JustPaste.it

Kürtlerin önünde diz çökecekler!..

12.gif
akahraman61@hotmail.com | 03 Şubat 2018 Cumartesi

AHMET KAHRAMAN

IŞİD (DAİŞ) ve Türk ortaklığının, Efrîn‘i işgal taarruzu, 15’inci gününde…

Recep Tayyip’in, “kan akışının açılışını" yaptığı günden beri şehir, kasaba ve köyler havadan ve yerden bombalanıyor.

Kürt halkının temsilcileri, katillerin dünyayı bağlayan sözleşme ve anlaşmalarla yasaklanmış kimyasal silahlar kullandığını, kör bakan, sağırca kıpırtısız duran yer yüzü vicdanına duyurmaya çalışıyorlardı.  

Bu arada ajanslar, bombardımandan manzaralar yayımlıyorlardı: Yarısı kesilip koparılmış, yarısı, kesikleriyle bir hayaleti andıran evler. Sokaklar yıkıntıların molozuyla dolu. Köyler harabe. Harabeler arasında dolaşan, eli koynunda insanlar…

Efrîn hastanesinden yapılan açıklamaya göre, bir hafta içinde 103 sivil katledildi. Ama yalnız insan ve insanca olan değerler değil, ağacı, taşı, toprağıyla, bütün yer yüzü barbara hedefti, Efrîn’de.

Tarihi anıtlar ve kadim tapınaklar da, “Müslüman Kardeşler" (İhvan) İslamı koluna Türk (Recep Tayyip) rejimi ile IŞİD’in baş hedefleri arasındaydı. Çünkü, onlara göre, camilerin dışındaki tapınaklar din dışı, anıt ve her türlü heykeller de put sayılıyordu. Dolayısıyla yok edilmeleri gereklilikti.

O nedele fotoğraflar, Türk ile IŞİD İslamının Eyn Dara köyündeki tarihin tanığı üzerinden de geçtiğini anlatıyordu, bize. Köyle aynı ismi taşıyan, “demir çağından" kalma (en az 3 bin yaşında) tapınak, yerde taş yığınıydı. Bu manzara, Türk ve IŞİD ortaklığının ziyaretini anlatıyordu, bize.

Tarih değişmez düşmandı. Recep Tayyip’in ilk icraatı, Kars’a dikilen devasa barış heykeliydi. Heykel, uzun bir yergi, sövgü süreciyle Türk halkı hazırlandıktan sonra parçalanıp kaldırılmış, ardından İstanbul’daki özgür kadın heykeli ve Ankara parklarını süsleyen keçi heykellerine sıra gelmişti.

Kuzey Kürdistan’da ise tarihin tanığı olarak günümüze ulaşan ne kadar anıt, heykel ve tapınak varsa yerle bir edilmişti.

Bu arada El Kaide Afganistan’da iş başındaydı. O da, Makedonyalı İskender’den kalma simgeler dahil, her türlü anıtı, tapınağı de yok ediyor, dağın dibinde dikili Buda’nın efsanevi heykelinin dinamitlenmesini dünyaya seyrettiriyordu.

Tarihi yok etme konusunda IŞİD, en az Türk-İslam ve El Kaide kadar hızlıydı. Önce soyuyor, sonra yok ediyordu. En unutulmaz kurbanı da, Suriye medeniyetinin simgelerinden Palmira antik şehriydi.

Düz bir söylemle, terör koalisyonu, her alanda iş başındaydı. Kuzey Kürdistan’da bazı mezarlıklara bile hava hücumu düzenlenmiş, camiler buldozerle yıkılmış, sonra mezarlıklar tarla gibi sürülmüştü.

Kan dökme ve yok edicilikle, işkence etmek ve zindanlarla inşa etmek mutlu olanlar Efrîn’de, Kürtlerin direnişini kıramayınca, tarihe saldırarak, bebeklerin kanıyla ruhlarını yıkıyorlardı.

Gününüz dünyasında, insan öldürmekle bu kadar mutlu olan, bir başka benzerleri yoktu, bunların.

Efrîn’de patlatılan bombaların daha tozu göğe akmamışken, parçalanan insan sayısını nasıl sayabildiler bilinmez, hemen anında “şu kadar insan öldürdük“ diye çığlık çığlığa sevinçleniyorlardı.

İnsan canını almak, akan kanıyla sevinçlenmek insanlıktan çıkmaktı. Ama insan olan için…

Öte yandan, Recep Tayyip kendi ve ortağının ölü sayısını bilmiyor, ölülerini “20 civarında, 25 kadar şehit" diye ifade ediyor, ama Kürtlerin kaybı için, kesin rakamla konuşuyordu.

Ve İmamlar Vakfı konuşmasında, “hamd olsun 800 tanesinin işi bitti, daha da artacak" diye müjde veriyor, ortalık alkış sesleri ve tekbir naralarıyla doluyor, Recep Tayyip ise Rize’nin eski İpsiz Recebi gibi gevrekçe gülüyordu. Kürdün ölümü, ruhunu yalayarak hoş mutluluktu…

O adamlarını şehit ilan ediyordu. Ama şehitlik ve cennetlik olmanın kuralı Kuran’da yazılıydı. Bu kurala göre yurt hırsızlarına, işgalcilere, katil, soyguncu ve tecavüzcülere asla şehitlik payesi yok, cennet kapıları da kilit üstüne kilitle kapalıydı. Çünkü onlar cehennemlikti.

Ne yapacaksınız ki Kuran’ın hükmü böyleydi. Yine Kuran’a göre ülkesi ve halkının onuru, özgürlüğü uğrunda savaşırken düşenler şehit ve dolayısıyla cennetlikti.  

Her neyse, asıl konumuza gelirsek:

Türk-IŞİD koalisyonu, kendince gerekçeler uydurup, sebepler yaratarak işgale girişti. “Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesinin 51. Maddesi" diyorlardı, yani. Bu demek oluyordu ki, Kürtlerin saldırısına uğrayınca, BM ve NATO’nun oluru ile karşılık verme durumuna geçmişlerdi.

 Oysa bu, temelinden tepesine yalandı. Efrîn’den onlara, bırakın taş savurma, tozun mıskali bile atılmamıştı. Bunu, bütün dünya biliyordu. BM ve NATO oluru da yalandı.

Nitekim, öncek gün Almanya parlamentosunda, Efrîn görüşmeleri sırasında NATO ve BM’nin yalan olduğu defalarca bağrıldı. İktidar en başta, bütün siyasi parti sözcüleri işgal taarruzunun hukuk dışı, yani suçlar silsilesi olduğunda birleşti. Hür Demokrat Parti sözcüsü Bijan Djir-Saraj ise daha ağır kelimelerle konuştu. Türk devletini sahtekarlık ve küstahlıkla suçladı.

Ayrıca Fransa, işgalin durmasını istiyordu. Şam yönetimi, BM’yi göreve çağırıyordu.

Bu, dünya taşların bağlı, köpeklerin serbest olduğu bir düzlem ve kimse sonuna kadar suç işleme hakkına sahip değildi.

Bütün gelişmelerin ışığı ışıldayan asıl gerçek: Kürtler artık, yer yüzü üyesi vardır. Dünün tarihi bize, “onların soyunu kurutma yemini edip yola çıkanlar, önlerinde diz çöküp, kötülükleri nedeniyle af dileyeceklerdir“ diye fısıldıyor, ekliyorlardı:

“O gün uç verdi bile. Mesela, Hitler’in ömrü yetmedi, ama arkadan gelenler, onun yerine Yahudilerden özür dilediler."

Evet, Çetin Altan’ın sözüyle enseyi karartmayalım!..