JustPaste.it

Nurcan Baysal'a neden sinirliyiz?

 

Rizgo Karakaya

 

30 yılı aşkın bir süre Kürdistan’da ağırlıklı olarak kırsalda süren ve zaman zaman şehirlere sıçrayan savaş, 2014 Ekim MGK’sında Türk devletinin devreye koyduğu, adına “Çöktürme Planı” denen ve bir bütün olarak Kürt halkının kazanımlarını yok etmeyi hedefleyen bir imha planı ile farklı bir boyuta geçti. Yıllarca savaş ikliminde bulunan ama savaşa görece uzak şehirler, bir anda direnişin merkezi haline geldi. Şüphesiz ki bu yeni durum, Kürt Özgürlük Hareketi açısından sadece bir yapma hali değil aynı zamanda da bir “yapabilme” hali idi. 90’larda korkuyla esir alınmış bir halkı ayağa kaldıran mücadele pratiğinin bir parçası ya da tanığı olan ve bu pratiğin içerisinde yetişen yeni bir Kürt gençliği var ve bu ‘yapabilme’ halini yaratan da bu gençliğin ve geçmiş mücadele deneyimlerinin ta kendisidir.

Bu gençliğin, oldukça geniş bir haysiyet yelpazesi üzerinde farklı konumlanarak dahili, destekçisi ya da tanığı olduğu,  Kürdistan’ın birçok il ve ilçesine yayılan ve alan savunması üzerinden şekillenen öz savunma direnişleri, en azından bu form itibarı ile sona erdi. Her ne kadar sona ermiş olsa da direnişin yarattığı birikim, hakikati görme hali ve tanıklığın yarattığı bilinç hala olduğu yerde duruyor.

Direnişe tanıklık etme üzerine çokça yazıldı. Ancak en az tanıkları kadar seyircileri de vardı direnişin. Bu seyircilerin hepsinin niyetini bilmiyoruz ama bir kısmının niyeti, direnişin ilk günlerinden beri açıkça görülüyor. Tanıkların seyircileri sevmediği bir sır değildi ama bu durum son birkaç gündür sosyal medyada patlak veren tartışmalarla aleni hale geldi. Nurcan Baysal üzerinden somutlaşan bu tartışmalar, Baysal’ın Kürt gençlerini OHAL savcılarına ihbar edeceğini duyurmasına kadar vardı. İlk etapta olanları ve işlerin nasıl bu noktaya geldiğini izah etmekte fayda var.

 

Ne olmuştu?

Birkaç gün önce Twitter’da, Nurcan Baysal’ın 7 Haziran öncesinde yazdığı iddia edilen “Konformist Tasfiyeciliğin Tasfiyesi” adlı bir yazı yayıldı. Yazı, 1978’ten itibaren Kürdistan’da, Kürt Özgürlük Hareketi’nin geçtiği aşamaları kronolojik olarak özetlemeye çalışan bir blog yazısıydı. Yazıda, Kürt orta sınıfının 90’ların sonunda devlet eliyle dizayn edildiği ve bu sınıfın savaş kendi yaşam alanlarına vardığında mücadeleyi boğmakta beis görmeyeceği, buna rağmen bilhassa legal siyasette belirleyici oldukları eleştirisi vardı. Yazının içeriği tartışılmaya muhtaç ama kesin olan şey, yazı Nurcan Baysal’ın değildi. Nurcan Baysal, ilk önce yazının kendisine ait olmadığını belirten bir tweet attı. Devamında ise Twitter’da Baysal’ın gözaltına alındığına dair tweetler yayıldı. Bunun üzerine Baysal bir yazı kaleme aldı. Bu yazıdan kendisinin sinirlendiğini anlıyoruz. Yıllarca hitap ettiği orta sınıfın eleştirildiği bir yazının kendi adıyla servis edilmesine mi, peşine düşebilecek savcılara mı, yoksa kendisinin olmayan bir yazının kendi adıyla servis edilmesine mi kızdı, bilmiyoruz. Bildiğimiz, Baysal’ın yazısında Kürt gençlerinden "yurtsever, heval görünümlü troller" olarak bahsedip bu kişileri ajanlıkla itham ettiği ve hepsini mahkemeye vereceğini açıkladığı... Baysal neye dayanarak bu insanların yurtsever olmadığına kanaat getirdi, bilmiyoruz. Elinde bir "hevalmetre" olmadığını bildiğimiz gibi kendisinin yurtseverlikle ilgilenmekten ziyade sonu hüzünlü biten "yurtsever hikayeleri" ile ilgilendiğinin de farkındayız. Nurcan Baysal’ı, bizleri devlete çalışmakla itham etmeye varan söylemlerde bulunmaya iten şey –iyi niyetli düşünüyorum- bir kavrayamama hali olabilir. Bu yazının yazılma sebeplerinden biri de bu yanlışı düzeltmek.

 

Sindiremedik...

Nurcan Baysal, Kürdistan’da çatışmanın olduğu merkezlere giden ve masabaşından değil yerinden yazan bir gazeteci. Kendisi direnişi bizzat gözlemlemiş biri. Buna rağmen direnişin kendisini yansıtmak yerine toparladığı yaşam öykülerini, direnişi es geçen mağlup bir dille egemenin "merhametine" sunan bir yazar. Bizim de duyduğumuz ya da gördüğümüz bu yaşanmışlıklar bizde muazzam bir öfke yaratırken Baysal bunları, müthiş bir acıma ile işlemekte beis görmedi.

Acıma, başlı başına üstel ve dışlayıcı bir duygudur. Baysal’ın içerisinde bulunduğu sınıfsal konum ancak bu kadarına izin veriyordu. Kendisi tepeden tanık olduğu o acı verici öyküleri, kendi sınıfına vicdan dilenerek sunarken bilhassa kullandığı mağlup dil ve demagojik form nedeniyle birçok kez eleştirildi. Bu eleştirileri dinlemek yerine eleştiren kişileri sosyal medya platformlarında engellemeyi tercih etti. Bu kavrayamama halinin sebeplerinden biri de budur. Nurcan Baysal, devrimci şiddet, ezilenin meşru şiddeti, öz savunma ya da direniş, adına ne dersek diyelim, egemene dönen her türlü şiddet içeren eylemi “başka yazıların konusu” olarak gördü ve mümkünse bu yazıları kendisi kaleme almayacaktı. Ama aynı Baysal, yeri geldiğinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin yöntemlerini "mahkum etmekten" de geri durmuyordu. Şiddetin meşruiyetini vurgulamak ne kadar yüksek bir risk muhteva ediyorsa, bunun yerine "dostane" eleştirisini yapmak da bir o kadar can sübapı olabiliyordu. Nurcan Baysal, “Karşımızda bu kadar gözü dönmüş bir devlet varken, Yüksekova’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de bir savaşta ısrar etmenin anlamı nedir?” sorusunu yüksek sesle sordu ama bu soruyu direnenlere sormadı. “Kürdün ölüsüne methiyeler düzdü, ama direnen Kürdün yanında olmadı.”

Nurcan Baysal, yaşadığımız acı deneyimlerin kederi henüz öfkeye bile dönüşememişken, bunları tuzu kuruların vicdan rahatlatma törenlerine malzeme etti. Her ölümde, tutuklamada yazdığı, aynı şablonun düzenlenmiş hallerini andıran yazıları bizi rahatsız etti. Twitter’da @husembaz adlı kullanıcının dediği gibi, “Birileri öldü, birileri tutuklandı, birileri gitti. Her şey için yazısı hazırdı. Birileri yaşıyor, birileri yazıyordu. Rahatsız etti bizi. Başkasının acısından gözümüzün önünde ekmek ve kimlik edinenleri görmek bize dokunuyor, bizi incitiyordu.” Ezeni, ezilenle empatiye davet etmesini, egemenin vicdanına ulaşıp zulmünü törpüleme hesabına girişmesini sindiremedik. Nurcan Baysal, sesini duyurmaya çalışan biçare ezilmişlerin arasında parlayabilirdi ama ne durduğu yerin ne de kullandığı dilin, direnenlerin ve direnmeyi tek yol olarak görenlerin arasında bir karşılığı vardı.

 

Baysal nedenini arıyorsa...

Şunu söylemekte fayda var: Eğer Baysal kendi deyimiyle “Kürt, yurtsever görünen, profillerinde Kürtçe isim yazıp Kürdistan, PKK bayrakları bulunduran” gençlerin iddia ettiği gibi bir buçuk yıldır onu itibarsızlaştırmaya çalıştığını düşünüyor ve buna bir neden arıyorsa, neden budur. Evine hırsız girdiğinde bile devletin polisini aramayan insanlar hakkında “Bundan sonra böyle... Gerisini artık onlar düşünsün” diyerek suç duyurusunda bulunabilmesidir neden. "Hit" alan mağduriyet yazıları yazdıktan sonra kendi güvenli ve konforlu yaşamına dönerken direnişten başka gündemi olmayanları “bazı eller” tarafından kullanılan psikolojik savaş unsuru olarak suçlayabilmesi, o kavrayamadığı duruma dair bir ipucu vermelidir. Ola ki kendisi bildiğinde diretiyorsa da, “bazı eller tarafından kullanılan psikolojik savaş unsurlarını” yine devletin savcılarına teslim etmek gibi beyhude bir uğraşa kapılmamasını öneririm. Aksi takdirde kendisi her zaman Kürt gençlerini, OHAL savcılarına yem etmesiyle hatırlanacak.

 

Yeni Özgür Politika, 6 Aralık 2016