Müslümanın Siyaseti
Şeyh Suleyman El Alvan
Siyasetin iki türü vardır, öncelikle siyasetin doğru manasını anlamamız gerekmektedir. Çünkü bugün insanların zihninde oluşan siyaset onun sadece bir türüdür.
Hakiki siyaseti İbn’ul Kayyım rahimehullah ‘’Et-Turuk El Hukmiyye’’ adlı eserinde anlatmış ve mukaddimesinde şer’i siyasetten bahsetmiştir.
Şer’i siyaset, dinden bir parçadır. Şer’i siyaset hakkı, kendi yerine koymaktır. Kim ki hakkı kendi yerine koyarsa burada doğru siyaset yapmış olur.
Bugün meşhur olan gazete ve dergilerin siyaseti ise hile, aldatma, insanları şer’i hükümlerden uzaklaştırma ve aklı nastan üstün kılma siyasetidir.
Re'yi delilden üstün kılma, kişisel çıkarların üzerine bina edilen siyasettir. Ne Allah’ın dinine ne onun şeriatına ne de Nebi (sallallahu aleyhi ve selem)’in menhecine bağlı bir siyaset değildir.
Bu siyaseti uygulayanlar şeriata göre değil aksine akıllarına göre yön alırlar. Yani akla meylederler başka bir dille, onların ibadet ettikleri nas değil akılları olmuş olur.
Bir diğer grupta laik olmayıp, kendini İslam’a nispet edenlerdir yada kendilerini İslamcı, analizci, siyasetçi diye adlandıranlardır. Bunların da delilleri eksiktir, çünkü bunlar kendilerini analizci veya İslam adına sözcü yada İslami cemaatler uzmanı olarak adlandırmalarına rağmen hakikatte Ehl’i Sünnet’in mezhebini dahi anlamış değillerdir ki diğer cemaatlerin mezheblerini anlasınlar.
Bu kişiler eksiktirler ve bu kişilerdeki eksiklikleri onları dinleyip onlarla konuştuğunda fark edersin. Bu ancak cahil bir kişinin misalidir ki;
Bu kişinin bir grup hakkında bildikleri bir gazete, bir dergi veya bir iki kağıt parçası okumaktan ibaret olmasına rağmen kendisi grup analizcisi veya uzmanı olarak ortaya çıkar ve kendini bu şekilde takdim eder.
Peki senin bu okudukların bu cemaatlerin hepsini mi temsil ediyor? Ehl’i Sünnet’in akidesi bu bir iki kağıt parçasıyla mı sınırlı? Ehl’i Sünnet’in tüm tasniflerini okudu mu? Okuduysa da Selef imamlarının tasniflerini mi okudu yoksa Cehmiyyelerin, Mürcielerin tasniflerini mi ?
Birde bu konuyu anlamak bir çok esasa bağlıdır ve bu tasnifleri okuyan herkes alim olmaz aynı şekilde bir metni ezberleyen herkeste müftü olmaz.
Evet biz günümüzde tüm bunların bulunduğu bir vakıayı yaşamaktayız. Bu iyi değil aksine acı bir gerçektir ki ilmi ve fıkhı olmayan kişiler haramlaştırma, helalleştirme ve ümmetin hayati meseleleri hakkında konuşmaktadırlar.
Bu günümüzde oldukça yaygınlaşmış ve hatta medya, toplumları ve insanları yönlendirir bir hale gelmiştir. İlmi bilmeyen hatta çoğu dini bile bilmeyen ve kendi kendini ıslah etmeyi beceremeyen bu yazarlar başkalarını nasıl ıslah edebilirler?
İbn’i Abbas’ın Ehl’i Kitab hakkındaki şu sözü gibi; "Onlar dalaletteyken sizleri nasıl hidayete eriştirebilirler?" Dalalet ehli bir kimse hak yolunu ve Sırat’ı Mustakimi bilmezken Müslümanlara nasıl olurda hidayet yolunu gösterebilir?
Hakiki siyaset hakkı hak olan yere koymaktır. Eğer kastedilen şey buysa evet bunun üzerine başka bir şey ikame edilmez. İşte Nebi ( sallallahu aleyhi ve selem )’de davasını ve yolunu bunun üzerine bina etmiştir.
Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) Mekke de kendisine bir Devlet kuramadı, halkından destek de göremedi aksine ona karşı geldiler. O ise Medine de bir destek gördüğünde oraya hicret etmekle emrolundu.
Eğer Medine uygun bir yer olmasaydı Şer’i siyasetin gereği Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) oraya hicret etmezdi. Nebi (sallallahu aleyhi vesellem) oraya hicret etti ve buda hak olanın ta kendisiydi. Çünkü Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) sadece hak olan şeyi yapar.
Allah (celle ve ala) da ona o şey için izin verdi ve bu topraklara (Medine) hicret etmeyi emretti ki orası Müslümanların merkezi ve diğer diyarların fethi için bir başlangıç noktası olsun. Dosdoğru İslam devleti ve hilafet ikamet edilsin.
Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) Kureyşe karşı bu bölgeden savaşırdı. Yine bu diyardan Yahudi taifelerine karşı da savaştı ve bu diyardan Arap yarımadasını fethetti. Bu diyardan Perslere karşı savaşmak için ordular hazırladı tıpkı Mu'te gazvesinde olduğu gibi.
Yine bu diyardan Ebu Bekir mürtedlere ve Rumlara karşı savaşa çıktı. Bu diyardan Ömer (Allah ondan razı olsun) diğer yerlerin fethi için yola çıktı. İşte bu siyaseti uygulamak cihatda, savaşta, şehirlerin fethinde ve Allah (celle ve ala)'ya davet etmekte vazgeçilmez bir esastır.
Kişi işini sadece açık bir siyaset ve açık bir yol ile ikame etmelidir. Siyaset hile ve nifak değildir, insanlara karşı bazı şeyleri açığa vurup diğer şeyleri gizlemek de değildir. Bunu yapan kişi hilekardır, haindir.
Bu tarz kişiler hevalarına göre muamele ederler, bazen seninle bazen de başkalarıyla olurlar. Bu olsa olsa ‘’Bir anda avına hamle yapıp geri kaçan, aynı anda avına atılıp dönen’’ İmruü’l-Kays’ın hayvanına benzer.
Bazen bakarsın bu insan belirli bir taifeyi övmektedir sonra bir bakarsın ki tam tersini yapıp onları karalıyor ve onlara lanet okuyor. Bazen övüyor bazen sövüyor.
Yani bu kişiler hiç değişmediler eskiden beri aynıdırlar bazen bir devleti överler eğer o devlet düşüşe geçerse ona lanet okurlar. Bazende tam tersini yaparlar.
Bu kişi dini olmayan biridir ve bu hile siyasetidir, hak olan siyaset ise değildir. Bu gibi kişilere göre hak olan siyaset ve fikir farklılığı doğru değildir,
Bu siyaseti uygulayanlar yeni bir taife değildir, bunlar çok önceleride mevcuttu fakat onu destekleyenler yeni tanımıştır.
Bizim hile, sahtekarlık ve nifak siyasetiyle Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in siyaseti arasındaki farkı bilmemiz gerekir. O’nun siyaseti şer’i siyasetidir, açıklık siyasetidir. İnsan apaçık bir yolda olmalıdır.
Bazı insanlar bir meselede zulmedebilir, hevasına göre yolalabilir fakat bu durum asla kabul edilmez. Allah (celle ve ala) şöyle buyuruyor; "Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın! O takvaya en yakın olandır." (Maide/8)
İnsan açık olmalıdır. Mesela; bir şeyin yerine daha şerli bir şeyin gelmesi için o şeyin zeval olmasını hoş görmemelidir. Sen bu şerde daha hayırlısı gelene kadar beklersin.
Senin bu şerre olan buğzun sakın ha seni yerine daha habis ve daha şer olanı getirmeye ve şerri daha az olanı kaldırmaya itmesin.
Yani insan bu nokta da Allah’a karşı ihlas sahibi olmalıdır. Maslahat ve mefsedetlere riayet etmeli, onları şeriata göre takdir etme yeteneğine sahip olmalıdır, ileri görüşlü olup şer’i siyasete de hakim olmalıdır.
Çünkü bazı insanların basireti ayaklarının bastığı yerden öteye geçmez. Başka bir taife ise geleceği çok uzaklardan görürler. İşte Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) de ashabına zafer müjdesi verirdi.
Bazıları bugün yada yarın olabilecekleri tasavvur edebilirler bazıları ise edemez. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) sana haber Verdi mi? Tamam olay bitti.
İşte bu yüzden Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara Kabe’ye gideceklerini ve tavaf edeceklerini haber verdiğinde ardından oraya gidipte Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) Kureyşin kafirleriyle sulh ettiğinde Ömer (Allah ondan razı olsun) ona şöyle diyordu;
"Ey Allah’ın Rasul’u sen bize oraya gideceğimizi ve tavaf edeceğimizi haber vermemişiydin?"
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) de ona; "Ben sana bu yıl olduğunu mu söyledim?" dedi.
Yani ben sana Beyt’e geleceğini ve tavaf edeceğini söyledim fakat bu yıl olduğuyla ilgili birşey demedim. Aynı şekilde Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) fetihleri de haber veriridi fakat bazı insanlar onda da acele ederlerdi.
Bazı insanlarda vardır ki Allah’ı razı edecek şeyler yaparlar ama onu yaptığında direk zaferi elde edeceğini düşünürler, düşündükleri gerçekleşmediğinde ise o şeylerden vazgeçerler.
Bu gibi kişiler kevni sünnetler hakkında cahildirler, zaferin her zaman kendisine bağlı olduğunu zanneder de ümmete bağlı olduğunu bilmez. Yani sen bir gün kendini feda edip savaşa çıktığında ölebilirsin, zafer hemen değil daha sonrada gelebilir. Aslında bu kişi zaferden sadece askeri zaferi anlar, asıl büyük zafer olan şey ise ilkelerin zaferidir ki zaten askeri zaferde ilkelerin zaferi olmadan gerçekleşmez.
Müslümanlar da ‘’Tevhidsiz’’ ve ‘’Akidesiz’’ zafere eremezler. Dalalet üzerinde birleşmekle de olmaz, eğer Müslümanların bağı akide, vela, bera ve açık bir şekilde şüphelerden uzaklık üzerine bina edilen tevhid olmazsa zafer de olmaz.
Bu din babanın dini değil ki istediğin şeyi açığa vurup istemediğini gizleyesin. Babanın şirketi değil ki kafana göre indirimler yapasın.
Bu alemlerin rabbi Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın dinidir. Allah (Subhanehu ve Teâlâ ) Nebisine şöyle buyuruyor;
"De ki: "Muhakkak ki ben, eğer Rabbime asi olursam, büyük günün azabından korkarım."(En’am/15)
İnsanlar apaçık olanlardan kabul ederler şüphelilerden değil. Müslümanlar da akide ve açık tevhid üzerinde birleştiklerinde zafer elde edeceklerdir. Tevhidsiz ise zafer yoktur. Müslümanlar şirk, küfür ve tağutlara dostluk besleyerek zafere eremezler ancak ‘’La İlahe İllallah’’ı ikame eden tek bir ümmet olurlarsa zafere ererler.