir. Mitchell burada, başlangıçta önemsemediği yeniden üretim, cinsellik ve çocuk yetiştirme alanları üzerinde yoğunlaşmaktadır ancak, bunları ideolojik alana yerleştirerek, ilk analizinin temel zayıflığını sürdürmektedir. Mitchell, sermayeyi temel ekonomik yapı olarak sunduğu gibi, patriarkayı açıkça temel ideolojik yapı olarak ortaya koymaktadır: Meseleyi şematik olarak ortaya koyarsak...iki özerk alanla ilgileniyoruz: kapitalizmin ekonomik biçimi ve patriarkanın ideolojik biçimi [20]. Mitchell, bu iki alanın birbiri içine geçtiğini söylese de, kadınların ve erkeklerin işgüçleri arasındaki ilişkide patriarkaya maddi bir temel vermedeki başarısızlığı ile, kişilik oluşturulması ve toplumsal cinsiyet yaratılması sürecinin maddi unsurlarını belirtmede, benzer bir şekilde başarısız olması, Mitchell in analizinin kullanılabilirliğini sınırlamaktadır. Shulamith Firestone ise, patriarka ile ilişkilendirmek için, materyalist bir analiz getirerek, Marksizm ve feminizm arasında köprü kurar[21]. Firestone un materyalist analizi kullanımı, Mitchell inki kadar kararsız değildir. Firestone, cinselliğin diyalektiğinin, temel tarihsel diyalektik olduğunu ve patriarkanın maddi temelinin, kadınların türün yeniden üretiminde yaptığı çalışma olduğunu söyler. Firestone nun, kadınların duru- 8

9 munu analiz etmede Marksizmi kullanması ve patriarkanın maddi bir temeli olduğunu söylemesinin önemi, küçümsenemez. Ancak Firestone nun çalışmasının zayıflığı, biyoloji ve yeniden üretimi abartmasındadır. Anlamamız gereken, (bir biyolojik olgu olan) cinsiyetin, (toplumsal bir görüngü olan) toplumsal cinsiyete nasıl dönüştüğüdür. Yalnızca yeniden üretim üzerinde odaklanmak yerine, kadınların tüm çalışmalarını, onun toplumsal ve tarihsel çerçevesi içine yerleştirmek gerekmektedir. Firestone un çalışması, Marksist metodolojinin yeni ve feminist bir kullanımını getirse de, diğer tüm baskı biçimlerini (sınıf, yaş, ırk), bir temel taşı olan, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğinin üzerine oturtmasındaki ısrarı, onun çalışmasının Marksist feministlerden çok radikal feministler içinde sınıflandırılmasını gerekli kılar. Firestone un çalışması, radikal feminist tutumun en kapsamlı beyanı olarak kalır. Firestone un kitabı, Marksistlerin tümü tarafından reddedilmiştir. Örneğin Zaretsky kitabı, öznellik bahanesi olarak nitelendirir. Firestone un kitabının kadınları bu kadar heyecanlandıran tarafı, erkeklerin kadınlar üzerindeki gücünü analiz etmesi ve Firestone un bu durum karşısındaki çok sağlıklı öfkesiydi. Kitaptaki aşk üzerine olan bölüm, bunu kavramamızda temeldi ve hala da öyledir. Bu bölüm yalnızca, Marksistlerin de değinebileceği (sadece bir tavır sorunu), erkeklik ideolojisi hakkında değildir, erkeklerin kadınlar üzerindeki gücünün öznel sonuçlarının açığa çıkarılması, patriarka içinde yaşamanın nasıl bir şey olduğunun sergilenmesidir. Kişisel olan politiktir anlayışı, Zaretsky nin iddia edeceği gibi, kendini daha iyi hissetmesi için bir öznellik bahanesi değildir: bu, toplumsal ve siyasi bir gerçeklik olarak, kadınların ikincilliği ve erkeklerin gücünün kabul edilmesi çağrısıdır. II- Radikal Feminizm ve Patriarka Radikal feminist yazının büyük hamlesi, kişisel olan politiktir sloganının ispatlanmasına yöneltilmiştir. Radikal feministlere göre, kadınların hoşnutsuzluğu, uyumsuzun nevrotik feryadı değil, kadınların sistemli bir şekilde egemenlik altında olduğu, baskı altında tutulduğu ve sömürüldüğü bir toplumsal yapıya cevaptır. Kadınların iş pazarındaki ikincil konumu, orta sınıf evliliğin erkek merkezli duygusal yapısı, kadınların reklamlarda kullanılması, sözde kadınların akademik ve klinik psikoloji tarafından popülarize edilen ruhi durumunun nevrotik olduğu anlayışı, kadınların gelişmiş kapitalist toplumlardaki yaşamlarının unsurları araştırıldı ve analiz edildi. Radikal feminist literatür çok büyüktür ve kolayca bir özeti yapılamaz. Aynı zamanda, radikal feminizmin psikoloji üzerine odaklanması tutarlıdır. New York Radikal Feministler in temel örgütlenme belgesi Egonun Politikası ydı. Radikal feministler için kişisel olan politiktir sloganının anlamı, ilk ve temel bölünmenin cinsler arasında olduğu ve tarihin itici gücünün erkeklerin kadınlar üzerinde iktidar ve egemenlik kurmak için çalışması, yani cinselliğin diyalektiğidir [22]. Firestone, erkek ve kız çocukların, iktidar anlamında erkekler ve kadınlara dönüşme gelişimini anlamak için, Freud u yeniden yazdı[23]. Firestone un eril ve dişil karakter özelliklerini tanımlaması, radikal feminist yazının simgesidir. Erkek iktidar ve egemenlik ister; erkek ben-merkezci, bireysel, rekabetçi ve pragmatiktir; Firestone a göre, teknolojik biçim erildir. Dişi ise bakıp-besleyici, estetik güzelliğe sahip ve düşüncelidir; estetik biçim dişildir. 9

10 Estetik biçimin dişil olduğu düşüncesi, kuşkusuz antik Yunanları oldukça şaşırtırdı. Burada radikal feminist analizin hatası ortaya çıkar: radikal feministlerin sunduğu şekliyle cinselliğin diyalektiği, eril ve dişil karakterleri, tüm geçmiş tarihte de, günümüzdeki biçimindeymiş gibi gösterir. Radikal feminist analiz, günümüze ilişkin kavrayışlarında çok büyük güce sahiptir. En zayıf yönü ise, onun gözlerini tarihe kapamasına neden olan, psikoloji üzerindeki odaklanmasıdır. Bunun nedeninin altında, yalnızca radikal feminist yöntem değil, aynı zamanda, toplumsal örgütlenmenin oldukça esnek bir biçimi olması dolayısıyla, tek başına patriarkanın doğası yatar. Radikal feministler patriarkayı, erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurmasıyla tanımlanan bir toplumsal sistemi anlatmak için kullanırlar. Kate Millett in tanımlaması klasiktir: bizim toplumumuz... bir patriarkadır. Ordu, sanayi, teknoloji, üniversiteler, bilim, siyasi bürolar, maliye kısacası, polisin baskıcı gücü de dahil, toplumdaki her iktidar alanının tamamıyla erkeklerin elinde olduğu hatırlanırsa, bu gerçek ortadadır [24]. Radikal feministlerin bu patriarka tanımı, bildiğimiz toplumların çoğu için geçerlidir ve bunları birbirinden ayıramayız. Radikal feministlerin tarihi kullanması, tüm yer ve zamanlarda patriarkanın var olduğunu gösteren örnekleri sağlaması ile sınırlıdır [25]. Kadın hareketi öncesindeki ana-akım sosyal bilimciler ve Marksistler için patriarka, hiyerarşinin isnat edilen özellikleri örnek aldığı, feodal ve feodal öncesi toplumların, ekonomik ve siyasi ana hatlarını oluşturan, erkekler arasındaki bir ilişkiler sistemine karşılık gelir. Kapitalist toplumlar burjuva sosyal bilimciler tarafından meritokratik, bürokratik ve kişisel olmayan sistemler olarak anlaşılır; Marksistler ise kapitalist toplumları sınıf egemenliği sistemleri olarak görürler[26]. Her iki türdeki sosyal bilimciler için de, ne tarihsel patriarkal toplumlar, ne de günümüzün batılı kapitalist toplumları, erkekler arasındaki, onların kadınlar üzerinde hakimiyet kurmalarını sağlayan ilişkiler sistemleri olarak anlaşılmaz. Patriarkanın tanımlanmasına doğru Patriarkayı, erkekler arasındaki, maddi bir temeli olan ve hiyerarşik olsa da, onların kadınlar üzerinde hakimiyet kurmalarını sağlayacak dayanışma ve karşılıklı bağımlılığı da yaratan ya da kuran, toplumsal ilişkiler dizisi olarak tanımlayabiliriz. Patriarkanın hiyerarşik olmasına ve farklı sınıflar, ırklar ya da etnik gruplardan erkeklerin bu patriarka içinde farklı yerleri bulunmasına karşın, erkekler aynı zamanda, kadınlar üzerinde paylaşılan hakimiyet ilişkisinde, birleşmiş durumdadırlar; bu hakimiyeti korumak için de birbirlerine bağımlıdırlar. Hiyerarşiler en azından kısmen işler durumdadır çünkü, statüko içindeki kazanılmış hakları meydana getirirler. Üst seviyedekiler, daha alt seviyedekiler üzerinde iktidar kullanma hakkı vererek, kendilerinden alt seviyedekileri memnun edebilirler. Patriarka hiyerarşisinde, bu hiyerarşi içindeki kademeleri ne olursa olsun tüm erkekler, en azından bazı kadınları kontrol edebilme gücüne sahip olarak tatmin edilebilirler. Patriarkanın ilk kurumsallaştığı devlet toplumlarında, yükselen yöneticilerin, erkeklerin kabileye ait bazı olanaklarını yeni yöneticilere bırakmaları karşılığında, (kadınları ve çocukları üzerinde kontrol kurmalarını sağlayarak) erkekleri ailelerinin reisi yaptıkları yönünde bazı bulgular vardır[27]. Erkekler, (kendi aralarındaki hiyerarşik düzenlerine karşın) kadınlar üzerindeki kontrollerini 10

11 sürdürmek için birbirlerine bağımlıdırlar. Patriarkanın üzerinde durduğu maddi temel, en temel olarak, erkeklerin kadınların işgücü üzerindeki kontrollerindedir. Erkekler bu kontrolü, kadınların bazı esaslı üretici kaynaklara ulaşmalarını engelleyerek (örneğin kapitalist toplumlarda, geçimini temin edecek ücret sağlayan işler) ve kadınların cinselliğini sınırlayarak sürdürürler[28]. Tek eşli heteroseksüel evlilik, erkeklerin bu her iki alanı kontrol etmelerini sağlıyor görünen, göreceli olarak yeni ve etkili bir biçimdir. Kadınların olanaklara ve kendi cinselliklerine sahip olmalarını kontrol etmek, erkeklerin, hem pek çok kişisel ve cinsel alanda kendilerine hizmet edilmesi, hem de çocukların büyütülmesi amacıyla, kadınların işgücü üzerindeki kontrolü sağlamalarına olanak verir. Erkekleri pek çok hoş olmayan (tuvaletlerin temizlenmesi gibi) işleri yapmaktan kurtaran, kadınların erkeklere verdiği hizmet, aile içinde olduğu kadar dışarıda da verilmektedir. Aile dışındaki hizmetlere örnek, kişisel işlerin yerine getirilmesi için sekreterlerin ortak kullanımı, kahve yapmaları ve seksüel bir çevre yaratmaları kadar, erkek patronlar ve profesörler tarafından kadın işçiler ve öğrencilere cinsel taciz yapılmasını kapsar. Çocukların büyütülmesi, onların işgücü, babalarına hemen bir yarar sağlasın ya da sağlamasın, bir sistem olarak patriarkanın sürdürülmesi için önemli bir görevdir. Sınıflı toplumun okullar, işyerleri, tüketim normları vs. ile yeniden üretilmesi zorunluluğu, patriarkal toplumsal ilişkiler için de geçerlidir. Bizim toplumumuzda, çocuklar genellikle evde kadınlar tarafından bakılırlar, kadınlar toplumsal olarak erkekler karşısında ikincil konumda olarak tanımlanır ve tanınırlar, erkekler ise bu eve ait resimde nadiren yer alırlar. Bu şekilde büyütülen çocuklar ise toplumsal cinsiyet hiyerarşisindeki yerlerini genellikle iyi öğrenirler. Bununla birlikte, patriarkal davranışların öğretildiği, kadınların ikincil konumlarının güçlendirildiği ve takviye edildiği ev dışındaki alanlar; kiliseler, okullar, spor, kulüpler, sendikalar, ordular, fabrikalar, bürolar, sağlık merkezleri, medya vs., bu süreçte merkezi konumdadır. Bu yüzden, patriarkanın maddi temeli, yalnızca aile içinde çocukların büyütülmesine dayanmaz, fakat aynı zamanda, erkeklerin kadınların işgücünü kontrol edebilecekleri tüm toplumsal yapılara dayanır. Toplumsal yapının patriarkayı sürdüren unsurları teorik olarak belirlenebilir, bu nedenle de toplumsal yapının diğer unsurlarından ayrılabilir. Gayle Rubin, cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemleri ni teşhis ederek, bu toplumsal yapıların patriarkal unsurunu tanıma yeteneğimizi büyük ölçüde artırmıştır: Bir cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemi, bir toplumun biyolojik cinselliği, insan faaliyetinin ürünlerine dönüştürdüğü ve bu dönüştürülmüş cinsel ihtiyaçların tatmin edildiği bir düzenlemeler serisidir [29]. Erkek ve dişi olarak, biyolojik cinsiyetlerle doğarız ancak toplumsal olarak tanınan toplumlar cinsiyetlere, kadınlar ve erkeklere dönüştürülürüz. Nasıl böyle dönüştürüldüğümüz, Engels in bahsettiği üretim biçiminin ikinci unsuru, insanoğlunun kendi kendini üretimi, türün üremesidir. İnsanların türlerini nasıl ürettiği, toplumsal olarak belirlenir. Biyolojik bakımdan, insanlar çeşitli cinsel tercihlere sahip olabiliyorlarsa, toplum her türlü cinsel dışavurumun eşit şekilde izin verildiği şekilde düzenlenseydi, yeniden üretim yalnızca bazı cinsel ilişkiler, yani heteroseksüel ilişkiler sonucu meydana gelirdi. Bütün bilinen toplumlarda geçerli toplumsal bir icat olan cinsiyete dayalı katı iş bölümü, çok ayrı iki toplumsal 11

12 cinsiyet ile erkeklerin ve kadınların ekonomik nedenlerle bir araya gelmeleri ihtiyacını doğurur. Bu, onların cinsel ihtiyaçlarını heteroseksüel tatmine yöneltmeye ve biyolojik yeniden üretimi garanti altına almaya yardım eder. Daha yaratıcı toplumlarda, biyolojik yeniden üretim diğer tekniklerle garanti altına alınabilirdi ancak, cinsiyete dayalı iş bölümü günümüze kadar evrensel bir çözüm olarak görülüyor. Cinsiyete dayalı bir iş bölümünün cinsler arasındaki eşitsizliği ifade etmemesi teorik olarak mümkün olsa da, bilinen çoğu toplumlarda, toplumsal olarak kabul edilebilir bir cinsiyete dayalı iş bölümü, kadınların işine düşük statü vermektedir. Cinsiyete dayalı iş bölümü aynı zamanda, erkekler ve kadınların yaşamda farklı deneyimlere sahip oldukları cinsel alt kültürlerin de temelidir; bu iş bölümü, (toplumumuzda) yalnızca ev işi yapmamakla ve istihdamda daha iyi yere sahip olmakla değil, fakat aynı zamanda psikolojik olarak da yürütülen erkek iktidarının maddi temelidir. İnsanların cinsel ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları, nasıl yeniden ürettikleri, yeni kuşaklara toplumsal normları nasıl aşıladıkları, toplumsal cinsiyeti nasıl öğrendikleri, kadın ve erkek olarak hissetmenin nasıl olduğu bunların hepsi Rubin in tanımladığı cinsiyet/toplumsal cinsiyet alanında oluşur. Rubin, (kiminle cinsel ihtiyaçlarınızı tatmin edebileceğinizi size bildiren) akrabalığın etkisini, ödipal mekanizma ve çocuğun yetiştirilmesi yoluyla toplumsal cinsiyete özgü kişiliklerin gelişimini vurgular. Bunu yanı sıra, cinsiyet/toplumsal cinsiyet kavramını, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerini tanımlama ve güçlendirmede oynadıkları roller nedeniyle, tüm diğer toplumsal kurumları incelemede kullanabiliriz. Rubin, teorik olarak, bir cinsiyet/toplumsal cinsiyet sisteminin dişil egemen, eril egemen ya da eşitlikçi olabileceğini belirtir ancak, bilinen pek çok cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemini sınıflandırmayı ya da tarihi dönemselleştirmesini yapmayı reddeder. Biz, günümüz cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemini patriarka olarak sınıflandırma yolunu seçiyoruz çünkü bu, günümüz sisteminde merkezi olduğunu düşündüğümüz erkek egemenliği ve hiyerarşi nosyonunu uygun bir şekilde kapsar. Ekonomik üretim (Marksistlerin üretim biçime gönderme yapmak için kullandıkları) ve cinsiyet/toplumsal cinsiyet alanında insanların üretilmesi, her ikisi de, Engels e göre belli bir tarihsel dönemde ve belli bir ülkede insanların içinde yaşadığı toplumsal düzenlemeyi belirler. O zaman, bu her iki tür üretim ve yeniden üretim biçimine, insanlara ve şeylere bakılarak, tüm toplum anlaşılabilir[30]. Saf kapitalizm ve saf patriarka gibi bir şey yoktur, bunlar zaruri olarak bir arada yaşamak durumundadırlar. Var olan şey, patriarkal kapitalizm, ya da patriarkal feodalizm, ya da eşitlikçi avcı/toplayıcı toplumlar ya da anaerkil bahçıvan toplumlar ya da bahçıvan patriarkal toplumlardır. Üretimin bir unsurundaki değişimle, diğerindeki değişimler arasında mutlak bir bağlantı olmasının gerekmediği görülüyor. Örneğin, bir toplum kapitalizmden sosyalizme dönüşüm geçirebilir ve hala patriarkal olarak kalır[31]. Sağduyu, tarih ve deneyimlerimiz bize, üretimin bu iki unsurunun birbirinin içine öyle sıkı bir şekilde geçtiğini ve birindeki değişimin diğerinde hareket, gerilim ve çelişki yarattığını göstermektedir. Irksal hiyerarşiler de bu çerçevede anlaşılabilir. Biyolojik rengi bir toplumsal kategoriye, ırka dönüştüren toplumsal yaşam alanları, renk/ırk sistemlerinin açıklanmasında, daha fazla inceleme mümkün olabilir. Irksal hiyerarşiler de toplumsal cinsiyet hiyerarşileri gibi toplumsal düzenlememizin, insanların nasıl üretildikleri ve yeniden üretildiklerinin unsurlarıdır. Bunlar temel olarak ideolojik değillerdir; üretim biçimimizin 12

13 ikinci unsurunu, yani insanların üretimi ve yeniden üretimini oluştururlar. Dolayısıyla, toplumlarımızı, örneğin basitçe kapitalist olarak değil, patriarkal kapitalist beyaz üstünlükçü olarak tanımlamamız en doğrusu olabilir. Aşağıda üçüncü bölümde, ırksal düzenlere adapte olan ve onları kullanan bir kapitalizm durumunu ve kapitalizm ile patriarka arasındaki karşılıklı ilişkinin çeşitli örneklerini göstereceğiz. Kapitalist gelişme, işçiler hiyerarşisi için yerler yaratır ancak geleneksel Marksist kategoriler kimlerin hangi yerleri dolduracaklarını söyleyemezler. Toplumsal cinsiyet ve ırk hiyerarşileri, boş yerleri kimlerin dolduracağını belirlerler. Patriarka basit şekilde hiyerarşik düzenleme değil, belli insanların belli yerleri doldurdukları hiyerarşidir. Hükmedilenin neden kadınlar olduğunu ve bunun nasıl gerçekleştiğini, ancak patriarkayı incelerken öğreniriz. En çok bilinen toplumların patriarkal olduğuna inanmamıza karşın, patriarkayı evrensel ve değişmeyen bir görüngü olarak görmüyoruz. Erkeklerin kadınlara hükmetmesini sağlayan erkekler arasındaki karşılıklı ilişkiler ağı olan patriarka, zaman içinde biçim ve yoğunluk açısından değişime uğramıştır. Erkekler arasındaki hiyerarşi ve erkeklerin bu patriarkal olanaklardan farklı derece ve biçimlerde yararlanmalarının araştırılması önemlidir. Kuşkusuz sınıf, ırk, milliyet, hatta medeni durum ve cinsel yönelim, yaş kadar, burada rol oynar. Farklı sınıf, ırk, milliyet, medeni durum ve cinsel yönelim gruplarından kadınlar da, patriarkal gücün farklı derecelerine tabidirler. Kadınlar da, sınıf, ırk, ya da ulusal iktidar, hatta, patriarkal hiyerarşide kendi erkek akrabalarından düşük seviyede olan erkekler üzerinde (aile bağları yoluyla) patriarkal güç kullanabilirler. Özetle, patriarkayı, maddi bir temeli olan ve erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan, erkekler arasındaki hiyerarşik ilişkiler ve dayanışmayı içeren, toplumsal ilişkiler dizisi olarak tanımlıyoruz. Patriarkanın maddi temeli, erkeklerin kadınların işgücü üzerindeki kontrolüdür. Bu kontrol, kadınları ekonomik olarak üretici kaynaklara ulaşmaktan alıkoymak ve kadınların cinselliğini sınırlamakla sürdürülür. Erkekler bu kontrolü, kadınlardan bireysel hizmet alarak, ev işi yapmak ve çocuk bakmak zorunda olmayarak, seks için kadınların vücutlarını kullanarak, güçlü hissederek ve güçlü olarak sağlarlar. Günümüzde yaşadığımız biçimiyle patriarkanın önemli unsurları; heteroseksüel evlilik (ve bunun sonucunda ortaya çıkan homofobi), kadınların çocuk bakması ve ev işi yapması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı (bu da iş pazarındaki düzenlemelerle artırılır), devlet, erkekler arasındaki toplumsal ilişkiler temeli üzerine kurulu çeşitli kurumlar kulüpler, spor, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kiliseler, şirketler ve ordular. Patriarkal kapitalizmi anlamak istiyorsak, tüm bu unsurların incelenmesi gerekir. Gerek erkekler arasındaki karşılıklı bağımlılık ve hiyerarşi gerekse kadınların ikincil konuma düşürülmesi, içinde yaşadığımız toplumun işleyişi için gereklidir, yani, bu ilişkiler bütün sisteme tesir eder. Þimdi, bu ilişkilerin yaratılması sorununu bir yana bırakıyoruz ve soruyoruz, kapitalist toplumlarda patriarkal ilişkileri tanıyabilir miyiz? Kapitalist toplumlarda, burjuva ve Marksist sosyal bilimcilerin, artık olmadığını, ya da en iyi ihtimalle önemsiz kalıntılar olduğunu iddia ettikleri, erkekler arasındaki bu aynı bağlantıları keşfetmek zorundayız. Kapitalist toplumlarda erkekler arasındaki bu ilişkilerin nasıl sürdürüldüğünü anlayabilir miyiz? Patriarkanın, kapitalist gelişmenin yönünü biçimlendirme yöntemlerini teşhis edebilir miyiz? 13

14 III- Patriarka ve Sermayenin Ortaklığı Kapitalist toplumlarda patriarkal toplumsal ilişkileri nasıl tanırız? Bu sanki, her bir kadın yalnızca kendi erkeği tarafından baskı altında tutuluyormuş gibi görünür; onun ezilmesi özel bir durummuş gibi görünür. Erkekler içindeki ve aileler içindeki ilişkiler eşit bir şekilde parçalara ayrılmış gibi görünür. Erkekler içindeki ve erkeklerle kadınlar arasındaki arasındaki ilişkileri, sistematik şekilde patriarkal olarak tanımak zordur. Bununla birlikte biz, patriarkanın erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkiler sistemi olarak kapitalizmde var olduğunu ve kapitalist toplumlarda, patriarka ve sermaye arasında sağlıklı ve güçlü bir ortaklığın bulunduğunu ileri sürüyoruz. Patriarka kavramı ve bir kapitalist üretim biçimi anlayışı ile hareket edilirse, patriarka ile kapitalizm arasındaki ortaklığın kaçınılmaz olmadığı hemen anlaşılır; erkekler ve kapitalistlerin sık sık çatışan çıkarları vardır, özellikle de kadınların işgücünün kullanılması konusunda. Burada, bu çatışmanın bir yönü kendini ortaya koyabilir: erkeklerin büyük bölümü kadınlarının evde kalarak kişisel olarak kendilerine hizmet etmesini isteyebilirler. Kapitalist olan az sayıdaki erkek de, (kendilerinin olmayan) kadınların çoğunluğunun, ücretli iş pazarında çalışmalarını isteyebilir. Kadınların emek gücü üzerinde yaşanan bu çatışmadaki gerilimleri tarihsel olarak incelerken, sermaye ve patriarka arasındaki ortaklığın temeli kadar, kapitalist toplumlarda patriarkal ilişkilerin maddi temelini de teşhis edebileceğiz. Sanayileşme ve aile ücretinin gelişimi Marksistler, ondokuzuncu yüzyılda tanık oldukları toplumsal görüngüler seçkisinden oldukça mantıklı çıkarımlarda bulundular. Ancak Marksistler nihai olarak, yeni ortaya çıkan kapitalizmin çekişmek zorunda olduğu, daha önce var olan patriarkal toplumsal güçlerin gücünü ve sermayenin bu güçlere göre kendini ayarlaması gereğini gözardı ettiler. Endüstri devrimi, kadınlar ve çocuklar da dahil tüm insanları işgücü içine çekiyordu; aslında ilk fabrikalar hemen hemen tamamıyla kadın ve çocuk işgücü kullandılar [32]. Kadınların ve çocukların erkeklerden bağımsız olarak ücret alabilmeleri, hem (birinci bölümde tartışıldığı gibi) hakimiyet ilişkilerini zayıflattı, hem de herkes için ücretlerin düşük olmasına neden oldu. Kautsky, 1892 de bu süreci şöyle açıklıyordu: Çalışan erkeğin karısı ve küçük çocuklarının kendi geçimlerini sağlayabilmeleriyle, erkek işçilerin ücretleri, taze iş gücü arzının durması riskini yaratmaksızın, kendi kişisel ihtiyaçlarını karşılayabilecek seviyeye indirilebiliyor. Üstelik, kadınların ve çocukların emeği, erkeklerden daha az direnebildikleri için, ek avantajlar sağlar; ve bunların işçi saflarına getirilmeleri, pazarda satış için sunulan iş gücünün miktarını çok büyük ölçüde artırır. Kadınların ve çocukların emeği, pazarı doyurduğu için (erkek işçinin) direnme kapasitesini azaltır; bu her iki duruma bağlı olarak, (kadın ve çocuk emeği) erkek işçinin ücretini düşürür[33]. Düşük ücretlerin ve tüm aile üyelerinin iş gücüne zorla katılımının işçi sınıfı ailesi üze- 14

15 rindeki kötü etkisi, Marksistler tarafından da kabul edildi. Kautsky söyle yazdı: Kapitalist üretim sistemi, çoğu durumda, çalışan erkeğin biricik ailesini yıkmaz ancak bu aileyi, özellikle sevimsiz olanları dışında her özelliğinden yoksun bırakır. Bugün kadının sınai işlerdeki faaliyeti...onun eski yükünün, yenisi tarafından artırılması anlamına gelir. Ancak bir kişi iki efendiye hizmet edemez. Erkek işçinin ailesi, işçinin karısı ne zaman günlük ekmeği kazanmaya yardım etmek zorunda olsa, ıstırap çeker [34]. Kautsky kadar erkek işçiler de, kadının ücretli işte çalışmasının dezavantajlarının farkındaydılar. Kadınlar yalnızca ucuz rakip değildi, aynı zamanda çalışan kadınlar, onların iki efendiye iyi hizmet edemeyecek eşleriydi. Erkek işçiler, kadınların ve çocukların iş gücüne toptan katılımlarına karşı çıktılar ve onları sendika üyeliğinin ve iş gücünün dışında tutmayı istediler da On Saat Savunusu nda şöyle denildi: Bugün bizim için, kadın fabrika işçilerinin fiziksel ve ahlaki durumlarını geliştirme yönündeki tüm girişimlerin, kadınların çalışma saatleri azaltılmadıkça boşa çıkacağını söylemek gereksizdir. Aslında, daha ileri giderek şunu söyleyebiliriz ki, evli kadınların, makinenin usandırıcı hareketini izlemektense, ailenin ev içi işlerini yerine getirmeleri daha iyidir. Bu nedenle, kocanın, karısını, bir pamuk fabrikasının katlanmak zorunda olacağı ağır ve sıkıcı işine göndermeksizin, karısı ve ailesini geçindirebileceği günün çok uzak olmadığını ümit ediyoruz [35]. ABD de 1854 te Ulusal Matbaacılık Sendikası, kadın dizgicilerin istihdamının kendi tüzüğüyle teşvik edilmemesini öngören bir karar aldı. Erkek sendikacılar kadın işçilere sendika korumasının sağlanmasını istemediler; bunun yerine onları dışarıda bırakmaya çalıştılar da, Uluslararası Sigara Üreticileri Sendikası Başkanı Adolph Strasser şöyle dedi: Kadınları işin dışında tutamayız ama, fabrika yasaları yoluyla onların günlük iş kotalarını sınırlayabiliriz [36]. Ucuz rekabet sorununun, ücretli kadın ve gençlerin örgütlenmesi yoluyla çözülebilecek olmasına karşın, bozulan aile yaşamı sorunu çözülemezdi. Erkekler, sendika korumasını kendilerine saklarlarken, kadınlar ve çocuklar için koruyucu iş yasalarının çıkarılmasını tartışmaya başladılar[37]. Koruyucu iş yasalarının, kadın ve çocuk emeğinin en kötü şekilde istismar edilmesi konusunda bazı iyileştirmeler sağlamış olabilmesine karşın, bu yasalar yetişkin kadınların erkek işlerine katılımını da sınırladı[38]. Erkekler, yüksek ücretli işleri kendilerine saklamak ve erkek ücretlerini genel olarak yükseltmek istediler. Erkek işçiler, kendi ücretli emekleri için, tek başına ailelerinin geçimini sağlamaya yeterli ücretler istediler. Bu aile ücreti sistemi, ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başında, işçi sınıfı aileleri için, tedricen standart haline geldi[39]. Çeşitli gözlemciler, ücretli işe sahip olmayan karının, erkek işçilerin yaşam standardının bir parçası olması gerektiğini iddia ettiler[40]. Erkek işçiler, kadınlar ve erkeklere eşit ücretler verilmesi için mücadele etmek yerine, karılarının evde verecekleri hizmeti sağlama almak için, aile ücreti sistemini savundular. Patriarkanın olmaması durumunda, birleşmiş bir işçi sınıfı kapitalizme karşı durabilirdi ancak, patriarkal toplumsal ilişkiler, bir tarafın (erkeklerin) diğer taraf (kadınlar) zararına satın alınmasına imkan vererek, işçi sınıfını böldü. Sorunun bu çözümü sürecinde, erkekler arasındaki hiyerarşi ve dayanışma çok önemliydi. Aile ücretleri, o dönemde kapitalist 15

16 ve patriarkal çıkarlar arasında süren, kadınların işgücü üzerindeki çatışmanın çözülmesi olarak anlaşılabilir. Çoğu yetişkin erkek için aile ücreti, erkeklerin diğerleri, yani genç insanlar, kadınlar ve toplumsal olarak aşağı seviyedeki erkeklere (İrlandalılar, siyahlar, vs., pek çok patriarkal imtiyazın sağlanmadığı patriarkal hiyerarşideki alt seviyedeki gruplar) düşük ücretlerin verilmesinin kabul edilmesi ve bunun için hileye başvurulması anlamına gelir. Kadınlar, çocuklar ve alt seviyedeki erkekler için düşük ücretler, iş pazarındaki iş ayrımcılığı ile yürütülür ve sendikalar ve yöneticilerin yanı sıra, okullar, eğitim programları, hatta aile gibi yardımcı kurumlar tarafından sürdürülür. Cinsiyete göre iş ayrımcılığı, kadınların en düşük ücretli işleri yapmalarını garanti atına alarak, hem kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığını garanti altına alır, hem de kadın ve erkekler için uygun alanlar nosyonunu güçlendirir. Dolayısıyla, çoğu erkek için, aile ücretinin gelişimi, erkek hakimiyetinin maddi temelini iki şekilde garanti altına aldı. Birincisi, erkekler iş pazarında daha iyi işlerin sahibi olurlar ve kadınlardan daha yüksek ücret kazanırlar. Kadınların iş pazarında aldıkları düşük ücretler, hem erkeklerin kadınlar üzerindeki maddi avantajını sürdürür, hem de kadınların eş olmayı bir kariyer olarak tercih etmelerini teşvik eder. İkinci olarak, kadınlar ev işi yapar, çocuk bakar ve evde erkeklere doğrudan yarar sağlayacak diğer hizmetleri yerine getirirler [41]. Böylece, kadınların ev içi sorumlulukları, onların iş pazarındaki ikincil konumlarını daha da güçlendirir [42]. Yirminci yüzyılın başlarında geliştirilen bu çözüm, patriarkal çıkarlara olduğu kadar kapitalist çıkarlara da yarar sağlamış görülebilir. Kapitalistlerin, ondokuzuncu yüzyıl endüstrileşmesinin başında geçerli olan çok kötü koşullarda, işçi sınıfı ailelerinin kendilerini yeterli şekilde yeniden üretemeyeceklerinin farkına vardıkları, sık sık ileri sürülür. Kapitalistler, ev kadınlarının, ücretli işte çalışmayan evli kadınlardan daha sağlıklı işçiler yetiştirdikleri ve eğitilmiş çocukların eğitilmemiş olanlardan daha iyi işçi olduklarını anladılar. Erkeklere aile ücreti ödenmesi ve kadınların evde tutulması yönündeki pazarlık, erkek işçilere olduğu kadar kapitalistlere de uygun geldi. Pazarlığın koşullarının zaman içinde değişmesine karşın, aile ve kadınların aile içindeki çalışmasının, sermayeye iş gücü sağlayarak, erkeklere de ayrıcalıklarını kullanabilecekleri bir alan yaratarak hizmet etmesi, hala geçerliliğini korumaktadır. Kadınlar, erkeklere ve ailelerine hizmet için çalışırlarken, aynı zamanda tüketiciler olarak kapitalistlere de hizmet ederler [43]. Firestone, Frankfurt Okulu ve diğer pek çok kişinin ortaya koyduğu gibi, aile aynı zamanda hakimiyet ve itaatin öğrenildiği yerdir[44]. İtaatkar çocuklar yumuşak başlı işçiler olurlar; kızlar ve erkekler, her biri kendi uygun rollerini öğrenirler. Aile ücreti, kapitalizmin patriarkaya göre ayarlandığını gösterirken, çocukların değişen statüleri, patriarkanın kapitalistlere göre ayarlandığı göstermektedir. Kadınlar gibi çocuklar da, ücretli işten mahrum edilmeye başlandı. Çocukların para kazanma yetenekleri azalırken, onların anne-babalarıyla olan yasal ilişkileri de değişti. ABD deki sanayileşme döneminin başında, babalar için çocuklarının ihtiyaçlarını yerine getirmek, onların mutlu gelişimi için zorunlu, hatta öncelikli olarak görülüyordu; tartışmalı nezaret durumunda, babalar yasal önceliğe sahipti. Çocukların, ailelerinin ekonomik refahına katkı yeteneklerinin azalmasıyla, anneler artan bir şekilde çocuklarının mutlu gelişimi için önemli görülmeye başlandılar ve tartışmalı nezaret durumunda, yasal öncelik kazandılar[45]. Burada patriarka, çocukların değişen ekonomik rolüne adapte oldu: çocuklar üreticiyken erkekler onlar üzerinde hak iddia ediyorlardı; çocuklar üre- 16

17 timden soyutlanınca, kadınlara verildiler. Yirminci yüzyıldaki ortaklık Ondokuzuncu yüzyıl Marksistlerinin, kapitalizmin herkesi proleterleştirme ihtiyacı içinde, patriarkanın kaybolacağı tahmini doğru çıkmadı. Marksistler yalnızca patriarkanın gücünü ve esnekliğini azımsamakla kalmadılar, aynı zamanda sermayenin gücünü abarttılar. Marksistler, kapitalizmin feodal ilişkileri koparan yeni toplumsal gücünü, hakikatte çok güçlü olarak tasavvur ettiler. Çağdaş gözlemciler, saf kapitalizm eğilimleri ile günlük pratikte tarihsel güçlerle karşı karşıya gelen gerçek kapitalizmin eğilimleri arasındaki farkı görmede daha iyi durumdalar. Sermaye ile ırksal düzenlemeler arasındaki ortaklık ve iş pazarının bölünmesi tartışmaları, saf kapitalist güçlerin tarihsel gerçeklikle nasıl karşılaştıkları konusunda yeni örnekler sağlar. Bu süreçte, kapitalizm tarafından büyük esneklik gösterilmiştir. Güney Afrika üzerine çalışan Marksistlerin, ırksal düzenlemelerin herkesin eşit bir şekilde proleterleşmesine izin vermeyebileceğini iddia etmelerine karşın, bu, ırksal engellerin sermaye birikimini engelleyeceği anlamına gelmez[46]. Soyut olarak, analistler, hangi düzenlemelerin kapitalistlerin en fazla artı-değeri sağlamalarına izin vereceği hakkında tartışabilirler. Yine de, belli bir tarihsel durumda kapitalistler, toplumsal kontrol, işçi gruplarının direnişi ve devletin müdahalesinden kaygı duymak durumundalar. Devlet, toplumun tümüyle yeniden üretimini sağlamak için müdahalede bulunabilir; sermayenin en kötü eğilimlerini ortadan kaldırmak için, bazı kapitalistleri polis kuvvetiyle kontrol altında tutmak gerekli olabilir. Bu faktörleri göz önüne alarak, kapitalistler elde edilebilir olan en büyük karları maksimize ederler. Amaç toplumsal kontrol olduğunda, kapitalistler işi belli bir biçimde organize ederler, burada sermayeye ilişkin hiçbir şey tek başına, ücretli iş gücünde kimin (yani, hangi bireyler hangi atfedilen özelliklerle) yüksek, kimin alçak pozisyonları işgal edeceğini belirlemez. Tabii, bu işi organize etme biçimi, kapitalistlerin baskın toplumsal grubu oluşturmalarına ve ırkçı (ve cinsiyetçi) olabilmelerine yardımcı olur. Kapitalizm, ikincil grupların olduğu kadar hakim grupların da atfedilen özelliklerini devralır. Tekelci sermayenin işçi pazarında bölünme yaratma eğilimi hakkında son zamanlarda yürütülen tartışmalar, bu anlayışla uygunluk içindedir [47]. Kapitalistler, atfedilen özellikleri işçi sınıfını bölmek için kullanarak, işgücünde kasti bölünme yarattıklarında bu, açıkça, dar anlamda birikim ihtiyacından çok toplumsal kontrol ihtiyacından kaynaklanır [48]. Ve zaman içinde, bu bölme girişimlerinin tümü (bölmede) hem başarılı hem de karlı olmazlar. Sermayenin işgücüne şekil verme yeteneği, hem dar anlamda birikimin belli zorunluluklarına (örneğin, üretim çok sayıda işçi arasında iletişimi gerektirecek şekilde mi düzenlenmiştir? Eğer böyleyse, bunların hepsinin aynı dili konuşmaları daha yararlıdır) [49] hem de bir toplumdaki, sermayeyi adapte olmaya zorlayan/teşvik edebilen toplumsal güçlere (Güney Afrika da beyazlar ve siyahlar için ayrı lavabo olanaklarının sürdürülmesi, yalnızca kapitalistlere ekonomik maliyet getirdiği şeklinde anlaşılabilir ancak, bu ekonomik maliyet, Güney Afrikalı beyazları siyahlarla birlikte yıkanmaya zorlamaya çalışmanın toplumsal maliyetinden daha azdır) bağlıdır. 17

18 Kapitalist gelişmenin yönü konusundaki ilk argümanımız sermayenin çok güçlü olmadığı ise, ikincisi sermayenin büyük ölçüde esnek olduğudur. Sermaye birikimi, daha önce var olan toplumsal biçimlerle karşı karşıya gelir, ve onları hem yıkar hem de onlara adapte olur. Sermayenin adaptasyonu, bu daha önce var olan biçimlerin yeni çevrelerde ısrarla kalma konusundaki gücünün bir yansıması olarak görülebilir. Yine de, bu yeni çevrelerde tutunsalar da, daha önce var olan bu biçimler değişmez değillerdir. Irk ve cinsiyetin bugün olduğu biçimiyle anlaşılmasını sağlayan ideolojiye, örneğin birikim sürecinde, ırksal ve cinsel bölünmelerin kuvvetlendirildiği belli yollarla, sağlam bir şekilde biçim verilir. Günümüzde aile ve aile ücreti Yukarıda, kapitalizm ve patriarkaya ilişkin olarak, adaptasyon ya da karşılıklı intibakın, yirminci yüzyılın başında, aile ücretinin gelişimi biçimini aldığını iddia ettik. Aile ücreti, patriarka ve kapitalizm arasındaki ortaklığı pekiştirdi. İddia ediyoruz ki, kadınların, özellikle İkinci Dünya Savaşından bu yana artan bir şekilde iş gücüne katılımına karşın, aile ücreti hala, öncelikle onların ev işlerinden, erkeklerin de ücretli işten sorumlu oldukları, günümüzdeki cinsiyete dayalı iş bölümünün temel taşıdır. Kadınların iş pazarındaki düşük ücretleri, (çocuklara başka birisi tarafından bakılması ihtiyacıyla birleştiğinde), ailenin gerekli bir gelir toplama birimi olarak varlığının devam etmesini garanti altına alır. Aile ücretiyle desteklenen aile, bu nedenle, kadınların emeğinin aile içinde ve dışında erkekler tarafından kontrol edilmesine olanak sağlar. Kadınların ücretli işe girişlerinin artması ailede (Kautsky ve Engels in ondokuzuncu yüzyılda işaret ettikleri gerilimi çok andıran) bir gerilime yol açabilse de, bunun sonucunda aile ve cinsiyete dayalı iş bölümü kavramları ve gerçekliklerinin, kısa bir süre sonra kaybolacağını düşünmek yanlış olacaktır. Cinsiyete dayalı iş bölümü, kadınların kadın işlerinde çalıştığı -yani yalnızca evde yapmaya alışkın oldukları, yemek yapma ve sofra kurma, her tür temizlik, insanların bakımını sağlama, vs. türünden işler yapmalarıyla- iş pazarında, yeniden ortaya çıkar. Bu işler düşük statülü ve düşük ücretli oldukları için, maddi temeli bir dereceye kadar aileden ücretli işe, aile temelli patriarkadan sanayi temelli patriarkaya geçse de, patriarkal ilişkiler değişmemiş olarak kalır [50]. Sanayi temelli patriarkal ilişkiler, çok çeşitli yollarla güçlendirilir. Kadınlara düşük ücretler, daha az hak ve çok az yükselme fırsatı veren sendika toplu sözleşmeleri, yalnızca atalardan kalma kalıntılar değildir, cinsiyetçi tutum ya da erkek üstünlükçü ideolojinin bir davası olarak bunlar, patriarkal sistemin maddi temelini korurlar. Bazıları patriarkanın günümüzde ailede olmadığını ileri sürecek kadar ileri gitseler de (örneğin, Steward Ewen, Captains of Consciousness)[51], biz bunu yapmayacağız. Sermaye ile patriarka arasındaki uzlaşmanın koşulları, daha önce ailede yapılan ek görevlerin sermayeye katılmasıyla ve kadınların iş gücünün yerleşim mekanının kaymasıyla[52] değişmesine karşın, bunun yanı sıra, yukarıda tartıştığımız gibi, iş pazarında yüksek derecedeki iş ayrımcılığının neden olduğu ücret farklılıklarının, kadınları evlenmeye teşvik ederek, aile ve onunla birlikte ev içi iş bölümünü güçlendirdiği de, doğrudur. Aile ücreti ideali bir erkeğin tüm ailenin bakımını sağlamaya yeterli derecede kazanması hem erkek hem de kadınların ailenin nakit gelirine, kazandıkları ücret yoluyla katkıda bulundukları yeni bir ideale yol açıyor olabilir. Demek ki, ücret fark- 18

19 lılıkları, patriarkanın, yani erkeklerin kadınların iş gücü üzerindeki kontrollerinin sürdürülmesi için, artan bir şekilde gerekli olacaktır. Ücret farklılıkları, kadınların işinin erkeklerine göre ikincil olarak tanımlanmasında yardımcı olacaktır ve aynı zamanda bu, kadınların erkeklere olan gerçek ekonomik bağımlılıklarının sürmesini gerekli kılar. İş pazarındaki ve başka her yerdeki cinsiyete dayalı iş bölümü, onun sürdürülmesine hizmet eden patriarkanın tezahürü olarak anlaşılmalıdır. Pek çok kişi, şu anda kapitalizm ile patriarka arasında ortaklık olmasına karşın, uzun dönemde patriarkanın kapitalizm için çekilmez olduğunun ortaya çıkabileceğini; kapitalizmin nihai olarak hem aile ilişkilerini hem de patriarkayı yıkabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu argüman, (ailenin onun bir örneği olmadığı) kapitalist toplumsal ilişkilerin evrenselleşme eğiliminde olduğu, yani kadınların artan bir şekilde para kazanabilecekleri ve giderek ailedeki ikincil konumlarına boyun eğmeyi reddedecekleri, ve ailenin özellikle kadınlar ve çocuklar için baskıcı olmasından dolayı, insanların aile dışında kendilerini geçindirir hale gelir gelmez bu kurumun çökeceği, mantıksal sonucuna varmaktadır. Aile içinde somutlaşan patriarkal ilişkilerin sermaye tarafından bu kadar kolay bir biçimde yıkılabileceğini düşünmüyoruz ve aile sisteminin günümüzde dağılmakta olduğuna dair pek belirti görmüyoruz. Kadınların iş gücüne artan katılımlarının boşanmayı daha mümkün kılmasına karşın, boşanmaya teşvik eden şeyler kadınlar açısından çok güçlü değildir. Kadınların ücretleri, çok az kadının kendilerine ve çocuklarına yeterli ve bağımsız bir şekilde bakmasına izin vermektedir. Geleneksel ailenin çürümesi konusundaki belirti, en iyi ihtimalle zayıftır. Sınıflar arasında eşit bir dağılım gösteren boşanma oranı beklenildiği ölçüde bir artış göstermemiştir, dahası, yeniden evlenme oranı da oldukça yüksektir nüfus sayımına kadar, ilk evlenme yaşı, tarihsel düşüşüne devam ediyordu den bu yana, insanların evlenmek ve çocuk yapmayı ertelemekte oldukları görülüyor; ama son zamanlarda doğum oranı yine artmaya başladı. Nüfusun daha büyük oranlarının artık geleneksel ailelerin dışında yaşadıkları doğru. Özellikle gençler, evlenip geleneksel aileyi kuruncaya kadar, annebabalarının evlerini terk edip kendi evlerinde yaşıyorlar. Başta kadınlar olmak üzere daha yaşlı insanlar, çocukları büyüdükten sonra ve eşlerinden ayrılma ya da onların ölümü sonucunda, kendilerini evlerinde yalnız kalmış olarak buluyorlar. Bununla birlikte eğilimler, yeni genç kuşakların, yetişkin yaşamlarının bir döneminde, daha önce olduğundan çok daha büyük oranlarda çekirdek aileler oluşturacaklarını gösteriyor dan itibaren doğan insan gruplarının evlenme ve çocuk yapma oranları, bir önceki gruplardan daha yüksekti. Evlilik ve çocuk yapma süreleri kısalıyor olabilir, ancak bunun tekerrür oranı hala yayılıyor [53]. Sermayenin aileyi yıktığı argümanı, aile yaşamını çekici yapan toplumsal güçleri de gözden kaçırıyor. Çekirdek ailelerin psikolojik olarak yıkıcı olduğu eleştirilerine rağmen, rekabete dayalı bir toplumda aile hala, pek çok insan için gerçek ihtiyaçlara cevap veriyor. Bu yalnızca, uzun dönemli tek eşlilik için değil, hatta daha fazla, çocuk yetiştirme konusunda geçerli. Tek ebeveynli aileler, hem mali hem de ruhi yükü taşıyorlar. Özellikle işçi sınıfı kadınları için bu yükler, işgücü katılımının getirdiği bağımsızlığı aldatıcı hale getiriyor. Tek ebeveynli aileler, son zamanlarda siyasi analistler tarafından, yeniden evlenmeleri halinde iki ebeveynli aileler haline gelecek, geçici aile oluşumları olarak görülüyor[54] Kadınların iş gücüne artan katılımlarının etkisinin, boşanma oranlarındaki artıştan çok, aile içindeki cinsiyete dayalı iş bölümünün azalmasında görüldüğü belirtilebilir, ancak bunu kanıtlayacak deliller de eksiktir. Ev işle- 19

20 rini kimin yaptığı konusundaki istatistikler, kadınların ücret karşılığı çalıştığı ailelerde bile, son yıllarda bu konuda çok az değişiklik olduğunu göstermektedir; ev işlerinin çoğunu hala kadınlar yapmaktadır [55]. Ücret karşılığı çalışan kadınlar için çifte iş, bir gerçekliktir. Aile dışındaki, yani iş pazarındaki cinsiyete dayalı iş bölümünün kadınları kendileri ücret alsalar da ekonomik olarak erkeklere bağımlı kılması yüzünden, bu olgu pek şaşırtıcı değildir. Patriarkanın geleceği, yalnızca aile ilişkilerinin geleceğinde saklı değildir. Çünkü, sermaye gibi patriarka da, şaşırtıcı bir şekilde esnek ve uyumlu olabilir. Aile içinde ya da başka herhangi bir yerdeki patriarkal iş bölümü, kapitalizm için nihai olarak tahammül edilmez olsun ya da olmasın, patriarka şu anda kapitalizme şekil vermektedir. Aşağıda göstereceğimiz gibi, patriarka hem kapitalist kontrolü meşrulaştırır, hem de sermayeye karşı belli mücadele biçimlerinin meşruiyetini ortadan kaldırır. Yirminci Yüzyılda ideoloji Patriarka, erkekler arasındaki hiyerarşiyi kurup meşrulaştırarak (tüm gruplardan erkeklerin, en azından bazı kadınları kontrol etmesine izin vererek), kapitalist kontrolü artırır ve kapitalist değerler patriarkal doğrunun tanımlanmasına şekil verir. Shulamith Firestone nun teşhis ettiği psikolojik görüngü, bağımlılık ve hakimiyet ilişkilerinde neler olup bittiğinin belli örneklerini verir. Bu ilişkiler, erkeklerin kadınlara çok görülen toplumsal gücü gerçekliğinden kaynaklanır, ancak bunların kapitalist toplum şartları içinde, bu şartlar tarafından biçimlendirildiği gerçeği söz konusudur [56]. Radikal feministlerin açıkladığı biçimiyle erkeklerin özelliklerini rekabetçi, mantıksal, hükmedici incelersek, bunlar kapitalist toplumun egemen değerlerini tanımlamamıza çok benzerler. Bu rastlantı iki yönden açıklanabilir. İlk olarak, ücretli işçiler olarak erkekler, işteki kapitalist toplumsal ilişkiler içinde yutulurlar, bu ilişkilerin getirdiği rekabet içine çekilirler ve buna tekabül eden değerleri benimserler [57]. Radikal feminist erkek tanımındaki özellikler, kapitalist toplumlar açısından tümüyle uyuşmaz değildi. İkinci olarak, erkekler ve kadınların gerçekten cinsel normların belirttiği gibi davranmadıkları zamanda bile, erkekler, egemen ideoloji içinde kıymet takdir edilen özelliklere kendileri adına sahip çıkarlar. Bu nedenle örneğin, Crestwood Hights ın yazarları, meslek sahibi olan erkeklerin, (tercih edilen davranış biçimini sağlamak için, esas itibarıyla mantıksız güdülere başvuran teknikleri sıklıkla kullanmak suretiyle) günlerini kendilerine tabi kişilere manevra yapmakla geçirirlerken, kadınlar ve erkeklerin erkekleri, mantıksal ve pragmatik olarak nitelendirdiklerini saptadılar. Bunun yanı sıra kadınlar, çocuk büyütme ve yetiştirmenin bilimsel yöntemlerini öğrenmek için büyük enerji harcarlarken, Crestwood Hights daki kadınlar ve erkekler, kadınları, mantıksız ve duygusal olarak nitelendirdiler [58]. Bu, kapitalist toplumlardaki dişil ve eril özellikleri açıklamaya yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda kapitalist toplumlarda cinsiyetçi ideolojinin aldığı belli biçimi açıklamaya da yardım eder. (...)